Yeniden Yapılanmanın Sancıları

Mayıs 2012, Ribat

Bir Tarafta Endişe Bir Tarafta Sancı

Malum olduğu üzere Arap dünyasında dikta rejimlerine karşı halk ayaklanmalarının başlamasından kısa bir süre sonra masa başında komplo teorileri üretmeye hevesli olanlar, yine perde arkasında ABD ve İsrail'e rol biçen tezlerini piyasaya sürebilmek için harekete geçtiler. Bu tezlerin sahipleri ABD ve İsrail tarafından yönlendirilmekle ve kullanılmakla mahkûm ettikleri toplumların yapıları, onları başlarındaki zulüm rejimlerine başkaldırmaya yönelten reel etkenler üzerinde durmak için biraz olsun çaba sarf etme zahmetinde bulunmadılar. Piyasaya sürdükleri tezler ise ABD ve İsrail'in bilgi ve onayı olmadan yeryüzünde taş yerinden oynamaz anlayışına dayanan tabulaştırmanın fikir ürünlerinden ibaretti. Oysa gerçekte yaşananlar çağdaş emperyalizmin ve bu çerçevede ABD ve İsrail'in gelişmelere hâkim olamadığını ispatlayan vakıalara yenilerini ekliyordu. Çünkü olaylar ve doğan sonuçlar ABD ve İsrail'in hesaplarına ters, çıkarlarını ciddi şekilde tehdit eder nitelikteydi.

Arap dünyasındaki bu toplumsal değişim ve kitlesel ayaklanmaların açtığı kapılar çağdaş emperyalizmin ve onun koruması altındaki güçlerin çıkar kapılarını kapattığından onlar endişeli durumdalar. Dolayısıyla bu çıkar kapılarının kapanmaması ve gidişatın kontrol altına alınması için yeni siyasetler geliştirme ve taktikler üretme çabası içindeler. Bu çaba da diğer tarafta sancılara, sıkıntılara sebep oluyor. Olayların başlangıç döneminden beri masa başında ürettikleri komplo teorilerinde ısrarlı olanlar ise bu hadiseleri kendi iddialarının doğruluğuna delil olarak gösteriyorlar. Oysa yaşanan sancılar onların teorilerinin doğruluğunu değil aksini ispat eder. Çünkü eğer ki söz konusu emperyalist güçler başından itibaren hadiselere hâkim olsalardı bütün bu endişelere düşmelerine ve olayların akışının yönünü kendi çıkar hesaplarına göre değiştirmek için bunca çaba sarf etmelerine, taktikler üretmelerine gerek yoktu. Hadiselerin başlangıç merhalesinde güvendikleri kitlelere ve onların başını çekenlere bugün de güvenmeleri gerekirdi. Bugün onlara güvenemiyor ve onların önlerini keserek yeni formüller üretme ihtiyacı duyuyorlarsa başlangıç merhalesinde yani tarlaya tohumun atılması merhalesinde güvenmiş olmaları son derece saçma değil midir? Tarlaya hangi tohumu atarsan onun ürününü alırsın.

Gelişmeleri doğru okursak olayların başlangıcında uluslararası emperyalizmin hadiselere hâkim olamadığını ve zaten bu güçlerin dünyada olan biten her şeye hâkim olduğu anlayışından yola çıkmanın da bir tabulaştırma olduğunu görürüz. Ama bu güçler başından beri gidişattan endişelidir ve gelişmeleri kontrol altına alabilmek, suyun akışını kendi çıkar hesapları yönüne çevirebilmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Totaliter dikta rejimlerine başkaldıran, onların hâkim sistemlerini yıkan halkların bugün kendi düzenlerini kurma merhalesinde karşılarına çıkan zorluklarda emperyalist güçlerin söz konusu çabalarının, siyasetlerinin ve taktiklerinin büyük payı var. Yeniden yapılanma merhalesinde yaşadıkları sıkıntılar ve sancılar çoğunlukla bu yüzdendir. Ama bunları da atlatmaları, çağdaş emperyalizmin ve onun yerli işbirlikçilerinin kurduğu tuzakları aşmaları imkânsız değildir. Fakat bunları reel olarak görmek ve özgürlük mücadelesi içindeki toplumları mahkûm etme kolaycılığına yönelerek "bakın biz dememiş miydik!" şarlatanlığı yapmamak, böyle şarlatanlık yapmakta ısrarlı olanlara kulak asmadan vakıayı olduğu gibi okumak gerekir.

Biz de bu ay ki yazımızda söz konusu endişelerden, bu endişelerin doğurduğu siyasetlerden ve bu siyasetlerin yol açtığı sancılara işaret eden birtakım gelişmelerden söz etmek istiyoruz.

Arap Rejimleri ve İran da Endişeli

Arap toplumlarındaki değişim sürecinden ve dikta rejimlerine karşı başkaldırı hareketlerinden dolayı endişelenenler sadece emperyalizmin başını çeken güçler ve onların himayesi altındaki siyonist işgal devleti değil. Henüz hâkimiyetlerini sürdüren Arap rejimleri ve İran da endişelenenler arasında.

Tunus'ta ortaya çıkan halk hareketinin buradaki dikta rejimini devirmesi üzerine rüzgârın diğer dikta rejimlerine doğru eseceği ve bu rejimlerin birer domino taşı gibi birbirini devirebileceği beklentileri zaten onları telaşlandırmıştı. Mısır'daki diktanın "biz Tunus gibi değiliz" demesine, ardından da Libya diktasının "bizi diğerlerine benzetmeyin" demesine rağmen saltanatı bırakmak zorunda kalması endişelerin artmasına sebep oldu. Ondan dolayı bu rejimler esen rüzgârın Suriye'de durdurulması için çeşitli oyunlara başvurdular. Arap Birliği teşkilatının Suriye'deki zulmü durdurma konusundaki girişimlerinin hiçbirinin gerçekçi ve samimi çıkmaması, hep sinsi oyunlarla Baas rejimine zaman kazandırmaya çalışması bu yüzdendir.

İran'ın endişesi Akdeniz'e çıkan koridor üzerinde bir güvenlik şeridi oluşturma planlarının riske girmesinden kaynaklanıyor. Dolayısıyla Suriye'deki Baas rejiminin vahşi katliamlarına destek vermesi tamamen çıkar hesaplarına ve etkin bölgesel güç olma planlarıyla ilgili pragmatist politikalara dayanıyor. İzlediği siyasete "İslâmî" açıdan deliller ve gerekçeler bulabilmek için de güdümündeki medya organları ve mensupları vasıtasıyla piyasaya sürdüğü asılsız iddialarla, artık hiçbir şekilde çuvala sığdırılması mümkün olmayan yalanlarla Suriye halkının özgürlük mücadelesini ve haklı direnişini karalamaya, Baas rejiminin korkunç vahşetini ise meşru göstermeye çalışıyor. Bu tutumun emperyalist güçlerin veya Arap dünyasındaki dikta rejimlerinin izlediği pragmatist, makyavelist politikalardan hiçbir farkı yoktur ve İslâmî bir temele dayandırılması mümkün değildir. Böylesine korkunç bir vahşeti onaylayan, destekleyen ve bu vahşete karşı sürdürülen hak mücadelesini ise karalayan anlayışa İslam'dan kılıf bulmaya çalışmak en başta İslam'a haksızlıktır.

Suriye Halkına Annan Numarası

Suriye halkının kararlı mücadelesine rağmen bu ülkedeki Baas diktasının sultasını koruyabilmesinde en önemli etken yukarıda sözünü ettiğimiz güçlerin hepsinin bu ülkede hesaplarının aynı noktada yani Baas diktasının hâkimiyetinin devamı noktasında birleşmesidir. İkinci önemli etken ise hâkim güçlerin Tunus ve Mısır'da toplumsal patlamalara hazırlıksız yakalanmalarına rağmen Suriye'deki patlama karşısında bayağı hazırlıklı, siyaset ve taktiklerini de ona göre şekillendirmiş olmalarıdır.

Uluslararası güçler ve onların güdümündeki BM sergilenen vahşete, katliama seyirci kalıyor görünmemek için Arap Birliği teşkilatıyla birlikte eski BM Genel Sekreteri Kofi Annan'ı bir çözüm formülü bulmak üzere görevlendirdi. O da "Annan Planı" adı verilen bir çözüm planını gündeme getirdi. Plan özetle ifade etmek gerekirse kısa vadede ateşkes sağlanması, uzun vadede de seçim kapılarının açılması suretiyle sorunun sonlandırılmasını öneriyordu. Gerçekte ise Suriye halkı nazarında artık meşruiyetini tamamen kaybetmiş olan katil Baas rejiminin yeniden meşrulaştırılmasını ve ona zaman kazandırılmasını amaçlıyordu.

İlk etapta planın uygulamaya geçirilmesi ve ateşkesin sağlanması için Baas diktasına on gün süre tanınması ona zaman kazandırmaktan ve insan katletmeye devam edebilmesi için mühlet tanımaktan başka bir anlam taşımıyordu. Çünkü Baas diktasının kendisine tanınan süreyi sadece insan katletmek için değerlendireceği biliniyordu. Nitekim önce on gün süre tanınması sonra bu sürenin iki gün daha uzatılması suretiyle kendine verilen fırsatı azami derecede "verimli (!)" kullanabilmek için sürekli kan döken Baas diktasının sadece bu müddet içinde binden fazla insanı katlettiği gelen haberlerde dile getirildi. Bu sayı ise kısa vadeli bir savaşta öldürülen insan sayısını aşmaktadır.

Verilen sürenin dolmasından sonra da Baas diktası işi yokuşa sürerek, muhaliflerin tüm karşıt faaliyetlere son vereceklerine dair yazılı belge alınmasını istedi ve halkın özgürlük mücadelesinden vazgeçmeyeceğini ortaya koymak için meydanlara çıkması üzerine yine insanların üzerine mermi yağdırmaya, kan dökmeye, katliamlar gerçekleştirmeye devam etti.

Çıkar hesapları Baas diktasının devamıyla paralel olan İran yönetimi de Annan Planının görüşülmesi merhalesinde yaptığı açıklamalarda Beşşar Esed yönetimine fırsat verilmesi ve herhangi bir reform yapılacaksa bunun Baas yönetimine bırakılması yönünde taleplerde bulunarak Suriye'deki zulme destek konusundaki tavrını değiştirmeye niyetinin olmadığını açıkça ortaya koydu.

Planın metni ve uygulamaya geçirilmesi konusunda izlenen tutum Annan Planının gerçekte Suriye halkının direnişinin önünü kesmek ve Baas zulmüne yeniden kazıklarını çakma fırsatı vermek amacıyla kurulan tuzak olduğunu gözler önüne sermektedir.

Mısır'da Halk İradesinin Önüne Duvar Hukuku

Mısır uluslararası emperyalizm ve özellikle de onun özenle korumaya çalıştığı siyonist işgalin geleceği açısından büyük önem taşıyor. O yüzden bu ülkede halk iradesinin siyasi iktidarı belirleme ve denetleme yetkilerinin sınırlandırılması, özellikle İslâmî tercihin belirleyici olmasının önüne geçilmesi için çeşitli oyunlara başvuruluyor. Bu amaçla diktatörün devrilmesinden sonraki geçiş merhalesinde askerî mekanizmayı devreye sokmaya çalıştılar. Şimdi yeniden yapılanma döneminde ise yargı mekanizmasından yararlanmak istiyorlar. Bu amaçla da "hukuk"la ilgili kavram ve ilkelerin istismarı suretiyle özgür halk iradesinin önünde bir "hukuk" duvarı örmeye çalışıyorlar. Bu yolla kitlesel devrimin halk iradesine ve bu ülkedeki Müslüman halkın İslâmî tercihine uygun bir şekilde tamamlanmasını engellemek, eski totaliter rejimin yargı mekanizması vasıtasıyla revize edilmiş ve biraz vidaları gevşetilmiş şekilde geri dönmesini sağlamak için uğraşıyorlar. Seçim yoluyla belirlenen yeni parlamentonun aritmetiğine göre şekillenen ve yeni Anayasayı hazırlamak için görevlendirilen yüz kişilik Anayasa Komisyonunun, kadınların ve hıristiyanların yeterince temsil edilmediği dolayısıyla halk iradesini yeterince yansıtmayacağı iddiasıyla Kahire İdare Mahkemesi tarafından ilga edilmesi bu amaç içindir. Ne kadar ilginçtir ki Mısır Yüksek Seçim Kurulu da cumhurbaşkanlığına aday olanlar arasında, Hüsnü Mübarek döneminden kalanlarla birlikte İslâmî hareketi temsil eden adayların ileri gelenlerinin başvurularını da reddetti. Bu ret kararıyla bir bakıma dikta rejiminin kalıntılarıyla İslâmî hareketi temsil edenleri aynı kefeye koymuş oldu. Birilerini tasfiye ederken diğerlerini de bu arada sahanın dışına çıkarmış oldu.

Mısır'da parlamento seçimleri sonrası durum, yeni Anayasayla ilgili tartışmalar ve cumhurbaşkanlığı adayları hakkında Vuslat dergisinin bu ayki sayısı için yazacağımız yazıda ayrıntılı bilgi vereceğiz inşallah. Bu yazımızı kişisel web sitemizde de (www.vahdet.info.tr) okuyabilirsiniz.

Yemen'i Irak'a Dönüştürme Çabaları

Yemen'de dikta rejimi halk direnişi karşısında yenilgiyi kabul etmek zorunda kaldı. Ancak burada halk iradesinin iktidarı şekillendirmesinden rahatsız olan güçlerin aynen Irak'ta izledikleri politikayı yani "ya benim dediğim olsun ya da harabe olsun!" siyasetini izlediklerini görüyoruz. O yüzden uzlaşma başkanı ve geçiş dönemiyle ilgili referandumun halk tarafından kabul edilmesinden sonra ortalığın karıştırılması için çeşitli oyunlara başvurulduğunu, güven ve istikrarın oturmasının engellenmesine çalışıldığını görüyoruz. Uzlaşma başkanı ve geçiş dönemi sisteminin onaylanmasına dair referandumu Yemen'le ilgili politikalarına uygun görmeyen İran'ın da uzun süreden beri desteklediği Husi hareketi vasıtasıyla Yemen'i Irak'a dönüştürme politikalarında aktif rol alması bu ülkeye yönelik tutumunda da tamamen çıkarcı, pragmatist siyaseti benimsediğinin, İslâmî duyarlılıktan bütünüyle uzak durduğunun bir göstergesidir.

Libya'da Kabile Sayısınca Devlet mi Kurulacak?

Libya'da istikrarlı ve İslâmî değerlere göre şekillenen bir yapının hâkim olmasının engellenmesi, kurulacak yeni sistemin dışa bağımlı hale getirilmesi için kabile yapısından yararlanılmaya çalışılıyor. Bir yandan bu ülkenin Tunus'la birleştirilmesi suretiyle güç alanının genişletilmesi çağrıları yapılırken diğer taraftan kabileler arasında güç yarışının ve hâkimiyet kavgasının baş göstermesi doğal olarak zihinlerde bazı soru işaretlerinin ve tereddütlerin ortaya çıkmasına sebep oluyor. "Normalde tek bir hilafet çatısı altında güçlerini birleştirmeleri gereken Müslüman halkların bugün ulusal kimliklere göre elli yedi devlete ayrılması, üstelik Arap ulusunun da yirmi bir devletçiğe bölünmesi yetmiyormuş gibi yaklaşık yedi milyon nüfusa sahip Libya'nın kabile sayısına göre devlete veya özerk yönetime mi bölünmesi gerekiyor?" diye sorma ihtiyacı duyuyoruz.

Sonuç

Bunlar birer vakıa ve vakıayı olduğu gibi görmek gerekir. Ancak bunların görülmesi özgürlük mücadelesi içindeki halkları mahkûm eden komplo teorilerini onaylamayı gerektirmez. Bunun yanı sıra uluslararası güçlerin ve onların uzantılarının kendi çıkar hesaplarını koruma amaçlı politikalar geliştirmeleri kitlelerin özgürlük mücadelelerine öncülük edenlerin de yönlerini bu politikalara göre belirleyecekleri anlamına gelmez.

İrtibatlı Yazılar:

  • Geçiş Döneminin Sancıları
  • Yeniden Yapılanmanın Dinamikleri