İnsanlık Düşmanı Siyonizm

Mayıs 2002, Ribat dergisi

 
 
 
 

İnsanlık Düşmanı Siyonizm

Geçtiğimiz ay dünyada en çok konuşulan konu siyonistlerin Filistin topraklarında sergiledikleri vahşet oldu. Ne yazık ki insanlık da bu vahşet karşısında iyi bir imtihan veremedi. Dünyaya hükmetme iddiasındaki ABD, bütün insani değerleri ayaklar altına alarak bu vahşete açıkça destek verdiği gibi yardımcı da oldu. ABD dışındaki ülkeler ise yer yer vahşete karşı tepkilerini dile getirdilerse de vahşetin önüne geçmek için aktif olarak ele avuca gelir bir şey yapmadılar. Zaten siyonist saldırganların bu derece cüretkar davranmalarının sebebi de işte bu aymazlık ve etkisizlikti. Duyarlı kitleler vahşete karşı muhtelif şekillerde tepkilerini dile getirdiler. Ancak onların tepkilerinin işgalci saldırganlar üzerinde bir yaptırım gücü yoktu. Dolayısıyla bu tepkiler vahşeti önlemeye yetmedi. Fakat bu durum tepkisiz kalınmasını haklı kılacak bir gerekçe değildir. İnsani değerlere saygılı olanların vahşet karşısında başka hiçbir şey yapamasalar bile tepkilerini dile getirmeleri gerekir. Bu, vahşeti önleme açısından bir etki gösteremese de tepkisiz kalınmasından iyidir. Biz bu hususlara vurgu yaptıktan sonra siyonist saldırganların 29 Mart 2002 tarihinde başlayan vahşi saldırıları hakkında genel bilgiler vermek ve bazı değerlendirmeler yapmak istiyoruz.

29 Mart Saldırısı Bir Başlangıç Değildir

Aslında siyonist saldırganların Filistin halkına karşı gerçekleştirdiği vahşi saldırıların geçmişinin unutturulması ve 29 Mart saldırısının bir başlangıç gibi gösterilmesi hatalıdır. Çünkü böyle yapılması durumunda işgalcilerin bu saldırıya gerekçe olarak gösterdikleri Netanya eylemi de adeta hadiselerin kıvılcımını çakan bir eylem gibi lanse edilmektedir. Oysa işgalciler söz konusu tarihten önce de birçok saldırı gerçekleştirmişlerdi. Netanya eylemi de işte bu saldırılara karşı gerçekleştirilen bir intikam eylemi niteliği taşıyordu. Çünkü işgalci saldırganlar bu eylemden önce gerçekleştirdikleri vahşi saldırılarda yaklaşık bir hafta içinde 200 kadar Filistinliyi şehit etmişlerdi. Ama ne yazık ki uluslararası siyonizmin güdümündeki Batı medyası Filistinlilerin maruz kaldıkları saldırıları büyük ölçüde görmezlikten gelirken, bu saldırılara cevap amacıyla gerçekleştirilen eylemleri hemen görmekte ve etrafında kıyametler koparmaktadır. İşte ABD ve Batı medyasının, Netanya eylemi öncesinde gerçekleştirilen vahşi saldırıların üzerine kalem çekerek bu eylemi öne çıkarması işgalcilerin onu gerekçe olarak kullanmalarını kolaylaştırmıştır.

Saldırı Planı Önceden Hazırlanmıştı

Görünüşte işgalci saldırganlar bu eylemi gerekçe olarak kullanmış olsalar da aslında saldırı planı önceden hazırlanmıştı. Nitekim ABD'nin siyonistlerle göbek bağı içindeki gazetelerinden The Washington Post, söz konusu eylemden önce yayınladığı bir haberde bunu duyurmuş ve ABD Ortadoğu özel temsilcisi Athony Zinni'nin gözetiminde yürütülen görüşmelerden bir sonuç çıkmaması durumunda İsrail'in geniş çaplı bir saldırıya hazırlandığını bildirmişti. Ayrıca İngiltere'nin Time dergisi de saldırı kararının ABD başkan yardımcısı Dick Cheney'nin İsrail ziyareti esnasında Cheney ile Şaron tarafından birlikte verildiğini duyurdu ki bu ziyaret söz konusu eylemden önce gerçekleştirilmişti. Kısacası işgalci devlet açısından Zinni'nin gözetiminde özerk yönetime dayatılan şartların kabul edilmemesi bile saldırı için bir gerekçe olarak kullanılacaktı.

Vahşetin Boyutları

Siyonist saldırganların sergilediği vahşetin iyi anlaşılabilmesi için canavarın önüne atılan bir kişinin durumunun zihinlerde tasavvur edilmesi yeterlidir. Bu durumdaki bir insan ya kendi kendini savunarak kurtulmanın yollarını bulmak ya da dışarıdan imdat istemek zorundadır. Karşısındaki canavarın ona insaf etmesi beklenemez. İşte insan kasabı olarak tanınan Ariel Şaron'un vahşi canavarlarının saldırılarına maruz kalan Filistinliler de böyle bir durumla karşı karşıya gelmişlerdir. Bazı yerlerde kendilerini savunmak için ellerindeki imkanları kullandılar. Bu savunma canavarın bir süre kendilerine yaklaşmasını önleyebildi. Ama bu arada canavar sürekli kendilerine yaklaştığı için dışarıdan da imdat istiyorlardı. Ama ne yazık ki imdat çağrıları yankı bulmadığından büyük katliamlara ve vahşi saldırılara maruz kaldılar. İşte Cenin'de yaşanan vahşi katliam bu gerçeğin bir ispatıdır ve Cenin'le ilgili olarak ekranlara yansıyan görüntüler siyonizm vahşetinin boyutlarını göstermesi açısından ibret vericidir. Bu açıdan bir örnek olması için Cenin'de yaşananlar hakkında biraz bilgi vermek istiyoruz. Çünkü medya organları Cenin'de ortaya çıkan vahşet manzaralarını ekranlara taşısalar da burada yaşananların arka planı hakkında fikir edinilmesine imkan sağlayacak bilgi vermiyorlar.

Cenin'de Yazılan Destan ve Siyonizmin Vahşi Yüzü

Cenin, Filistin'in Batı Yaka bölgesinin sekiz vilayetinden biridir. Ancak burada şehrin civarında aynı zamanda mülteci kampları bulunmaktadır. Bu kamplarda köyleri 1948'de işgal edildiğinden ve kendileri de göçe zorlandıklarından oraya sığınmak zorunda kalan mülteciler ikamet ediyorlar. Son vahşi saldırıda işgalcilerin birinci derecede hedef seçtikleri yerler de işte bu mülteci kamplarıydı. Bu kamplar yaklaşık bir km2'lik alana sığdırılmış yerleşim alanlarından ibaretti ve içinde 10 bin kadar mülteci ikamet ediyordu. İşgalciler bu kampları her taraftan kuşatmaya aldılar, fakat içindeki direnişçilerin işgalcilere karşı kendilerini savunmaları ve ellerindeki silahlarla direnmeleri sebebiyle saldırganlar kamplara giremediler. İşte bu direniş tam altı gün sürdü ve bu süre içinde işgalciler kamp çevresinde büyük kayıplar verdiler. İşgalcilerin resmi açıklamalarına göre 24 askerleri öldürüldü, 130 askerleri de yaralandı. Gerçekte ise işgal güçlerinden ölü ve yaralı sayısının çok daha fazla olduğu tahmin edilmektedir. Buradaki çatışmalarda ölenlerden biri de albay rütbesi taşıyordu. Ayrıca iki helikopterleri düşürüldü ve 16 tankları imha edildi. Dediğimiz gibi altı gün süreyle kamplara giremediler. Oysa 1967 Haziran Savaşı'nda altı günlük süre işgalci siyonistler için üç büyük (?) Arap devletinin ordularını dağıtıp Gazze, Sina, Doğu Kudüs, Batı Yaka ve Golan tepelerini işgal etmeye yetmişti. Cenin'deki altı günlük çatışmada aynı zamanda işgalciler 1967 Haziran savaşında verdiklerinden daha çok kayıp verdiler. Ama direnişçiler her taraftan kuşatma altına alınmışlardı ve gerek mermi gerekse yiyecek takviyesi alamıyorlardı. Bu yüzden ellerindeki mermileri bitince artık silahları işe yaramaz oldu. Dolayısıyla silahlarını bırakmak zorunda kaldılar. İşgalciler de ancak ondan sonra kamplara girebildiler. Kampa girdikten sonra da yukarıda canavar örneğinde tasvir ettiğimiz gibi tam anlamıyla bir katliam gerçekleştirdi, her tarafa dehşet saçtılar. Cenin'le ilgili haberlerde bu katliamın çatışmalar esnasında gerçekleştirildiği intibaı verilmektedir. Oysa gerçekte katliam asıl işgalcilerin kamplara girmesinden sonra, savunmasız ve silahsız kalan insanların kafalarına kurşunlar sıkılması suretiyle gerçekleştirilmiştir. Çatışmalar esnasında ise işgalcilerin verdiği kayıp Filistinlilerin verdiği kayıpla başa baş gidiyordu.

Şimdi de Şantaj Politikası

ABD emperyalizmi siyonist saldırganlara, sergiledikleri vahşette ve gerçekleştirdikleri katliamda sürekli yardım ettiği gibi bu katliamın sonuçlarını alabilmeleri için de onlara yardım etmektedir. Bu amaçla ABD, Dışişleri bakanı Colin Powell'i Cenin katliamının hemen ardından bölgeye gönderdi. Powell'in Şaron'a Cenin'deki katliamını tamamlayabilmesi için fırsat vermek amacıyla ziyaretine Fas'tan başlaması düşündürücüydü. Sonra da her şeyin siyonist saldırganlar lehine sonuçlanması için kendi gücünü de kullanarak şantaj politikasına başvurmaya başladı. Bu politikanın etkili olabilmesi için de işgalcilerin çatışmalardaki kayıpları sürekli gizlendi. Bu saldırıların işgal devleti açısından nelere mal olduğu hakkında kamuoyuna fazla bir bilgi verilmedi. Hatta yapılacak girişimlerden herhangi bir sonuç çıkmaması durumunda savaşın Filistin toprakları dışına da taşabileceği yolunda tehditlerde bulunuldu.

Filistin Direnişi Son Bulmayacaktır

ABD'nin sürekli İsrail'i himaye eden politikasından ve girişimlerinden neler çıkacağı konusunda şimdilik kesin bir tahminde bulunma imkanımız yok. Ancak biz şunu kesin olarak söylemek istiyoruz ki şartlar ne kadar zor olsa da Filistin'deki direniş ve mücadele son bulmayacaktır. Bu açıdan işgalcilerin Filistin topraklarında arzuladıkları güven ve istikrara kavuşmaları mümkün olmayacaktır. Filistin meselesinin tek çözümü o topraklardaki siyonist işgalin tamamen sona ermesidir.