Zulmün Ayak Diretmeleri

Temmuz 2012, Ribat

Ümmet Bütünlüğünün Bozulmasıyla Gelen Zulüm Rejimleri

Müslümanlar tek bir ümmettir. Ancak özellikle 19. yüzyılda yaygınlaşan ve temeli Batı'da olan bazı anlayışlar sebebiyle ümmet bilinci yavaş yavaş kayboldu. Çizilen coğrafi sınırlarla insanlarımızın ilgi ve duyarlılık alanları da sınırlandırıldı. "Biz" bilincinin sınırları iyice daraltıldı. İnsanlarımız "biz" derken sürekli, ilgi ve duyarlılıklarının tahdit edilmesi için belirlenen sınırların içinde düşünmeye başladılar.

Yüce Allah, Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruyor: "Şüphesiz sizin bu ümmetiniz tek bir ümmettir. Ben de Rabbinizim. Öyleyse benden sakının." (Mu'minun, 23/52) Bir başka âyeti kerimede de şöyle buyurmaktadır: "İşte sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim. Öyleyse bana ibadet edin." (Enbiya, 21/92) Resûlullah (s.a.s.) de bir hadisi şerifinde şöyle buyurmuştur: "Mü'minlerin, birbirlerini sevmede, birbirlerine merhamet etmede ve birbirlerine acımadaki örnekleri adeta bir beden örneğidir. Onun bir organı rahatsız olduğunda diğer organları da uykusuzluk ve ateşle ona katılır."

Burada Müslümanların ümmet olarak bütünlüğüne, birliğine dikkat çekilmekte, her zaman birbirleriyle dayanışma içinde olmaları gerektiği vurgulanmaktadır. Zaten sömürgeci güçlerin Müslümanlar üzerinde dünyevi üstünlük sağlamaları ve onları siyasi yönden hâkimiyet altına almaları da ümmet bilincinin zayıflatılmasından sonra olmuştur. Ümmet bilincinin kaybedilmesinde en etkili akım da kavmiyetçiliktir.

Bu akım Müslüman halkların arasına çizilen sınırların korunması ve ümmet bütünlüğünün yeniden sağlanmasının önlenmesi amacıyla sürekli kullanıldı. Bunun başarılabilmesi için de Müslüman toplumların başına emperyalizm tarafından beslenen ve kumanda edilen zulüm rejimleri musallat edildi. Bu rejimler hâkimiyetlerini koruyabilmek için sürekli şiddete başvurma, silahın ve zindanın tehdit gücünden yararlanma ihtiyacı duydular. Bir yandan da kurdukları yönetim biçimlerini ve karizmalarını tabulaştırdılar. Halklara düşünce ve siyaset özgürlüğü tanımaya yanaşmadılar. Tanıdıkları da kendi tabularının ve karizmalarının etrafına çizilmiş sınırlara kadardı. Hatta bu sınırlarla çevrilmiş alan tamamen kapalı hale getirildi. Bu sınırları aşmayı bir yana bırakın içerisinde neler olup bittiğinin bilinmesi, araştırılması bile yasaklandı. Böyle bir şeye kalkışan kişi kendini bir başka kapalı alanın içinde yani etrafı yüksek duvarlarla ve demir kapılarla örülmüş zindanların içinde buluyor, artık oradan çıkmasına bile kolay kolay izin verilmiyordu.

Çünkü o girilmez alanların içinde olan bitenlerin araştırılması kutsallaştırılan ve karizma haline getirilen kişilerin ve onların kurduğu sistemlerin gerçek yüzlerinin yani çirkinliklerinin görülmesini sağlayacaktı. Toplumlara düşündüğünü gündeme ve hayata taşıma, uygulamaya geçirme özgürlüğünün tanınması durumunda başlarına musallat edilen totaliter rejimleri istemeyeceklerini de çok iyi biliyorlardı.

Normalde kendi dünyalarında demokrasi ve özgürlük kavramlarını kutsallaştıran uluslararası güçler de İslâm dünyasındaki yönetimlerin kendi halklarına bunları vermesinden yana değillerdi. Çünkü onların bu coğrafyadaki çıkarlarının bekçiliğini ve politikalarının takipçiliğini bu yönetimler yapıyordu. Müslüman halkların ümmet bütünlüğüne kavuşmasını engellemek amacıyla çizilmiş sınırların korunmasını sağlayacak olan en önemli etken de bu yönetimler tarafından sahiplenilen ideolojik kimliklerdi.

Zulme Başkaldırı Toplumsal Vakıadır

Zulüm, şiddet ve baskı yoluyla ayakta durmaya çalışan sistemlere karşı başkaldırı hareketleri toplumsal vakıadır. Çünkü bu gibi toplumların baskı altında tutulmasını sağlayan en önemli araç korku duvarıdır. Yukarıda da ifade ettiğimiz üzere zulüm sistemleri kendi hâkimiyetlerini ayakta tutmalarını sağlayan korunaklı alana yaklaşılmasını engelleyebilmek için sürekli bu korku duvarından yararlanmaya çalışırlar. Ama bu duvarın aşılması halinde zulme ve haksızlıklara karşı zaten bilenmiş haldeki toplumlarda ciddi patlamalar yaşanabilir. Bu bir toplum gerçeğidir. Tarihte de birçok örneği mevcuttur. Fakat ne kadar ilginçtir ki tarihteki örneklerine bakılınca toplumsal arka planını araştırma ihtiyacı duyulurken günümüzde yaşananların arkasında hep uluslararası güçlerin arandığını, muhtelif komplo teorilerinin geliştirildiğini görüyoruz. Oysa gerçekleşen başkaldırı olayları uluslararası güçlerin hesaplarına da ters düşmektedir. Uluslararası güçlerin eskimişleri atıp yerlerine yenilerini koymaya çalıştıkları iddiaları burada gerçekçi olmaktan uzak ve zulme başkaldıran halklara büyük bir iftiradır. Onurları ve hakları için meydanlara dökülen; "Ey Allah'ım! Bizim senden başka destekçimiz yok!" diye haykıran kitlelere büyük haksızlıktır. Bu kitlelere atılan iftiraların hesapsız kalmayacağını da düşünmek gerekir.

Zulme Karşı Mazlumun Yanında Durmak İmanî Sorumluluktur

Zulmün olduğu yerde mazlumdan yana tavır almak imanî sorumluluktur. Hatta zulmeden kişi imanlı diğeri imansız olsa bile. Çünkü zulmedene yapılacak iyilik onu zulmünden vazgeçirmektir; zulmünü sürdürmesi ve haksızlık ederek tahakkümünü sürdürmesi için yardımcı olmak değil. Dolayısıyla zulmedenlere bu konuda arka çıkanlar onlara gerçekte iyilik değil kötülük yapıyorlar. Diğer tarafa karşı ise zaten kötülük içindeler. Bu yolla her iki tarafa birden kötülük etmiş olurlar. Mazlumun yanında yer alan, ona destek olan kişi ise diğeri için hiçbir şey yapamasa bile en azından bir tarafa iyilik etmiş olur.

Kur'an-ı Kerim'de zulme ve zalime karşı, mazlumun yanında yer almanın imanî sorumluluk olduğunu hatırlatan birçok âyeti kerime mevcuttur. Bunlardan bazılarının meallerini aktaralım:

"Size ne oluyor da, Allah yolunda ve "Ey Rabb'imiz! Halkı zalim olan şu kasabadan bizi çıkar; bize kendi katından bir veli (koruyucu, sahip) gönder, bize kendi katından bir yardımcı gönder" diyen zayıf düşürülmüş erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz?" (Nisa, 75)

"Kendileriyle savaşılan (mü'minlere) zulmedilmeleri dolayısıyla (savaşa) izin verilmiştir. Şüphesiz Allah onlara yardım etmeye güç yetirir. Onlar sırf: "Rabbimiz Allah'tır" dediklerinden dolayı haksız yere yurtlarından çıkarılmışlardır. Eğer Allah'ın insanların bazılarını bazılarıyla savması olmasaydı şüphesiz içlerinde Allah'ın adı çokça anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescidler yıkılırdı. Allah kendine (dinine) yardım edenlere elbette yardım edecektir. Şüphesiz Allah güçlüdür, yücedir." (Hacc, 41-42)

"Zulmedenlere meyletmeyin. Yoksa size ateş dokunur. Sizin Allah'tan başka dostlarınız yoktur. Sonra yardım da göremezsiniz." (Hud, 113)

Zulmü benimsemek ona ortak olmaktır. Bundan dolayı çağımız zalimlerinin zulümlerini haklı göstermek için izledikleri yanıltma politikalarına ve propaganda faaliyetlerine karşı çok dikkatli olmak gerekir. Aksi takdirde insan yanılarak normalde reddedilmesi gereken uygulamaları benimseyerek zulme ortak olabilir.

"Onlarla savaşın ki, Allah sizin ellerinizle onlara azap etsin, onları rezil etsin, onlara karşı size zafer versin ve mü'minler topluluğunun gönüllerini ferahlandırsın." (Tevbe, 14)

"Kim zulme uğradıktan sonra hakkını alırsa artık onların aleyhlerine bir yol yoktur" (Şura, 41)

Buna göre zulme boyun eğmeyip karşı durmak, haksızlığa itiraz edip hakkını aramak, bunun için mücadele meşrudur. Dolayısıyla zulüm karşısında haklarını arayanları kınamak yanlıştır. Hatta haklarını arayanların yanında yer almak, zulüm karşısında sessiz kalmamak gerekir. Çünkü Resûlullah (s.a.s.) haksızlık karşısında susanın dilsiz şeytan olduğunu bildirmiştir.

"Allah, haksızlığa uğratılan dışında kötü bir sözün açıktan söylenilmesinden hoşlanmaz. Allah işitendir, bilendir." (Nisa, 148) Yani normalde söylenmesi yasak olan bazı kötü sözlerin haksızlığa uğratılmış ve zulme maruz kalmış birileri tarafından söylenmesi müstesna tutulmuştur.

"Sakın Allah'ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma. Ancak onları gözlerin donup kalacağı bir güne ertelemektedir." (İbrahim, 42)

Kimin Tavrı Emperyalizmin Hesabına

Onlarca yıldır emperyalizm tarafından güdülen ve yönlendirilen dikta rejimlerine başkaldıran halkların bu direnişlerinin ve özgürlük mücadelelerinin çağdaş emperyalist güçlerin oyunu, komplosu olarak gösterilmesi gerçekte emperyalizmin bir oyunudur. Çünkü emperyalizmin hesabına ve oyununa uygun olan halkların isyanı, emperyalizme hizmet eden rejimlerin gidip haklara saygılı yönetimlerin gelmesini isteyen kitlelerin direnişi değil bu direnişi kirletmeye çalışanların yürüttüğü antipropaganda faaliyetidir. Dolayısıyla emperyalizmin hesabına çalışanlar işte bu antipropaganda faaliyetini yürütenlerdir. Hak ve özgürlük davası için meydanlara çıkan kitleler değil. Artık farkında olmadan bu kirli enformasyon ve çirkin antipropaganda faaliyetlerine alet olanların hak ve özgürlük mücadelesi için büyük fedakârlıkları göze alan kitleleri değil kendilerini sorgulamaları ve çağdaş emperyalist güçlerin hesabına çalışmayı bırakmaları gerekir.

Bu çirkin antipropagandaya alet olanların kullandığı malzemelerin büyük ölçüde çağdaş emperyalizmin hizmetindeki medya organları tarafından piyasaya sürülen söylentiler ve iddialar olması da zaten kimler tarafından yönlendirildiklerini gözler önüne seriyor. Tüm yorum ve ithamlarında, kullandıkları haber ve malzemelerde kaynaklarının hep söz konusu medya organları olması dikkat çekmiyor mu?

Dikta Rejimlerinin Ayak Diretmeleri

Söz konusu antipropaganda faaliyetleri gerçekte dikta rejimlerinin ve onların arkasında duran emperyalist güçlerin ayak diretme taktiklerinden biridir. Halkların hak ve özgürlük mücadelelerini zayıflatmak ve çağdaş emperyalist güçlerin çıkarlarına hizmet eden totaliter rejimlerin geleceğini kurtarmak amacıyla böyle olumsuz bir kanaat oluşturmaya, söz konusu mücadeleleri zayıf düşürmeye ve zaman içinde etkisiz hale getirmeye çalışıyorlar. Bu mücadelelerin etkisizleştirilmesinin geniş zamana yayılması taktiği söz konusu totaliter rejimlerin yeniden kazıklarını çakmasına ve vidalarını sıkmasına fırsat verilmesi içindir.

Zulüm rejimlerine karşı ayaklanmaların devrimlerini tamamlayamaması, yarım bırakması bu rejimlerin geri dönmesine imkân verecek kapıların açık bırakılmasına yol açar. Ondan dolayı bu rejimlerin ve bilerek ya da bilmeden o rejimlerin hesabına çalışan güçlerin ayak diretme taktiklerine dikkat edilmelidir.

Dikta rejimlerinin ve onların arkasında duran emperyalist güçlerin ayak diretme oyunları sadece kitlelerin mücadelelerini kirletme amaçlı antipropaganda faaliyetlerinden ibaret değildir. Bunların dışında da muhtelif oyunlara başvuruluyor. Bazıları birbirine ters görünse de gerçekte aynı hedefe yöneliktir.

Suriye'deki katil Baas rejimi ayak diretme kavgasını kan dökerek sürdürüyor. Çünkü dikta yönetimlerinin bu direnişler karşısında meydanı terk etmesi sonucunda halkın nasıl bir tercih yaptığı gözlendi. Ondan dolayı çağdaş emperyalist güçler ve yerli işbirlikçiler de Suriye'deki katil Baas rejimine mühlet verilmesinden yana tutum sergiliyor, bazıları buna açıktan destek verirken bazıları da sessiz kalmak, uluslararası alanda herhangi bir karşıt faaliyetin önünü açmamak suretiyle dolaylı destek veriyorlar.

Mısır'da Hüsni Mübarek'i deviren direniş kurulmuş zulüm sistemi binasının çatısını uçurdu. Ama Anayasa Mahkemesi, Yüksek Askeri Konsey vs. gibi önemli sütunlarını devirebilmiş değil. Şimdi totaliter rejimlerle çıkar ilişkileri olanlar bu sütunları sağlamlaştırmak suretiyle binanın üstüne oturtulacak çatının da ona göre şekil almasını sağlamak istiyorlar. Bu itibarla son zamanlarda bu iki kurumun arka arkaya darbeler gerçekleştirmeye çalışması da totaliter rejimin ayak diretme oyunlarıdır. Bu oyunlarla ülkede kolları Anayasa Mahkemesi tarafından arkadan kelepçelenmiş, ayaklarına da Yüksek Askeri Konsey tarafından pranga vurulmuş bir demokrasinin hâkim olmasını istiyorlar.

Henüz kitlesel ayaklanmaların yaşanmadığı ama Suriye'deki direnişin zaferinden etkileneceği tahmin edilen toplumlarda da farklı ayak diretme oyunları var. Bu farklılıklar hâkim sistemlerin ve yönetim altındaki halkların yapılarına göre değişiyor. Bazılarında vidaları gevşetme politikalarına başvurulurken bazılarında da tam tersi bir şekilde daha da sıkılıyor ve tüm kitlesel hareketlilikler sıkı denetim altına alınıyor.

Global Zulme Karşı Ümmet Bütünlüğüne İhtiyaç Var

Bütün bu ayak diretmelerinin sürdürülebilmesinde söz konusu rejimlerin arkasında duran uluslararası ve yerel güçlerin yani global zulmün büyük bir rolü var. Suriye'deki katil Baas rejimiyle menfaat ilişkilerinden dolayı ona bütün imkânlarıyla destek verme arsızlığını sürdürmekte ısrar eden bölgesel güçler de bu zulmün bir parçasıdır. Global zulmün baskı gücünün zayıflatılabilmesi ve başkaldıran halkların kendilerine daha çok güvenmelerinin sağlanabilmesi için ümmet bütünlüğüne, geçmişte bu bütünlüğün ortadan kaldırılması için çizilmiş sınırları aşarak güçleri birleştirmeye ihtiyaç var.

İrtibatlı Yazılar:

  • Zulüm Mazlumu Haklı Kılar
  • Ateşkes Ateşinde Yanan Çocuklar