Zulümle Barış Mümkün mü?

1 Şubat 2013 Cuma, Yeni Akit

Suriye konusunda bir yandan bölgesel önemli gelişmeler ve hareketlilikler yaşanırken bir yandan da katil rejimin korkunç katliamları sürüyor. Halep'te elleri arkadan bağlanarak idam edilip ırmağa atılmış seksen kişinin cesedinin çıkarılması Baas vahşetinin ne derece gözü dönmüş olduğunu, ne kadar azgınlaştığını bir kez daha gözler önüne serdi. Aslında bu vahşet Baas'ın gazı bittikçe intikamcı tutumunun şiddetlenmesidir. Fakat ne yazık ki bütün bu katliamların artık iyice güncelleşmesi saldırganların işini daha da kolaylaştırıyor. Herhangi bir gün Suriye'de öldürülen insan sayısının yüzün altına düştüğü haberleri yayınlanırsa olayları izleyenler o günün nispeten sâkin geçtiğini düşünüyorlar.

Bu arada Baas ordusundan kaçışlar da devam ediyor. 29 Ocak Salı günü İdlib'de rejim güçlerinden bin askerin direnişçiler tarafına geçtiği bildirildi. Rejime ait kaynakların bu bilgileri doğrulaması beklenemez. Ama gidişat kaçışların ve rejimin ordusunda erimenin süreceğini gösteriyor. Bu, yeni bölgelerin kurtarılması direnişçilerin kontrolündeki alanın genişlemesi suretiyle de vakıaya yansıyor. Dolayısıyla emperyalizmin tüm kanatlarının Suriye'deki katil rejimi kaybetmemek için çırpınmalarına ve ona destek için aralarındaki kirli işbirliğini perde arkasından sürdürmelerine rağmen rejimin kontrolündeki alan gittikçe daralıyor.

Bir yandan intikam katliamlarının bütün şiddetiyle sürdüğü bir yandan da rejimin etrafındaki çemberin daraldığı bir ortamda Suriye Muhalif Güçler Ulusal Koalisyonu Başkanı Muaz el-Hatib'in zulme direnen muhtelif tarafların görüşlerine başvurmadan, rejimin adamlarıyla masaya oturabileceklerine dair açıklama yapmaya neden ihtiyaç duyduğunu henüz tam bilmiyoruz. Ama bu açıklama gereksiz ve isabetsiz olduğu gibi mücadeleyi fiilen temsil eden taraflarca da onaylanmadı. Suriye Ulusal Konseyi'nin bildirisinde bu açıklamanın kendilerini bağlamadığı, Muaz el-Hatib'in kişisel görüşü olduğu ve kendilerinin dikta rejiminin tamamen çekilmesi taleplerindeki kararlılıklarının sürdüğü belirtildi.

Zulüm rejimi hâkimiyetini sürdürürken onunla masaya oturulması direnişi tamamen sıfır noktasına geri döndürmese de rejime, direnişçileri başlangıç noktasına dönmeye zorlama cesareti verecektir. Üstelik zulüm rejiminin mevcut şartlarda, direnişi kendi dayatmalarına zorlayabileceğini düşündüğü ortamda kimlik ve karakterinin değişebileceğini, onunla barışın mümkün olabileceğini hayal etmek yersizdir.

İçeride veya içeriyle bağlantılı siyasi cephede bunlar yaşanırken BM'nin çağrısı ve Kuveyt Emirinin ev sahipliğiyle "Suriye'ye Yardım" başlığıyla bir uluslararası toplantı düzenlendi. BM gözetiminde yapılması, üstelik katılanlar arasında İran ve Rusya'nın bulunması doğal olarak "mağdur edilen, evlerini, yurtlarını terk ederek mülteci kamplarında yaşamaya zorlanan ihtiyaçlılara mı yoksa halkı bu duruma sokan rejime yardım toplantısı mı?" sorusunu akla getiriyor.

BM öncülüğünde yapılan sözde insanî yardımların doğrudan Baas diktasına bağlı kurumlara verildiği veya onun kontrolündeki bölgelerde yine onun elemanlarının gözetiminde dağıtıldığı Suriye'deki insan hakları ihlalleriyle ilgilenen kurumlarca rapor edildiği gibi mağdur mültecileri temsil eden organizasyonlar tarafından da dile getirildi.

BM'nin, siyasi boyutlu göstermelik çözüm girişimlerinde ve formüllerinde sürekli Baas rejimine mühlet verdiği, ona yeni katliamlar gerçekleştirme cesareti kazandırdığı gibi "insanî yardım" örtüsüne sararak verdiklerinin de aslında rejimin belini doğrultmasına yardım niteliği taşıdığı anlaşılıyor. Fakat Suriye'de başından beri kirli oyunlar peşinde olan BM, "insanî yardım" kavramını da kamuoyunu yanıltmak, gözlerine perde çekmek amacıyla kullanıyor.

İlginç bir gelişme de "İsrail hava saldırısı" oldu. Şimdilik bazı çelişkili bilgiler içerse de, biz iddiaların doğru olduğunu varsayarak siyonist işgalcinin böyle bir dönemde neden saldırı ihtiyacı duyduğunu sormak istiyoruz. Baas'ın siyonist tehdidi altmış binden fazla insanı katletmenin gerekçesi olarak kullandığı biliniyor. Yaşananlar Baas tehdidinin siyonist tehdidi çok geride bıraktığını gösterdi. Yoksa bu saldırılar "siyonist tehdide" bu günlerde biraz daha fazla ihtiyaç duyulduğunu mu gösteriyor?