Son iki yüzyılda ne yazık ki, Müslüman halklara en büyük ihanetleri bu halkların içinden çıkan ve hatta zaman zaman bu halkların bağımsızlık ve hak mücadelelerine öncülük ettiklerini ileri süren bazı kişiler yapmışlardır. İşte dünya kamuoyuna "Filistin lideri olarak" yansıtılan Yasir Arafat da bunlardan biridir.
Bundan önce değişik ihanet anlaşmalarına imza atarak Filistin halkına büyük ihanetlerde bulunan Yasir Arafat geçtiğimiz ay da Amerika'nın başkenti Wye Plantation'da yeni bir ihanet anlaşmasına imza attı. Bu anlaşmayla Arafat resmen İsrail'in "avcı köpeği" gibi çalışmayı taahhüt ederek, Filistin halkının bağımsızlık mücadelesini sindirme görevini üzerine aldı.
Wye Plantation anlaşmasının temel felsefesini ve ana hedefini Filistin halkının bağımsızlık ve hak mücadelesinin özerk yönetim vasıtasıyla sindirilmesi oluşturmaktadır. Gerçi anlaşma dünya kamuoyuna İsrail'in Batı Yaka'nın bir bölümünden daha çekilmesi anlaşması olarak yansıtıldı. Aşağıda bu konu üzerinde de ayrıca duracağız. Ancak anlaşmanın temelinde bu çekilme işleminin değil Filistin halkının bağımsızlık mücadelesini sindirme konusunun bulunduğunu özellikle vurgulamak istiyoruz.
Wye Plantation anlaşmasıyla Arafat yönetimi Filistin halkının bağımsızlık ve hak mücadelesini sindirmek için ABD'nin istihbarat örgütü CIA ile işbirliği yapmayı kabul etti. Üstelik bu: "Teröristlerin tespit edilip yakalanması ve yargı önüne çıkarılması için işbirliği" olarak ifade edildi. Böylece Filistin halkının bağımsızlık ve hak mücadelesi bizzat özerk yönetim tarafından "terör" olarak kabul edilmiş oldu.
Böyle bir şeyi kabul ettirmekle siyonist işgalciler, Filistin halkının bağımsızlık mücadelesiyle uğraşma işini özerk yönetimle, ABD istihbarat örgütü CIA'ye devretmiş oldular. Bu sayede kendi adamlarını rahatlatmış olacakları gibi kendilerinin gayri meşru işgallerine karşı sürdürülen bir hak mücadelesinin bu mücadeleyi sürdüren halkın içinden çıkmış "güvenlik güçleri" tarafından ezilmesi çabalarını uzaktan seyretmenin keyfini yaşayacaklar. Üstelik bu işin istihbarat çalışmalarını da CIA'ye devretmiş olmaktan dolayı rahatlarını ve keyiflerini ikiye katlamış olacaklar. Artık kendileri, "Büyük İsrail" emellerini geçekleştirme yolunda yeni projeler geliştirmek için biraz daha fazla vakit bulabilecekler.
Gerçi özerk yönetimle CIA arasındaki bu işbirliği temelde Filistin topraklarının işgalden kurtarılması ve Filistin halkının bağımsızlığına kavuşturulması için mücadele eden herkese yönelik. Anlaşma bütün bu mücadeleleri terör olarak nitelendiriyor. Ancak bu mücadelede başı HAMAS (Filistin İslami Direniş Hareketi) çektiğinden ana hedef ve işbirliğinin tüm taraflarının ortak hedefi olarak HAMAS seçilmiş durumda. Bu işbirliğinde HAMAS'ın silahlı mücahitlerinin tek tek tespit edilerek zindana atılması ve bu hareketin askeri kanadı durumundaki İzzettin Kassam Birlikleri'ne mensup mücahitlerin ellerindeki silahların toplanması için çalışılacak.
Amerika'nın yahudi Dışişleri bakanı bayan Madleine Albright, Wye Plantation anlaşmasının getirdiği ve yukarıda öz itibariyle izah etmeye çalıştığımız işbirliğini "toprağa karşı güvenlik" anlaşması olarak nitelendirdi. Peki burada "güvenlik" diye ifade edilen ve gerçekte İsrail'e resmen "avcı köpekliği" yapmaktan başka bir anlam taşımayan böyle bir görevi üstlenmenin karşılığında verildiği ileri sürülen toprak nedir? Şimdi biraz onun üzerinde duralım.
Anlaşmaya göre İsrail işgal rejimi buna karşılık Batı Yaka'nın % 13'lük kesiminden daha çekilecek. Fakat normalde BM kararlarına göre siyonistlerin Batı Yaka üzerindeki varlıkları tümüyle işgal olarak nitelendirilmektedir ve buralardan tümüyle çekilmesi istenmektedir. Ama Arafat, 13 Eylül 1993'te Oslo İlkeler Anlaşması'na imza atarken İsrail'in Batı Yaka'nın sadece % 30'luk kesiminden çekilmesini kabullenerek BM teşkilatının bile bu bölgede Filistin halkına tanıdığı hakların % 70'inden taviz vermiş oldu. Ama Oslo İlkeler Anlaşması'nın gerekleri bir çırpıda yerine getirilmediğinden, merhale merhale işleme konulduğundan özerk yönetim her merhalede İsrail işgal rejimiyle masa başına oturarak yeni bir anlaşma imzalamak zorunda kalıyor. Ve her anlaşmayla siyonist işgalcilere yeni tavizler verme gereği duyuyor. Son Vaşington Zirvesi görüşmelerine gitmeden önce güya Arafat, Oslo İlkeler Anlaşması'nın gereği olan bu % 30'luk oranda ısrar ediyordu. İşgal rejiminin başbakanı Netanyahu ise bu oranın % 10'un üzerine çıkamayacağını söylüyordu. Derken daha sonra Amerika bir "% 13 formülü" ortaya koydu ve Arafat güya "barış görüşmeleri"nin önünü açmak amacıyla bu formülü kabul etti. İlginçtir ki, "barış görüşmeleri"nin önü hep Filistin halkının haklarından cömertlik edilerek açılıyor. Hiç işgalci siyonistlerin haksız bir şekilde yaptıkları gasp ve işgallerden taviz verilmesi suretiyle açılmıyor.
Başlangıçta Amerika'nın bu teklifine de karşı çıkan Netanyahu daha sonra yeni bir takım tavizler koparmak suretiyle bu teklife razı olduğunu açıkladı ve ardından Wye Plantation görüşmelerine başlandı. Neticede yukarıda özetle vermeye çalıştığımız önemli bir görevi Arafat'a yüklemek ve üstelik buna ek olarak bir sürü taviz koparmak suretiyle anlaşmaya imza attı. Ama bu % 13 rakamı neyi ifade ediyor? Gerçekten bu kadarlık bir topraktan tam anlamıyla bir çekilme söz konusu mu? Bir de ona bakalım.
Bundan önce imzalanmış anlaşmalara göre İsrail işgal rejiminin gayri meşru bir işgal ve gasp yoluyla elinde tuttuğu Batı Yaka toprakları üç kategoriye ayrılmıştı: A, B ve C. A kategorisine giren topraklar tümüyle özerk yönetimin kontrolüne verilmiş oluyor. C kategorisine giren topraklar tamamen İsrail işgal rejiminin denetiminde kalıyor. B kategorisine giren topraklar ise idari yönden özerk yönetime teslim ediliyor ama İsrail güvenlik konusunda buralara müdahale etme yetkisini elinde bulunduruyor. Son Wye Plantation Anlaşması'yla İsrail askerlerinden arındırılacağı bildirilen topraklar daha önce "C" kategorisine sokulan topraklar içinde yer alıyordu. Bunların sadece % 1'lik bir kısmı A kategorisine geçirilecek, kalan % 12'lik kısmı ise B kategorisine geçirilecek. Yani sadece % 1'lik bir kısım tümüyle özerk yönetimin denetimine verilmiş olacak. % 12'lik kısım ise idari yönden özerk yönetime devredilecek ama işgalci siyonistlerin güvenlik gerekçelerini ileri sürerek buralara müdahale etme hakları olacak. Bu ise buraların altyapı hizmetlerinin, halkın sorunlarıyla ilgilenme işinin özerk yönetime devredilmesi ama işgalci siyonistlerin "güvenlik" gerekçesi ileri sürerek buralara müdahale etmelerine de engel olunamaması anlamına geliyor. Böylece işgalci siyonistler buraların sultasını veya kontrolünü değil sadece yükünü özerk yönetime devretmiş olacaklar.
Normalde İsrail askerlerinden arındırılacağı bildirilen toprakların statüsü böyle olacağı halde anlaşma yine de bir çırpıda çekilmeyi şart koşmuyor. Çekilme üç kademe halinde ve toplam 12 haftada tamamlanacak. Bunun amacı ise, özerk yönetimin üzerine aldığı Filistin halkının bağımsızlık ve hak mücadelesini ezme konusunda ne kadar başarılı olduğunu test etmek. Dolayısıyla ileride işgalci siyonistlerin, özerk yönetimin üzerine aldığı görevi tam olarak yerine getirmediğini ileri sürerek çekilme işleminde zorluk çıkarmaları mümkün. Nitekim bizzat özerk yönetim yetkililerinden bazı kişiler bu konudaki tereddütlerini dile getirerek, İsrail'in anlaşmanın gereklerini yerine getireceği konusunda en ufak bir güvenlerinin olmadığını dile getirdiler.
Batı Yaka ve Gazze'de gerçekleştirilen bir ankette Filistin halkının büyük çoğunluğunun İsrail işgal rejimi karşısında fiili mücadeleden ve direnişten yana olduğu ortaya çıktı. Anket Filistinlilerin, son Arafat - Netanyahu görüşmelerinden de herhangi bir beklentilerinin olmadığını ortaya koydu.
Filistin Araştırmalar Merkezi'nin 1331 Filistinli üzerinde gerçekleştirdiği ankette kendilerine soru sorulanların % 51'i İsrail'e karşı silahlı eylemlerden yana olduğunu açıkladı. Geriye kalan kesim ise bu konuda herhangi bir görüş beyan etmekten kaçındı.
Özerk yönetimin lideri Yasir Arafat'ın resmi sözcüsü Tayyib Abdurrahim, Wye Plantation görüşmelerinin sürdürüldüğü sırada yaptığı bir açıklamada, Gazze havaalanının açılması, yine Gazze'ye bir liman yapılması, Gazze ile Batı Yaka arasında güvenlik geçidi açılması gibi konularda asla taviz verilmeyeceğini söylemişti. Bu konular özerk yönetimin ekonomik durumuyla ilgili konular. Ancak anlaşmada sadece Gazze havaalanının açılması ve bu bölgede bir sanayi fuarı kurulması konusu kesin sonuca bağlandı. Diğer konular ise muallakta bırakıldı. Böylece, Tayyib Abdurrahim'in kesinlikle taviz verilmeyeceğini söylediği konuların bile birçoğunda kesin neticeye varılamadan anlaşmaya imza atılmış oldu.
Siyonist işgal rejiminin en önemli amaçlarından biri Filistinlileri birbirine kırdırmaktır. Bunun için şimdiye kadar pek çok yola başvurdu. Ancak özellikle HAMAS'ın ihtiyatlı tavırları ve özerk yönetimin baskı uygulamaları karşısında sabır ve metaneti tercih etmesi İsrail'in bu emeline ulaşmasını engelledi. Son Vaşington Zirvesi'ne gitmeden önce de bir oyuna başvurarak ajanlarına HAMAS imzalı birtakım bildiriler dağıttırmıştı. Bu bildirilerde özerk yönetime yönelik şiddetli tehditler vardı. Ancak HAMAS hemen açıklama yaparak bu bildirilerin kendisine ait olmadığını duyurmuş ve böylece siyonist işgalcilerin oyunlarını bozmayı başarmıştı.
Son Wye Plantation Anlaşması'yla özerk yönetime CIA ile işbirliği yaparak Filistin direnişini ezme görevini verdi. Bu yolla özerk yönetimin bağımsızlık yanlılarıyla iyice karşı karşıya gelip resmi şiddet ve terörü artırmasını böylece bağımsızlık yanlısı Filistinlilerin sabırlarının tükenmesini ve bu durumun bir iç savaşa yol açmasını hedefliyor. HAMAS siyonistlerin bu emellerine ulaşmalarını engellemek için özerk yönetimin baskıcı politikası karşısında yine dikkatli ve ihtiyatlı davranmayı tercih ediyor.
Yahudilerin fitne ve fesat çıkarmak suretiyle insanları birbirine düşürmede son derece maharetli olduklarını tarih belgelemiştir. İslam öncesi Medine'de Evs ve Hazrec kabilelerinin birbirine düşürülmesinde onların büyük rol oynadıklarını biliyoruz. Hz. Ali (r.a.) döneminde insanlar arasında fitne çıkarmasıyla ünlü olan İbnu Sebe de bir yahudi dönmesiydi. Osmanlı devletinin içten çürütülmesinde İspanya göçmeni yahudilerin soylarından gelen meşhur dönmelerin kurmuş oldukları teşkilatların ve yürüttükleri faaliyetlerin büyük rolünün olduğunu da tarihi belgelerden biliyoruz. İşte onlar bu tarihi maharetlerini bugün de Filistin halkını birbirine düşürerek kutsal Filistin topraklarındaki saltanatlarını güçlendirmek için kullanmak istiyorlar. Ancak Filistin'deki İslami hareketin her şeye rağmen onlara bu fırsatı vermeyeceğine inanıyoruz.
Arafat'ın son Wye Plantation anlaşmasına sadece İslami kesimlerden değil bizzat özerk yönetim yetkililerinden de tepkiler oldu.
Özerk yönetimin Kültür ve İletişim bakanı olan ve aynı zamanda Wye Plantation görüşmelerine katılan Filistin heyetinde yer alan Yasir Abdurabbih Wye Plantation anlaşmasının çok kötü bir anlaşma olduğunu, beklenin de çok gerisinde kaldığını dile getirerek: "İsraillilerin bu anlaşmaya saygı gösterecekleri ve gereğini yerine getirecekleri konusunda da en ufak bir güvenim yok" dedi.
Daha önce Madrid süreci görüşmelerinde adı duyulan ve Oslo İlkeler Anlaşması'na giden görüşmecilerin önde gelen isimlerinde olan Dr. Hannan Aşravi de, İsrail hükümetine güvenmediğini ve anlaşmanın uygulamaya geçirilmesi konusunda son derece tereddütlü olduğunu ifade etti.
Filistin özerk yönetimin siyonist işgal rejimine avcılık yapmayı üstlenmesi anlamı taşıyan Wye Plantation Anlaşması'na karşı yoğun tepkiler devam ediyor. Filistin İslami Direniş Hareketi (HAMAS) konuyla ilgili bir bildiri yayınlayarak bu anlaşmanın Filistin halkına, onun davasına ve birliğine vurulmuş bir darbe olduğunu ancak bu halkın işgale karşı direnişini sürdürerek anlaşmaya gereken cevabı vereceğini ifade etti. HAMAS, anlaşma gereğince özerk yönetim polislerinin CIA'nin denetiminde Filistinlilere yönelik tutuklamalar gerçekleştirmelerinin Netanya-hu'nun direktifleri doğrultusunda tutuklamalar gerçekleştirmelerinden farksız olduğunu ve bu konuyla ilgili maddelerin temelde Filistin halkının bağımsızlık ve hak mücadelesine darbe vurma amacı taşıdığını bildirdi.
Bildiride bu anlaşmanın Filistin halkının bağımsızlık mücadelesinin önüne geçemeyeceğine dikkat çekilerek şu ifadelere yer verildi: "Filistin İslami Direniş Hareketi (HAMAS) bu anlaşmayı şiddetle kınarken bunun, Filistin halkının gasp edilmiş haklarını geri almak için verdiği mücadeleyi sürdürmesini engellemede başarılı olamayacağını özellikle vurgulamaktadır. İşgale karşı direnmek bu halkın bir hakkıdır ve karşılığı ne kadar ağır olsa da o bu hakkını kullanmaya devam edecektir. Siyonist işgal ve onun arkasında duran Amerikan yönetimi ne kadar gerçekleri çarpıtmaya çalışsalar ve bu hak mücadelesini "terör" olarak nitelendirseler de değişen bir şey olmayacaktır."
HAMAS'ın manevi lideri Şeyh Ahmed Yasin de konuyla ilgili açıklamasında şunları söyledi: "Geçen gün imzalanan anlaşma çatışmayı Filistinlilerin arasına taşımayı hedefleyen haksız bir anlaşmadır. Bundaki gaye ise, İsrail'in Filistin toprakları üzerindeki hakimiyeti sürerken onun, Filistinlilerle karşı karşıya gelmekten kurtularak rahatlamasını sağlamaktır. HAMAS hareketi bu anlaşmaya karşıdır. Çünkü biz işgalin oturtulmasına, İsrail'in topraklarımız ve mukaddes değerlerimiz üzerindeki hakimiyetini sürdürmesine imkan sağlanmasına karşıyız."
Anlaşmaya sadece HAMAS değil diğer Filistinli gruplar da şiddetle tepki gösterdiler. İslami Cihad Hareketi'nin ileri gelenlerinden Nafiz Azzam anlaşmayla ilgili açıklamasında: "Bizim, Vaşington zirvesinde üzerinde ittifak edilen hususlara karşı olmamız tabii bir şeydir. Çünkü biz bunda Filistin'deki halkımız açısından hiçbir yarar görmüyoruz" dedi. Azzam açıklamasında ayrıca şunları söyledi: "Bize verilecek % 1 oranındaki bir toprak parçası için işgalin iyice oturtulması ve ona birtakım güvenceler verilmesi söz konusu olmaktadır. Şüphesiz düşmanımızın elde etmek istediği de zaten işte buydu."
Liderliğini George Habbaş'ın yaptığı Filistin Halk Cephesi'nin Siyasi Birimi'nin üyelerinden Cemil Mecdelavi de anlaşmayla ilgili açıklamasında: "Anlaşma uzlaşmaya karşı alınan tavırlara büyük bir darbe niteliği taşımaktadır" dedi.
Nayif Havatime'nin liderliğindeki Filistin'in Kurtuluşu İçin Demokratik Cephe de anlaşmaya karşı bir bildiri yayınlayarak, bu anlaşmanın güçlünün zayıfa dikte ettiği bir metin niteliği taşıdığını dile getirdi. Bildiride özerk yönetimin verdiği tavizlerin özelde Filistin'de genelde bütün Ortadoğu bölgesinde önemli sorunlara yol açacağına dikkat çekildi.
Bunların dışında da birçokları Wye Plantation Anlaşması'na tepkilerini dile getirerek bu anlaşmanın tamamen işgalci siyonistlerin işlerine yarayacağına dikkat çektiler.
Amerika'nın başkenti Vaşington'da, Beyaz Saray'da imzalanan ve daha çok "Wye Plantation Anlaşması" olarak bilinen son Arafat - Netanyahu Anlaşması "barış" değil savaş, şiddet ve çatışma getirdi. Dünyanın değişik yörelerinden getirtilerek Filistin topraklarına yerleştirilen yahudi yerleşimciler dün sabahın erken saatlerinden itibaren sokaklara dökülerek yolları kapattı, söz konusu anlaşmayı protesto ettikleri iddiasıyla Filistinlilere saldırdı, araçlarını taşladılar. Protestocu yahudiler aynı zamanda yollarda dini törenler de düzenledi, bu arada araçların geçmesini engellemek amacıyla yolları taşlarla doldurdular.
Yahudi yerleşimciler düzenledikleri gösteriler esnasında Filistinlilere yönelik saldırıları bizzat İsrail askerlerinin gözlerinin önünde gerçekleştirdikleri halde İsrail askerleri herhangi bir şekilde engel olmak istemediler. Oysa Wye Plantation Anlaşması "tarafların birbirlerine karşı terör eylemlerini ve bu eylemlere teşviki engellemeleri" şartını içeriyor. İsrail hükümeti, Filistinlilerin bağımsızlık ve hak mücadelelerini "terör" olarak nitelendirip özerk yönetimden bu mücadeleyi ezmesini isterken, kendisi İsrail vatandaşı sıfatı taşıyan yahudilerin Filistinlilere yönelik vahşi terör eylemlerine engel olmak için en ufak bir teşebbüste bile bulunmak istemiyor.
Siyonist yerleşimcilerin terör eylemlerine hedef olan Filistinlilerden Ahmed Muhammed Ali basın mensuplarına yaptığı açıklamada şu ifadeleri kullandı: "Bu yerleşimcilerle birlikte yaşamak son derece zordur. Çünkü onların katılıkları, aşırılıkları günden güne artmaktadır. Gerçekleştirdikleri terör eylemleri ve saldırıları da onların Araplardan ve Filistinlilerden ne derece nefret ettiklerini gözler önüne sermektedir. Ben kızımı Beytu Cala Hastanesi'ne götürmek üzere yola çıkmış gidiyordum. Beni durdurup kızımı göstererek: "Bu Netanyahu'nun anlaşmanın imzalanması dolayısıyla bize hediyesi midir?" ifadesini kullandılar."
İsrail radyosunun olaylarla ilgili olarak verdiği habere göre gösteriler esnasında sadece bir kişi İsrail polisiyle çatışmaya girmekten dolayı tutuklandı. Oysa Filistinlilerin herhangi bir haklarının veya topraklarının gasp edilmesini yahut içlerinden birine yönelik vahşi bir saldırı düzenlenmesini protesto için gösteri düzenlemeleri durumunda yüzlercesi tutuklanıyor.
Öte yandan Sunday Times dergisinin verdiği bir habere göre yahudiler, Wye Plantation Anlaşması'nın uygulamaya geçirilmesini önlemek amacıyla, İslami kutsal mekanlara ve bazı Arap ve yahudi liderlere yönelik saldırılar düzenlemek amacıyla bir terör örgütü oluşturdular. Dergi, İsrail iç istihbarat örgütü ŞABAK'ın söz konusu örgütle ilgili olarak İsrail başbakanı Netanyahu'yu uyardığını dile getirdi. Derginin ŞABAK'ın Netanyahu'ya yönelik uyarılarına dayandırarak verdiği bilgilere göre söz konusu terör örgütü bu tür saldırılarla İsrail'in Batı Yaka'nın bir bölümünden askerlerini çekmesini önlemeyi hedefliyor. Dergiye göre ŞABAK, bizzat Netanyahu'nun da bu örgütün hedefleri arasında yer alabileceği uyarısında bulundu.