Filistin'de Aile ve Direniş

12 Şubat 2001 Pazartesi

Filistin'de oldukça ağır şartlarda sürdürülen direniş ve mücadele büyük fedakarlıkları da gerektirmektedir. Sadece küçük bir kesimin göstereceği fedakarlıkla belirttiğimiz büyük amaca ulaşılması zordur. İşte bu yüzden Filistinli aile daha küçük yaştayken çocuğuna bağımsızlık ve özgürlük ruhu kazandırmaya çalışmakta, onu bu konuda fedakarlıklara hazırlamaktadır.
Bütün insanlar gibi Filistinliler de, çocuklarının üzerine titremekte, onlara büyük değer vermektedirler. İşgalcilerin Aksa İntifadası'nda özellikle çocukları hedef almalarının birinci amacı aileleri yıldırmak suretiyle onları direnişten vazgeçirmekti. Bu da ailelerin çocuklarına değer ve önem verdiklerinin göstergesidir.
Filistin toplumu siyonist işgal yüzünden dağılmış ve siyasi baskıların yanı sıra muhtelif ekonomik sıkıntılara da maruz kalmıştır. Bu durum ister istemez aile yapısını da etkilemiştir. Fakat buna rağmen yine de Filistin'de geleneksel aile yapısının korunduğunu söyleyebiliriz.
Siyonistlerin Filistin'i işgali sebebiyle Filistinlilerin üçte ikisi göçe, mülteci hayatına mahkum oldu. Bu da Filistinli ailelerin çok ağır şartlarla karşı karşıya gelmesine yol açtı.
Filistin'deki geleneksel aile tipi büyük aile tipidir. Ancak Anadolu'nun kırsal kesimindeki "büyük aile tipi"nden farklıdır. Anadolu'nun kırsal kesiminde büyük aile nine ve dedenin tüm çocuklarıyla onlardan doğan çocukları kapsar. Filistin'de ise çoğunlukla evli iki kardeşin her ikisini birden kapsamaz. Yani yanlara doğru değil öne ve arkaya doğru genişler.
Lübnan'daki mülteci kamplarından birinde sacdan yapılmış, yazın sıcaktan, kışın soğuktan korunamayan barakada ikamet etmeye mecbur bırakılmış bir Filistinli aile. Bu aile ve bunun gibi binlerce aile özelde Müslüman halkların, genelde bütün insanlığın ilgisinden mahrum, sefalet hayatına mahkum halde varlık mücadelesi veriyor. Onların gasp edilmiş haklarının geri alınması için verilen mücadele ise çağın hakim güçleri tarafından "terör" olarak nitelendiriliyor.
Yine mülteci kamplarında sefalet hayatına mahkum edilmiş Filistinli çocuklar çöpleri karıştırıyorlar.
Filistin halkı mutlu geleceğe ancak özgürlük ve bağımsızlığını elde edeceği, vatanını işgalden kurtaracağı zaman kavuşacağına inanmaktadır. O bu geleceği bir hayal olarak da görmüyor. Eğer öyle görseydi evlatlarını parlak bir gelecek için hazırlama konusunda bu kadar büyük bir çaba sarf etme ihtiyacı duymazdı. Ama böylesine önemli ve kutlu bir amaca ulaşmanın birtakım fedakarlıkları gerektirdiğinin de bilincindedir.
Bütün olumsuzluklara rağmen yine de Filistinli aile çocuğunu eğitip yetiştirmek için şartları zorlamakta, elinden gelen bütün gayreti ortaya koymaktadır. Bu konudaki şartlar Filistin halkını eğitim alanında da direniş ve mücadeleye zorlamaktadır. Dolayısıyla Filistinli çocuklar ve gençler tahsil hayatlarını mücadele ve direnişle iç içe yürütmektedirler. Yani tahsil hayatı onları mücadeleden, direnişten çekip almamakta bilakis fiilen mücadelenin içine sokmaktadır.
Filistinli aileyi fedakarlığa sevk eden, çocuklarına da aynı fedakarlık ruhunu kazandırmasına imkan sağlayan en önemli etken inancıdır. Çünkü o hayatın sadece bu dünya hayatından ibaret olmadığını biliyor ve buna bütün samimiyetiyle inanıyor. Dolayısıyla kutlu bir gaye uğrunda hayatını feda eden çocuğuna "ölmüş, yok olmuş" biri olarak bakmıyor. Onun ebedi bir nimete ve saadete kavuştuğuna, hatta ailenin diğer fertlerine de Allah katında şefaat edeceğine inanmaktadır.
Filistinli ailenin çocuğuna verdiği eğitimdeki bir avantajı da bütün topluma mal olmuş ortak değerlerle ailede verilen değerler arasında büyük ölçüde bir paralellik olmasıdır. Bu paralellik bağımsızlık ve özgürlük mücadelesi konusunda kendini daha belirgin bir şekilde göstermektedir. Dolayısıyla bir çocuğun aileden aldığı ruh ve inançla gerçekleştirdiği mücadele bütün bir toplum tarafından sahiplenilmektedir. Çocuğun işgalci kuvvetler karşısındaki mücadelesi toplumun fertleri tarafından bir tür yaramazlık olarak değil, cesaret ve fedakarlık olarak değerlendirilmektedir.
Aksa intifadasının başlangıcında işgalcilerin vahşi bir saldırıları sonucu şehit edilen Muhammed Cemal ed-Durre için sınıf arkadaşlarının bir anma töreni. Çocukların eğitim gördükleri kurumların görevlileri de onların işgale karşı yürüttükleri mücadeleyi bir hak olarak görmekte ve sahiplenmektedirler. Bu mücadelede hayatlarını kaybeden şehit çocuklar için okullarda özel törenler yapılmakta ve onların ölümsüz hale geldikleri vurgulanmakta, böylece onların isimleri zihinlerde kalıcı hale getirilmektedir.
Filistinli aileler çocuklarının eğitimine büyük önem verirler. Bu onların çocuklarının geleceklerine büyük önem verdiklerini de gösterir. Bu sebeple Filistin toplumu Müslüman toplumlar içinde okuma yazma oranının en yüksek olduğu toplumlar arasında yer alır. Yine bu konudaki gayret sebebiyle Filistin toplumunda üniversite tahsili yapmış olanların oranı da hayli fazladır.
İşgal devleti çocuklara yönelik saldırılarını temize çıkarmak için onların çocuklarını ateş hattına sürdükleri iddiasını kullandı. Fakat ekranlara yansıyan görüntüler onu yalanladı. Örneğin Aksa İntifadası'nın ilk günlerinde öldürülen Muhammed Cemal ed-Durre'nin görüntüleri siyonist saldırganların çocukları özellikle hedef aldıklarını gayet net ortaya koyuyordu. Babasının arkasına sığınan bir çocuğu özellikle nişan alarak karnından vurmanın başka izahı olamazdı. Onun gibi daha birçok çocuk benzer şekilde kasten ve bilhassa hedef alınarak öldürüldü.
Aksa İntifadası'nda İsrail işgal kuvvetleri özellikle çocukları hedef almıştır. Bu yüzden son intifadada işgal kuvvetleri tarafından şehit edilen Filistinliler arasında çocuklar önemli bir yekûn oluşturmaktadırlar. Çocukların hedef alınması emri İsrail'in "barış yanlısı (!)" olarak gösterilen başbakanı Ehud Barak tarafından verilmişti.
Siyonistler kendi vahşetlerini kamufle etmek için Filistinlilerin çocuklarını ateş hattına sürdüklerini iddia ederken, ayakta duramayan, kundağa sarılı bebekleri öldürdüler. Bütün insanlığın şahit olduğu bu vahşet manzaraları onların hem saldırgan ruhlarını hem de yalanlarını gözler önüne seriyordu.
Siyonistlerin özellikle bebekleri hedef almalarının amaçlarından biri Filistinli aileleri yıldırmak ve direnişten vazgeçmeye zorlamaktı.

Giriş

Bu yazıya başlamadan önce siyonist işgal yönetimi idarecilerinin bu konuyla ilgili bir iddialarının tutarsızlığına dikkat çekmek istiyorum. İşgal devletinin yöneticileri Filistin'deki gençleri ve çocukları kendi ailelerinin ateş hattına sürdüğü ve bu yüzden çocukların ölümünden birinci derecede onların ailelerinin sorumlu olduğu yönünde iddialar ortaya attılar. Filistin'deki direnişte aile eğitiminin ve aile üzerindeki etkenlerin rolünden söz ederken işgal devletinin yöneticilerinin bu iddialarını onaylayıcı bir kanaatin oluşmasına sebep olmamak için bu noktaya temas etmeyi gerekli gördük. İşgalcilerin özellikle çocukları hedef almalarının sebeplerine aşağıda temas edeceğiz. Ancak şunu özellikle vurgulayalım ki Filistinlilerin çocuklarını ateş hattına sürdükleri, kendilerinin ise geri planda kaldıkları ve böylece İsrail askerlerinin çocuklarla karşı karşıya gelmek zorunda kaldıkları iddiası tamamen tutarsız, gerçeklere aykırı ve siyonist vahşeti temize çıkarma amacına yöneliktir.

Hiç şüphesiz bütün insanlar gibi Filistinliler de, çocuklarının üzerine titremekte, onlara büyük değer vermektedirler. Aşağıda biraz daha ayrıntılı olarak ele alacağımız üzere işgal kuvvetlerinin Aksa İntifadası'nda özellikle çocukları hedef almalarının birinci amacı aileleri yıldırmak suretiyle onları direnişten vazgeçirmekti. Bu da ailelerin çocuklarına değer ve önem verdiklerinin göstergesidir. Bunun yanı sıra Filistinli aileler çocuklarını ateş hattına sürerek kendileri geri planda kalıyor değiller. Onlar da çocuklarıyla yan yana, omuz omuza işgale karşı direniyorlar. Aksa İntifadası görüntülerini inceleyenler, zaman zaman yetmiş yaşındaki bir ihtiyarın yedi yaşındaki bir çocukla birlikte işgal kuvvetlerini taşladığı, yine orta yaşlı kadınların genç çocuklarla birlikte siyonist vahşete direndiklerini göreceklerdir. Bu durum da Filistinli ailelerin çocuklarını ateş hattına sürerek kendilerinin geri planda kaldıkları iddialarının asılsızlığını ve tutarsızlığını ortaya koymaktadır. Ancak siyonist işgal kuvvetlerinin saldırılarında özellikle çocukları hedef almaları sebebiyle son Aksa İntifadası'nda öldürülenler arasında çocukların oranı bir hayli fazla oldu.

İşgale karşı direnişte çocukların ve gençlerin orta yaşlılara ve yaşlılara nispetle daha çok rol aldıkları, işgal kuvvetlerini taşlayanların arasında çocuk yaşta sayılabilecek olanların daha büyük bir yekûn oluşturdukları gerçeği ise inkârı mümkün olmayan bir vakıadır. Ama bunun sebebi siyonist işgal kuvvetlerinin iddia ettiği şeyler değildir. Burada daha başka sebepler bulunmaktadır. Çocukların direnişte daha fazla rol almalarında ailelerinden aldıkları eğitim ve kültürün bir etkisinin olması da doğal bir durumdur. Ancak bunu ailelerin çocuklarını ateş hattına sürmeleri olarak değil, ailelerin onlara verdiği direniş, özgürlük ve bağımsızlık ruhunun pratiğe yansıması olarak izah etmek gerekir.

Biz bu yazımızda çocukların direnişte daha fazla rol almalarının sebepleri ve bu konuda ailenin etkisi hakkında bazı bilgiler vermeye çalışacağız. Ancak bu bilgileri vermeden önce Filistin'deki aile yapısını genel olarak tanımamızda yarar olacaktır.

Filistin Toplumunda Aile

Filistin toplumu siyonist işgal yüzünden dağılmış ve siyasi baskıların yanı sıra muhtelif ekonomik sıkıntılara da maruz kalmıştır. Bu durum ister istemez aile yapısını da etkilemiştir. Fakat buna rağmen yine de Filistin'de geleneksel aile yapısının korunduğunu söyleyebiliriz. Filistin'deki geleneksel aile tipi "büyük aile tipi" olarak bilinen tiptir. Ancak bu toplumdaki "büyük aile tipi" Anadolu'nun kırsal kesimindeki "büyük aile tipi"nden farklıdır. Şöyle ki Anadolu'nun kırsal kesiminde genellikle büyük aile nine ve dedenin tüm çocuklarıyla onlardan doğan çocukları kapsar. Filistin'de ise büyük aile çoğunlukla evli iki kardeşin her ikisini birden kapsamaz. Yani büyük aile yanlara doğru değil de öne ve arkaya doğru genişler.

Filistin toplumunda doğum oranı yüksek (yaklaşık % 4) olduğundan aileler de çoğunlukla kalabalıktır. Fakat bu kalabalığı yukarıda da belirttiğimiz üzere, birden fazla evli kardeşin bir çatı altında yaşaması sebebiyle oluşan nüfus değil de aynı anne - babadan doğan çocuklarla, dede ve nine ile, anne - babanın evlenmemiş kardeşleri oluşturduğundan aile fertleri içinde evin geçimine katkıda bulunabilenlerin sayısı azdır. Bu durum ise kişi başına düşen gelir düzeyinin azalmasına sebep olmaktadır. Ayrıca aşağıda ele alacağımız üzere Filistinli aileler çocuklarının eğitimlerine önem verdiklerinden hemen küçük yaşlardan itibaren bir işe atılarak aile geçimine katkıda bulunabilenlerin sayısı oldukça azdır. Ailelerin ekonomik sıkıntılarının asıl önemli sebepleri ise kendi dışında kalan sebeplerdir.

Filistin toplumunda kültürel yozlaşma çok fazla değildir. Bu yüzden Filistin ailesi genellikle muhafazakar bir ailedir. Fakat bu muhafazakarlık dünyaya kapalı kalma şeklinde bir muhafazakarlık değil gelenekleri, değerleri koruma konusundaki bir muhafazakarlıktır. Dünyaya açılma konusunda ise Filistin toplumunun belki İslam coğrafyasındaki toplumlar içinde en ileri düzeydekilerden biri olduğunu söyleyebiliriz.

Bu arada özerk yönetimin kurulmasından sonra diasporadan Filistin'e dönen ailelerin Filistin'in içindeki ailelerin muhafazakar yapısını olumsuz yönde etkilediklerini de belirtmekte yarar görüyoruz. Bu bozulmanın sebebi uzun süre yurt dışında kaldıktan sonra yurtlarına dönen ailelerde vukua gelmiş olan bozulmadır. Bu ailelerin büyük bir çoğunluğunu FKÖ'nün değişik kademelerinde görev almış fertlerin aileleri oluşturuyordu. Bu fertler ise dini duyarlılığa sahip olmadıklarından aileleri, yaşadıkları toplumun "sosyete" tabir edilen kesiminin yaşayış biçimine entegre olmuş, onların adetlerini almışlardı. Onlar bu yaşayış biçimlerini aynen Filistin'e de taşıdılar. Filistin'de ise ister istemez belli bir çevre edindiler. Bu ailelerin reisleri ise, diasporada FKÖ'nün değişik kademelerinde görev aldıkları gibi Filistin topraklarına döndükten sonra da özerk yönetimin muhtelif kademelerinde görev aldılar. Dolayısıyla onların ailelerinin fertlerine karşı toplumda kısmen de olsa bir ilgi ve özenti oluştu. Bu ilgi ve özenti onların, etraflarında oluştukları çevreyi hızlı bir şekilde etkilemelerini kolaylaştırdı. Toplumdaki çözülme ise deniz dalgaları gibi genişleyerek yayılır. Bununla birlikte Filistin toplumunun muhafazakar yapısı, söz konusu ailelerden kaynaklanan çözülmenin çok hızlı bir şekilde yayılmasını önledi. Bunda İslami oluşumların toplumda iyi kök salmış, geniş bir kitle tabanı edinmiş ve eğitim kurumları başta olmak üzere değişik kurumlarını yaygınlaştırmış olmasının da önemli etkisi olmuştur.

Bunlar Filistin'deki ailenin yapısı hakkında fikir verecek genel bilgiler. Bunun yanı sıra Filistin toplumundaki aile yapısını etkileyen birtakım dış etkenler hakkında da bazı bilgiler vermek gerektiğini düşünüyoruz. Bu etkenleri birkaç başlık altında ele alacağız:

1) İdari Etkenler

İdari etkenler derken kastettiğimiz Filistin toprakları üzerinde oluşmuş yönetimlerden kaynaklanan etkenlerdir. Filistin toprakları aslında bir bütündür ve o topraklar üzerinde "İsrail" diye bir toprak parçası bulunmamaktadır. "İsrail" o topraklar üzerinde tıpkı haçlı işgali gibi bir işgal yoluyla kurulmuş gayri meşru bir devlettir. Fakat BM teşkilatının aldığı kararlarla bu devlet için birtakım sınırlar belirlenmiş ve o sınırların içinde kalan bölgeler "İsrail" olarak gösterilmiştir. Fakat o sınırların dışında kalan bölgeler de İsrail sultasından uzak değildir. Şimdiye kadar imzalanmış sözde "barış" anlaşmalarının hiçbiri Filistin topraklarının herhangi bir parçasında İsrail etkisinden arındırılmış bir bölge oluşturulmasına imkan vermedi. Fakat gerek BM kararları, gerekse sözde özerk yönetimle İsrail işgal devleti arasında imzalanmış olan anlaşmalar Filistin topraklarında farklı statüleri olan bölgelerin oluşmasına sebep oldu. Bu statüler ise farklı "vatandaşlık" kimliklerinin ortaya çıkmasına yol açtı. İşte bu farklı vatandaşlık kimlikleri aile yapılarını etkileyen önemli bir etken olmuştur.

Filistin toprakları mevcut şartlarda idari yönden üç ayrı kategoriye ayrılmıştır. Bunlar:

Birincisi: "Yeşil hat" olarak isimlendirilen ve İsrail'in idari sınırlarını belirlediği söylenen sınır çizgisinin içinde kalan bölge. Bu bölge 1948 Savaşı'nda işgal edildiğinden Filistinliler arasında bu bölgeye "1948 Bölgesi" adı da verilmektedir. Bu bölgede 800 bir kadar Filistinli yaşamaktadır. Bunlar "İsrail vatandaşı" olarak kabul edildiklerinden kendilerine "İsrail hüviyet cüzdanı" ve "İsrail pasaportu" verilmektedir. Bunlar fiilen olmasa da yasalara göre "bir İsrail vatandaşı"nın sahip olduğu haklara sahiptirler. Yasaların verdiği hakların fiiliyatta tümüyle sağlanamamasına rağmen belirttiğimiz statü "1948 Bölgesi"nde yaşayan Filistinlilerin ekonomik durumlarının daha iyi olmasına imkan vermektedir. Ayrıca bu bölgedeki Filistinliler, işgal devleti nezdinde biraz daha geniş imkanlara sahip durumdadırlar. Bu şartlar sebebiyle bu bölgedeki Filistinlilerin aileleri çağın getirdiği ekonomik ve sosyal imkanlardan daha fazla yararlanabilmektedirler. Ayrıca bunlar haksızlığa uğradıklarında, haklarını yasaların kendilerine sağladığı imkanları kullanarak arayabilmektedirler.

İkincisi: Özerk yönetimin kontrolüne verilen bölgeler. Buralar Gazze bölgesiyle, Batı Yaka (Batı Şeria) bölgesindeki sekiz şehir merkezi ve kırsal bölgenin bir kısmıdır. Buralarda yaşayanlara artık Filistin Özerk Yönetimi hüviyet cüzdanı ve pasaportu verilebilmektedir. Bu belgelerin verilmesi söz konusu bölgelerde yaşayanlara Filistin dışında bazı avantajlar sağladıysa da Filistin'in içinde bulunanlara söze gelir bir avantaj sağlamadı. Hatta Filistin'in içindeki hareketlerini daha da zorlaştırdı diyebiliriz. Bu belgelerin sahipleri işgal yönetimi nezdinde herhangi bir hakka sahip olmadıklarından, özerk yönetim de onların haklarına sahip çıkamadığından herhangi bir mağduriyete uğradıklarında haklarını kendi imkanlarını ve güçlerini kullanarak arama zorunluluğunu duymaktadırlar.

Üçüncüsü: Özerk yönetimin kontrolüne verilmeyen ancak "yeşil hat"tın da dışında kalan bölgelerdir. Bu bölgelerde oturanlara Filistin Özerk Yönetimi kimliği verilemediği gibi İsrail işgal devleti tarafından da kimlik ya da pasaport verilmemektedir. Ancak dış ve iç seyahatlerinde kullanabilecekleri bazı belgeler verilebilmektedir. Bu statüde olanlar Doğu Kudüs'te ve Batı Yaka'nın özerk yönetimin kontrolüne verilmemiş bölgelerinde oturan Filistinlilerdir. Bu insanlar da mağduriyete maruz kaldıklarında haklarını genellikle kendi imkanlarını ve güçlerini kullanarak aramak zorunda kalmaktadırlar.

2) Ekonomik Etkenler

Ekonomik etkenleri aile yapısı ve gidişatı üzerinde rol oynayan en önemli etkenler arasında zikredebiliriz. Filistin halkı oldukça ağır ekonomik şartlar altında hayatını sürdürmektedir. Bir milyon civarında insanın yaşadığı Gazze bölgesinde yoksulluk % 90 civarındadır. Bu bölgedeki nüfusun üçte ikisini 1948'de işgal edilmiş topraklardan buralara göç etmiş olan mülteciler oluşturmaktadır. Dolayısıyla onlar gittikleri yerlerde genellikle ikamet ettikleri mekanlar dışında herhangi bir gayri menkule sahip değildirler. İkamet ettikleri yerler ise altyapı hizmetlerinin birçoğundan mahrum mülteci kamplarıdır. Bu kamplarda oldukça dar mekanlarda ve kötü şartlarda hayatlarını sürdürmek zorunda kalmaktadırlar. Gazze bölgesinde aynı zamanda işsizlik oldukça fazladır. Bazı kaynaklarda işsizliğin % 60 oranlarında olduğu belirtilmektedir. Sözde özerk yönetimin oluşturulmasından sonra Gazze bölgesinde yaşayanların 1948'de işgal edilen bölgelere girmelerinin ve o bölgede çalışmalarının zorlaştırılması Gazze'deki işsizlik oranının daha da artmasına sebep oldu.

Batı Yaka bölgesinde ise Filistinli halkın önemli bir kesimi tarım ve hayvancılıkla uğraşmaktadır. Fakat İsrail işgal devleti o insanların tarım ve hayvancılıktan gelir sağlamalarını zorlaştırmak için değişik uygulamalara başvuruyor. Zaman zaman işgal kuvvetleri ekili arazilere saldırarak geniş arazilerdeki tarım ürünlerini imha etmekte, bu bölgedeki Filistinli halkın en önemli geçim kaynağı olan zeytin ağaçlarını kesmekte, hayvanlarına saldırarak birçoklarını öldürebilmektedirler.

Burada zikrettiğimiz idari ve ekonomik sebepler tahlil edilirse bunların özellikle Gazze ve Batı Yaka topraklarında yaşayan aileleri fiili direnişe ittiği anlaşılır. Çünkü bu bölgelerde insanlar öncelikle taşıdıkları kimlik yüzünden mağdur edilmekte ve bu mağduriyetlerinin ortadan kaldırılması, gasp edilen haklarının geri verilmesi için başvurabilecekleri herhangi bir yasal merci bulunmamaktadır. Karşı karşıya oldukları ekonomik şartlar da bu konuda etkileyici bir unsur olmaktadır.

Fakat bunlar direnişin asıl sebepleri değildir. Asıl sebep vatanı işgalden kurtarma gayesidir. Saydığımız etkenler ve bunların dışındaki benzer etkenler ise yan unsurlardır. Fakat aile yapısının direniş üzerindeki etkisinin anlaşılması için bu etkenlerin de bilinmesi gerekiyor.

Aile ve Eğitim

Filistinli aileler çocuklarının eğitimine büyük önem verirler. Bu onların çocuklarının geleceklerine büyük önem verdiklerini de açıkça ortaya koymaktadır. Filistinli ailelerin çocuklarının eğitimine önem vermeleri sebebiyle Filistin toplumu Müslüman toplumlar içinde okuma yazma oranının en yüksek olduğu toplumlar arasında yer almıştır. Yine bu konudaki gayret sebebiyle Filistin toplumunda üniversite tahsili yapmış olanların oranları da bir hayli fazladır. Bu konudaki gayret sadece işgal altındaki Filistinliler arasında değil, yurtları dışında yaşamaya mahkum edilmiş Filistinliler arasında da yaygındır. Bu yüzden genel olarak Filistinliler arasında eğitim düzeyi oldukça yüksektir.

Filistinli ailelerin çocuklarının eğitimine bu derece önem vermeleri onları başarılı bir gelecek için hazırladıklarının gerekçesidir. Yani Filistinlilerin çocuklarını bir gerilla olarak savaştırmak için hazırladıkları kanaati yanlıştır. Siyonist işgal güçlerinin iddia ettiği gibi onların geleceklerini önemsememeleri, dolayısıyla ateş hattına sürmeleri de söz konusu değildir.

Fakat Filistin halkı mutlu geleceğe ancak özgürlük ve bağımsızlığını elde edeceği, vatanını işgalden kurtaracağı zaman kavuşacağına inanmaktadır. O bu geleceği bir hayal olarak da görmüyor. Eğer öyle görseydi evlatlarını parlak bir gelecek için hazırlama konusunda bu kadar büyük bir çaba sarf etme ihtiyacı duymazdı. Ama böylesine önemli ve kutlu bir amaca ulaşmanın birtakım fedakarlıkları gerektirdiğinin de bilincindedir. Bu fedakarlığı herkes başkalarından beklerse kimse bir şey yapmayabilir. Dolayısıyla herkes fedakarlık beklentisinin ilk muhatabının kendisi olduğuna inanmak zorundadır. Böylesine büyük ve önemli bir gayeye doğru münferit hareketlerle değil ancak toplu direnişlerle ilerlenebilir. Bu toplu direniş ise herkese gereken sorumluluk bilincinin kazandırılmasıyla mümkündür. Bundan dolayı Filistinli aile çocuğunu bir yandan parlak bir gelecek için hazırlama gayesiyle dünyevi ilimlerle donatırken bir yandan da ona direniş ve mücadele bilinci kazandırmaktadır.

Eğitimdeki Zorluklar

Filistinli ailenin çocuğunun eğitimine büyük önem verdiğini belirttik. Ancak yukarıda da ifade ettiğimiz üzere Filistin halkının karşı karşıya olduğu ekonomik zorluklar bu konuda önüne önemli engeller çıkarmaktadır. Çünkü eğitim ekonomik yönden önemli bir yük getirmektedir. Ayrıca doğum oranının yüksek olması sebebiyle eğitim görmesi gereken çocuk sayısının çokluğu işi daha da zorlaştırmaktadır. Bu durum karşısında Filistinli ailelerin çocuklarının eğitiminde onlara genellikle sosyal yardım kuruluşları yardımcı olmaktadır. Bu tür kuruluşların kurulmasına öncülük edenler de çoğunlukla İslami anlayış sahibi kişilerdir. İslami anlayış sahiplerinin bu konuda gösterdikleri gayret toplumda oldukça olumlu etki yapmakta ve halk tabanının İslami faaliyetlere yakın ilgi duymasına vesile olmaktadır.

Eğitimde karşılaşılan zorlukların tek sebebi ekonomik sıkıntılar değildir. Bu arada işgal yönetiminin baskıları, idari engellemeler vs. de bu alanda muhtelif zorlukların ortaya çıkmasına yol açmaktadır. Gerek işgal devletinin ve gerekse özerk yönetimin Filistin halkına hizmet veren üniversitelerdeki sosyal etkinlikleri engellemek amacıyla bu etkinliklere öncülük eden öğrencilere baskı yapması, bazılarını tutuklayıp zindana atmaları da zorluklar çıkmasına sebep olmaktadır.

Fakat bütün bu olumsuzluklara rağmen yine de Filistinli aile çocuğunu eğitip yetiştirmek için şartları zorlamakta, elinden gelen bütün gayreti ortaya koymaktadır. Bu konudaki şartlar Filistin halkını eğitim alanında da direniş ve mücadeleye zorlamaktadır. Dolayısıyla Filistinli çocuklar ve gençler tahsil hayatlarını mücadele ve direnişle iç içe yürütmektedirler. Yani tahsil hayatı onları mücadeleden, direnişten çekip almamakta bilakis fiilen mücadelenin içine sokmaktadır.

Direniş ve Aile

Yukarıda Filistinli ailelerin evlatlarını aslında parlak bir gelecek için hazırlama çabası içinde olduklarını ancak asıl mutlu geleceği vatanlarının işgalden kurtarılmasında, kendilerinin özgürlük ve bağımsızlığa kavuşmalarında gördüklerini dile getirdik.

İnsanlık tarihini incelediğimizde, kuvvet kullanılarak işgal edilen vatanların işgalden kurtarılması için sürekli fiili mücadeleye, savaşa, direnişe ihtiyaç duyulduğunu görürüz. Her şeyden önce işgalci işgal ettiği topraklardaki konumunun bir "işgalci" konumu olduğunu kabul etmez. Dolayısıyla yasal yollarla, masa üstü görüşmelerle ve benzeri yollarla ona işgalci olduğunu, haksız bir şekilde gasp ettiği topraklardan çekilmesi gerektiğini kabul ettirmek zordur. Bunun zorluğunu hatta imkansızlığını Filistin halkı 1991'de başlatılan sözde "barış süreci"nde çok daha yakından gördü ve tecrübe etti. Dolayısıyla işgalci düşmanın haksız bir şekilde gerçekleştirdiği işgali devam ettirme konusundaki ısrarı karşısında direnişte kararlılık göstermekten başka bir yol olmadığını kesin olarak anladı.

Filistin'de oldukça ağır şartlarda sürdürülen direniş ve mücadele büyük fedakarlıkları da gerektirmektedir. Sadece küçük bir kesimin göstereceği fedakarlıkla belirttiğimiz büyük amaca ulaşılması zordur. İşte bu yüzden Filistinli aile daha küçük yaştayken çocuğuna bağımsızlık ve özgürlük ruhu kazandırmaya çalışmakta, onu bu konuda fedakarlıklara hazırlamaktadır.

Filistinli aileyi bu konuda fedakarlığa sevk eden, çocuklarına da aynı fedakarlık ruhunu kazandırmasına imkan sağlayan en önemli etken ise inancıdır. Çünkü o hayatın sadece bu dünya hayatından ibaret olmadığını biliyor ve buna bütün samimiyetiyle inanıyor. Dolayısıyla kutlu bir gaye uğrunda hayatını feda eden çocuğuna "ölmüş, yok olmuş" biri olarak bakmıyor. Onun ebedi bir nimete ve saadete kavuştuğuna, hatta ailenin diğer fertlerine de Allah katında şefaat edeceğine inanmaktadır.

Ailelerin çocuklarının direnişte etkin rol almalarına bir katkıları da onların mücadelelerini sahiplenmeleri suretiyle olmaktadır. Yani onları işgal kuvvetlerine karşı gerçekleştirdikleri eylemlerinden, mücadelelerinden dolayı kendilerini azarlamamakta bilakis bunu onların hakları olarak görmekte ve onların her türlü riski göze alarak gerçekleştirdikleri bu eylemlerini sahiplenmektedirler. Onların direniş ve mücadele haklarını bir oyun hakkı kadar normal bir hak olarak görmekte, hatta bunu bir hakkın da ötesinde kutsal bir görevin yerine getirilmesi olarak değerlendirmektedirler. Bu yüzden de çocuklarının direnişteki başarılarını derslerindeki başarıları kadar önemsemektedirler. Bu ise çocuklara işgalci düşman karşısında verdikleri mücadelede bir güç ve cesaret kazandırmaktadır.

Direniş Konusunda Aile Eğitimiyle Okul Eğitimi Arasında Paralellik

Filistin'de, "yeşil hat" dışında kalan bölgelerde Filistinlilere hizmet eden eğitim kurumları bizzat Filistinliler tarafından kurulmuş olan ve yine onlar tarafından ayakta tutulan eğitim kurumlarıdır. Bu kurumlardaki eğitimde, işgale karşı direniş ve mücadele konusunda verilmeye çalışılanlar genellikle ailede verilen eğitime paraleldir. Bu kurumların birçoğunun idaresi özerk yönetimin kontrolünde olsa da, özerk yönetimin politikası eğitim politikasına çok fazla yansımamakta, daha çok oraları yönlendirenlerin seçimleri ve öğrencilerin aile eğitiminde aldıkları şeyler etkili olmaktadır. Bu okulları yöneten ve yönlendirenlerin geneli ise ya İslami bir bakış açısıyla ya da ulusal bir bakış açısıyla bağımsızlık ve özgürlük için mücadeleye destek veren kimselerdir. Dolayısıyla çocukların eğitim gördükleri kurumların görevlileri de onların işgale karşı yürüttükleri mücadeleyi bir hak olarak görmekte ve sahiplenmektedirler. Bu mücadelede hayatlarını kaybeden şehit çocuklar için okullarda özel törenler yapılmakta ve onların ölümsüz hale geldikleri vurgulanmakta, böylece onların isimleri zihinlerde kalıcı hale getirilmektedir. Aynı şekilde yaralanan veya başka bir şekilde mağdur edilen çocuklara da sahip çıkılmakta ve kendilerine yardımcı olunmaktadır. Bu durum ise Filistinli aile için bir avantajdır.

Direniş ve mücadele konusunda ailede verilen eğitimle okulda verilen eğitim arasında herhangi bir tezat oluşmaması çocuğun bu konudaki kararlılığına güç katmakta, onlara cesaret kazandırmaktadır.

Ailedeki Eğitimle Toplumun Ortak Değerleri Arasında Paralellik

Filistinli ailenin çocuğuna verdiği eğitimdeki bir avantajı da bütün topluma mal olmuş ortak değerlerle ailede verilen değerler arasında büyük ölçüde bir paralellik olmasıdır. Bu paralellik bağımsızlık ve özgürlük mücadelesi konusunda kendini daha belirgin bir şekilde göstermektedir. Dolayısıyla bir çocuğun aileden aldığı ruh ve inançla gerçekleştirdiği mücadele bütün bir toplum tarafından sahiplenilmektedir. Çocuğun işgalci kuvvetler karşısındaki mücadelesi toplumun fertleri tarafından bir tür yaramazlık olarak değil, cesaret ve fedakarlık olarak değerlendirilmektedir. Dolayısıyla çocuk işgal kuvvetleri karşısında verdiği mücadeleden dolayı toplumda herhangi bir yadsımayla, yadırgamayla karşılaşmayacağını, bilakis itibar göreceğini bilmektedir.

İşgal Kuvvetlerinin Çocukları Hedef Alması

Bilindiği üzere son Aksa İntifadası'nda İsrail işgal kuvvetleri özellikle çocukları hedef almıştır. Bu yüzden son intifadada işgal kuvvetleri tarafından şehit edilen Filistinliler arasında çocuklar önemli bir yekûn oluşturmaktadırlar. Çocukların hedef alınması emri İsrail'in "barış yanlısı (!)" olarak gösterilen başbakanı Ehud Barak tarafından verilmişti. Hatta Barak bu konuda: "İzle, siper al ve öldür!" şeklinde sloganlaştırılan bir uygulama da başlatmıştı. Bu durum en başta siyonist işgal devletinin "güvercin" olarak tanıtılan liderleriyle "şahin" olarak gösterilen liderleri arasında herhangi bir fark olmadığının açık göstergesidir. Bu konuda yürütülen medyatik faaliyetler sadece siyonist işgal rejiminin siyasi çizgisinin önünü açma amacına yöneliktir. "Barışçı" olarak gösterilenler "havuç" politikasının, "şahin" olarak gösterilenler ise sopa politikasının malzemesi olarak kullanılmaktadırlar. Bir başka deyişle birincilerden, işgal devletinin önünün tıkanması durumunda önünün açılması, uluslararası platformda siyasi açılım politikasının uygulanabilmesi ve kuvvet yoluyla gasp edilenler üzerinde kurulan saltanata meşruiyet kazandırılması için yararlanılmaktadır. İkincilerden ise işgal devletine yönelen tehlikenin büyümesi durumunda bu tehlikenin bastırılması için psikolojik savaş metodunun kullanılması, zorbalığa, vahşete bir sahip bulunması ve bu arada, birinci gruptakilere onlar vasıtasıyla önem kazandırılması için yararlanılmaktadır.

İşgal devleti çocuklara yönelik saldırılarını temize çıkarmak için yazının başında dile getirdiğimiz iddialarından yararlanmaya çalıştı. Fakat bizzat kendi tutumu, ekranlara yansıyan görüntüler onun iddialarını yalanladı. Örneğin Aksa İntifadası'nın ilk günlerinde öldürülen Muhammed Cemal ed-Durre'nin ekrana yansıyan görüntüleri siyonist saldırganların çocukları özellikle hedef aldıklarını gayet net bir şekilde ortaya koyuyordu. Babasının arkasına sığınan bir çocuğu özellikle nişan alarak karnından vurmanın bir başka izahı olamazdı çünkü. Onun gibi daha birçok çocuk benzer şekilde kasten ve bilhassa hedef alınarak öldürülmüştür.

İşgalcilerin saldırılarında özellikle çocukları hedef almalarının birinci amacı onların ailelerine ağır darbeler indirmek suretiyle, onları bu yolla direnişten, mücadeleden vazgeçirmeye zorlamaktı. Çünkü bütün toplumlarda olduğu gibi Filistin toplumunda da çocuk ailenin en değerli varlığıdır. Bir anne ve babanın çocuğunu sağlıklı bir şekilde büyütebilmek için ne kadar büyük fedakarlığa katlandığı hepimizce bilinen bir gerçektir. Bu açıdan bütün herkesin kendi kendini test etmesi, çocuklarına nasıl baktığını, onlara nasıl değer verdiğini düşünmesi, Filistinli ailenin halini ve çocuğu konusundaki bakış tarzını anlaması için yeterli olur. Ama Filistin'de siyonist işgale karşı direnen Filistin halkı kutsal bir gayenin peşinde olduğuna, bu gaye uğrunda ölenlerin Allah katında büyük bir değerlerinin ve makamlarının olacağına inanmaktadırlar. Bu yüzden çocuklarının işgal kuvvetlerinin kurşunlarına hedef olması onların direniş konusundaki kararlılıklarını yok edememiştir.

İşin gerçeğinde İsrail işgal devletinin birinci derecede çocukları hedef alması Filistin halkının evlatlarına ne kadar değer verdiğinin bir göstergesidir. Çünkü belirttiğimiz üzere işgal kuvvetleri çocukları hedef alırken onların ailelerini yıldırmayı amaçlıyordu.

İşgalcilerin bir diğer amacı ise direnişe katılan diğer çocukları yıldırmak ve onları direnişten vazgeçmeye zorlamaktı. Fakat ailelerinin onlara kazandırdıkları fedakarlık ruhu ve cesaret bu konuda da işgal kuvvetlerinin amaçlarını gerçekleştirmelerine engel olmuştur.

Sonuç

Bütün bu bilgilerden anlaşıldığına göre Filistinli aile çocuğunu küçük yaşından itibaren bağımsızlık ve özgürlük ruhuyla yetiştirmeye çalışmaktadır. Çünkü gerçek huzurun ancak bağımsızlık ve özgürlüğün kazanılmasıyla elde edileceğine inanmaktadır. İşte Filistinli çocukları işgal karşısında her türlü fedakarlığı göze alarak direnmeye, mücadele etmeye yönelten de budur; yoksa ailelerinin onları ateş hattına sürmeleri değil.