Libya'dan Türkiye'ye

4 Nisan 2013 Perşembe, Yeni Akit

Türkiye içinde ve dışında kamuoyunun gündemini meşgul eden önemli gelişmeler yaşanıyor. Ancak bizim 29 Mart Cuma sabahı başlayıp 1 Nisan Pazartesi akşamı sona eren oldukça verimli ve faydalı bir seyahatimiz oldu. Seyahat süresince birçok görüşme gerçekleştirdik. Bu verimli ve faydalı seyahatimize dair müşahede ve tespitlerimizi okuyucularımıza da aktarmakta yarar görüyorum. O yüzden bu haftaki yazılarımızı Libya konusuna tahsis edeceğiz inşallah.

Libya'nın önemli bir değişim sürecinde olması ve bu süreçte doğal olarak muhtelif zorlukları göğüslemesi sebebiyle sadece Yeni Akit'te yayınlanacak yazılarımızla kalmayıp daha geniş çerçevede ele alabileceğimiz programlarımızdan da bu vesileyle istifade etmeye çalışacağız inşallah. Benim açımdan son derece verimli geçen ve oldukça değerli katılımcıların yer aldığı "Ulustan Ümmete" gezi programını organize eden sayın Hamza Türkmen başta olmak üzere hizmeti geçen herkese şükranlarımı arz ediyorum.

Gezi Hilal Tv'de haftalık olarak ve Perşembe akşamları 22.00'de yayınlanan "Ulustan Ümmete" programının pratiğe yansıtılması niteliği taşıdığından bu akşam yayınlanacak programın konusu da Libya olacak ve inşallah ben de katılacağım. Yeniden yapılanma süreci içindeki Libya'dan ilginizi çekeceğini düşündüğüm görüntülerin de sunulacağı programdan Libya'yla ilgili faydalı bilgiler alacağınızı umuyor ve izlemenizi tavsiye ediyorum. Ayrıca Özel FM'de Cuma 19.30'da haftalık olarak yayınlanan Dünya Döndükçe programımızın bu hafta önemli bir kısmını inşallah Libya konusuna ayıracağız. Bu programın ses kayıtlarını kişisel web sitemizden de (ww.vahdet.info.tr) dinlemeniz veya çekmeniz mümkündür.

Bugün İslam ümmetinin gücünün kırılmasında ve emperyalizmin baskılarına karşı zayıf kalmasında ulusal sınırlarla bölünmesinin birinci etken olduğu gerçeği artık bütün çıplaklığıyla ortadadır. Dolayısıyla ümmet bütünlüğüne ve güç birliğine ulaşma aşamalarında bu sınırları aşmak büyük önem taşıyor.

Bugün her ne kadar bilgilenme konusunda imkânlar son derece gelişmiş ve dünya küçülmüş gibi görünse de olanları yerinde incelemek ve yakından görmek, bizzat yaşayanların dilinden duymak özel fayda sağlamakta, medya imkânlarını kafaları yanıltma ve zihin bulandırma aracı olarak kullanmak için çaba sarf edenlere karşı bir ihtiyat aracı niteliği taşımaktadır.

Yüce Allah, Kur'an-ı Kerim'de; "De ki: "Yeryüzünde dolaşın da suçluların sonları nasıl olmuş bir bakın!" (Neml, 27/69) diye buyuruyor. Libya'da 42 yıla yakın bir süre saltanat süren ve bu süre içinde halka zulümde herhangi bir sınır tanımayan Kaddafi'nin sonunu ve bugün ne derece kötü bir imajla anıldığını görünce tarihte yaşamış benzer suçluların başına gelenleri daha iyi okuyor ve anlayabiliyorsunuz.

Kaddafi, ülkeye hükmettiği dönemlerde kendini tam anlamıyla bir tağut haline getirmiş. Çünkü toplumda kendi düşüncelerinden ve dayattığı ilkelerden başka hiçbir düşünceye ve anlayış biçimine yaşama hakkı tanımamış. Farklı düşünenlere suçlu muamelesi yapmış. Topluma adeta bir kutsal kitap gibi dayattığı "Yeşil Kitap" temelli tek tip siyasal düzen ve anlayış biçimini hâkim kılmış. Bunun dışında herhangi bir siyasal anlayışa yaşama hakkı tanımadığından siyasal veya sivil örgütlenmelere fırsat vermemiş.

Farklı düşünüp de bu düşüncelerini topluma tanıtmaya çalışanlar, diktatörün dayattığı siyasal sisteme ve ideolojiye itiraz edenler kendilerini cezaevinde bulmuşlar. O yüzden görüştüklerimizin çoğu hayatlarının en aktif dönemlerini Ebu Selim Cezaevi'nde geçirmişti. Birçoğu bu cezaevinde en az on beş yıl kalmış kişilerdi. Yeni yönetim Kaddafi diktasının siyasi muhaliflerine nasıl bir muamelede bulunduğunun görülmesi için siyasi mahkûmlara tahsis edilen bu cezaevini ziyarete açık tutuyor.

Kaddafi'nin son döneminde uluslararası kuruluşların müdahaleleri ile şartlarının bayağı iyileştirildiği söylenen bu cezaevinin mevcut halinin bile duvarlarından ve geriye kalan işkence aletlerinden diktatörün çirkin yüzünü ve kimliğini okuyabiliyorsunuz. İşkenceyle öldürülenlerin fotoğraflarının asıldığı duvarlar size zalim Kaddafi döneminde "siyasi muhalif" olmanın ne anlama geldiğini anlatıyor. Baas diktasıyla aynı kategoriye giren Kaddafi rejiminin Ebu Selim Cezaevi'ni anınca ilk akla gelen 1996 katliamından ayrıca söz etmek gerektiğini düşünüyoruz.

Kaddafi'nin Ebu Gureyb'i

5 Nisan 2013 Cuma, Yeni Akit

Olayı medya organlarından okumakla "benim kardeşim de burada öldürüldü" diyerek söze başlayan birinin ağzından dinlemenin tesiri elbette farklı oluyor. Üstelik tam da katliamın gerçekleştirildiği büyük salonda; "1261 kişiyi işte bu salona doldurup şu tavanda gördüğünüz küçük pencerelerin bölmelerinden kafalarına kükürtlü su ve mermi sıkmışlardı. İçlerinde sadece bir kişi kurtulmuş, 1260 kişi katledilmişti" sözlerini olayın adeta gözlerinizin önünde vuku bulduğunu hissedercesine dinlemenin harekete geçirdiği duygularla. İşte o zaman zalimlerden ve zulümden bir kat daha fazla nefret ediyorsunuz. Zulme başkaldıran halkların haklılığını daha iyi anlıyorsunuz.

Kaddafi'nin meşhur Ebu Selim katliamını belki duymuş veya bir yerden okumuş olabilirsiniz. Libya halkı arasında kısaca Busilm Cezaevi olarak da adlandırılan Ebu Selim Cezaevi'nde tutulan siyasi tutuklular maruz kaldıkları kötü muamelelerin son bulması ve durumlarının iyileştirilmesi için 1996'da tepki eylemleri başlatıyorlar. Gardiyanlar da 29 Haziran 1996 tarihinde onları koğuşların ortasında bulunan ve muhtemelen sayım vs. için kullanılan salona topluyorlar. Sonra askerler tavandaki küçük ebatlı pencerelerin bölmelerinden üstlerine kükürtlü su ve mermi sıkarak topluca katlediyorlar. Salona doldurulan 1261 kişiden sadece bir kişi sağ kalıyor.

Fakat olaydan kimsenin haberi olmadığından aileleri yine onlar için cezaevine yiyecek ve giyecek taşımaya devam ediyor. Kendilerini görmelerine fırsat verilmese de hiç olmazsa burada dört duvar arasında dünyadan kopuk "yaşamaya (!)" mahkûm edilen evlatlarımız aileleri tarafından da ihmal edildiklerini düşünmesin, diyorlar. Getirdikleri yiyecek ve giyeceklerin onlara ulaştığını sanıyorlar.

Katliamın üzerinden yedi yıl geçtikten sonra yani 2003'te "siz o yiyecek ve giyecekleri kendi evlatlarınıza değil onları öldüren gardiyanlara taşıyorsunuz" diye bir söylenti çıkınca tereddüt oluşuyor ve zindana doldurulanların yakınları kendilerine demir parmaklıkların arkasından da olsa görüşme fırsatı verilmesini istiyorlar. Yapılan ısrarlar sonucu ve bazı uluslararası kuruluşların da devreye girmesi üzerine zulüm rejimi, katliamı resmen itiraf ederek ailelerine manevi tazminat teklif ediyor. Ancak aileler tazminatı kabul etmeyerek sorumluların idamla cezalandırılmasını istiyorlar.

İşin ilginç yanı ise bu tür rejimlerde kimsenin baş sorumluyu karşısına alma cesareti gösterememesi sebebiyle sadece infazcıların suçlanabilmesi. Oysa böylesine bir vahşi katliamın diktatörün talimatı veya izni olmadan gerçekleştirilmesi mümkün değildir ve suçluların idamla cezalandırılması durumunda ipin en önce onun boynuna geçirilmesi gerekir.

Libya'nın başkenti Trablus'un tam göbeğine inşa edilmiş olan ve sadece siyasi tutuklulara tahsis edilen Ebu Selim Cezaevi'ni Kaddafi'nin Ebu Gureyb'i veya Guantanamo'su olarak tanımlamak mümkün. Aralarında bir fark olmadığını görünce halklarının tepesine taht kurmuş yerli diktatörlerle yabancı işgalciler arasında bir fark olmadığını daha iyi anlıyorsunuz.

Söz konusu cezaevine doldurulanlar sadece 1996 katliamında öldürülenlerden ibaret değildi. Kaddafi, direnişçilere karşı sorun çıkarmaları için diğer cezaevlerindeki adi suçluları serbest bıraktığı halde dediğimiz gibi tamamen siyasi mahkûmlara veya tutuklulara tahsis edilen Ebu Selim Cezaevi'ne doldurulanların kaçmalarını engellemek için çok sıkı tedbirler almıştı. Mücahitler burada kontrolü ele geçirince de muhtemelen kontrolün yeniden diktatörün adamlarına geçebileceği korkusuyla adeta zamanla yarışırcasına elbiselerini ve okumaya devam ettikleri kitaplarını bile geride bırakıp kaçtıklarını koğuşlarda terk edilmiş eşyalardan ve kitaplardan anlıyorsunuz.

Yaptığımız ziyaretlerde kendileriyle görüştüğümüz kişilerin birçoğu Ebu Selim tecrübesi yaşamıştı. Birçoğu on beş yıldan fazla süre orada kalmış. Ama bunca zindan hayatı kararlılıklarından, direnişe ve mücadeleye bağlılıklarından hiçbir şey eksiltmemiş.

Şimdi Kaddafi zulmünün mağdur ettiği siyasi tutuklular arasında dayanışma sağlamak, onların geçmişteki mağduriyetlerinden kaynaklanan sıkıntılarını azaltmak, ailelerinin yaşadığı zorlukların izlerini silmek amacıyla Siyasi Tutuklular Dayanışma Derneği kurulmuş.

Libya'da Devletleşmenin Zorlukları

6 Nisan 2013 Cumartesi, Yeni Akit

Dikta rejimlerine karşı devrim gerçekleştirilen tüm ülkelerde olduğu gibi Libya'da da Kaddafi rejiminin çökertilmesinden sonra yeniden yapılanma sürecinde çeşitli zorluklar yaşanıyor. Bunlar coğrafi ve toplumsal şartlara göre değiştiğinden Libya'nın zorluklarını da kendine özel şartları içinde değerlendirmek gerekiyor.

Libya'da dikta rejimini devirerek yetkiyi ele alanlar bu yapılanmayı devrimden devlete geçiş süreci olarak nitelendiriyorlar. Farklı siyasi kesimlerin tamamının bu isimlendirmede ittifak ettiği görülüyor. Sebebi ise Kaddafi döneminde ülkede bir devlet nizamının değil mafya düzeninin, tam bir çete yönetiminin hakim olduğu kanaatinin yaygın olması. Onun dönemindeki uygulamaları ve geriye bıraktığı mirası gözlemleyince gezi heyetimizdeki arkadaşlarımız da bu kanaate hak verme ihtiyacı duydular.

Şimdi yeniden yapılanma döneminin en önemli sorununun güvenlik sorunu olduğu görülüyor. Bunun da birinci sebebi henüz milislerin elindeki silahların toplanamamış olması. Herhangi bir şiddete ve çatışmaya kapı açmamak için silahları baskı yoluyla değil uzlaşma yoluyla ve kademeli toplamak istiyorlar. Bu amaçla ellerinde silah bulunan milislerin tümüne ya gelip silahlarıyla birlikte resmi güvenlik organlarına katılmaları, devlet bünyesinde çalışmaları ya da getirip silahlarını teslim etmeleri için son bir talimat gönderilmiş. Bunun için belli bir süre tanınmış ve sürenin dolmasından sonra kademeli bir şekilde silahların toplanması, güvenlik ve istikrar karşısında risk oluşturabilecek silahların elde tutulmasına artık izin verilmemesi planlanıyor.

Güvenlik sorununda ikinci önemli etken ise Kaddafi döneminde istihbarat ve güvenlik organlarında istihdam edilmiş silahlı elemanlardan, kendilerini gizleyebilmiş ve silahlarını saklayabilmiş olanların bugün birer mafya çetesine dönüşmüş olmaları ve zaman zaman şiddete başvurmaları. Bizim Libya gezimizden iki gün önce Gazze'ye giden Mavi Marmara kafilesinden bir araca saldıran silahlı grubun da Kaddafi kalıntısı çetelerin elemanlarından oluştuğu söyleniyordu. Onların etkisiz hale getirilmesi ve ellerindeki silahların alınması için de devlet otoritesinin oluşmasına ve istikrar sağlanmasına ihtiyaç var. Devrim sürecinde rejime karşı savaşmış grupların ve aşiretlerin milis güçlerinin güvenlik organlarına iltihakı veya ellerindeki silahları teslim etmeleri durumunda Kaddafi kalıntısı mafya çetelerinin etkisiz hale getirilmesi daha kolay olacak.

Güvenlik açısından tehdit oluşturan üçüncü önemli unsur ise Kaddafi yönetiminin son döneminde özellikle direnişçileri zorlamak amacıyla sokağa saldığı adi suçlular. Bunlar halkın arasına yayılmış ve suç işlemeye yatkın bir yapıya sahipler. Aralarında, dış güçlerin ve özellikle uyuşturucu mafyasının ifsat politikalarının tuzağına düşerek uyuşturucu müptelası olanların sayısı bir hayli fazla. Bunların ya bir rehabilitasyona tabi tutularak toplumla uyumlu hale getirilmeleri ya da yeniden gözetim altına alınmaları gerekiyor.

Ülkenin ikinci önemli sorunu ise Kaddafi döneminde petrol gelirlerinden istifadeyle halka dağıtılan maaşlar, başta petrol ürünleri olmak üzere önemli tüketim maddelerinin fiyatlarının sübvansiyonla düşük tutulması yoluyla ülke ahalisinin önemli bir kesiminin, özellikle de şehirlerde ikamet edenlerin insan tabiatına aykırı bir atalete sevk edilmiş olması. Bu atalet aynı zamanda ülkeye hizmet sunacak nitelikli eleman yetiştirilmesinin de önüne geçmiş. Yeni yönetimin bu maaşları ve sübvansiyon kaynaklarını birden kesmesi imkânsız, çünkü bunun geniş çaplı tepkiye neden olacağından korkuluyor. Bu sorunun çözümü ise toplumsal dönüşümü gerektiriyor. İnsanların çalışmadan gelir temin etme bağımlılığından kurtulmaları, meslek edinmeleri ve verimli çalışma ile toplumsal hayata iştirak etmeleri gerekiyor.

Ayrıca geçmiş dönemde üretici sanayiye zikre değer bir yatırım yapılmamış. O yüzden halk tüm tüketim mallarında dışa bağımlı. Bunun yanı sıra belediyeler tamamen ilga edildiğinden alt yapı hizmetlerinde iyi bir koordinasyon oluşturulmamış ve çok eksik kalmış. Şimdi yeni yönetim, belediyeleri tamamen sıfırdan yapılandırmaya ve altyapı hizmetlerinde merkezi sistemden yerel yönetim sistemine geçmeye çalışıyor.