11 Temmuz 2003 Cuma, Cuma dergisi
![]() |
Filistin topraklarında yaşanan problemin temel sebebi bu topraklar üzerinde hiçbir hakları olmayan siyonistlerin gelip hakimiyet kurmaları ve oraların asıl sahipleri durumundaki insanları yurtlarından çıkmaya zorlamalarıdır. Bu işgal sebebiyle bugün beş milyon Filistinli Filistin topraklarının dışında, iki milyon Filistinli de içinde mülteci hayatı yaşamaktadır. |
![]() |
Bütün bu gelişmeler işgalci saldırganların gerçekte sükuneti getirecek bir ateşkes değil de Filistinlilerin tek taraflı olarak ateşi kesmelerini, kendilerinin ise saldırılarını sürdürmelerine fırsat verilmesini istediklerini gösteriyordu. Zaten İsrail işgal devleti için önemli olan bölgede barış ve istikrarın sağlanması değil kendi hakimiyetinin güçlendirilmesi, Filistinlilere yönelik baskı ve şiddetin ise artmasıdır. |
![]() |
Birçoklarına göre Amerika, Türkiye'nin en önemli dostudur. Dolayısıyla Türkiye böyle bir dostu kaybetmemek için gereken her şeyi yapmalıdır. Süleymaniye'de yaşananlar Amerika'nın nasıl bir dost olduğunu gösterdi. Irak'a yönelik saldırısında Türkiye'nin hava sahasını kullanarak başarısını büyük ölçüde Türkiye'ye borçlu olan Amerika öyle bir dost ki, dostunun askerlerinin kafasına çuval geçirip onları "hırsız ve terörist" olarak tanıtabiliyor. |
Filistin topraklarında yaşanan problemin temel sebebi bu topraklar üzerinde hiçbir hakları olmayan siyonistlerin gelip hakimiyet kurmaları ve oraların asıl sahipleri durumundaki insanları yurtlarından çıkmaya zorlamalarıdır. Bu işgal sebebiyle bugün beş milyon Filistinli Filistin topraklarının dışında, iki milyon Filistinli de içinde mülteci hayatı yaşamaktadır. İşgalciler bu kadar insanı yerlerinden yurtlarından ederek haksız bir şekilde onların vatanlarını gasp etmekle kalmadılar. Vatanları üzerindeki haklarına sahip çıkmak isteyenleri de yıldırmak için sürekli vahşi saldırılar düzenliyorlar. Böyle olmasına rağmen Amerikan emperyalizmi ve onun yanında yer alan çağdaş sömürgeci güçler son dönemde "ateşkes" konusunda sürekli Filistin tarafına yüklendiler. Böyle yapmalarının amacı ise Filistin tarafını suçlu ve problem çıkaran taraf, İsrail işgal devletini ise "savunma konumundaki taraf (!)" olarak göstermekti. Bu konudaki çabalarını hizmetlerindeki medya organlarının yayınları vasıtasıyla da desteklediler. Gerek sömürgeci güçlerin, gerekse onların Arap dünyasındaki kuklalarının baskıları neticesinde ve şartların zorlaması sebebiyle Filistinli direniş grupları üç ay süreyle eylemlerini askıya alma kararı aldılar. Fakat ne kadar ilginçtir ki normalde ateşkesin iki taraflı olması gerekirken İsrail işgal güçleri saldırgan tutumlarından vazgeçmediler. İşgal devleti en başta, Filistin halkının birinci derecede önem verdiği Mescidi Aksa'yı riske sokan bir karar aldı. Bu da Mescidi Aksa'ya yahudilerin de girmelerine izin veren karardı. Oysa iki buçuk yıl önce Aksa intifadasının başlamasına sebep olan hadise işgal devletinin şu anki başbakanı Ariel Şaron'un Mescidi Aksa'ya girme teşebbüsüydü. Göründüğü kadarıyla işgalci siyonistler iki buçuk yıl önce gerçekleştiremedikleri amaçlarını şimdi ateşkes ortamında, Filistin tarafını zayıf göstererek gerçekleştirmeye çalışıyorlardı. Oysa yaptıkları ortamı yeniden germekten ve çatışma şartlarını yeniden hazırlamaktan başka bir şey değildi. İşgalci saldırganlar sadece bu kadarla yetinmediler. Göstermelik olarak çekildikleri Gazze'nin Mısır'a açılan Salahuddin kapısını dört gün sonra yeniden işgal ederek Mısır-Gazze arasındaki geçişleri engellemeye başladılar. Ayrıca Gazze'nin Rafah bölgesinde tarım arazilerine saldırarak genişçe bir araziyi tahrip etti, tarım araçlarına, su motorlarına ve depolarına büyük miktarlarda zarar verdiler. Batı Yaka'nın Kalkiliya şehrine saldırarak el-Fetih'in askeri kanadı komutanlarından Muhammed Şaver'i şehit ettiler. Tubas'a saldırı düzenleyerek HAMAS'ın askeri kanadının komutanlarından Yusuf Naim Derağime'nin evini kuşatmaya aldı ve saatlerce kuşatma altında tuttular. Annesini zorla getirtip, megafonla oğlunu teslim olmaya çağırmasını istediler. Yine Tubas'ta başka evlere baskınlar düzenleyerek tutuklamalar yaptılar. Ayrıca Kabatiye'de evlere baskınlar düzenleyerek tutuklamalar yaptılar. Kudüs'ün Beyti Hanina mahallesinde 15 kişilik bir ailenin kaldığı evi yıktılar. Bu yıkım işi ise Kudüs'teki etnik yahudileştirme politikasının bir parçasıydı. Nablus'ta sivil teröristlerini sokağa sürerek, 62 yaşında bir Filistinli hasta kadını taşıyan ambulansı taşlattılar. Sivil teröristlerin attığı taşlar ve cam şişeler ambulansın camlarını kırarak içindeki Merve Cebbare adlı yaşlı hastanın kaburgalarından yaralanmasına sebep oldu.
Bütün bu gelişmeler işgalci saldırganların gerçekte sükuneti getirecek bir ateşkes değil de Filistinlilerin tek taraflı olarak ateşi kesmelerini, kendilerinin ise saldırılarını sürdürmelerine fırsat verilmesini istediklerini gösteriyordu. Zaten İsrail işgal devleti için önemli olan bölgede barış ve istikrarın sağlanması değil kendi hakimiyetinin güçlendirilmesi, Filistinlilere yönelik baskı ve şiddetin ise artmasıdır. Birkaç gün önce "ateşkes" için Filistinlilere yüklenen ABD ve Avrupa Birliği'nin ise İsrail'in saldırılarını devam ettirmesi karşısında sessiz kalmaları gerçekte "barış"a değil işgalcilerin zikrettiğimiz amaçlarına hizmet ettiklerini gösteriyor. Ortadoğu dörtlüsü adı verilen çağdaş emperyalizmin öncüleri tarafından sahiplenilen "Yol Haritası" planı da gerçekte barış planı değil, İsrail işgal devletinin güçlendirilmesi, Filistin'in bağımsızlık mücadelesine karşı ise baskı ve şiddetin artırılması planıdır.
İsrail işgal devletiyle onu himaye eden emperyalist güçler bu oyunları çevirirken, onların belli amaçlar için Filistin özerk yönetiminin başbakanlığına getirdikleri Ebu Mazin'in de kendisine verilen görevi yerine getirebilmek için faaliyetleri başlattığı görülüyor. Bu amaçla Filistin direnişinin ileri gelenlerinden birçok kişiyi tutuklattı. Ebu Mazin'in ve onun Filistin direnişine darbe vurmak amacıyla iç işlerinden sorumlu devlet bakanı yaptığı Muhammed Dahlan'ın işgale karşı bağımsızlık ve hak mücadelesini "terör" olarak nitelendirip siyonistlerle aynı ağzı kullanmaları da ne amaçla o makamlara getirdiklerini ortaya koyuyor. Ebu Mazin ve Muhammed Dahlan'ın bu tutumları aynı zamanda işgalci siyonistlerin Filistinlilerin arasına fitne tohumları ekme amaçlarına da hizmet etmektedir. Aslında Filistinli direniş gruplarının eylemlerini askıya almalarının asıl sebebi de, İsrail işgal devletinin saldırılarından veya sömürgeci güçlerin baskılarından korkmaları değil işte bu fitne tehlikesidir. İşgalci saldırganlar da, Filistinlilerin bu konudaki hassasiyetlerini bildiklerinden Ebu Mazin ve Muhammed Dahlan'ı maşa olarak kullanıyor ve onların bu hassasiyetlerini bir zaaf olarak değerlendirip, ateşkes ortamında da saldırılarını sürdürüyorlar. Böyle olmakla birlikte işgalcilerin saldırgan tutumları sebebiyle ateşkes ortamının çok uzun sürmeyeceği Filistinlilerin siyonist saldırılara cevap verecekleri tahmin ediliyor. Nitekim, el-Fetih'in askeri kanadı durumundaki el-Aksa Şehitleri, Muhammed Şaver isimli komutanlarının şehit edilmesine muhtelif eylemlerle karşılık verdiler.
Amerika'nın tehditçi politikasına ve psikolojik yönden yıpratma çabalarına rağmen Irak'ta işgale karşı bağımsızlık mücadelesi günden güne yayılıyor. Artık Amerikan işgal kuvvetlerinin kayıp vermedikleri gün geçmiyor. Üstelik Iraklı direnişçilerin kurşunlarına nerede hedef olacaklarını da tahmin edemiyorlar. Çünkü son olarak Bağdat Üniversitesi'nde de bir kayıp vermeleriyle, direnişçilerin kurşunlarına hedef olmaları için onların pusu kurabilecekleri riskli yollardan geçmeleri, tehlikeli noktalara girmeleri gerekmediği anlaşıldı. Bütün bu eylemler Amerikan işgal güçlerinde can korkusu ve moral kaybının sürekli artmasına sebep oluyor. Amerikan emperyalizmi bütün bu eylemler karşısında İsrail işgal devletinin politikasını uygulamaya çalışıyor. Sivil yerleşim merkezlerine saldırılar düzenleyerek savunmasız insanları öldürmeye devam ediyor. Bunun yanı sıra belli bölgelere operasyonlar düzenleyerek, o bölgedeki evlere teker teker baskınlar yapıyor, her evden birer kişiyi tutuklayarak aynen Somali'de yaptığı gibi onları aşağılayıcı uygulamalara başvuruyor. Bu uygulamaların psikolojik yıpratmada işe yarayacağını ve gerilla mücadelesine ilginin azalacağını umuyor. Ama tam tersi bir etki yapıyor ve halkta Amerikan işgalinin Saddam rejiminden daha kötü olduğu kanaati yaygınlaşıyor. İnsanlar işte bu işgalden bir an önce kurtulabilmek için canlarını da ortaya koyarak bağımsızlık mücadelesine destek veriyorlar. Bu mücadelenin yaygınlaşması sebebiyledir ki 1 Mayıs'ta Irak'ta savaşın bittiğini söyleyen ABD başkanı Bush geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamada "savaş devam ediyor" deme ihtiyacı duydu. Gelişmeler Amerikan emperyalizminin Irak'ta kalışının, işgali kadar kolay olmayacağını gösteriyor. Amerikan işgalcilerin Irak'ta tutunamamaları özellikle Arap yarımadasıyla ilgili planlarının başarısını engelleyecektir. Irak'taki durum İsrail işgal devletinin politikalarını da etkileyecektir. Şu an işgalcilerin ABD'nin desteğinden yararlanarak baskıcı politikalara başvurmaları, kukla Ebu Mazin hükümetini ve Arap yönetimlerini kendi amaçları için kullanabilmeleri Amerika'nın Irak işgaliyle ve orada ortaya çıkan durumla çok yakından bağlantılıdır. Bu sebeple Amerika'nın Irak'ta kayıp vermesi ve tutunmasının zorlaşması işgalci siyonistlerin politikalarını da olumsuz yönde etkileyecektir.
Amerika'yı dost edinmenin, onun ipiyle kuyuya inmenin, onunla aynı çuvala girmenin ne anlama geldiği geçtiğimiz hafta Irak'ın Süleymaniye şehrinde yaşanan olaylarla bir kez daha ortaya çıktı. Birçoklarına göre Amerika, Türkiye'nin en önemli dostudur. Dolayısıyla Türkiye böyle bir dostu kaybetmemek için gereken her şeyi yapmalıdır. Süleymaniye'de yaşananlar Amerika'nın nasıl bir dost olduğunu gösterdi. Irak'a yönelik saldırısında Türkiye'nin hava sahasını kullanarak başarısını büyük ölçüde Türkiye'ye borçlu olan Amerika öyle bir dost ki, dostunun askerlerinin kafasına çuval geçirip onları "hırsız ve terörist" olarak tanıtabiliyor. Saldırıların ve saldırı sonrasında yapılan muamelelerin planlı gerçekleştirildiği apaçık ortada. Böyle bir dost acaba yarın bir gün saldırıyı da göze almaz mı?
Amerika bir zamanlar Saddam'ın da dostuydu. İran'a karşı savaştığı günlerde ihtiyaç duyduğu bütün askeri malzemeleri temin ediyordu. O dönemde gerçekleştirdiği cinayetlere, katliamlara da ses çıkarmıyordu. Hatta Halepçe katliamında ona yardımcı olmuştu. Şimdi Saddam'ın başına gelenler Amerika'nın dostlarına nasıl muamele ettiği hakkında yeterince fikir vermiyor mu?
Bu kadar mı? Amerika'nın eski dostlarından hatta CIA ajanlığı bile yapan Noriega şimdi zindanda. Devlet başkanlığından zindana. Üstelik dost ülke Amerika'nın aşağılayıcı muameleleriyle sürüklenerek.
Amerika daha nice dostlarının başlarına çuval geçirdi. Artık Süleymaniye olaylarından yeterince ders alınmalı da Amerika'ya biraz mesafeli durmak gerektiği, onun her isteğine "eyvallah" demenin sakıncalı olduğu anlaşılmalı.
Türkiye, Amerika gibi dostunun başına çuval geçirmekten çekinmeyen bir dostu kaybetmemek için nice samimi dostlarını kaybetti. ABD bu günlerde de İran'a karşı Türkiye'nin imkanlarından yararlanmak istiyor. Üslere ve limanlara yeniden el atmasının arka planında bu konudaki niyetlerin yer aldığı söyleniyor. Umarız Türkiye, Süleymaniye'de yaşanan olaylardan ibret alır da çuval geçiren bir hain dostu kaybetmemek için, kendisine her zaman ihtiyaç duyacağı ve sürekli karşılıklı menfaat ilişkisi içinde olması gereken bir komşusunu kaybetmeyi göze almaz.
Amerika, İslam coğrafyasına yönelik olarak başlattığı haçlı savaşının uzun süreceğini işin başlangıcında açıklamıştı. Irak'a yönelik saldırılarının devam ettiği günlerde de savaşın Irak'ta bitmeyeceğini özellikle vurgulama ihtiyacı duyuyordu. Bundan dolayı Irak'ın işgalinin ardından zihinlerde bir sonraki hedef hakkında soru işareti oluşmaya başladı. Tahmin edildiği gibi Amerika bu sıralarda ağırlıklı olarak İran'a yükleniyor. Amerika'nın İran'a öyle biri birden askeri müdahalede bulunması kolay değil. Elindeki medya organlarını kullanarak askeri gücünü çok fazla abartıyor. Ama Irak'ta yaşadığı tecrübe işin öyle abartıldığı gibi olmadığını gösterdi. Bundan dolayıdır ki Amerikan emperyalizmi zaten daha önce yaptığı açıklamada İran'a karşı önce iç muhalefeti harekete geçireceğini belirtti. Derken öğrenci hareketleri adıyla bir hareketlenme baş gösterdi. Aslında sokağa dökülenler iki - üç bin kişiden ibaretti ve bunların Amerika tarafından tahrik edildikleri ve beslendikleri belliydi. Ama ABD güdümündeki medya organları işi iyice abartarak ciddi bir ayaklanma varmış havası oluşturmaya çalıştılar.
Ardından Halkın Mücahitleri Örgütü'nü devreye sokmak istedi. Fakat bu örgüte en büyük lojistik destek veren Fransa, Amerika'nın hesaplarına karşı çıktığından örgütün belini kırdı. Bu örgütün zaten İran'da herhangi bir kitlesel tabanı olmadığından da bir şey yapamadı. İlginçtir ki tam bu gelişmelerin yaşandığı sırada PKK, İran topraklarında burnunu gösterdi. İran askerlerine saldırmaya, onları öldürmeye başladı. Oysa normalde PKK'nın esas itibariyle İran'la herhangi bir meselesinin olmaması gerekir. Ayrıca bu örgütün malzeme olarak kullandığı meselelerle İran askerlerine yönelik saldırıları arasında herhangi bir irtibat kurmak da mümkün değil. Tam Amerika'nın İran'ı yıpratmaya çalıştığı sırada örgüt militanlarının İran topraklarında burunlarını gösterip saldırılar düzenlemeleri aslında arka planda gizli bir ilişki olduğuna işaret etmektedir. Yoksa ABD şimdi PKK'yı İran'a karşı kullanmak mı istiyor? Yahut Avrupa ülkelerinin PKK'nın kaynaklarını kurutmaları sebebiyle bu örgüt yeni dış desteklere ve kaynaklara ihtiyaç duydu, Amerika da onun ihtiyacını istismar ederek kendisini İran'ı yıpratma savaşında kullanmak mı istedi?