Şaron Azgınlığı

Mayıs 2002, Vuslat

 
 
 
 
 
 
 
 
Cenin muhasarasında mücahitlerin direnişi karşısında yaralanan askerlerden biri taşınıyor
 
 

Giriş

Geçtiğimiz ay bütün dünyanın gündeminde İsrail işgal devletinin Filistin topraklarında sergilediği vahşet vardı. Bu vahşet karşısında az çok insani değerlere saygılı olanların tümü tepki gösterdi. Ama ne yazık ki temel felsefesi makyavelizm olan ve çıkarlarının ya da sömürgeci planlarının söz konusu olduğu yerde hiçbir insani değere ve ilkeye saygı duymayan ABD yönetimi vahşete her bakımdan destek verdi. Destek vermekle de kalmayarak bu vahşeti sergileyen insan kasabını "barış adamı" olarak ilan etti.

Amerikan emperyalizminin bu tutumuna rağmen kitlelerin büyük çoğunluğu en azından vahşeti reddetme, lanetleme konusunda ortak tavır sergiledi. Fakat bu arada uluslararası siyonizme ve onu himaye eden emperyalizme hizmet eden medya organlarının yanılttıkları da yok değildi. Ne yazık ki bu tür medya organları tarafından yanıltılan, dolayısıyla zihinlerinde birtakım soru işaretleri oluşan kişiler Filistin'de olan bitenlerin arka planında duran siyonist vahşeti gerçek yüzüyle tanıma konusunda zorluk çekiyorlar. Meseleyi hala bir Arap-İsrail kavgası olarak niteliyor ve bu kavgada Arap ülkelerinin yaptığı ihmalleri ya da kasıtlı uygulamaları Filistin halkına yüklemeye kalkışıyorlar. Oysa burada siyonist vahşet karşısında savaşan taraf da mağdur edilen taraf da Filistin halkıdır.

Siyonizmin Filistin topraklarında sergilediği vahşetin geçen ay zirveye tırmanması sebebiyle binden fazla insan iki hafta kadar bir süre içinde şehit edildi. On bin civarında insan evlerinden alınıp esir kamplarına götürüldü. Yüzlerce ev, sahiplerinin başlarına yıkıldı. Yaklaşık 13 bin kişinin yaşadığı Cenin mülteci kampı tamamen tahrip edildi. İşgalci vahşet insanları sadece uzaktan üzerlerine mermi sıkmakla veya havadan tepelerine füze yağdırmakla öldürmedi, aynı zamanda evlerine kadar girip aileleri topluca yok etti. Bazı kişileri sokağa çıkarıp çevredekilerin gözleri önünde kafalarına kurşun sıkarak öldürdü. Yaralananların hastanelere kaldırılmalarına fırsat vermedi. Yaralılara ilk yardım hizmeti ulaştırmak isteyen sağlık görevlilerinin üzerine de mermi yağdırdı ve çok sayıda sağlık görevlisi bu yüzden hayatını kaybetti.

Özetle söylemek gerekirse geçtiğimiz ay Filistin tarihte benzerine nadiren rastlanabilen bir vahşi katliama şahit oldu. Biz bu yazıyı yazarken işgalci saldırganların işgalleri ve vahşi saldırıları devam ediyordu. Nasıl bir gidişatının olacağı konusunda da bir fikir edinmeye imkan verecek gelişme de söz konusu değildi. Çünkü Amerikan emperyalizmi işgalcilere vahşetlerini ve katliamlarını sürdürmeleri için cesaret verirken, güya bu tür saldırıların önüne geçmesi gereken BM teşkilatının hiçbir müşahhas girişimi yoktu. İslam alemindeki yönetimler de konuyu sadece küçük çaplı açıklamalarla geçiştiriyorlardı. Bu tür açıklamaların ise siyonist vahşeti durdurmaya yetmeyeceği açıktır. Çünkü vahşet siyonizmin temel karakteridir. Gerçekleştirmiş olduğu katliamları, sergilemiş olduğu vahşet manzaralarını çoğu zaman şantaj politikalarının malzemesi olarak kullanmaktadır. Vahşeti şantaj politikasının aracı ve malzemesi olarak kullanan bir ideolojinin sahiplerine "sizin yaptığınız vahşettir" demek yani suçunu yüzüne vurmak herhangi bir etki göstermez. Bu, fuhuştan para kazanan hatta bu alanda daha çok para kazanmak için dolaylı yollardan reklamını bile yaptıran birine: "Sen fuhuş yapıyorsun" diye suçunu yüzüne vurmaya benzer. Bu onu yaptığı kötülükten vazgeçmeye zorlamayacağı gibi siyonistlere: "Sizin yaptığınız vahşettir" demek de onu vahşetten vazgeçmeye zorlama konusunda bir etki göstermez. Onu bu vahşetten alıkoyabilmek için anladığı tek dil olan kuvvet diline başvurulması zorunludur. Ama ne yazık ki kendilerini Amerika'ya mahkum ve bağımlı hisseden yönetimlerin böyle bir yola başvurması da mümkün görünmüyor. İşte böyle bir ortamda Filistin halkı kendi imkanlarıyla ve gücüyle vahşete karşı varlık mücadelesi vermekten başka bir yol bulamamaktadır.

Biz de bu ay bize tahsis edilen bölümü tamamen Filistin halkının karşı karşıya olduğu vakıayı tahlil etmek için değerlendirmek istedik.

Siyonist Vahşet ve Filistin Halkı

Siyonist saldırganların sergilediği vahşetin ve Filistinlilerin bu vahşet karşısındaki durumlarının iyi anlaşılabilmesi için canavarın önüne atılan bir kişinin durumunun zihinlerde tasavvur edilmesi yeterlidir. Bu durumdaki bir insan ya kendi kendini savunarak kurtulmanın yollarını bulmak ya da dışarıdan imdat istemek zorundadır. Karşısındaki canavarın ona insaf etmesi beklenemez. İşte insan kasabı olarak tanınan Ariel Şaron'un vahşi canavarlarının saldırılarına maruz kalan Filistinliler de böyle bir durumla karşı karşıya gelmişlerdir. Bazı yerlerde kendilerini savunmak için ellerindeki imkanları kullandılar. Bu savunma canavarın bir süre kendilerine yaklaşmasını önleyebildi. Ama bu arada canavar sürekli kendilerine yaklaştığı için dışarıdan da imdat istiyorlardı. Ama ne yazık ki imdat çağrıları yankı bulmadığından büyük katliamlara ve vahşi saldırılara maruz kaldılar. İşte Cenin'de yaşanan vahşi katliam bu gerçeğin bir ispatıdır ve Cenin'le ilgili olarak ekranlara yansıyan görüntüler siyonizm vahşetinin boyutlarını göstermesi açısından ibret vericidir.

Netanya Eylemi ve Sonrası

Batı medyası ve Batı'daki siyasi mekanizmalar Filistin'de yaşanan gelişmelere sürekli tek taraftan bakmaktadırlar. ABD'nin ise sergilediği tutumda iyice yüzsüzleştiğini görüyoruz. Batı medyasının yanıltması sebebiyle son dönemde yaşanan gelişmeleri başlatan olay olarak sürekli Netanya'da İsrail işgal devletine karşı gerçekleştirilen eylem gösterildi. Yani işgalci siyonistlerin bu eylemi bahane ederek son vahşi saldırıları gerçekleştirdikleri intibaı verildi. Oysa bu değerlendirme iki yönden hatalıdır. Öncelikle gelişmeler Netanya'daki eylemle başlamamıştır, bilakis bu eylem işgalcilerin daha önce gerçekleştirdikleri ve iki yüz kadar Filistinli savunmasız insanın hayatını kaybetmesine sebep olan vahşi saldırılara cevap niteliği taşıyan bir eylemdi. Zaten eylemi üstlenenler de amaçlarının bu vahşi saldırılara cevap olduğunu ortaya koymuşlardır. Fakat ne kadar ilginçtir ki işgalci saldırganların ondan önce gerçekleştirdikleri vahşi saldırılar, çoğu çocuk olmak üzere iki yüz kadar savunmasız insanın öldürülmesi, evlerin yıkılması vs. unutuldu. Her şey Netanya'da gerçekleştirilen eylemle başlatıldı. İşte bu kasıtlı bir bakış açısından kaynaklanmaktadır ve Filistin meselesini gereği gibi anlayamamanın veya anlamak istememenin bir sonucudur.

Saldırı Planı Önceden Hazırlanmıştı

"Peki bu eylem olmasaydı ne olurdu?" diye soru soralım kendimize. Eylem olmasaydı işgalci siyonistler saldırıyı yine gerçekleştireceklerdi. Çünkü bu saldırı planlı ve maksatlı bir saldırıdır. Netanya eylemi olmasaydı bir başka gerekçe bulunacak ve saldırı mutlaka gerçekleştirilecekti. Nitekim ABD'nin Ortadoğu özel temsilcisi Anthony Zinni'nin güya ateşkesi sağlamak amacıyla Filistin topraklarına gittiği günlerde Amerika'daki The Washington Post gazetesi bir haber yayınladı ve Zinni'nin girişimlerinden bir sonuç çıkmaması durumunda İsrail'in özerk yönetim bölgelerine yönelik geniş çaplı bir saldırı gerçekleştireceğini duyurdu. Aslında işgal devleti burada Washington Post gazetesinin bu haberi vermesini sağlayarak aynı zamanda onu bir yandan psikolojik bir savaş için bir yandan da dünya kamuoyunu böyle bir saldırıya hazırlamak için kullanmıştır. Yani Filistinliler hiçbir eylem gerçekleştirmeselerdi bile Zinni'nin bölgede olduğu sırada onun vasıtasıyla yapılan dayatmaları özerk yönetimin kabul etmemesi durumunda dahi İsrail işgal devleti bu vahşi saldırıyı gerçekleştirecekti. Hal böyle olsaydı, kalkıp İsrail'in dayatmalarını kabul etmemesinden dolayı Filistin özerk yönetimini İsrail'in saldırılarına gerekçe oluşturdu diye suçlamak haklı olacak mıydı?

Bu husus İngilizlerin meşhur Time dergisi tarafından da teyit edildi. Bu dergide saldırı kararının ABD başkan yardımcısı Dick Cheney'nin "İsrail" ziyareti esnasında alındığını yazdı. Cheney'nin ziyareti ise, Netanya eyleminden önce gerçekleştirilmişti. Yani Şaron'un vahşi saldırıyla ilgili planı Netanya eyleminden önce hazırlanmış, kararı da önceden verilmişti. Üstelik karar sadece İsrail işgal devletinin değil, ABD ile İsrail'in ortak kararıydı.

HAMAS'ın Siyasi Birimi başkanı Halid Meş'al de bir açıklamasında bu hususu vurgulamıştır. Meş'al işgalci siyonistlerin son saldırılarının Netanya'da gerçekleştirilen eyleme cevap amaçlı değil önceden planlanmış bir saldırı olduğunu dile getirdi. Meş'al, işgal devletinin Filistin halkına en ufak bir şey vermek istemediğine vurgu yaparak: "Şaron'un iki temel hedefi bulunmaktadır: Birincisi: İntifadanın, direnişin ve özerk yönetimin tüm alt yapısının yok edilmesi. İkincisi: Filistin halkının ileri gelenlerinden mümkün olduğu kadar çok insanı öldürmek veya tutuklamak böylece Filistin halkının direnişine yön verenleri ortadan kaldırmak. Bunları yaptığı zaman Filistin halkının zelil bir şekilde önüne geleceğini sanıyor" dedi. Meş'al, açıklamasında Şaron'un mevcut özerk yönetime alternatif bir başka yönetim çıkarma çabası içinde olduğuna da dikkat çekti ve bu konuda şu bilgileri verdi: "Şu anki özerk yönetim onun isteklerini bazen kabul ediyor, bazen reddediyor. Fakat Şaron dikte ettiği her şeyi kabul edecek bir yönetim ortaya çıkarmak istiyor."

Bu durumda: "Belki Şaron böyle bir saldırıyı planlıyordu, ama Netanya eylemi onun için açık bir gerekçe teşkil etti. Dolayısıyla o eylemin gerçekleştirilmesi onun işini biraz daha kolaylaştırmıştır diyebilir miyiz?" şeklinde soru sorulabilir. Bu soru karşısında da şunu söylememiz gerekir. Şaron'un vahşi saldırılarına hiçbir şekilde cevap verilmemesi onu bu tür vahşi saldırılardan vazgeçirmiyor. Dediğimiz gibi herhangi bir eylem gerçekleştirilmemesi durumunda o kendisi için bahaneler buluyor. Son saldırısı için en azından özerk yönetimin kendisinin dayatmalarını kabul etmemesini gerekçe olarak kullanacağı kesindi. Hatta onun vahşi saldırılarına cevap verilmemesi onun cüretini ve saldırganlığını daha da artırıyor. Eylemler ise İsrail işgal devletini kendi içinden yıpratan sonuçlar doğuruyor. Örneğin son dönemde gerçekleştirilen eylemler İsrail işgal devletine oldukça ağır darbeler vurmuştur. Nüfus potansiyelinin erimesi işi daha da hızlanmıştır. Ekonomisi ağır darbeler yemiştir. Borsasının günlerce dibe vurduğu kendi kaynaklarında belirtilmiştir. Askerlerdeki moral yıpranma daha da artmıştır. Sadece onlardaki saldırganlık ruhunun yansımalarına bakılmamalı. Hadisenin bir de moral cihetine bakılmalı. Rusya göçmeni bir askerin bizzat bir İsrail basın mensubuna yaptığı şu açıklama dikkat çekici değil mi: "Şunu neredeyse kesin olarak söyleyebilirim ki askerlik görevimi tamamladıktan sonra ya Rusya'ya geri dönecek ya da Kanada'ya gideceğim. Daha doğrusu burası olmasın da neresi olursa olsun!" Bütün bunlara bakarak diyebiliriz ki İsrail işgal devleti Şaron'un vahşet politikası sebebiyle bir yandan da kendi içinde tükenişe doğru gitmektedir. Zaten İsrail politikasının değişik çevreleri bu gerçeği dile getirmiş ve Şaron vahşetine tepki göstermişlerdir.

Evet, Filistin halkı oldukça ağır bir imtihandan geçiyor ve son derece büyük zorluklarla karşı karşıya. Ama o her bakımdan eli kolu bağlı olduğu, hiçbir taraftan bir destek göremediği halde bu mücadeleyi veriyor ve işgal devletini kendi içinden yıpratmayı başarabiliyor. Üstelik bu halk sadece siyonist işgalcilere karşı değil onu himaye eden ve bütün dünyaya hükmetme iddiasındaki çağdaş emperyalizme karşı da savaşıyor. Bütün bunların dikkatten uzak tutulmaması gerekir.

İsrail'e Cesaret Verildi

Ne yazık ki medya organlarının bazıları kasıtlı olarak bazıları da bilmeden, sadece piyasaya sürülen haberlerin etkisinde kalarak işgalci siyonistlere cesaret vermiş, onların önlerini açmışlardır. Örneğin Netanya eyleminin öncesinde yayılan haberler de, eylemin hemen akabinde yayılan haber ve değerlendirmeler de İsrail'in önünü açmış, ona cesaret kazandırmış, işini kolaylaştırmıştır. O eylemden önce Washington Post'un verdiği ve yukarıda sözünü ettiğimiz haber İsrail işgal devleti tarafından yayınlatılan özel bir haberdi ve belirttiğimiz amaçlara yönelikti. Ama ne kadar ilginçtir ki bu haber çok hızlı bir şekilde bütün dünyaya yayıldı ve işgalci siyonistler artık kendilerini geniş çaplı bir saldırı için hazır hissetmeye başladılar. Çünkü medya tarafından dünya kamuoyu böyle bir beklenti içine sokulmuştu. Öyle ki bu beklenti karşısında saldırının gerçekleştirilmemesi İsrail açısından bir imaj kaybı gibi değerlendirilecekti. Eylem gerçekleştirilince ise bütün her tarafta "İsrail büyük bir operasyona hazırlanıyor vs." türünden haberler bütün medya organlarını kuşattı. Artık bu haberler karşısında İsrail işgal devletinin herhangi bir saldırı gerçekleştirmemesi büyük bir sürpriz olacaktı. Bu durum karşısında şunu söyleyebiliriz ki medya organları ister kasıtlı olsun isterse haber furyasının etkisinde kalarak olsun bu tür haberler ve yorumlar yayarak işgalci siyonistlerin önlerini açmakta, sosyo-psikolojik zemini hazırlamaktadırlar.

Vahşette ABD'nin Payı

Aslında Şaron vahşetinin sergilenmesinde ABD'nin büyük payı bulunmaktadır. Hatta bu vahşi operasyonun ABD ile İsrail'in ortak operasyonu olduğunu rahatça söyleyebiliriz. Neden? Her şeyden önce karar birlikte verilmiştir. Bu hususa yukarıda temas ettik. İkinci olarak saldırgan güçler ABD'den gönderilen silah ve teçhizat ile donatılmıştır. İşgalci siyonistler hava saldırılarında ABD'nin verdiği F-16'ları ve Apaçi helikopterlerini kullandılar. Özellikle nokta operasyonlarında kullanılan Apaçi helikopterlerini ise ABD işgalci siyonist devletten başka hiçbir devlete vermemektedir. Bunun da ötesinde bazı haber kaynaklarının verdiği bilgilere göre operasyonlarda ABD askerleri ve istihbarat elemanları fiilen görev almışlardır. Vahşete ortak olan ABD doğal olarak daha sonra da sonuna kadar sahiplendi hatta sahiplenmenin ötesinde destekledi. Gerek ABD başkanı Bush ve gerekse Dışişleri bakanı Colin Powell siyonist saldırganların bu insanlık dışı saldırılarını, sergiledikleri vahşeti "nefsi müdafaa" olarak değerlendirdiler. ABD başkanı Bush bunca vahşet sergileyen Şaron'u "barış adamı" ilan ederek adeta bütün insanlığın duygularıyla alay etti. Bush yaptığı bir açıklamada da sadece siyonistlerin gerçekleştirdiği saldırıların nefsi müdafaa olduğunu söylemekle yetinmeyip, her tarafı işgalci askerlerce kuşatılmış, dünyayla irtibatı kesilmiş, hayatı ciddi bir tehlikeyle karşı karşıya olan Yasir Arafat'tan, terörü önlemek için biraz daha gayret sarf etmesini istedi! Zaten siyonist saldırganlara en çok güç ve cesaret veren de ABD'nin bu tutumu olmaktadır. ABD bu tutumuyla aynı zamanda İsrail'e engel çıkarmak ve yaptırım uygulamak isteyen ülkelere de göz dağı vermeye çalışmıştır. Böylece işgalci siyonistlerin hiçbir şekilde kural ve sınır tanımadan savunmasız Filistin halkına karşı vahşet sergilemelerine imkan tanımıştır.

Cenin'de Kararlı Direniş ve Siyonist Vahşet

Dediğimiz gibi ABD'nin ve ABD güdümündeki medyanın tutumu siyonist saldırganlara cüret kazandırdı. İşte bu cüretle hareket eden saldırganlar, girdikleri her yerde tam anlamıyla vahşet sergilediler. Sergiledikleri vahşeti bütün ayrıntılarıyla anlatmamız mümkün değil. Fakat Sabra ve Şatilla katliamından çok daha vahşice bir katliam olan Cenin katliamı hakkında biraz bilgi vermek istiyoruz. İşgalci saldırganlar, 29 Mart 2002 tarihinde başlattıkları geniş çaplı saldırı operasyonunda Batı Yaka bölgesinin tüm şehirlerini ve yerleşim birimlerini teker teker işgal etmeyi ve buralardaki tüm direnişçileri tasfiye etmeyi hedeflemişlerdi. Doğal olarak Cenin ve civarındaki mülteci kampları da hedefteydi. Ancak işgal devleti buralarda hiç ummadığı bir direnişle karşılaştı. İşgal güçleri Cenin mülteci kamplarına girebilmek için tam altı gün savaşmak zorunda kaldı. Oysa -işin içinde ihanet de olsa- 1967 Haziran Savaşı'nda altı günde üç büyük Arap ülkesinin ordularını dağıtmıştı. Son operasyonda işgalciler en büyük kayıplarını Cenin'deki çatışmalarda verdiler. Bu çatışmalarda kırktan fazla askerleri öldürüldü, 200 civarında askerleri yaralandı, 16 tankları imha edildi ve iki adet Apaçi helikopterleri düşürüldü. Ayrıca İsrail ilk üç günde başarı gösteremeyen yedek güçlerini geri çekerek özel timlerini sevk etti. Bu sonuç neredeyse 1967 Haziran savaşında üç büyük (!?) Arap ordusu karşısında verdikleri kayba denkti.

Aslında Cenin mülteci kamplarındaki direnişçiler işgal karşısında teslim olmayacak ve direnmeye devam edeceklerdi. Ama orada bir gerilla savaşı verilmesi imkanı yoktu. Kamplar her taraftan kuşatma altına alınmıştı. İçeriye hiçbir şekilde yiyecek sokma imkanı yoktu. Mermi ve silah sokma imkanı ise hiç yoktu. Direnişçiler kapandıkları evlerden işgal güçlerine karşı direniyor ve ellerinde bulunan mermiler tükeninceye kadar işgalci saldırganlara karşı durma imkanları vardı. Eğer ki dışarıdan takviye yapma imkanları olsaydı direnmeye devam edeceklerdi. Filistin İslami Direniş Hareketi (HAMAS) bu yüzden Arap ülkelerine, Cenin'deki direnişçilere silah ve teçhizat yardımı yapılabilmesi için sınırların açılması çağrısı yaptı. Ama ihanet içindeki Arap yöneticilerin böyle bir şey yapmaları mümkün değildi. Kaldı ki bu yöneticiler kendilerini ABD'ye mahkum hissettiklerinden İsrail vahşetine tepki gösterilmesine fırsat vermemek için bile bütün güçlerini ortaya koyuyorlar. Bu durum karşısında Cenin'deki mücahitlerin yanlarındaki mermileri bittikten sonra yapacakları bir şey kalmamıştı ve altıncı günde işte bu yüzden silahlı çatışmayı durdurmak zorunda kaldılar. Yoksa yenilgiyi kabul ettiklerinden ve işgale teslim olduklarından dolayı değil. Düşünün burada bir tarafta evlere kapatılmış ve her taraftan kuşatma altına alınmış, küçük çaplı otomatik silahlarla ve takviye edilemeyen mermi depolarını kullanarak direnen direnişçiler var. Karşılarında ise sürekli silah ve mermi takviyesi yapan, yorgun ve başarısız askerleri geri çekip yeni güçler sevk eden, sürekli havadan bombardıman yapan, kamplarda oturan ahaliye: "Dışarı çıkmazsanız bütün evleri hava bombardımanıyla başınıza yıkacağız" diyerek tehdit eden ve bunu fiilen de yapan bir güç var. Buna rağmen altı gün kararlı bir mücadele verilmiş ve işgalcileri bayağı yıpratan bir direniş sergilenmiştir. Kısacası Cenin mülteci kamplarında tam anlamıyla bir destan yazılmıştır.

İşgalci saldırganlar en büyük kayıplarını Cenin'de verdikleri gibi Filistinlilere en çok kayıp verdirdikleri yer de Cenin oldu. Buradaki direnişte kamplarda ikamet eden Filistinlilerden yaklaşık 1000 kişi şehit oldu. Bu, Cenin civarında bulunan mülteci kamplarındaki tüm Filistinlilerden, ortalama her on kişiden birinin ölmesi anlamına geliyor. Yaralananların sayısının ise bunun en az iki katı olduğu tahmin ediliyor ki bu da her on kişiden ikisinin yaralanması anlamına gelir. Tutuklananların sayıları ise 1000 civarında. Bu da en az her on kişiden birinin tutuklanması demektir.

Vahşi saldırganlar Cenin'de direniş devam ederken havadan, ABD'nin İsrail'e özel ikramı olan Apaçi helikopterleriyle ve F-16 tipi uçaklarla bombardıman yaptılar. Bu bombardımanda direnişin gerçekleştirildiği mülteci kamplarında bulunan evlerin çoğu (muhtemelen yüzde doksanı), kullanılamayacak şekilde tahrip edildi. Bu yıkımın amacı ise evlere sığınmış halde bulunan ve dışarı çıkıp teslim olmayan direnişçileri evlerin enkazları altında bırakarak öldürmekti. İslami Cihad Hareketi'nin sorumlusu Mahmud Nasri Tavalibe bu şekilde yıkılan evlerin enkazı altında kalarak şehit oldu.

İşgalci saldırganlar, Cenin'deki direniş karşısında o derece zorlanınca mülteci kamplarındaki direnişçilere ve halka karşı adeta kin ve nefret kustular. Kamplarda oturanlardan, evlerini terk ederek işgal güçleri tarafından gösterilen noktalarda toplanmaya zorlanan beş bin kişiyi tamamen tasfiye ederek şehir merkezine veya başka yerlere naklettiler.

Bütün bu sonuçları göz önünde bulundurduğumuz zaman Cenin'deki direniş kamplarında ikamet eden Filistinlilerin yarısının ya öldüğünü, ya yaralandığını, ya da tutuklandığını anlıyoruz. Diğer yarısının ise çoğunluğu kampları terk ederek şehir merkezindeki evlere veya sosyal tesislere sığınmak zorunda bırakılmışlardır. Böylece aileler tamamen darmadağın edilmiştir. Bu durum bu kamplarda oturan tüm ailelerin saldırıdan doğrudan ve büyük ölçüde etkilendiğini göstermektedir. En azından her on kişiden birinin ölmesi, birinin tutuklanması ve ikisinin de yaralanması, ortalama her aileden bir kişinin ölmesi, bir kişinin tutuklanması, iki kişinin de yaralanması demektir. Ölenlerin ve tutuklananların çoğunluğu çalışabilecek durumdaki kişiler olduğundan bu sonuç ailelerin büyük bir çoğunluğunun kendilerine gelir getirecek fertlerinin siyonist vahşet tarafından yok edilmesi veya esir alınması anlamına gelir.

Şehitler İçin Toplu Mezar

İşgalci saldırganlar Cenin'e yönelik vahşi operasyonun devam ettiği günlerde şehitlerin ve yaralıların caddelerden alınmalarına fırsat vermediler. Bu yüzden cadde ve sokaklar adeta cesetten geçilemez hale gelmişti. Sonra da saldırganlar sergiledikleri vahşet manzaralarının dünya kamuoyuna yansımasını önlemek için bir toplu mezar kazdılar ve caddelerden topladıkları cesetleri kendi elleriyle bu toplu mezara gömdüler. Üstelik bu fiillerinin görüntülenmesini engelleyebilmek için basın mensuplarının şehre girmelerini engelledi, girmekte ısrar edenleri tutuklayarak ülkelerine iade ettiler.

Sadece Cenin mi?

Siyonistlerin vahşet sergiledikleri yer sadece Cenin değil elbette. Ramallah, Nablus, Beytlaham, Tulkerem; Kalkiliya, Rafah, Han Yunus.... Kısacası Gazze'siyle, Batı Yaka'sıyla "yeşil hat" dışında kalan Filistin'in her tarafı bu vahşet manzaralarına şahit oldu. Biz burada şunu sormak istiyoruz: İnsanlık nerede? Ey insanlık siyonist vahşilerin bu manzaraları sergilemesine engel olamadın, bari bu vahşeti unutma ve bu vahşeti sergileyenleri, onların arkalarında duranları gerçek yüzleriyle tanı! Bu taşkınlığın önüne geçmek için dün bir şey yapamadın yarın için bir şeyler düşün. O vahşete ekonomik katkı sağlayan kurumların ürünlerini boykot çağrılarına kulak ver. Öz yurtlarını savunma uğrunda hayatlarını kaybedenlerin insanlığa emanet ettiği dullara ve yetimlere sahip çık. Onların acılarını unutturmak mümkün değil, hiç olmazsa geçim sıkıntılarını ortadan kaldırmak için bir şeyler yap! Ey insanlık neredesin? Unutma siyonizm vahşeti senin için de bir tehdittir. Çünkü o, tüm insanlık için bir tehdittir. Göster vahşet karşısında hiddetini ve uzat vahşetin kurbanlarına merhamet elini!