Beşşar Yolun Sonuna Yaklaşıyor

18 Kasım 2011 Cuma, Yeni Akit

Suriye'yle ilgili son gelişmelerin bu ülkedeki diktanın artık yolun sonuna yaklaştığını gösterdiği konusunda, hadiselere objektif gözle bakan yorumcuların hemen hemen hepsi ittifak ediyor. Çünkü son dönemde meydana gelen gelişmeler, atılan adımlar ve gerçekleştirilen çıkışlar daha önce hesaplarını Beşşar yönetiminin devamına bağlamış olanların da artık onu gözden çıkardıklarını ve Baas sonrasına göre hesap yapma ihtiyacı duyduklarını gösteriyor. Ben, Özgürder'in 21 Ekim Cuma gecesi düzenlediği Suriye forumunda da Suriye'nin stratejik önemini nazarı dikkate almak zorunda olan ülkelerin hesaplarını Baas diktası sonrasına göre yapmalarının çok daha isabetli olacağını söylemiştim. Bu hususu daha önce değişik vesilelerle de dile getirdim.

Çünkü Beşşar yönetimi halktan kopuk, silahın gücüyle ayakta durabilen bir cuntadır ve önü açık değildir. Suriye'nin stratejik konumu ve önemi de Baas diktasına bağımlı değildir. Bu dikta rejimi geçici ama ülkeyi stratejik açıdan önemli kılan etkenler kalıcıdır. Halka özgürlüklerini verecek ve onun hukukuna saygılı bir yönetimle birlikte bu etkenleri değerlendirmek daha isabetli ve akıllıca bir tutum olacaktır.

Mevcut rejimin devamına bağlanan hesaplarda çeşitli yanlış değerlendirmelerden ve yaklaşımlardan hareket edildi. Bu rejimin bir denge unsuru olduğu ve onun yıkılmasıyla dengenin sömürgeci güçlerin hesabı lehine bozulacağı iddia edildi. Oysa mevcut rejime dayalı denge özellikle siyonist işgalin hesapları açısından da bir dengedir. Rejimin gitmesiyle birlikte dengenin hangi taraf aleyhine bozulacağını tahmin etmek için mevcut rejimin baskısından kurtulup özgürlüğüne kavuşmak isteyen halkın duyarlılıklarına bakmalıyız. Bu halkın Arabıyla Kürdüyle, Sünnisiyle Alevisiyle Filistin direnişine destekçi siyonist işgale ise karşı olduğu, siyonist işgalle uzlaşmaya dayalı yeni bir denge oluşturmaktan yana kesimin çok küçük bir azınlık olarak kalacağı gerçeğini görmezlikten gelmek kendi kendimizi kandırmak olur. Öyleyse bırakın, zalimler aradan çekilsin, halk özgürce kararını versin ve siyonist işgale karşı daha güçlü bir cephenin oluşmasına katkı sağlayacak yeni bir denge oluşsun.

Başvurulan bir diğer gerekçe mevcut yönetimin Filistin ve Lübnan direnişine destek verdiği iddiasıdır. Lojistik bir destek verdiğini inkâr etmiyoruz. Bunu geçmişte de söylüyorduk. Ama böyle bir destek öbür tarafta Suriye halkına bu derece sınırları aşan, insanlık dışı zulmün gerekçesi olamaz. Üstelik bu zulüm rejiminin çekilmesinden sonra yerine gelecek, halkın siyasi özgürlüğüne ve serbest seçimine dayalı bir yönetimin aynı desteği vermeyeceğini kim söyleyebilir? Filistin konusundaki hassasiyetine, onu tanıyan herkesin şahit olduğu bir halk hakkında böyle bir zanda bulunmak haksızlık olmaz mı? O halde geleceğin gidenden daha iyi bir destek vereceğini ümit ettiğimiz değişime neden razı olmayıp da böylesine insanlık dışı zulmün devamına eyvallah diyelim?

Suriye'deki rejimin siyonist işgale karşı bir engel teşkil ettiği gerekçesine dayanmamız da sadece kendimizi avutmak olur. Eğer bir engelden söz edecek olursak iki taraflı engelden söz etmeliyiz. Yani bir güvenlik duvarından söz edecek olursak onun siyonist işgale karşı engel oluşturduğu kadar onun için engel oluşturduğunu kabul etmemiz gerekir. Baas diktasının sallanmaya başlamasına paralel olarak siyonist işgalcilerde de endişelerin dışa yansıması bu gerçeği açığa çıkarıyor.

"Aman dikkat edin, ABD geliyor, NATO geliyor!" yaygaralarını da haklı bulmuyorum. Elbette İslâm âleminin özgürlüğü için mücadele eden hiç kimse mevcut dikta rejimlerinin yerini emperyalist güçlerin almasını istemez. Oldukça kısık ve destekten yoksun seslerin, Suriye muhalefetinin böyle bir talebi olduğu iddiasına dayanak yapılması ise haksızlıktır. Hal böyleyken bir varsayımı, herhangi bir işgal gücünü aratmayacak kadar katliam yapan zulüm rejiminin devamına göz yummanın gerekçesi yapmak mümkün müdür? ABD ve NATO tahakkümünün mevcut diktanın alternatifi olarak görülmesine karşı çıktığımız kadar bu diktayı böyle bir ihtimalin alternatifi olarak kabullenmeye karşı da açık yüreklilikle göğüs gerebilmeliyiz. Alternatif, özgürlüğünü isteyen halktır. Destek vermemiz gereken de işte bu halkın haklı mücadelesidir.

Zulüm Alternatif Olamaz

19 Kasım 2011 Cumartesi, Yeni Akit

Suriye'de yolun başlangıcında, "Acaba halka özgürlüğü verilse ve sonra bu yine mevcut yönetime emanet edilse bir çözüm üretilmiş olunur mu?" sorusu zihinlerde dolaşıyordu. Zira yumuşak geçiş halkın da her bakımdan yararına olacaktı. Bu, başlangıçta Baas diktası yerine diktasız Baas formülü olacaktı. Fakat böyle bir formül Baassız Suriye'ye giden yolun kapılarını da açmak demekti. Çünkü kendisine siyasi özgürlüğü ve serbest seçme hakkı verilecek Suriye halkının yıllarca zulmünü, şiddet uygulamalarını, hukuksuzluğunu tecrübe ettiği Baas zihniyetini tekrar denemek istemeyeceği kesindi. Dolayısıyla bunu çok iyi bilen Baas diktası göstermelik reform sözleri vermesine rağmen ümit verecek en ufak bir adım atmadı.

Gelinen noktada artık Baas diktasıyla hiçbir şekilde devam edilemeyeceği, halka özgürlükleri ve hakları verilse bile bunun yeniden mevcut yönetime emanet edilmesinin kuzunun kurda emanet edilmesi anlamına geleceği üzerinde çok güçlü bir kanaat oluştuğu gözleniyor.

Her şeyden önce özgürlüğünü elde etmek ve mağdur edilmiş insanlarının haklarını almak için yola çıkmış halkın bu yolun geri dönüşünün olamayacağı konusunda kesin kanaate vardığı, o yüzden ısrarlı davrandığı söylenebilir. Halkta böyle bir kanaat oluşmuş olmasaydı rejimin şiddeti artırması direnen tarafın saflarında da günden güne dökülmelere sebep olurdu. Tam aksine diktanın uyguladığı şiddet kitlesel direnişteki kenetlenmenin ve tepkilerin artmasına sebep oluyor.

Baas diktasının uçurumun kenarına yaklaştığının en önemli göstergelerinden biri ordunun çözülmesidir. Çünkü bu rejim silahın gücüne dayanıyor. Saltanatını korumak için kullandığı silahlıların bazıları onun saflarını terk ederken birçoğu bununla kalmayıp silahını alarak karşı cepheye geçiyor. Ordudan ayrılanların sayısının on beş bini geçtiği tahmin ediliyor ve sayı her geçen gün artıyor. Rejimin, artışın önüne geçmek için Libya diktatörü Kaddafi'nin uyguladığı taktiklere başvurduğu, ordu mensuplarının ailelerine baskı yaptığı haberlerde geçiyor. Ama bu taktikler Libya'da tutmadığı gibi Suriye'de de tutmayacaktır. Ayrılanlar Beşşar'la yola devam etmeyi göze alamazlar, yolun sonuna kadar direnmeyi hayati zorunluluk olarak göreceklerdir.

Yumuşamaya kesinlikle yanaşmayan bir zulüm rejimi, her iki ucunda da ölüm tehdidi görünen bir yolun iki ucunu tutmuş gibidir. Ama bu yolda geri dönüş o zulüm saltanatını kesin kabullenerek, ileri gidiş ise devrilmesi için zorlayarak ölümü göze almak anlamına gelir. İleri gidişte onurlu yaşamla onurlu ölümden biri var. Geri dönüşte sefil bir şekilde ölüm ile esaret altında, aşağılanarak yaşamaktan biri var. Böyle bir tercihle karşı karşıya kalan halk geriye dönüşü kolay kolay seçmez.

Arap Birliği'nin Suriye olaylarına çok geç müdahale ettiği bir gerçektir. Burada hem gecikmenin hem de müdahalenin gerçek sebebi üzerinde düşünmek gerekir. Bu teşkilatın müdahalesinin öncelikli amacı zulmün önüne geçmek olsaydı bu kadar geciktirmemesi beklenirdi. Bizim tahminimize göre Arap Birliği, Suriye'de ufkun görünmesi ve yolun nereye çıkacağının netlik kazanması için bekledi. Son tutumunda onun Beşşar'ı gözden çıkarmasından ziyade artık onunla yola devam edilemeyeceği konusunda kesin kanaate varması etkili olmuştur. Çünkü bu teşkilat Suriye'yi değil bu ülkedeki yönetimi defterinden silebilir. Aynı doğruyu kabul etmenin farklı gerekçeleri olabilir. Arap Birliği'nin Suriye rejimini sıkıştırması da doğru ve isabetli ama stratejik hesaplara dayalıdır.

Türkiye'nin son dönemde tutumunu sertleştirmesi de birtakım ipuçları içeriyor. Normalde Türkiye'nin de Suriye'yi gözden çıkarması söz konusu olamaz. Çünkü Suriye sadece bir komşu olarak değil birçok yönüyle Türkiye açısından hayati öneme sahiptir ve bu önemini göz ardı eden bir politikayı uygulamaya sokacağını tahmin etmiyoruz. Ama özellikle günümüz şartlarında, toplumların özgürlük talebi konusunda gözlerini daha çok açtığı ve geçmişe nispetle daha kararlı bir tavır sergiledikleri bir dönemde halkıyla savaş halindeki yönetimin önü açık değildir.

Hesaplarını mevcut Baas yönetimine ayarlamış olanların da Baas diktası sonrasına göre stratejiler geliştirme ihtiyacı duymaya başlamaları dikkate alınması gereken bir işarettir.

İrtibatlı Yazılar:

  • Aklın Konuşması İçin Silahlar Susmalı
  • Kirli Hesapların Mazlumu Suriye Halkı
  • Hedefte Yine Mazlum Halk
  • Oyunlar Arasında Kalan Mazlum Halk
  • Gözlemci Arap Birliği
  • Suriye Halkı Baas'ı İstemiyor
  • Zulüm Zulümle Değil Direnişle Yıkılacak
  • Baas Diktası da Yamacın Kenarında
  • Suriye'de Sınav Cuması
  • "Benim Zalimime Dokunmayın!"
  • Suriye'nin Uluslararası Boyutu
  • Suriye'ye Müdahale Nasıl Olmalı?
  • Baas Savaşının Medya Cephesi
  • Zulmün Mezhebi
  • Suriye Direnişi ve Çarpıtmalar
  • Şam'ı Yakan Ateş
  • İstanbul'da Suriye Buluşması
  • Esed Reformları Başlattı
  • Zulmü Alkışlayamam Zalimi Asla Sevemem
  • Beşşar Tatmin Edemedi