Kudüs'e Büyük Komplo

Kudüs'ten genel bir görüntü. Kudüs, vahye dayanan bütün dinlerde kutsal sayılan bir şehirdir. Bunun başta gelen sebebi ise Yüce Allah'ın insanları doğru yola iletmeleri üzere görevlendirdiği peygamberlerin birçoğunun bu şehirde yaşamış veya en azından hayatlarının bir bölümünü bu şehirde geçirmiş olmalarıdır. Ayrıca bu peygamberlerden bazılarının mabed olarak kullandıkları mekânlar da bu şehirdedir.
Eski Kudüs'ün krokisi. Siyonist işgal rejimi Kudüs'ü bütünüyle bir yahudi şehri haline getirme amacına yönelik olan "Büyük Kudüs Projesi" üzerinde yıllardan beridir çalışmaktadır. Büyük Kudüs Projesi ile kastedilen Kudüs şehrinin belediye sınırlarının şehir etrafındaki ve Batı Yaka bölgesindeki yahudi yerleşim merkezlerini de içine alacak şekilde genişletilmesidir.
Kubbetu's-Sahra. Kubbetu's-Sahra, Resulullah (s.a.s.)'ın miraca çıkarken bastığına inanılan kayanın üzerine inşa edilmiştir. Sahra kelimesi de kaya anlamına gelir ve Kubbetu's-Sahra isimlendirmesi bu kayaya binaen verilmiştir. Ancak Türkiye'de hala birçokları tarafından Mescidi Aksa olarak bilinen mabed işte bu mabeddir. Gerçekte Mescidi Aksa, Kubbetu's-Sahra'nın kıble tarafında bulunan daha büyük ve geniş bir mabeddir.
Kubbetu's-Sahra'nın bir başka görüntüsü
Kubbetu's-Sahra'nın bir başka görüntüsü
Yine Kubbetu's-Sahra'dan bir görüntü
Mescidi Aksa ile Kubbetu's-Sahra arasında kalan kısımda insanlar namaz kılıyorlar. Cuma günleri erkekler Mescidi Aksa'da kadınlar ise Kubbetu's-Sahra'da Cuma namazı kılarlar. Mescidi Aksa'nın bayağı büyük olmasına ve işgalci Siyonistlerin bütün engellemelerine rağmen toplanan cemaat iki mabed arasında kalan büyük boşluğu ve civardaki diğer boşlukları doldurmaktadır.
Kudüs'ün geniş açıdan bir görüntüsü. Kudüs, İslâm'da özel bir yere ve kudsiyete sahiptir. Zaten adı da bu yerine ve kudsiyetine işaret eder. Müslümanların ilk kıblesi olan Mescidi Aksa'yı bağrında barındırması ve Resulullah (s.a.s.)'ın isrâ ve mirac mucizesine şâhid olması bu üstünlüğünün sebeplerinin başında gelir.
Kubbetu's-Sahra'nın uzaktan bir görüntüsü.
Haremi Şerif'in havadan görünümü. Yüce Allah, Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurur: "Kulunu, kendisine birtakım ayetlerimizi göstermek için bir gece Mescidi Haram'dan çevresini mübarek kıldığımız Mescidi Aksa'ya yürütenin şanı pek yücedir." (İsra, 17/1) Burada dikkat edilirse Mescidi Aksa'dan "çevresini mübarek kıldığımız" şeklinde söz edilmektedir. Mescidi Aksa'nın çevresi ise başta Kudüs sonra diğer Filistin topraklarıdır.
Mescidi Aksa aynı zamanda Yüce Allah'ın yeryüzündeki ilâhi âyetlerinden bir âyettir. Çünkü İsrâ suresinin birinci âyetinde Resulullah (s.a.s.)'ın Mescidi Haram'dan Mescidi Aksa'ya yürütülmesinin sebebiyle ilgili olarak "kendisine birtakım ayetlerimizi göstermek için" denmektedir. Allah dileseydi Resulullah (s.a.s.)'ı Mescidi Haram'dan da miraca yükseltebilirdi. Ancak kendisine birtakım ilâhi âyetlerin gösterilmesi amacıyla önce Mescidi Aksa'ya getirilmiş ve oradan miraca yükseltilmiştir. Demek ki, burası da Allah'ın yeryüzündeki ilâhi âyetlerinden bir âyettir. Dolayısıyla buraya asıl sahip çıkmaları gerekenler Müslümanlardır.
Mescidi Aksa'nın 1969 yangınında yakılan minberi. Siyonistler Mescidi Aksa'nın yerinde Siyon Mabedi olduğu iddialarından yola çıkarak Mescidi Aksa'yı ortadan kaldırabilmek için yıllardan beri çalışmaktadırlar. Siyonistlerin Mescidi Aksa'yı ortadan kaldırma girişimleri 1967 Haziran'ında Doğu Kudüs'ü işgal etmelerinden kısa bir süre sonra başladı. 21 Ağustos 1969'da Denis Ruhan adlı fanatik bir yahudi Mescidi Aksa'yı yakma girişiminde bulundu.
Kubbetu's-Sahra'nın duvarından bir kesit. Kubbetu's-Sahra'nın böyle süslü şekli Emevi halifelerinden Abdülmelik ibnu Mervan tarafından inşa ettirilmiştir.
Kudüs'ten genel bir görüntü. Kudüs, Hz. İbrahim (a.s.)'in hanif dinini ve vahiy kültürünün temel dinamiği niteliğindeki tevhid inancını temsil eden kutsal bir şehir olduğundan bu şehrin gerçek sahipleri de "iman edenler"dir. Kur'an-ı Kerim, peygamberlerin gerçek varislerinin ancak tevhid inancına sahip ve hanif dine mensup olan mü'minler olduğunu çeşitli vesilelerle vurgulamaktadır.
Yeryüzünün en faziletli mekânları camiler, camilerin de en faziletlileri Mescidi Haram, Mescidi Nebevi ve Mescidi Aksa'dır. Bu üç camide kılınan namazların diğer camilerde kılınan namazlardan çok daha fazla sevaplı olduğu hadisi şeriflerde bildirilmiştir.
İşgalciler Kudüs'teki Yahudileştirme çabaları için Müslümanların evlerini yıkıp yeni Yahudi yerleşim merkezleri inşa ediyorlar. Siyonistlerin, Müslümanları göçe zorlamayı amaçlayan politikalarının ve baskı uygulamalarının yanı sıra özellikle son yıllarda şehri her yandan yahudi kuşatmasına alacak şekilde yahudi yerleşim merkezleri inşa edilmeye başlandı. Özellikle bu şehrin güneydeki el-Halil ve Beytlaham şehirleriyle irtibatını sağlayan yolların üzerine bu şekilde yerleşim merkezleri inşa edildi. Bütün bu yerleşim merkezlerinin inşaatı hızla sürdürülüyor.
İşgalciler, Kudüs'teki Müslümanları göçe zorlamak amacıyla sürekli askeri saldırılar düzenleyerek onları yıldırmaya çalışıyorlar.
Bilindiği üzere Mescidi Aksa Müslümanların ilk kıblesi ve harem mescidlerin üçüncüsüdür. Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'de Mescidi Aksa'dan adıyla söz etmekte ve bu mescidin etrafının mübarek kılındığını bildirmektedir.
Mescidi Aksa'nın altına kazılan tünel. Siyonist işgalciler bu mabedin kendiliğinden yıkılmasını sağlayabilmek için altına tünel kazdılar. Buna önce arkeolojik amaçlı kazı kılıfını uydurdular. Geçmişi üç bin yıl öncesine dayanan bir mabedin altında bu mabedin dayandığı temellerin dışında bir şey olmayacağı kesindi. Kazılardan bir şey çıkmayınca işgal devleti bu kez tünelin bir yeraltı geçidi olarak kullanılmak amacıyla açıldığını ileri sürdüler. Oysa o bölgede hiçbir trafik yoğunluğu yokken böyle bir yeraltı geçidi açılması son derece anlamsızdı.
İşgalciler, Siyon mabedinden geriye kalan tek şeyin Ağlama Duvarı olduğunu iddia ediyorlar. Müslümanlar arasında ise, Resulullah (s.a.s.)'ın isra ve mirac gecesi kendisine verilen bineği burağı buraya bağladığına inanılır ve bu yüzden bu duvar Burak Duvarı olarak adlandırılır.
Demirel'le eski İsrail cumhurbaşkanı Waizman kol kola
Yine Burak duvarından bir görüntü
Kudüs davası bütün dünya Müslümanlarının yani bütün bir İslam ümmetinin ortak davasıdır. Bu kutsal şehirdeki mabedler de kıyamete kadar gelecek Müslüman nesillere emanet edilmiştir.

Giriş

Siyonist işgal rejimi Kudüs'ü bütünüyle bir yahudi şehri haline getirme amacına yönelik olan "Büyük Kudüs Projesi" üzerinde yıllardan beridir çalışmaktadır. Ancak geçtiğimiz ay işgal rejiminin başbakanı Netanyahu'nun bu projeyi artık uygulamaya geçireceklerini söylemesi üzerine konu biraz daha hararetli bir şekilde tartışılmaya başlandı. Aslında bu projenin bağımsız bir şekilde ele alınması yanlıştır. Konunun başta Oslo İlkeler Anlaşması ve bu anlaşmada Kudüs konusunun "nihai anlaşma merhalesi"ne bırakılması olmak üzere birçok gelişmeyle irtibatı bulunmaktadır. Biz bu araştırmamızda "Büyük Kudüs Projesi"nin gelişme safhaları, siyonist işgal rejiminin bu projeyi hayata geçirmek istemekteki amaçları, bu projenin özelde Filistin halkı genelde İslam alemi açısından taşıdığı tehlikeler ve bu projeye karşı gösterilmesi gereken tavır üzerinde durmak istiyoruz. Ancak ondan önce Kudüs'ün Müslümanlar açısından önemi ve Kudüs davasının inançla ilgili boyutu hakkında bazı özet bilgiler vermek istiyoruz.

Kudüs Davasının İslâm'daki Yeri ve Önemi

Kudüs, vahye dayanan bütün dinlerde kutsal sayılan bir şehirdir. Bunun başta gelen sebebi ise Yüce Allah'ın insanları doğru yola iletmeleri üzere görevlendirdiği peygamberlerin birçoğunun bu şehirde yaşamış veya en azından hayatlarının bir bölümünü bu şehirde geçirmiş olmalarıdır. Ayrıca bu peygamberlerden bazılarının mabed olarak kullandıkları mekânlar da bu şehirdedir.

Kudüs, İslâm'da özel bir yere ve kudsiyete sahiptir. Zaten adı da bu yerine ve kudsiyetine işaret eder. Müslümanların ilk kıblesi olan Mescidi Aksa'yı bağrında barındırması ve Resulullah (s.a.s.)'ın isrâ ve mirac mucizesine şâhid olması bu üstünlüğünün sebeplerinin başında gelir. Yüce Allah, Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurur: "Kulunu, kendisine birtakım ayetlerimizi göstermek için bir gece Mescidi Haram'dan çevresini mübarek kıldığımız Mescidi Aksa'ya yürütenin şanı pek yücedir." (İsra, 17/1) Burada dikkat edilirse Mescidi Aksa'dan "çevresini mübarek kıldığımız" şeklinde söz edilmektedir. Mescidi Aksa'nın çevresi ise başta Kudüs sonra diğer Filistin topraklarıdır.

Maide suresinin 20 ve 21. ayetlerinde şöyle denmektedir:

"Musa milletine şöyle demişti: "Ey milletim! Allah'ın üzerinizdeki nimetini anın. Aranızdan peygamberler çıkardı ve sizi krallar yaptı. Alemlerden hiç kimseye vermediğini size verdi. Ey milletim! Allah'ın size yazdığı kutsal toprağa girin, geriye dönmeyin; yoksa zarar edenler olursunuz."

Burada sözü edilen kutsal toprağın Kudüs ve çevresi yani Filistin toprakları olduğu konusunda tanınmış müfessirler ittifak etmişlerdir. Tarihi olaylar da burada kastedilen toprakların Filistin toprakları olduğunu belgelemektedir. Çünkü Hz. Musa ve kavminin Kızıl Deniz'i geçtikten sonra girmekle emrolundukları topraklar Filistin topraklarıdır.

Yüce Allah, Enbiya suresinin 69-71. ayetlerinde de şöyle buyurmaktadır:

"Biz de dedik ki: "Ey ateş! İbrahim'e karşı serin ve esenlik ol." Ona bir tuzak kurmak istediler. Fakat biz asıl kendilerini hüsrana uğrattık. Onu da Lut'u da içinde alemler için bereketler verdiğimiz yere (ulaştırıp) kurtardık."

Burada "içinde alemler için bereketler verdiğimiz yer" denirken kastedilen beldenin de Filistin olduğu tefsir kitaplarında dile getirilmektedir. Zaten tarih kaynaklarından öğrenildiğine göre Hz. İbrahim (a.s.) ateşten kurtarıldıktan sonra Filistin topraklarına hicret etmiş ve bir süre bugün el-Halil diye bilinen beldede ikamet etmiştir. Yine tarih kaynaklarından öğrendiğimize göre Hz. İbrahim (a.s.) ile Hz. Lut (a.s.)'un birlikte yaşadıkları belde el-Halil ve civarıdır.

A'raf suresinin 137. ayetinde de şöyle buyurulmaktadır:

"Sonra da zayıf düşürülen topluluğu (mustazafları) bereketlendirdiğimiz yerin doğularına ve batılarına mirasçı kıldık. Böylece Rabbinin İsrail oğullarına olan güzel sözü sabretmelerine karşılık tam yerine geldi. Firavun ile toplumunun yapmakta olduklarını ve yükselttiklerini de yıktık."

Bu ayette de "bereketlendirdiğimiz yer" denirken kastedilen belde Filistin diyarıdır. Çünkü İsrail oğulları Mısır'da zulüm gördükten sonra, bu topraklara göç etmiş ve orada belli bir süre hakimiyet kurmuşlardır.

O beldenin mübarek kılındığına yani bereketlendirildiğine işaret eden, bunların dışında da birçok ayeti kerime bulunmaktadır. O beldenin kalbi ise Kudüs'tür.

Bilindiği üzere Mescidi Aksa Müslümanların ilk kıblesi ve harem mescidlerin üçüncüsüdür. Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'de Mescidi Aksa'dan adıyla söz etmekte ve bu mescidin etrafının mübarek kılındığını bildirmektedir.

Son zamanlarda özellikle bazı İlahiyat fakültelerinde birtakım kişilerin bu ayette sözü edilen Mescidi Aksa'nın Kudüs'teki Mescidi Aksa olmadığını iddia ettiklerini, bu iddialarını da isra ve mirac olayının gerçekleştiği tarihte Kudüs'te bugünkü gibi bir mescidin bulunmadığı yönündeki bilgilere dayandırdıklarını duyuyoruz. Bu kişilerin hiçbir ilmi dayanağı olmayan bu iddiayla, siyonist işgalcileri rahatlatmak mı yoksa Türkiye'deki mevcut yönetimin resmi dış politikasına malzeme çıkarmak mı istediklerini tam bilemiyoruz Ancak biz Kudüs'e yönelik ciddi tehditlerin arttığı ve işgalci siyonistlerin bu mukaddes beldeye yönelik yahudileştirme faaliyetlerinin yoğunlaştığı bu dönemde bu tür tutarsız iddiaların ortaya atılmasını iyiye yoramıyoruz. Kudüs'ün İslami kimliğini savunmanın mukaddes bir görev olduğuna inanarak bu iddiaya özlü bir şekilde cevap vermekte yarar görüyoruz.

Burada kastedilen mescidin Mescidi Aksa olmadığı yolundaki iddialar, İslam müfessirleri arasında itibar görmemiştir. Tanınmış bütün müfessirler burada kastedilen mescidin Kudüs'teki Mescidi Aksa olduğu üzerinde ittifak etmişlerdir. Ancak isra ve mirac olayının gerçekleştiği sırada Kudüs'te bugünkü gibi bir mescidin olmadığı, Kur'an-ı Kerim'in aşağıda gelecek olan bazı ayetlerinde kendisinden "mabed" diye söz edilen binanın kalıntılarının bulunduğu doğrudur. Bu mekan Beyti Makdis olarak adlandırılırdı. İşte Resulullah (s.a.s.)'ın ziyaret ettiği mekanın bu Beyti Makdis olduğu bütün ünlü müfessirler tarafından dile getirilmektedir. Örneğin Kadı Beyzavi tefsirinde "Mescidi Aksa" ibaresi açıklanırken: "Burada kastedilen, Beyti Makdis'tir. Çünkü o zaman orada bir mescid mevcut değildi" denmektedir. Aynı ibarenin Nesefi ve Hazin tefsirinde de aynen geçtiğini görüyoruz. İbnu Abbas'tan rivayet edilen tefsir de bu şekildedir. Elmalılı Hamdi Yazır'ın tefsirinde de ayette geçen "Mescidi Aksa" ibaresiyle ilgili olarak şu açıklama yapılmaktadır: "Mescidi Aksa: Kudüs'teki Beytu'l-Makdis'tir. Nitekim İsra hadisinde de: "Burak'a bindim. Beytu'l-Makdis'e vardım" diye geçmiştir. Bunun etrafı da Kudüs ve civarı demek olur." (Burada kastedilen İsra hadisini, Buhari, Bed'u'l-Halk, 6; Müslim, İman, 259, 264; Nesai, Salat, 10; Tirmizi, Tefsir, İsra suresi tefsiri, 2, 17; Ahmed ibnu Hanbel, III/148, IV/208, V/387,392,394'te rivayet etmiştir.)

Fi Zilali'l-Kur'an'da İsra suresinin birinci ayetinin tefsirinde şöyle denmektedir: "... İki belli yer arasındaki bu yolculuğun bir tarafını Mescidi Aksa teşkil ediyor. Mescidi Aksa ise mukaddes toprakların kalbi sayılan bir yerdir. Allahu teala İsrail oğullarını bir müddet buraya yerleştirmiş sonra çıkarmıştı."

Konyalı Mehmed Vehbi Efendi'nin Hulasatu'l-Beyan tefsirinde de şöyle denmektedir: "Ayette Mescidi Aksa'dan murad, Beyti Mukaddes'tir. Mekke-i Mükerreme'ye uzak olduğundan aksa denilmiştir. Mescidi Aksa'nın etrafı bağlar, bahçeler ve her nev'i nimetlerle dolu olduğu cihetle dünya nimetleri hususunda mübarek olduğu gibi din hususunda dahi mübarektir. Zira Beyti Mukaddes, makarrı enbiya ve mahalli vahyi ilahi ve sulehanın mabedidir. Ekseri enbiyanın mucizeleri ve asarı garibe orada zuhur ettiğinden Cenabı Hak mübarek olduğunu beyan etmiştir. Binaenaleyh maddi ve manevi mahalli mübarek denmeye şayandır."

Mevdudi de, Tefhimu'l-Kur'an adlı tefsirinde burada kastedilen mabedin Kudüs'teki Mescidi Aksa olduğunu ifade etmektedir.

Sabuni'nin Safvetu't-Tefasir adlı eserinde de ilgili ibarenin tefsirinde şöyle denmektedir: "Yani Mekke-i Mükerreme'den Kudüs'e götüren Allah'ın şanı pek yücedir. Mescidi Aksa ile Mescidi Haram'ın arasındaki mesafe uzak olduğu için Kudüs'teki mescide Mescidi Aksa denilmiştir." Yine bu tefsirde de Mescidi Aksa'nın çevresinin maddi ve manevi yönden bereketli kılındığı ifade edilir.

Bilinen tefsir kaynaklarının hangisine müracaat edilse aynı açıklamayla karşılaşmak mümkündür. Bu yüzden söz konusu ayette kastedilen Mescidi Aksa'nın Kudüs'teki Beyti Makdis değil de başka bir mabed olduğu iddiasında bulunanların görüşleri "şazz" yani "geçersiz" olarak kabul edilmiştir. Çünkü bu görüş tefsir ve hadis kaynaklarına uymadığı gibi tarihi belgelere de ters düşmektedir.

Kur'an-ı Kerim'in bazı yerlerinde de Mescidi Aksa'dan adı anılmaksızın söz edilmektedir. Örneğin Meryem suresinin 11. âyetinde Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Bunun üzerine (Zekeriya a.s.) mescidden kavminin karşısına çıkıp onlara: "Sabah ve akşam tesbih edin" diye işaret etti." Burada kastedilen mescid, Mescidi Aksa yani Beyti Makdis'dir. Ali İmrân suresinin 37. âyetinde de şöyle buyuruluyor: "Rabbi onu (Meryem'i) güzel bir kabulle kabul etti; güzel bir şekilde yetiştirip büyüttü ve onun bakımını Zekeriyya'nın yükümlülüğüne verdi. Zekeriyya ne zaman onun bulunduğu mabede girse yanında yiyecek bulurdu. "Ey Meryem! Bu sana nereden geliyor?" derdi. O da: "Allah'ın katındandır. Şüphesiz Allah dilediğine hesapsız rızık verir" derdi." Burada sözü edilen ma'bed de aynı mesciddir. Yine aynı surenin 39. âyetinde de şöyle buyuruluyor: "Onun (Zekeriyya (a.s.)'ın) mihrabda namaz kılmakta olduğu sırada melekler kendisine, "Allah sana, Allah katından olan Kelime'yi doğrulayıcı, efendi, kendine hakim ve salihlerden bir peygamber olarak Yahya'yı müjdelemektedir" diye seslendiler." Bu âyeti kerimede mihrab denirken kastedilen mekân da Mescidi Aksa'dır.

Bütün bu ayetler, Hz. Zekeriyya ve onun oğlu Hz. Yahya, Hz. Meryem ve onun oğlu Hz. İsa (a.s.) döneminde orada bir mabedin yani Mescidi Aksa'nın eski şeklinin mevcut olduğunu ortaya koymaktadır. İşte Beyti Makdis denilen mabed de bu mabeddir. Bazı tarihi kaynaklarda Kudüs'ün M. S. 70 yılında yıkıma uğratıldığı Beyti Makdis'in de bu olayda yıkıldığı ifade edilmektedir. Ancak bu mekan yine bir mabed olarak biliniyor ve Beyti Makdis'in kalıntıları da korunuyordu. Şu an yahudilerin "Ağlama Duvarı" Müslümanların ise "Burak Duvarı" olarak adlandırdıkları duvar eski mabedin bir kalıntısıdır.

M. S. 638 yılında Hz. Ömer (r.a.) döneminde Kudüs fethedildikten sonra Beyti Makdis'in yerinde Mescidi Aksa inşa edildi. Hz. Ömer (r.a.)'ın burayı mabed ittihaz etmesi de o mekanın kudsiyet ve ehemmiyetinden ileri geliyordu. Mescidi Aksa daha sonra Emevi halifelerinden Abdülmelik bin Mervan zamanında genişletildi. Mescidi Aksa'nın hemen yakınında bulunan ve bugün Türkiye Müslümanları tarafından Mescidi Aksa zannedilen Kubbetu's-Sahra adlı mabed de Abdülmelik bin Mervan tarafından inşa ettirilmiştir.

Mescidi Aksa'nın fazilet ve ehemmiyeti hakkında ayrıca birçok hadisi şerif bulunmaktadır. Resulullah (a.s.) bir hadisi şerifinde şöyle buyurmuştur: "Yolculuk ancak şu üç mescidden birine olur: Benim şu mescidime, Mescidi Haram'a ve Mescidi Aksa'ya." (Müslim, Kitâbu'l-Hacc, 15/415, 511, 512) Burada kastedilen yolculuk ibadet kastıyla olan özel yolculuktur. Bu hadisi şerif dolayısıyla Mescidi Aksa harem mescidlerin üçüncüsü sayılmıştır. Ahmed ibnu Hanbel, Nesâi ve Hakim'in Abdullah ibnu Ömer (r.a.)'den rivayet etmiş oldukları bir hadisi şerife göre de Resulullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: "Süleymân (a.s.) Mescidi Aksa'yı yaptığında Rabbinden üç şey istedi. Rabbi ona ikisini verdi. Ben üçüncüsünü de vermiş olmasını ümit ediyorum: Kendisine, kendi hükmüne denk gelecek hüküm vermesini istedi, (Rabbi) bu istediğini verdi. Kendisinden sonra hiç kimsenin ulaşamayacağı bir saltanat vermesini istedi, bu istediğini de verdi. Bir de her kim, bu Mescid'de -yani Mescidi Aksa'da- namaz kılmak amacıyla evinden çıkarsa anasından doğmuş gibi günâhlarından sıyrılsın istedi. Biz Allah'ın bu istediğini de ona vermiş olmasını ümit ediyoruz."

Bir hadisi şerifte bildirildiğine göre Resulullah (s.a.s)'ın câriyesi Meymune (r. anhâ): "Ey Resulullah! Bize Mescidi Aksa hakkındaki hükmün ne olduğunu bildir" dedi. Resulullah (s.a.s.) da şöyle buyurdu: "Oraya (Mescidi Aksa'ya) gidin ve içinde namaz kılın." -Hadisin râvisi dedi ki: "O zaman burası Dâru'l-Harb'di (yani Müslüman olmayanların hâkimiyeti altındaydı)."- (Resulullah (s.a.s) sözlerine daha sonra şöyle devam etti): "Eğer oraya gidemez ve içinde namaz kılamazsanız kandillerinde yakılmak üzere oraya zeytinyağı gönderin." (Ebu Davud, Kitâbu's-Salât, 14) Burada zeytinyağı bir semboldür. Yapılması istenen ise Kudüs'e ve Mescidi Aksa'ya önem verilmesi, oranın Hz. İbrahim (a.s.)'ın hanif dininin gerçek sahipleri olan mü'minlerin eline geçmesi için çalışılması ve o kutsal mekânların tevhid dinine uygun kimliğinin korunması amacıyla yapılan çalışmalara herhangi bir şekilde destek olunmasıdır.

Yeryüzünün en faziletli mekânları camiler, camilerin de en faziletlileri Mescidi Haram, Mescidi Nebevi ve Mescidi Aksa'dır. Bu üç camide kılınan namazların diğer camilerde kılınan namazlardan çok daha fazla sevaplı olduğu hadisi şeriflerde bildirilmiştir. Hatta İbnu Mace'nin nakletmiş olduğu bir hadiste: "Bir adamın kendi evinde kıldığı namaza bir namaz sevabı verilir. Oturduğu beldenin sakinlerinin devam ettikleri camide kıldığı namaza yirmi beş kat sevap verilir. Cuma namazının kılındığı camide kıldığı namaza beş yüz kat sevap verilir. Mescidi Aksa'da kıldığı namaza elli bin kat sevap verilir. Benim camimde kıldığı namaza da elli bin kat sevap verilir. Mescidi Haram'da kıldığı namaza ise yüz bin kat sevap verilir" denmektedir. (İbnu Mâce, İkâmetu's-Sala ve's-Sunne fihâ, 5/198) Ancak ez-Zevâid'de bu hadisin isnadının zayıf olduğu söylenmektedir. İbnu Hibban da bu hadisin delil olarak alınabilmesi için bunu te'yid eden bir rivayetin bulunması gerektiğini ifade etmiştir. Burada verilen rakamları te'yid eden başka herhangi bir rivayet bilmiyorsak da, sayılan üç mescidde kılınan namazların diğer mescidlerde kılınan namazlardan çok daha fazla sevaplı olduğunu bildiren başka hadisler mevcuttur. Bu itibarla verilen rakamlar belki sevabın katını ifade etmek için değil de arada çok büyük bir sevap farkı olduğuna dikkat çekmek için söylenmiş olabilir.

Bilindiği üzere Mescidi Aksa aynı zamanda Müslümanların ilk kıblesidir. Bu özelliğinden dolayı da İslâm'da ayrı bir öneme sahiptir. Buhari ve Müslim'in rivayet ettiklerine göre el-Bera ibnu Azib (r.a.) şöyle söylemiştir: "Resulullah (a.s.) Beyti Makdis (Mescidi Aksa) tarafına on altı ya da on yedi ay namaz kıldı. Resulullah (a.s.) Ka'be tarafına namaz kılmayı arzuluyordu. Yüce Allah da şu ayeti kerimeyi indirdi: "Yüzünü göğe doğru çevirip durmanı görüyoruz. Seni hoşnut kalacağın kıbleye doğru yönelteceğiz. Artık yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Ve her nerede olursanız olun yüzünüzü onun tarafına çevirin." (Bakara, 2/144) Bunu te'yid eden daha birçok hadisi şerif rivayet edilmiştir.

Tanınmış tefsir alimlerinden Kasımi, Mescidi Aksâ'nın ismi hakkında şu açıklamayı yapmıştır: "Aksa kelimesi "en uzak" anlamındadır. Mescidi Aksa da Mekke'ye olan uzaklığından dolayı böyle adlandırılmıştır."

Mescidi Aksa aynı zamanda Yüce Allah'ın yeryüzündeki ilâhi âyetlerinden bir âyettir. Çünkü İsrâ suresinin birinci âyetinde Resulullah (s.a.s.)'ın Mescidi Haram'dan Mescidi Aksa'ya yürütülmesinin sebebiyle ilgili olarak "kendisine birtakım ayetlerimizi göstermek için" denmektedir. Allah dileseydi Resulullah (s.a.s.)'ı Mescidi Haram'dan da miraca yükseltebilirdi. Ancak kendisine birtakım ilâhi âyetlerin gösterilmesi amacıyla önce Mescidi Aksa'ya getirilmiş ve oradan miraca yükseltilmiştir. Demek ki, burası da Allah'ın yeryüzündeki ilâhi âyetlerinden bir âyettir. Dolayısıyla buraya asıl sahip çıkmaları gerekenler Müslümanlardır.

Filistin diyarının mübarek kılındığına dair de ayrıca hadisler bulunmaktadır. Bunlardan birinde şöyle buyurulur: "Allah, Ariş ile Fırat arasını mübarek (bereketli) kılmış ve özellikle Filistin'i mukaddes kılmıştır." (Bu hadisi Müslim, İman, 282; Münavi, et-Teysir, I/248'de rivayet etmiştir.)

Kudüs, Hz. İbrahim (a.s.)'in hanif dinini ve vahiy kültürünün temel dinamiği niteliğindeki tevhid inancını temsil eden kutsal bir şehir olduğundan bu şehrin gerçek sahipleri de "iman edenler"dir. Kur'an-ı Kerim, peygamberlerin gerçek varislerinin ancak tevhid inancına sahip ve hanif dine mensup olan mü'minler olduğunu çeşitli vesilelerle vurgulamaktadır. Örneğin bir âyeti kerimede şöyle buyurulur: "Şüphesiz insanların İbrahim'e en yakın olanları ona uyanlar, bu peygamber ve iman edenlerdir." (Ali İmran, 3/68) Bunun sebebi ise İbrâhim (a.s.)'ın hanif bir Müslüman olmasıdır. "İbrahim ne bir yahudi ne de bir hıristiyandı. Ancak o dosdoğru çizgideki bir Müslümandı. O, müşriklerden de değildi." (Ali İmran, 3/67) Bu diğer bütün peygamberler için de geçerlidir. Nitekim İsrail oğullarının atası olarak bilinen ve Kur'an-ı Kerim'de iki yerde adı "İsrail" olarak anılan (Bkz. Ali İmran, 3/93, Meryem, 19/58) Hz. Ya'kub (a.s.)'a dedesi İbrâhim (a.s.)'in tavsiyesi hakkında şöyle buyurulur: "İbrahim, oğullarına da bunu tavsiye etti. Ya'kub'a da aynı tavsiyede bulunarak şöyle dedi: "Ey oğullarım! Allah sizin için bu dini seçti. Artık ancak Müslüman kimseler olarak ölün." (Bakara, 2/132) Sonuç itibariyle Kudüs bir peygamberler şehri ve hanif dinin sembolüdür. Dolayısıyla oranın gerçek sahipleri de peygamberlerin gerçek varisleri ve hanif dinin mensupları olan müminlerdir.

Siyonistler yahudileri Kudüs topraklarına toplayabilmek için ellerindeki Muharref Tevrat'tan çıkardıkları birtakım uyduruk hikâyeleri sonuna kadar değerlendirmeye çalışıyorlar. Oysa Müslümanların, vahyedildiği gibi muhafaza edilen Kur'an-ı Kerim'deki ilkelere yapışmakta ve bu ilkelerin ışığında Kudüs üzerindeki haklarına sahip çıkmakta çok daha kararlı olmaları gerekir.

"Büyük Kudüs Projesi" Nedir?

Büyük Kudüs Projesi ile kastedilen Kudüs şehrinin belediye sınırlarının şehir etrafındaki ve Batı Yaka bölgesindeki yahudi yerleşim merkezlerini de içine alacak şekilde genişletilmesidir. Bu genişletme planlarıyla Kudüs'ün yerleşim alanının 2001 yılında 108 km2'yi bulması hedeflenmektedir. 1917'de bu şehrin yerleşim alanı toplam 38 km2'yi buluyordu. BM kararlarında da şehir alanı 38 km2 olarak belirlenmiştir. 2001 yılı için hedeflenen alana ise şehir çevresindeki 9 kasabayla Batı Yaka köylerinden 60 köyün de şehre katılmasıyla ulaşılacak. Bu ise Batı Yaka topraklarının % 30'unun Kudüs yerleşim alanına dahil edilmesi demek olacak. Kudüs belediyesi özellikle son yıllarda söz konusu proje çerçevesinde şehir merkeziyle sözü edilen yahudi yerleşim merkezleri arasında kalan Filistinlilere ait arazileri zorla gasp etme işini bir hayli hızlandırmıştı. Öte yandan Doğu Kudüs'te Filistinli nüfusun azaltılması amacıyla bu bölgede Filistinlilerin yeni inşaat yapmalarına veya eskiyen binalarını yenilemelerine izin verilmiyordu. Buna ek olarak bütün kamu sektörlerindeki kadrolar yahudilere verilerek Filistinlilerin işsiz kalmalarının dolayısıyla Kudüs'ü terk etmelerinin sağlanmasına çalışılıyordu. Bütün bu uygulamaların birinci amacı ise, şehirde yahudileri büyük çoğunluk haline getirmek suretiyle "nihai anlaşma merhalesi"nde Kudüs konusunu gündem dışı tutabilmek ve yahudilerin: "Kudüs bizim birleşik ve ebedi başkentimizdir" teorilerini geçerli kılmak için bütün şartları oluşturmaktı.

Siyonist liderler "Büyük Kudüs Projesi" üzerinde özellikle son yıllarda hararetle duruyorlardı. Mevcut İsrail hükümetinde Altyapı bakanı görevi yapan daha önceki Likud iktidarı döneminde de İskân bakanlığı yapan Ariel Şaron o dönemde yaptığı bir açıklamada, Doğu Kudüs'ün tamamını ve Batı Yaka topraklarının bir kısmını içerecek "Büyük Kudüs Projesi" için "Büyük Kudüs" bölgesine bir milyon yahudinin yerleştirilmesi gerektiğini söylemişti. Aynı Şaron bir başka konuşmasında da: "Filistin'in tamamen yahudilerin olması için bu topraklarda yaşayan Müslüman Arapların ya tamamen ülke dışına çıkarılmaları veya ülke içinde başka bir yere sürgün edilmeleri gerekir" ifadesini kullanmıştı. Öte yandan Yediot Aharanoot adlı İsrail gazetesinde 22/11/1994'te yayınlanan bir raporda İsrail yönetiminin 2000 yılına kadar Kudüs'te 30 bin dönüm araziyi daha gasp etmeyi planladığına dikkat çekilmişti. Likud Cephesi'nden olan mevcut Kudüs belediye başkanı Ehud Olmert de bir açıklamasında belediyenin Doğu Kudüs'le ilgili iki ayrı istimlak planı hazırladığını bildirmişti. Yapılan açıklamaya göre birinci planda şehrin doğu kapısında bir yahudi mahallesi kurulması ve yahudi mahalleleri arasında yol bağlantılarının sağlanması için 350 dönüm arazinin gasp edilmesi öngörülüyordu. İkinci plan ise Har Homa (Ebu Guneym) tepesindeki yahudi yerleşim merkezinin genişletilmesiyle ilgiliydi. Bu plana göre de yüzlerce dönüm arazinin gasp edilmesi gerekiyordu. Ehud Olmert, "Büyük Kudüs" projesinin tamamlanabilmesi için 18 bin dönüm arazinin daha gasp edilmesine ihtiyaç olduğunu söylemekten de çekinmemişti. Belediye son zamanlarda "Büyük Kudüs Projesi" dahilindeki imar planlarını hızla uygulamaya geçirmek için yoğun faaliyetler de yürütüyordu.

İşgal yönetiminin son yıllarda Kudüs'ün çevredeki şehirlerle bağlantısını sağlayan stratejik noktalara yahudi yerleşim merkezi inşa etme işini hızlandırması "Büyük Kudüs Projesi"ni hayata geçirmek için bir hazırlık niteliği taşıyordu.

Kudüs'e Yönelik Yahudileştirme Politikası

Siyonistler İngiliz işgalcilerin Filistin kapılarını kendilerine açtığı ilk günden itibaren Kudüs'e özel bir önem vermişlerdir. Bunun en önemli sebebi siyonizm ideolojisinin dini muharrik unsurlarının iyi değerlendirilmesiydi. Zaten "siyonizm" adı Kudüs'teki bir dağdan Siyon dağından alınmıştı. Ancak göç eden yahudiler daha çok şehrin Batı kesiminde yoğunlaşıyorlardı. 1948'de İsrail'in kurulması ve Batı Kudüs'ü işgal etmesiyle birlikte bu kesimde yaşayan Arap asıllılar göçe zorlandı. Dolayısıyla bu kesimdeki yahudi nüfus oranı kısa sürede % 80'e çıktı. 1967'de Doğu Kudüs'ün de işgal edilmesi üzerine göçe zorlama uygulamaları bu kesimde de başladı. Bundan dolayı Doğu Kudüs'te hızlı bir nüfus düşüşü yaşandı ve işgalin ardından bu kesimdeki nüfus 65 bin 900'e düştü. Bu tarihte tüm Kudüs'te yaşayan yahudi sayısı ise 190 bin civarındaydı. Aynı tarihte Doğu Kudüs'ten zorla çıkarılan Arap asıllıların sayısı ise toplam olarak 75 bini bulmuştu.

İşgal rejimi Kudüs'teki yahudi nüfusu artırmak ve Müslüman nüfusu azaltmak için değişik taktiklere başvurdu. Bu taktiklerin başında ise Kudüslü Müslümanları göçe zorlamayı amaçlayan politikalara başvurulması gelmektedir. Bunun için Kudüslü Müslümanların evleri zorla gasp edildi. Ruhsatsız yapıldığı iddiasıyla yıkıldı. Sivil yahudiler tarafından işgal edildi. Müslümanların oturduğu mahalleler bütün belediye hizmetlerinden mahrum bırakıldı. Zaman zaman siyonist terör örgütlerinden de yararlanılarak Müslümanlara yönelik saldırılar gerçekleştirildi, cinayetler işlendi.

Müslümanları göçe zorlamayı amaçlayan bu politikaların ve baskı uygulamalarının yanı sıra özellikle son yıllarda şehri her yandan yahudi kuşatmasına alacak şekilde yahudi yerleşim merkezleri inşa edilmeye başlandı. Özellikle bu şehrin güneydeki el-Halil ve Beytlaham şehirleriyle irtibatını sağlayan yolların üzerine bu şekilde yerleşim merkezleri inşa edildi. Bütün bu yerleşim merkezlerinin inşaatı hızla sürdürülüyor.

Siyonist işgal devleti şimdi de bütün bu yerleşim merkezlerini Kudüs nüfusuna dahil etmek ve oraları Kudüs'teki işgal belediyesinin sınırları içine almak amacıyla "Büyük Kudüs Projesi"ni ciddi bir şekilde gündeme getirmeye, bu planı uygulamakta ısrarlı davranmaya başladı.

"Büyük Kudüs Projesi"nin Amaçları Nelerdir?

Büyük Kudüs Projesi'nin gördüğümüz kadarıyla iki önemli amacı var: Birincisi: Kudüs'ün çevresine inşa edilmiş olan yahudi yerleşim merkezlerinde oturan yahudilerin tamamını da Kudüs nüfusuna dahil etmek. Bu ise, Kudüs meselesinin gündeme getirileceği görüşmelerde oradaki yahudi nüfus oranını gerekçe olarak göstermek suretiyle bu şehir üzerindeki İsrail hakimiyetinin devamını sağlamak için gerekçe oluşturma amacına dayanıyor. Aslında bu konudaki hatanın kaynağında 13 Eylül 1993 tarihli Oslo İlkeler Anlaşması'na imza atanların gösterdikleri tavır var. Çünkü bu anlaşmanın imzalanmasından önceki görüşmelerde Amerika, üzerinde yoğun ihtilaf bulunan meselelerin "nihai anlaşma merhalesi"ne bırakılmasını istemiş, Kudüs meselesinin de bu tür meselelerden olduğunu dolayısıyla belirtilen merhaleye bırakılması gerektiğini söylemiş sözde "Filistin tarafı" da bunu kabul etmişti. Oysa Kudüs meselesi Filistin meselesinin kalbi ve özüdür. Bu mesele çözüme kavuşturulmadan Filistin meselesinin çözüme kavuşturulması mümkün değildir. Ama İsrail işgal rejimiyle masaya oturup birtakım sözde "barış (!)" anlaşmalarına imza atanlar Kudüs meselesinin gündem dışı tutulmasını kabullenmek suretiyle işgalcilere bu kutsal şehir üzerindeki hakimiyetlerini sağlamlaştırma fırsatı vermişlerdir. Bugün işgalciler civardaki yerleşim merkezlerinde oturan yahudileri de Kudüs nüfusuna dahil etmek suretiyle bu şehrin nüfusuna kayıtlı yahudi oranını artırmak istiyorlar. "Nihai anlaşma merhalesi" görüşmelerinde Kudüs meselesi ele alındığı zaman da bunu gerekçe olarak kullanmayı ve: "Kudüs'te şu kadar yahudi nüfus yaşıyor. Siz bizim buradan çekilmemizi nasıl istersiniz" demeyi amaçlıyor.

İkinci amaç ise Kudüs çevresindeki yahudi yerleşim merkezlerinin de belediye hizmetleri kapsamına alınması suretiyle buralara olan rağbetin dolayısıyla, bu yerlerdeki yahudi yerleşimci sayısının artmasını sağlamaktır. Çünkü bizzat İsrail kaynaklarının verdiği bilgilere göre söz konusu yerleşim merkezlerindeki doluluk oranı yüzde otuzlarda kalmaktadır. İnşaatı bitmiş haldeki yerleşim merkezlerinin bile yüzde yetmişi boş dururken İsrail sürekli yeni yerleşim merkezleri inşa ediyor. Bu yerleşim merkezlerine yahudiler tarafından yeterince ilgi gösterilmemesinin iki önemli sebebi var: Birincisi: Buralarda veya buraların başka yerlerle bağlantısını sağlayan yollarda yeterince güvenliğin olmaması. Çünkü onlar Filistin halkının işgale karşı direnişinden ve eylemlerinden çok korkuyorlar. İkinci sebep ise altyapı hizmetlerinin yetersizliğidir. Zira bu yerleşim merkezleri dağınık haldedir ve hiçbiri tek başına belediye olacak kapasitede değildir. Dolayısıyla buralara altyapı hizmetlerinin götürülebilmesi için herhangi bir belediyeye bağlanmaları gerekiyor. İsrail işgal rejimi de hem stratejik hem de lojistik açıdan en uygun belediye olarak Kudüs belediyesini görüyor. Yahudi yerleşim merkezlerindeki doluluk oranının artırılması da neticede Kudüs'ün tümüyle yahudileştirilmesi hedefine yöneliktir.

Büyük Kudüs Projesi Ne Gibi Tehlikeler Arz Ediyor?

Siyonist işgal rejiminin yukarıda zikrettiğimiz amaçları aynı zamanda Kudüs'ün İslami kimliğine yönelik birer tehlike niteliği taşımaktadır. Çünkü Kudüs şehrindeki yahudi nüfus oranının artırılması oradaki Müslüman varlığına karşı ciddi bir tehdit oluşturmaktadır. Bununla bağlantılı olarak:

1.Eğer civardaki yahudi yerleşim merkezleri Kudüs belediyesi sınırları dahiline alınır ve belediye sınırları daha önce belirtildiği şekilde genişletilirse bu Batı Yaka bölgesinin % 30'luk kesiminin Kudüs sınırlarına dahil edilmesi anlamına gelecek. Bu ise söz konusu % 30'luk kesimin İsrail sınırı olarak gösterilen "yeşil hat"tın içine alınması anlamına gelecek.

2.Kudüs çevresindeki yerleşim merkezleri özellikle stratejik noktalara inşa edilmektedir. Bundaki amaç ise Kudüs içindeki Müslümanların dışarıdaki Müslümanlarla bağlantılarını kesmektir. Eğer bu yerleşim merkezleri belediye sınırları içine alınırsa buraların şehir içinde yahudi yerleşim merkezleriyle irtibatları kuvvetlendirilmiş dolayısıyla Kudüs içinde yaşayan Müslümanlar biraz daha kıskaca alınmış olacaklardır. Bu şekilde kıskaca alma politikasının hedefi ise içerdeki Müslümanları tümüyle göçe zorlamak ve kademeli bir şekilde buradaki Müslüman varlığına son vermektir.

3.Eğer Kudüs'teki Müslüman varlığı zayıflatılır veya tümüyle ortadan kaldırılırsa bu durumda bu şehirdeki Mescidi Aksa başta olmak üzere bütün İslami mabedler ve diğer eserler ciddi bir tehlikeyle karşı karşıya gelmiş olacaktır. bilindiği üzere işgalciler Mescidi Aksa'yı yıkarak yerine Siyon Mabedi veya Süleyman Heykeli dedikleri yahudi mabedini inşa edebilmek için yıllardan beridir yoğun bir çalışma yapmaktadırlar. Bu amaçla şimdiye kadar Mescidi Aksa'ya yönelik birçok saldırıları ve kundaklama eylemleri oldu. Onların bütün bu saldırıları karşısında Kudüs'te ikamet eden fedakar Müslümanlar set oluşturdular. Ancak onların oradan herhangi bir şekilde çıkarılmaları durumunda işgalciler o mukaddes mabedleri ortadan kaldırma konusunda kendilerini gayet rahat hissedeceklerdir.

4.Siyonistlerin "Büyük Kudüs Projesi"ni hayata geçirmekteki önemli bir amaçlarının da bu şehir üzerindeki hakimiyetlerini uluslararası platformda da resmileştirmek olduğunu yukarıda dile getirmiştik. Bunu gerçekleştirebilmek için "nihai anlaşma merhalesi" öncesinde bu şehrin nüfusuna kayıtlı yahudi oranını artırmayı amaçlıyorlar. Eğer bu amaçlarına ulaşabilirlerse dünya devletlerinin Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanımalarını sağlamak için şartları oluşturduklarına inanacaklardır. ABD Kongresi, 1999'da Kudüs'ün İsrail'in başkenti olarak tanınmasını öngören bir karar çıkardı. Amerika'daki yahudi lobisi bu kararın onaylanıp yürürlüğe sokulması için yoğun bir çaba harcamaktadır. Eğer Amerika'nın Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanıması sağlanırsa dış politikaları Amerika'nın çizgisine endekslenmiş ülkelerin de onu takip etmeleri mümkündür. Dolayısıyla "Büyük Kudüs Projesi" bu açıdan da bir tehdit ve tehlike oluşturmaktadır.

5.Büyük Kudüs Projesi sadece Kudüs'te oturan Müslümanlar açısından değil civarda oturan Müslümanlar açısından da tehlike oluşturmaktadır. Çünkü bu projenin hayata geçirilmesi çerçevesinde Kudüs çevresindeki yahudi yerleşim merkezlerine belediye hizmetleri götürüleceği gerekçesiyle Müslümanlara ait binlerce dönüm arazinin gasp edilmesi planlanmaktadır. Nitekim daha şimdiden söz konusu yerleşim merkezlerinin Kudüs'le irtibatını sağlayan yollar inşa edileceği iddiasıyla Müslümanlara ait araziler zorla gasp edilmekte, zeytin bahçeleri yerle bir edilmektedir. Zaman içinde bu gasp ve yıkım işlemleri daha da artacaktır. Bunun yanı sıra işgal rejimi söz konusu yerleşim merkezlerini genişletme gerekçesiyle de yeni araziler gasp etme yoluna gidecektir.

6.Kudüs sadece Kudüs'te oturanlar için değil bütün dünya Müslümanları için mukaddes bir şehirdir. Ancak siyonist işgal rejimi Büyük Kudüs Projesi'yle bu şehri tam anlamıyla bir yahudi ablukasına alarak şehrin dışında oturan Müslümanların şehre girmelerini zorlaştırmayı amaçlamaktadır. Dolayısıyla proje bu açıdan da tehlike arz etmektedir.

Bunlar Büyük Kudüs Projesi'nin arz ettiği tehlike ve tehditlerin bazıları. Bunlara daha bir çok madde eklenebilir. Önemli olan bu projenin tehlikesinin genel anlamda kavranabilmesi ve mukaddes Kudüs şehrinin İslami kimliğinin korunması için gereken duyarlılığın gösterilmesidir.

Türkiye'nin İzlediği Politikaya Bakış

Türkiye'deki mevcut hükümetin Dışişleri bakanı İsmail Cem, tam siyonist işgal rejiminin "Büyük Kudüs Projesi"ni uygulamaya geçireceğini açıkladığı günlerde işgal rejiminin başbakanı Netanyahu'nun davetlisi olarak İsrail'i ziyaret etti. Netanyahu'nun davetinin Faysal el-Huseyni ile Hannan Aşravi'nin İsrail'in Büyük Kudüs Projesi'ne karşı destek almak amacıyla Türkiye'yi ziyaret etmelerinin hemen ardından gerçekleşmesi ise işin önemli bir ilginç yanı. Verilen haberlere göre Faysal el-Huseyni ile Hannan Aşravi'nin Türkiye ziyaretlerinin amacı Kudüs konusunda Filistin tarafının tezlerini belgelere dayandırmak amacıyla Osmanlı arşivlerinin kendilerine açılmasını ve bu arşivlerden Kudüs'le ilgili belgelerin ortaya çıkarılmasına fırsat verilmesini sağlamaktı. Türkiye bu isteğe olumlu veya olumsuz bir cevap vermeden İsrail başbakanı Türkiye'nin Dışişleri bakanını yanına davet ederek konuyla ilgili görüşlerini bildirmek istedi. Filistin özerk yönetimi Kudüs konusundaki tezlerini belgelere dayandırabilmek için birtakım taleplerini bildirmek üzere Türkiye'deki yönetimin ayağına giderken İsrail rejimi bu konudaki ve daha başka konulardaki görüşlerini bildirmek için Türkiye Dışişleri bakanını ayağına çağırıyor. Gerçi buna diplomasi dilinde "davet" diyorlar. Ama adının "davet" olması sonucu değiştirmiyor, sonuçta kimin sözünü yürüttüğü önemli oluyor. Faysal el-Huseyni ile Hannan Aşravi, Türkiye'yi ziyaretleri esnasında kendilerine gösterilen ilgi dolayısıyla hayli ümitlenmiş ve Kudüs meselesinde Türkiye'nin kendilerine destek vereceğini, Osmanlı arşivlerindeki belgelerin ortaya çıkarılmasına fırsat tanıyacağını sanmışlardı. Ama hemen ardından Dışişleri bakanının Netanyahu'nun davetine icabeten İsrail'e gönderilmesi el-Huseyni ile Aşravi'nin boşuna ümitlendiklerini ve ne yazık ki Türkiye'deki mevcut yönetimin İslam ümmetinin günümüzdeki en önemli meselesi olan Kudüs meselesinde bile İsrail'in görüşünü almadan bir adım dahi atmaya yanaşmadığını ortaya çıkardı.

Dışişleri bakanı İsmail Cem'in son ziyaretindeki tek amacı İsrail tarafının Kudüs konusundaki görüşlerini öğrenmek değildi. Bunun yanı sıra İsrail'le işbirliğini geliştirmeyi ve bu konuda yeni adımlar atmayı amaçlıyordu. İsmail Cem, İsrail'in Yediot Aharanoot gazetesine yaptığı açıklamada çeşitli İslam ülkelerinin, İsrail'le ilişkilerinden dolayı Türkiye'ye yönelik tenkitlerine temas ederek bu tür tenkitler yüzünden İsrail'le ilişkilerini feda etme gibi bir düşüncelerinin olmadığını ifade etti. Cem, Türkiye'nin bu tenkitler yüzünden İsrail'le ilişkilerini kesme veya daha alt düzeye çekme niyetinde olmadığını dile getirdi. Cem'in bu açıklamaları Türkiye'deki mevcut yönetimin İsrail'le ilişkilerini geliştirmeyi, siyonist işgal rejimiyle dostluğu bütün İslam alemiyle dostluğa tercih ettiğini ortaya koyuyordu. Bu açıklama Türkiye'deki mevcut yönetimin çizgisini ve İslam alemine bakışını bütün açıklığıyla ortaya koymaktadır.

Sonuç

Kudüs davası bütün dünya Müslümanlarının yani bütün bir İslam ümmetinin ortak davasıdır. Bu kutsal şehirdeki mabedler de kıyamete kadar gelecek Müslüman nesillere emanet edilmiştir. Bu emanetlere sahip çıkma işinin tamamen Kudüslü Müslümanlara bırakılması yanlıştır. En azından kamuoyu oluşturmak ve siyonist işgalcilerin tutumlarına karşı tepkileri değişik platformlarda dile getirmek suretiyle bu mukaddes şehre karşı sorumluluğumuzu yerine getirmemiz gerekmektedir. Bugün siyonist işgal rejimi en çok Müslümanların sessizliklerinden ve İslam ülkelerinin dışa bağımlılığı ve zilleti benimsemiş olmalarından cesaret almaktadır. İsrail işgal rejimi güçlü olduğu için değil dünya Müslümanları kendi aralarında bir güç birliğine ulaşamadığından dolayı bu kadar cesaretli davranabilmektedir. Güç birliğine ulaşılabilmesi için ümmet bilincinin geliştirilmesi gerekir. Bu bilince kavuşulmasının temel şartı ise ümmetin ortak meselelerinin hep birlikte sahiplenilmesidir. Müslümanların günümüzdeki ortak meselelerinin başta gelenlerinden biri de Kudüs meselesidir.

lmesidir. Müslümanların günümüzdeki ortak meselelerinin başta gelenlerinden biri de Kudüs meselesidir.