Hedefte Yine Mazlum Halk

13 Ocak 2012 Cuma, Yeni Akit

Suriye'de on aydır süren özgürlük mücadelesinde söze gelir bir müspet ilerleme olmaması, buna karşılık Baas diktasının saldırgan tutumunda cüretkârlığını artırması normalde çok farklı cephelerde gibi görünen güçlerin çıkar hesaplarının buradaki dikta rejiminin hakimiyetini sürdürmesi noktasında buluşmasından ileri geliyor. Bundan dolayı ortak noktada buluşan çok farklı oyunların ve taktiklerin arasında sürekli meşru haklarını ve özgürlüğünü isteyen mazlum halkın sıkıştığını görüyoruz.

Ne kadar ilginç ki siyonist işgal dahi Suriye'de yönetimin değişmesi halinde Golan tepelerini Aleviler olarak isimlendirdiği Nusayrilere açabileceğini söylüyor. Böyle bir oyunun arkasında ya mezhep fitnesini alevleme ya da siyonist işgal açısından tehditkâr olabilecek, risk oluşturabilecek yeni yönetime karşı Güney Lübnan'da falanjist milisler vasıtasıyla oluşturulan Güney Lübnan Ordusu benzeri bir tampon güç oluşturma niyeti ya da her ikisi birden olabilir. Suriye'de halkın direnişi belli bir mezhebi kitleye karşı olmadığından zafer kazanması da herhangi bir mezhebi kitle için tehdit oluşturmayacaktır. Suriye'de ezilenler arasında da direnenler arasında da Nusayriler mevcuttur. Direnişin zaferinden korkabilecekler sadece Baas diktasının devamı için başvurulan şiddette kullanılan eli kanlılar olabilir ki siyonistlerin onlara güvenli alan oluşturacağı mesajı göndermesi de zikrettiğimiz taktiklerinde onlardan yararlanma gibi bir niyetinin ve beklentisinin olduğuna işarettir.

Arap Birliği'nin güya gözlemci heyet göndermesinin tam bir sahtekârlık, eli kanlı Baas diktatörlüğünün kirli işlerini gün yüzüne çıkarma değil aksine onların üstünü örtme amacına yönelik olduğu artık iyice gün yüzüne çıktı. Öyle ki heyetin Cezayirli üyesi Enver Malik bizzat kendi ifadesiyle "yapılan maskaralığa" daha fazla tahammül edemeyerek istifa etmek zorunda kaldı. Enver Malik, ülkede tam anlamıyla bir insanlık dramı yaşanmasına rağmen Arap Birliği'nin söze gelir bir şey yapmadığını aksine olayların üstünü örtmeye çalıştığını dile getirdi.

Gerçekte Arap Birliği'nin planı Suriye'de zulüm ve vahşetin son bulmasını sağlamak için müşahhas adımlar atma amacına değil dikta rejimlerine karşı başlatılan Arap intifadasının önünü Suriye'de kesme daha ileri gitmesini önleme amacına yönelikti. Yani rejimin totaliter, baskıcı tutumunun önünü kesmekten ziyade direnişin önünü kesme ve onu hâkim sistemle anlaşmaya zorlama amaçlıydı. Çünkü Arap Birliği'ni, Suriye'deki dikta rejiminin devrilmesi durumunda domino taşlarının üstlerine doğru geleceği endişesi taşıyan diğer dikta rejimleri oluşturuyor. Dolayısıyla onlar bu devrilişin Suriye'de durdurulmasını istiyor ve gönderdikleri gözlemci heyet vasıtasıyla eli kanlı Baas'ın kirli işlerini açığa çıkarmaya değil rejimin başvurduğu şiddeti onaylamayan ama mazur gösteren bir yaklaşımı gerekçelendirmeye ağırlık verdiler. Biraz inandırıcı olabilmek için rejimin başvurduğu şiddet gerçeğini görme ihtiyacı duymuş ama üstü kapalı bir şekilde ve dolaylı yollardan mazur göstermek suretiyle özgürlük mücadelesi verenleri dikta rejimiyle bir yerde uzlaşmaya zorlayan ve çözümü yine onun sultasının devamında arayan taktiklerin dayanaklarını oluşturmaya çalışmışlardır.

Eli kanlı diktatör Esed'in son konuşmasında Arap Birliği'ne tepkisi ve eleştirilerde bulunması biraz danışıklı dövüş kokusu taşıyor. Çünkü gözlemci heyetin çalışmalarından ve Baas diktasının başvurduğu şiddetin tümüyle üstünü örtmese de en azından dolaylı yollardan mazur gösterme, gerekçelendirme konusunda elinden geldiğini yapmasından dolayı teşekkür etseydi oyun iyice açığa çıkacaktı.

Esed'in konuşmasındaki tehditler, Arap medyasında reform yerine özellikle tehditlerin öne çıkarılması olarak yorumlandı. Aslında bu tehditler Baas diktasının başından beri reforma yanaşmak istememesinin ve sürekli şiddeti tercih etmesinin arkasındaki gerçeğe de işaret etmektedir. Çünkü Suriye'deki rejim köklü bir reformun kendisinin siyasi geleceğinin önünü kapatacağını, halkın asla onu seçmeyeceğini biliyor.

Buna rağmen meydanlarda nasıl ona destek gösterileri düzenlenebildiği ve bu gösterilere paralel yaşanan hadiseler hakkındaki kanaatlerimizi de inşallah müteakip yazımızda dile getireceğiz.

Sandıklardan Çıkan % 99 Gibi

14 Ocak 2012 Cumartesi, Yeni Akit

Saddam Hüseyin'in Irak'ta rüzgârının estiği dönemde Amman'da kaldığım otelin restoranında bu ülkeden gelen iki iş adamıyla aynı masada kahvaltıda sohbet ediyordum. Bu iş adamlarının her ikisi de Şiiydi ve mensup oldukları camianın önceliklerini önemsedikleri belliydi. Fakat Irak'taki gidişatla ilgili konularda Saddam'dan söz edecekleri zaman adını bile anmaktan çekiniyor özellikle "fadiletu'r-reis; başkan hazretleri" ifadesini kullanıyorlardı. Artık bunu "dilimizi farklı bir ifadeye alıştırmayalım, bakarsın döndüğümüzde de ağzımızdan kaçırırız" endişesiyle mi yoksa "başkanın buralarda da bir mikrofonu olabilir" korkusuyla mı yapıyorlardı bilmiyorum.

Malum olduğu üzere dikta rejimlerinin başkanları genellikle her seçimde sandıktan çıkan %99 oranındaki oyla yeniden seçilirler. Zeynelabidin bin Ali işte bu %99 oranındaki destekçi kalabalık tarafından kovuldu. Üstelik kovulduktan sonra kendi hanımı bile yanında gitmedi. Onu Cidde'de yalnız bırakıp Kanada'ya yerleşti. Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Hüsni Mübarek de her seçimde %99 oy alırken, bugün kendi icat ettiği demir kafes içinde yargıçların önüne çıkarılırken ne kadar yapayalnız olduğunu fark etti.

Libya'da halk ayaklanması başladığında da büyük kalabalıklar Kaddafi'ye destek için meydanlara çıkıyordu. Ama o lağım borusu içine girme zorunluluğu duyduğunda kimse onunla birlikte bu borunun içine girmedi. Meydanlara dökülen destekçi kalabalığı, Kaddafi'nin linç edildiği meydanda göremedik. Çünkü o kalabalık sopanın ve silahın zoruyla çıkıyordu. Kim bilir belki de Kaddafi'nin linç edildiği meydanda karşımıza çıkan kalabalık da aynısıydı ama destek değil intikam amacıyla çıkmışlardı!

Trablusgarb'da Kaddafi rüzgârının estiği dönemde ona destek veren kalabalığın sonrasında nasıl bir tavır sergilediklerini göremeyenler bugün Şam'da ve Humus'ta diktatör Esed'e destek gösterileri düzenleyen kalabalıkları meydanlara sürükleyen copların ve silahların fonksiyonunu anlayamazlar. Bu realiteyi anlayabilmek için Kuzey Kore'de kendi açlıklarına ve perişanlıklarına ağlama cesareti gösteremeyenlerin nasıl da başkanlarının ölümü için kendilerini yerlere savurup çığlıklar attıklarını anlamak gerekir.

Burada asıl üzerinde düşünülmesi gereken hadise Beşşar Esed'e destek gösterisi için meydanlara sürüklenen kalabalıkların üzerine havan topu saldırısı düzenlenmesi ve göstericilere ilaveten özellikle olayları görüntüleyen gazetecilerin hedef alınarak Gilles Jacquier adlı Fransız gazetecinin öldürülmesidir.

Suriye'deki muhalefetin ileri gelenleri havan topunun sadece rejimin silahlı güçlerinde bulunduğunu muhalefetin askerî kanadının elinde kesinlikle havan topu bulunmadığını, söz konusu saldırının da direnişin bir terör hadisesi olarak lanse edilmesi çabalarına gerekçe oluşturulması amacıyla gerçekleştirildiğini dile getirdi. "Rejim kendi taraftarlarının ve davet ettiği medya mensuplarının üzerine saldırı mı düzenledi?" sorusu akla gelebilir. Eğer ki kalabalıkları copun ve silahın gücüyle destek gösterileri için meydanlara çıkmaya zorlarsa üzerlerine havan topu saldırısı düzenlemekte de zorluk çekmez.

Baas diktasının son bulması ve halkın gerçek özgürlüğüne kavuşması için mücadele eden kitle bu eylemleri onaylamadığını, lehine değil tamamen aleyhine gördüğünü, üstelik hedef alınan halkın da özgürleştirilmesini istediği ezilen halk olduğunu bildiriyor. Bu gibi mücadelelerde direnişçi kitle aleyhine sonuçlar getirecek eylemler düzenlemeyi tercih etmez. Düzenleyenler ya ne yaptıklarının farkına varmaksızın birileri tarafından kullanılan uzaktan kumandalı organlar ya da doğrudan direnişi yıpratmada gerekçe oluşturmak için kendisine her şeyi meşru gören, hukuk ve adaleti tümüyle ayaklar altına almış, saltanatını sürdürebilmek için gücü son raddesine kadar kullanmakta mahzur görmeyen rejimdir.

Bu tür saldırılar aynı zamanda kendi katillerine "destek" iddiasıyla meydanlara çıkan kalabalıkların aslında resmi terörün zorlamasıyla çıkarıldıkları hakkında da ipuçları taşıyor. Ama her şeye rağmen ordunun sürekli dökülmesi ve her gün yeni kaçışlar, en üst kademedeki komutanların bile istifa etmesi gerçekte bu insanların hâkim sistemin kendi sonunu yaklaştırdığına kanaat ettiklerine işarettir.

İrtibatlı Yazılar:

  • Aklın Konuşması İçin Silahlar Susmalı
  • Kirli Hesapların Mazlumu Suriye Halkı
  • Oyunlar Arasında Kalan Mazlum Halk
  • Gözlemci Arap Birliği
  • Suriye Halkı Baas'ı İstemiyor
  • Zulüm Zulümle Değil Direnişle Yıkılacak
  • Onur Grevi ve Baas Vahşeti
  • Baas Diktası da Yamacın Kenarında
  • Beşşar Yolun Sonuna Yaklaşıyor
  • Suriye'de Sınav Cuması
  • "Benim Zalimime Dokunmayın!"
  • Suriye'nin Uluslararası Boyutu
  • Suriye'ye Müdahale Nasıl Olmalı?
  • Baas Savaşının Medya Cephesi
  • Zulmün Mezhebi
  • Suriye Direnişi ve Çarpıtmalar
  • Şam'ı Yakan Ateş
  • İstanbul'da Suriye Buluşması
  • Esed Reformları Başlattı
  • Zulmü Alkışlayamam Zalimi Asla Sevemem
  • Beşşar Tatmin Edemedi
  • Kan Üzerine Reform