Yeni Yapıyı İnşa

27 Eylül 2012 Perşembe, Yeni Akit

Mısır'da yeni yapıyı oturtma ve şekillendirme çabaları ülke içinde ve dışında farklı boyutlardan ele alınıp tartışılıyor. Cumhurbaşkanı Dr. Muhammed Mursi de bu tartışmaların sürdüğü sırada BM Genel Kurulu toplantısına katılmak için ABD'yi ziyaret etti. Orada Mısırlı sivil toplum kuruluşlarının ve dinî oluşumların ileri gelenleriyle bir araya gelerek değişim sürecini konuştu. Görüştükleri arasında Mısırlı hıristiyan ve yahudilerin ileri gelenleri de vardı. Biz de bu haftaki yazılarımızda bu ülkedeki değişim sürecini ele almak istiyoruz. Değişik boyutlarıyla ele alınması gereken bu konuyu sadece bir makaleye sığdıramayacağımız için bu haftaki yazılarımıza yayma ihtiyacı duyuyoruz.

Bu dönemde Mısır'daki değişim sürecinin en önemli sıkıntılarından biri Suriye'de Baas vahşetinin sürüyor olmasıdır. Bu zulüm ve vahşet her şeyden önce Mısır'daki süreci büyük ölçüde gölgede bırakmakta, özellikle İslâm dünyasında konuşulup tartışılmasının önüne geçmektedir. Oysa sürecin buna iki yönden ihtiyacı var. Birinci olarak özellikle İslâmî kesimde doğrularıyla ve yanlışlarıyla tartışılmasına, doğruların desteklenip yanlışların eleştirilmesine vesile olacaktır. İkinci olarak burada dile getireceğimiz hususlarda da görüleceği üzere yeniden yapılanma sürecinde İslâmi kimliğin belirleyici olmasına karşı değişik yönlerden baskı yapılmakta ve atılacak adımların önünün kesilmesine çalışılmaktadır. Halkın desteğiyle iş başına gelmiş kadronun bu baskı ve taktikler karşısında cesaretli adımlar atabilmesi için uluslararası platformda da desteğe ihtiyacı var. Değişim sürecinin Müslüman toplumlarda tâli planda kalması ve sadece baskıcı taraflarca tartışılması bu yönden olumsuz etki yapacaktır.

Ayrıca Suriye'deki durum Mısır'ı bire bir etkilemekte ve belli bir sorumluluk yüklemektedir. Mısır toplumu her ne kadar bir çalkantı geçirmiş ve değişim sürecine yeni girmiş olsa da Suriye'deki katliamlardan, Baas zulmünden büyük zarar gören Suriye halkına karşı özellikle Arap dünyasının bir büyüğü, ağabeyi olması vasfından dolayı önemli yükümlülük taşıyor. Dolayısıyla Suriye halkının direniş ve mücadelesi Mısır halkı açısından da öncelikli bir konudur ve enerjisinin bir kısmını ona yöneltmesi gerekir.

Bu merhalede Suriye'deki direnişin bileğinin güçlendirilmesi ve orada zulmün köşeye sıkıştırılması için Türkiye'yle Mısır arasında işbirliği ve dayanışmanın artırılması büyük önem taşıyor. O açıdan Türkiye'nin haklı ve meşru direnişe destekte geri adım atmaması, yerli Baas lobisinin ve onun uluslararası platformdaki destekçilerinin baskıcı tutumlarına kesinlikle boyun eğmemesi gerekir. Fakat mültecileri hedef alan dezenformasyon ve politik hesaplı lobi faaliyetlerinin aleyhte sonuçlar doğurduğunu, hükûmetin tutumunu etkilediğini görüyoruz. Oysa Türkiye'nin yapması gereken, zulme karşı mazlumların yanında duranlarla ilişki ve işbirliğini güçlendirmektir.

Yeniden yapılanmada önce mevcut sistemin bertaraf edilmesi sonra yeni sistemin oturtulması gerekir. Normalde birinci işlem göze daha büyük görünür. Çünkü hâkim sistemin çok sağlam temeller üzere kurulu olduğu ve iyi korunduğu düşünülür. Ama yeni sistemin kurulması ve oturtulması daha zordur.

Eski sistemin derin unsurlarının varlığını korumasından kaynaklanan sıkıntılar var. Onların tasfiyesi ve etkisiz hale getirilmesi belli bir zaman alacaktır. Çünkü etkilerini ve güçlerini korumak için ellerindeki tüm imkânları değerlendiriyorlar. Ayrıca global sistemle derin bağlantılarının olmasından kaynaklanan zorluklar var. Bu bağlantıları olmasaydı tasfiye edilmeleri daha kolay olacaktı.

Yine yeni yapılanmayı hedefleyen çok farklı unsurlar var ki içlerinde İslâmi kesimden olanlar bile mevcut. Zikrettiğimiz üzere eleştiriler faydalı ama tamamen silip atan, geçmiş sistemden farksız ABD güdümlü gibi lanse eden yaklaşımlar haksız ve yıkıcıdır.

Bununla birlikte anketlerden halk desteğinin arttığı sonuçları çıkması ise ümit veriyor. Mısır Kamuoyu Araştırmaları Merkezi'nin Mursi'nin iş başına gelmesinin üzerinden 80 gün geçince farklı şehirlerden 1665 kişi arasında yaptığı anket, katılanların % 79'unun Mursi'nin tavrından memnun olduğunu, % 13'ünün olmadığını, % 8'inin ise cevap vermediğini gösterdi. Anket olumlu bakış ve destekte artış olduğunu gösterdi.

Temel Tanım İle Atılıyor

28 Eylül 2012 Cuma, Yeni Akit

Yeniden yapılanmada sistemin şekillendirilmesinde atılacak temel, tanımlama ile başlar. Mısır'da da tartışma buradan başladı.

Bu ülkede sistemin tanımlanmasında İslâmî kimliğin esas alınmasının ülke halkının tercihi olduğu yapılan referandum ve seçimlerde ortaya çıktı.

Fakat normalde geniş tabanın desteğine sahip olmamalarına rağmen İslâmî kimliği bir öcü ve onun seçilmesini toplumun geleceği açısından tehlikeli olarak göstermeye çalışan küçük çaplı azınlığın yoğun bir şekilde laik kimliği öne çıkardığını görüyoruz.

Bu konuda ısrarlı davrananlar aslında kendi çoğulcu düşünceleriyle çelişkiye düşüyorlar. Bu da çoğulcu ve demokrasi yanlısı görüşlerinde samimi ve inandırıcı olmadıklarını gösteriyor.

İkinci olarak Mısır'da laik tanım gerek siyasi gerekse toplumsal kimlikte daha önce de belirleyici unsur değildi. Anayasa başta olmak üzere sistemin ve toplumun kimliğini tanımlayan yasal dayanakların hiçbirinde laik kimlik esas alınmıyordu.

Bugün siyasi ve toplumsal kimliğin tanımlanması tartışmalarında R. Tayyib Erdoğan'ın Eylül 2011 ortalarında gerçekleştirdiği Mısır ziyareti esnasında yaptığı "laikliğin tercih edilmesi" nasihatinin yeniden gündeme gelmesi ve laik kimliğin tercih edilmesinde ısrar edenlerin bunu kendilerine dayanak edinmeleri Erdoğan'ın söz konusu nasihatinde hiç de isabetli bir çıkış yapmadığını bir kez daha ortaya çıkardı.

Son dönemde sistemin kimliği ve tanımlanmasıyla ilgili tartışmalarda Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi, Ezher kökenli bazı kaynak ve dayanakları da esas alarak Mısır'ın laik değil medeni devlet olarak tanımlanması gerektiğini, İslâm'ın devlet sisteminin de medeni yani sivil yönetimi esas aldığını vurguladı. Mursi konu hakkında ABD'deki Mısırlıları temsil eden sivil toplum kuruluşlarında yaptığı konuşmada da İslâmî yönetim biçimiyle Ortaçağ Avrupası'ndaki dinî yönetim biçimlerinin kastedilemeyeceğini vurguladı. Mursi konuyla ilgili açıklamalarında şu ifadelere yer verdi: "İslâm devleti Ortaçağ Avrupa'sındaki din devletleri gibi değildir. İslâm devleti bir medeni devlettir. Teokratik bir devlet değil yönetime halkın ortak olduğu bir medeni devlettir."

Mursi'nin geniş tabanlı ve farklı kesimleri bünyesinde bulunduran bir toplumsal tabana hitap ettiğini dolayısıyla tartışmalar aşamasında gerginliğe yol açacak keskin bir dil kullanmanın doğuracağı olumsuz sonuçları nazarı dikkate alarak konuştuğunu göz önünde bulundurmadan çok hızlı bir şekilde onu mahkûm edenlere biraz etraflıca düşünmelerini, şartları iyi değerlendirmelerini tavsiye ediyorum.

Ülkede oturtulmaya çalışılan yeni sistemin tanımlanmasıyla ilgili tartışmalara Müslüman Kardeşler cemaati de iştirak ederek Mısır toplumunun geçmişte de kesinlikle laik bir toplum olmadığını ve bundan sonra da olmayacağını dile getirdi. Müslüman Kardeşler, Mısır toplumunun İslâmî bir toplum olduğunu İslâmî toplumda gayri müslimlerin haklarının adalet ilkelerine göre korunduğunu dile getirerek yeni yapının "laik" kimliğe göre tanımlanmasına ve şekillenmesine onay vermeyeceğini ortaya koydu. Bu cemaat, Erdoğan'ın Eylül 2011 Mısır ziyaretinde yaptığı "laiklik" nasihatine de tepki göstermiş ve Mısır'da yeni yönetimin laik temelli olmayacağını vurgulamıştı.

Özelde Mısır'da genelde halk ayaklanmalarının zafere ulaştığı Arap ülkelerinde yeniden yapılanma döneminde İslâmî kimliğin öne çıkmasının, İslâmî kutsal değerleri hedef alan yeni provokatif çalışmaların hortlatılmasında etkisinin olması ihtimali yüksektir. ABD'de piyasaya çıkarılan filmin arka planında duranlar arasında Mısırlı bir Kıptînin yer alması ve provokasyon amaçlı tanıtım çalışmalarında onun bu kimliğinin özellikle öne çıkarılması bu açıdan düşündürücüdür. Çünkü Mısır'da İslâmî kimliğin belirleyici olmasının önüne geçilmesi çabalarında Kıptilerin bir toplumsal duvar oluşturması için İslâmî yönetim biçiminin gayrimüslim unsurların haklarını ve özgürlüklerini ellerinden alacağı mesajı verilmeye çalışılıyor. Bu amaçla da ülkedeki en geniş tabanlı hıristiyan azınlığı oluşturan Kıptilerle Müslümanlar arasında gerginlik oluşturulması, bunların karşı karşıya gelmeleri ve daha yeni yönetimin tanımlanması aşamasında bile korkulan şiddetin tehlikeli yüzünü göstermeye başladığı intibaı verilmesi için çaba harcanıyor. Ancak Mısır halkı protestolarında Kıptileri karşısına almayarak tuzağa düşmemeyi başardı.

Dayatmacılık ve Halkın Tercihi

29 Eylül 2012 Cumartesi, Yeni Akit

Mısır'da yeniden yapılanma döneminde sistemle ilgili tanımlama tartışmasının merkezinde yeni Anayasanın şekillendirilmesi çalışmaları var. Çünkü yeni Anayasa yeni sistemin kimliğini, dokunulmazlarını, kırmızı çizgilerini ve serbest bölgesini belirleyecek. Bu konuyla ilgili tartışmalarda da halkın tercihi ile dayatmacı tutumun karşı karşıya geldiğini görüyoruz.

Yeni Anayasanın şekillendirilmesi için bir Hazırlık Komisyonu oluşturuldu. Fakat hazırlık merhalesinde komisyon üyelerinden Bayan Menal et-Tibî, komisyona İslâmcıların hakim olduğu gerekçesiyle istifa etti. Tibi'nin istifa gerekçesi komisyon üyeleri içinde Özgürlük ve Adalet Partisi ile Selefi kesimi temsil eden Nur Partisi'nin yüzde altmışlık pay alması. Oysa halkın tercihine göre bu iki partinin hak ettiği oran yüzde altmışı aşıyor. Ama her iki siyasi parti de komisyonda farklı kesimlerin temsil edilmesine ve kapsamlı istişareye imkân verilmesi için hak ettiklerinin bir kısmını diğer partilere ve akımlara kullandırıyorlar.

Tibi ve benzerlerinin yaptığı şirketin sermayesine yüzde on oranında katılıp kârdan yüzde yetmiş pay almak isteyenlerin yaptığına benziyor. Fakat onların asıl amaçları âdil paylaşım ve halkı temsil oranında söz hakkı almak değil Batı'daki ağabeylerine, büyüklerine "Dikkat edin İslâm geliyor!" mesajı göndererek onları alarm durumuna geçirmektir. Ama uluslararası güçlerin ve yerli temsilcilerinin artık bir Müslüman toplumun tercihinin İslâm olacağı realitesini görmek, dayatmacı tahakküm yerine bu toplumların iradelerine saygıyı esas alan ve vakıayı gören diplomatik diyaloğu kabullenmek zorunda kalacaklarını düşünüyoruz.

Müslüman toplumların İslâm'ı bir hayat nizamı olarak tercih etmelerine itiraz edenlerin en çok tartışma konusu yaptıkları konu hukuk sistemidir. Sıkıntılarını da İslâm'ın hukuk sistemindeki yasaklara tahammül edemeyecekleri ve bu yasakların özgürlükleri kısıtlayacağı endişelerine dayandırıyorlar. Oysa İslâm'ın hukuk sistemi yasakları ve serbest bölgeyi belirlerken her zaman birey ve toplum maslahatını gözetmiştir. Örneğin içki, kumar, zina gibi kötülüklerin işlenmesine yasak getirmeyen toplumlarda bu fiillerin ne kadar çok soruna yol açtığı biliniyor. Ondan dolayıdır ki bugün modernleşen hukuk sistemleri bu tür kötülüklere yasak getiriyor. Başkalarının kişisel haklarına ve değerlerine tecavüz olmadığı takdirde düşüncelerin ifade edilmesine İslâm hukuku hiçbir yasak getirmiyor. Adaletin gözetilmesi konusunda ise hiçbir hukuk sistemi İslâm'ın hukuk sistemiyle yarışamaz.

Sonuç itibariyle şer'î sistem de bir hukuk nizamıdır ve Müslüman toplumların bu konudaki tercihlerine saygı gösterilmesi gerekir. Adalet ve hakların gözetilmesi ise uygulamayla ilgilidir. Birileri hakkı ve adaleti temel ilke edinen bir hukuk nizamını seçtiğini söylerken uygulamada haklara tecavüz ederse mahkûm edilmesi gereken nizam değil onu uygulamaktan sorumlu olanlardır.

Uluslararası güçlerin Mısır'daki yenilenme süreciyle ilgili sıkıntılarının başında gelen husus ise yeni yönetimin Filistin duyarlılığıdır. İşgal devleti bu duyarlılıktan ciddi şekilde endişe ediyor. Aynı endişeyi siyonist işgal hesabına ABD de taşıyor. O yüzden Mısır'ı bu konuda köşeye sıkıştırmak, onun Filistin duyarlılığının kendisine de pahalıya mal olacağı mesajları vermek için çeşitli taktiklere başvuruyorlar.

Ramazan'da gerçekleştirilen Sina saldırıları bu amaçla başvurulan bir taktikti. Biz daha önce bu konuyla ilgili değerlendirme yazıları yazmıştık. Ribat dergisinin Eylül 2012 sayısı için yazdığımız "Ramsesler Çetesinin Sina Oyunu" başlıklı yazıda ise bu olayları değişik yönlerden tahlil etmeye çalıştık.

İşgal devletinin son dönemde Gazze'ye yönelik saldırılarını yoğunlaştırması, sınıra asker yığması, tehditlerini artırması ve 2008'deki "Dökme Kurşun Operasyonu" benzeri bir saldırı düzenleyebileceği yönünde gürültü çıkarması da aynı zamanda Mısır'a gözdağı verme amaçlıdır.

Emperyalizmin Mısır üzerindeki komplo ve oyunlarının önemli bir boyutunu da hıristiyan azınlığın tahrik edilmesi politikası oluşturuyor. Ancak bu politikanın ayrıntılarıyla tahlil edilebilmesi için müstakil bir yazıda ele alınması gerekir.