Kudüs Müslümanlarındır

Kudüs'ten genel bir görüntü. Kudüs kurulduğu günden buyana vahyi, ilahi tebliği ve peygamberlik müessesesini temsil etmiştir. Dolayısıyla burası kurulduğu günden beri bir İslâm şehridir. Çok sayıda peygamber hayatlarının en azından bir bölümünü bu şehirde geçirmiştir. Son peygamber Hz. Muhammed (s.a.s.) de miraca yükseltilirken Kudüs'e kadar getirilmiş ve oradan göklere çıkarılmıştı.
Kudüs'ün geniş açıdan bir görüntüsü. Kudüs bir İslâm şehridir. Üstelik alelade bir İslâm şehri değil, İslâm'ın kutsal bir şehridir. Yüce Allah bu şehrin ve onu saran toprakların kutsal olduğunu İsrâ olayıyla ilgili meşhur âyeti kerimesinde bildirmiştir.
Kubbetu's-Sahra'nın dış süslemelerinden bir görüntü. Kubbetu's-Sahra'nın böyle süslü şekli Emevi halifelerinden Abdülmelik ibnu Mervan tarafından inşa ettirilmiştir.
Kubbetu's-Sahra, Resulullah (s.a.s.)'ın miraca çıkarken bastığına inanılan kayanın üzerine inşa edilmiştir. Sahra kelimesi de kaya anlamına gelir ve Kubbetu's-Sahra isimlendirmesi bu kayaya binaen verilmiştir. Ancak Türkiye'de hala birçokları tarafından burası Mescidi Aksa olarak bilinir.
Haremi Şerif'in havadan görünümü. Kudüs, İslâm'da özel bir yere ve kudsiyete sahiptir. Zaten adı da bu yerine ve kudsiyetine işaret eder. Müslümanların ilk kıblesi olan Mescidi Aksa'yı bağrında barındırması ve Resulullah (s.a.s.)'ın isrâ ve mirac mucizesine şâhid olması bu üstünlüğünün sebeplerinin başında gelir.
Müslümanların ihmali kutsal Kudüs'ün batı bölümünün 1948'de, Mescidi Aksa'yı bağrında barındıran doğu bölümünün ise 1967'de işgalci Siyonistlerin eline geçmesine sebep olmuştur.

Kudüs kurulduğu günden buyana vahyi, ilahi tebliği ve peygamberlik müessesesini temsil etmiştir. Dolayısıyla burası kurulduğu günden beri bir İslâm şehridir. Çok sayıda peygamber hayatlarının en azından bir bölümünü bu şehirde geçirmiştir. Son peygamber Hz. Muhammed (s.a.s.) de miraca yükseltilirken Kudüs'e kadar getirilmiş ve oradan göklere çıkarılmıştı. Allah dileseydi onu Mekke'den de göklere yükseltebilirdi. Ancak İsra ve Mirac olayında Hz. Peygamber (s.a.s.)'e refakat eden Cebrâil (a.s.)'in onu önce Kudüs'e getirmesi sonra göklere yükseltmesi bu şehrin taşıdığı mana ve önem dolayısıylaydı. Yüce Allah son peygamberi Hz. Muhammed (s.a.s.)'in Kudüs'ü ziyaret etmesini ve bu peygamberler şehrindeki ilâhi âyetlere şahit olmasını dilemişti.

Evet Kudüs bir İslâm şehridir. Çünkü İslâm Yüce Allah'tan vahiy alan bütün peygamberlerin ortak dinidir. Kudüs de bir peygamberler şehridir. Bakın Yüce Kur'an Hz. İbrahim (a.s.) hakkında ne buyuruyor: "İbrahim ne bir yahudi ne de bir hıristiyandı. Ancak o dosdoğru çizgideki bir Müslümandı. O, müşriklerden de değildi." (Ali İmran, 3/67) Bu hüküm bütün peygamberler için geçerlidir. Çünkü Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Sana söylenen senden önceki peygamberlere söylenmiş olandan başka bir şey değildir." (Fussilet, 41/43) İslâm vahiy dinidir, Kudüs de vahyi sembolize etmektedir.

Kudüs bir İslâm şehridir. Üstelik alelade bir İslâm şehri değil, İslâm'ın kutsal bir şehridir. Yüce Allah bu şehrin ve onu saran toprakların kutsal olduğunu İsrâ olayıyla ilgili meşhur âyeti kerimesinde bildirmiştir. Şöyle buyuruyor Yüce Allah: "Kulunu, kendisine birtakım ayetlerimizi göstermek için bir gece Mescidi Haram'dan çevresini mübarek kıldığımız Mescidi Aksa'ya yürütenin şanı pek yücedir. Şüphesiz o duyandır, görendir." (İsrâ, 17/1) İşgalciler ne kadar uğraşsalar da bu kutsal şehrin İslâmi kimliğini ortadan kaldıramayacaklardır. Ancak bütün dünya Müslümanlarının Kudüs'e yönelik sinsi oyunlar karşısında oldukça dikkatli ve duyarlı olmaları gerekir. Kudüs sadece Filistinlilerin değil bütün dünya Müslümanlarının ortak bir varlığıdır. Dolayısıyla Kudüs davasına bütün dünya Müslümanlarının hep birlikte sahip çıkmaları, Kudüs'ün yeniden hür ve bağımsız kimliğine kavuşabilmesi için yürütülen çabalara destek vermeleri gerekir. Aksi takdirde kutsal Kudüs şehrine yönelik görevlerini yerine getirmemiş olurlar.

Bugün kutsal Kudüs büyük bir komplo ile karşı karşıyadır. İşgalci siyonistlerin bu kutsal şehir üzerindeki hakimiyetlerinin kalıcı hale getirilmesi için yoğun bir çaba sarf ediliyor. Bu kutsal şehirle ilgili komployu değişik boyutlarıyla tahlil etmeye çalışalım.

Siyonist işgal yönetimi intifada karşısında köşeye sıkışınca, "barış süreci" adı altında FKÖ'nün adamlarıyla flört etmeye başladı. Bu doğrultuda 1991'de İspanya'nın başkenti Madrid'de gerçekleştirilen görüşmelerle kapısının açılması sebebiyle "Madrid süreci" diye bilinen bir süreç başlatıldı. Aslında böyle bir sürecin başlatılması başlı başına bir ihanetti. Çünkü bu yolla intifada karşısında sıkışan ve gasp ettiği hakların bazılarından vazgeçme noktasına doğru yaklaşmaya zorlanan siyonist işgale rahat nefes alma fırsatı verildi. İki yıl süren görüşmelerden sonra 13 Eylül 1993'te "Oslo İlkeler Anlaşması" diye bilinen bir anlaşma imzalandı. Bu anlaşmayla büyük bir ihanetin temeli de atılmış oldu. Bu anlaşmada "üzerinde yoğun ihtilaf bulunan meselelerin nihai anlaşma merhalesi"ne bırakılması kararlaştırıldı. Kudüs meselesi de üzerinde yoğun ihtilaf bulunan meseleler kategorisine sokulduğundan onun da "nihai anlaşma merhalesi"ne bırakılması kararlaştırıldı. Aslında böyle bir şeyin kabullenilmesi başlı başına bir ihanetti. Çünkü Kudüs davası Filistin davasının özünü teşkil eden ana davadır. Ana dava çözüme kavuşturulmadan tali konuların çözüme kavuşturulmasının veya onlara çözüme kavuşturulmuş süsü verilmesinin bir anlamı olamaz. İkinci olarak anlaşmaya "Filistin tarafı" sıfatıyla imza atanlar bir bakıma kuyruklarını kapana kaptırmış, dolayısıyla müteakip anlaşmalarda kendi tercih alanlarını daraltmış oluyorlardı. Daha doğrusu önlerinde kendilerine dikte edileni kabul etmekten başka bir seçenek bırakmamış oluyorlardı. Nitekim Oslo İlkeler Anlaşması'na bağlı olarak imzalanan Kahire, Taba, el-Halil ve Wye Plantation (Wye River) anlaşmaları böyle olmuştur. Üçüncü olarak özellikle Kudüs konusunda işgalci siyonistlere "yahudileştirme" çalışmalarını bir süre daha sürdürmeleri için fırsat verilmiştir. Nitekim Oslo İlkeler Anlaşması'nın imzalanmasından sonra İsrail, Kudüs'te "yahudileştirme" çalışmalarını iyice hızlandırdı. Şehrin çevresine yeni yerleşim merkezleri inşa etmeye başladı. Şehrin içinde Müslümanlara ait bazı arsaları bazen zorla, bazen de çeşitli hile yollarıyla ellerinden aldı. Bu şehirde ikamet eden Müslümanları şehri terk etmeye zorlamak için yeni uygulamalar getirdi. Örneğin Kudüs nüfusuna kayıtlı olanların belli bir süre Kudüs dışında yaşamaları durumunda bu şehrin nüfusundan kayıtlarının silinmesi uygulamasını getirdi. Müslümanların yıkılan veya eskiyen evlerini yenilemelerini engelleyen prosedürleri katı bir şekilde uygulamaya başladı. Müslümanlara ait bazı evleri ruhsatsız olduğu iddiasıyla yıktı. Oysa yıkılan evlerden bazıları siyonistlerin şehri işgal etmelerinden önce inşa edilmiş evlerdi.

İlginçtir ki, Kudüs'ün en çok mağdur edildiği ve işgalcilerin bu şehir üzerindeki hakimiyetlerini daha da güçlendirme fırsatı buldukları dönemler genellikle sözde birtakım "barış" ve " ateşkes " anlaşmalarının imzalandığı ya da gelişmelere bazı uluslararası kuruluşların müdahalede bulunarak güya "iyi niyet" gösterisi yaptıkları dönemlerdir.

Bugün, üzerinde yoğun ihtilaf bulunduğu gerekçesiyle ertelenen ana meselelerin görüşüldüğü "nihai anlaşma merhalesi"ne gelinmiş bulunuyor. Bu meselelerin merkezinde de Kudüs davası var. İşgalci siyonist yönetim: "Kudüs bizim birleşik ve ebedi başkentimizdir" sloganını sürekli tekrar edip duruyor. Ehud Barak da Camp David görüşmelerine gitmeden önce açıkladığı "beş hayır" ilkesine "Kudüs'ün bölünmesine hayır" maddesini de koymuştu. Özerk yönetimin Kudüs'le ilgili tüm iddiası Doğu Kudüs diğer adıyla Eski Kudüs üzerindedir. "Burası bize verilsin, bizim başkentimiz olsun, gerisine karışmayalım" diyor. İslami Hareket ve genel olarak Filistin halkı ise Kudüs'ün bir bütün olduğuna, doğusuyla batısıyla İslam toprağı olduğuna ve siyonistlerin buradaki varlıklarının gayri meşru bir işgal olduğuna inanıyorlar.

İşgalci siyonist devletin başbakanı Barak güya Kudüs düğümünün çözülmesi için birtakım taviz önerilerinde bulundu. Aslında bunlar birer taviz değil daha önce de söylediğimiz gibi dikte edilen önerilerdir. Ama ne yazık ki uluslararası siyonizmin hizmetindeki basın yayın organları bu önerileri allaya pullaya dünya kamuoyunun dikkatine sunuyor ve bunların birer taviz önerileri olduğunu iddia ediyor. Taviz, bir tarafın uzlaşma sağlanması amacıyla kendi hakkından vazgeçmesi demektir. Siyonist işgalcilerin Kudüs üzerinde hakları mı var ki bundan taviz veriyorlar? İsrail'in buradaki varlığı savaş, şiddet ve gasp yoluyla gerçekleştirilmiş bir işgaldir. Siyonistler eğer Kudüs'ten çekilirlerse bu, taviz değil bir hakkı hak sahibine iade etmek anlamına gelir. Ancak siyonistlerin yapmak istedikleri bu değil. Şimdilik yapmak istedikleri Mescidi Aksa ve çevresinde özerk yönetime bağlı bir "dini kanton" oluşturulması, ayrıca Arapların yoğun olduğu mahallelerin yönetimlerinin de yine özerk yönetimle paylaşılması. Ama bunun karşılığında Kudüs çevresindeki tüm yahudi yerleşim merkezlerinin Kudüs'e ilhak edilmesine razı olunmasını istiyor. Hatta yahudi kamuoyuna yönelik olarak: "Kudüs şimdi eskisinden daha büyük!" sloganıyla propaganda çalışmaları başlatıldı bile.

Peki böyle bir planın kabul edilmesi ne anlama gelecek: Arapların yoğun olduğu mahallelerde yönetimin paylaşılması tamamen göstermelik olacak. Çünkü özerk yönetimin hiçbir yaptırım gücü olmazken İsrail işgal devleti her türlü yaptırım gücüne sahip olacağından bu yönetim ortaklığında özerk yönetimin adamları sadece vitrini süsleyecekler. Mescidi Aksa ve çevresinde oluşturulacak "dini kanton" ise bu kutsal mekanların karşı karşıya olduğu tehlikeleri ortadan kaldırmayacak. Siyonistlerin bu mabetleri yıkma çabaları, muhtelif terör örgütlerinin şemsiyesi altında aynı yoğunlukta devam edecek. Buna karşılık Kudüs üzerindeki siyonist işgale meşruiyet kazandırılmış olacak. Ondan sonra işgal devleti bütün dünya devletlerine: "Bakın Filistinliler bile bizim Kudüs üzerindeki hakimiyetimizi tanıdı ve burayı bizim başkentimiz olarak kabul ettiler. Artık sizin burayı bizim başkentimiz olarak kabul etmemeniz için hiçbir gerekçeniz kalmadı" diye çağrıda bulunacak.

Sonuç itibariyle Kudüs ciddi bir komployla ve tehlikeyle karşı karşıyadır. Arafat aslında siyonistlerin planlarını kabullenmeye başından itibaren hazırdı. Ancak Filistin halkından ve genel olarak Müslümanlardan gelecek tepkilerden çekiniyor. Bu yüzden Kudüs konusunda kararlı davranıyormuş imajı vermeye çalışıyor. Ama onun bu göstermelik imajı ümit vermiyor. Çünkü biz onun geçmişini de biliyoruz. Böyle göstermelik direnmelerden sonra ne büyük tavizler verdiğini unutmuş değiliz.

Bu arada şunu da belirtelim ki Arafat'ın imzalayacağı anlaşma Kudüs'ün İslami kimliğini değiştiremeyecektir. Çünkü Kudüs bir İslam şehridir ve bu kutsal beldenin işgalden kurtarılması için verilen mücadele de son bulmayacaktır.

bulmayacaktır.