Firavunların Mirası: İhanet

24 Ağustos 2012 Cuma, Yeni Akit

Suriye'de her gün yüzlerce insanı katleden, bayram günlerinde bile dört yüze yakın insanı imha eden korkunç vahşet ne yazık ki dünyada olan bitenlerin çoğunu gölgede bırakıyor. Böyle bir vahşet başka yerlerde kirli hesapları olanların, tehlikeli planlarını hayata geçirmeye çalışanların işlerini kolaylaştırıyor.

O yüzdendir ki Avrupa'da yeniden İslâm düşmanlığının ve Müslümanların kutsal değerlerini hedef alan çirkin saldırıların tırmanışa geçmesi dikkatlerden kaçıyor.

Kutsal Mescidi Aksa'yı yakma amaçlı sabotajın yıl dönümünde bu kutsal mabedin daha büyük sabotaj ve komplolarla karşı karşıya olduğu, siyonist işgalcilerin burayı tamamen yahudi kuşatmasına almak için adım adım ilerledikleri gerçeğini konuşmaya fırsat bulamadık.

Arakan zulmü son bulmuş değil. Ama Baas vahşetinin günde ortalama yüz kişiyi katletmesi oradaki zulmü ve vahşeti de gölgede bırakıyor.

Mısır'da da yeniden yapılanma döneminde uluslararası emperyalizmin ve onun himaye ettiği siyonist işgalin sinsi politikalarından kaynaklanan sorunlar yaşanıyor ve bunlar da Baas vahşetinin gölgesinde kalıyor. Ama biz bir yandan Suriye'deki zulüm ve vahşet konusunda sürekli dikkatleri canlı tutmaya çalışırken dikkatlerden kaçan bazı önemli gelişmeler hakkında bilgilendirme çabalarımızı da sürdüreceğiz.

Mısır'da bu sıralarda yaşanan sorunlar aslında diktatörlerin halklarına ve kendilerinden sonra gelebilecek halklarının haklarına sahip çıkma konusunda duyarlı yönetimlere ne kötü miras bıraktıklarını gözler önüne seriyor. İşte bu kötü miraslardan biri de Camp David Anlaşması'dır. Halk ayaklanmasıyla tahttan indirilen Hüsni Mübarek'ten önceki Cumhurbaşkanı Muhammed Enver es-Sâdât (Sedat değil) tarafından 1979'da imzalanan Camp David Anlaşması'yla görünüşte siyonist işgal devleti 1967'de işgal ettiği Mısır topraklarını iade etmiş olsa da karşılığında topraklarını ve halkını savunma hakkını da rehin almıştır. Böyle bir hakkın rehin alınması ise Mısır'ın onurunun ve izzetinin ayaklar altına alınması anlamına gelir.

Çünkü anlaşmanın ek maddelerinin ikincisine göre Sina yarımadası üç ayrı bölüme ayrılıyordu ve buranın "C" bölgesi adı verilen ve "İsrail sınırı" olarak nitelendirilen çizgiye yakın yerlerde Mısır herhangi bir savaş gücü, tank, top ve uçaksavar füzesi bulunduramayacaktı. Sadece BM gücü ve Mısır'ın hafif silahlarla donatılmış sınır güvenlik gücü bulunacaktı. Bu bölge ise kuzeyde Ariş'in batısından başlayıp güneyde tam Sina yarımadasının ucunda yer alan Ras Muhammed'de biten çizginin doğusundaki tüm Sina topraklarını kapsıyor. Yani Sina'yı neredeyse ortadan ikiye böldükten sonra "İsrail" tarafında kalan kısmı tamamen silahtan ve askerden arındırıyordu. Bu çizginin batısında kalan Sina toprakları ise ikiye bölünüyor ve her bir bölgede sınırlı sayıda asker ve silah bulundurulmasına izin veriliyordu.

Camp David Anlaşması'na göre "C" bölgesi Sina'nın Akdeniz sahilindeki en büyük şehir olan ve önemli limanlarından da birinin bulunduğu Ariş şehrini de kapsadığından Mısır'ın bu şehirde de askeri güç ve silah bulundurma hakkı yok. O yüzden, belki Hayat Damarları 2 kafilesinde bulunan arkadaşlarımız hatırlayacaklardır, o kafilede kukla Firavun'un adamları bizi Ariş limanına kapatıp dışarıyla irtibatımızı kestiklerinde gece yarısı üzerimize saldırı planladıklarında on bin civarında asker sokabilmek için işgalci siyonistlerden izin istemişlerdi. Tabii, Gazze'ye yardım götürenlere karşı düzenlenecek bir operasyon için işgalci siyonistler sadece izin vermekle kalmamış aynı zamanda kendilerinin taş atan Filistinli çocuklara karşı geliştirdikleri otomatik taş atma makineleri bile vermişlerdi. Firavun'un adamları da bu makineleri kullanarak kardeşlerimizin üzerine adeta iri iri siyah dolu taneleri gibi taş yağdırmışlardı.

5 Ağustos'ta Sina'da sınır güvenlik güçlerini hedef alan saldırının ardından yeni Mısır yönetiminin Camp David Anlaşması'nın getirdiği kısıtlamayı tanımayarak sınıra yakın bölgelere tank, top ve bazı ağır silahlarla birlikte savunma gücü yerleştirmesi üzerine işgalci siyonistler rahatsız oldu. Onların hesabına çalışan yerli işbirlikçilerin de ağızlarını biraz fazla açmaya başladıkları görüldü. Bu konunun ayrıntısına da inşallah müteakip yazımızda gireceğiz.

İhanetin Yükünü Atabilmek

25 Ağustos 2012 Cumartesi, Yeni Akit

Halklarına ve onların meşru haklarına saygılı olmayan işbirlikçi yöneticilerin geriye bıraktığı ihanet mirası, halklarının haklarına sahip çıkmayı ilke edinen yöneticilerin üzerinde ağır bir yük. Yeniden yapılanma döneminde bundan kurtulma çabası yürütülüyor.

Uluslararası emperyalizmin himaye ettiği siyonist işgalin Mısır'da, Firavun rejimi artıklarıyla işbirliği yaparak gerçekleştirdiği Sina saldırısının Gaziantep saldırısıyla benzerlikleri olduğunu söyleyebiliriz. Bu benzerlikler yönlendiren merkezlerin de aynı olmasını gerektirmez. Ama taktik ve amaçlarda benzerlikler olabilir. Bu iki saldırının birbirine yakın zamanlarda gerçekleşmesini de dikkate alarak İslâm dünyasındaki değişim sürecinin önüne takoz koymaya çalışan güçlerin plan ve taktiklerini keşfetmek gerekir.

Mısır, Sina komplosuna hazırlıksız yakalandı. Bu da normaldi. Çünkü komplocular yeni yönetimin böyle bir komplo ihtimali üzerinde düşünmesine bile fırsat vermeden harekete geçtiler. Fakat Mısır'ın yeni komplolara hazırlıklı olmak, benzer saldırıların hazırlık çalışmalarını yakın takibe almak ve planı infaza kalkışma halinde hızlı müdahale etmek için bölgeye bir miktar askerî güç ve teçhizat yerleştirmesi gerekiyordu. Ne var ki geçmiş Firavunlar rejiminin geriye bıraktığı ihanet anlaşması olan Camp David Anlaşması buna engel teşkil ediyordu. Anlaşmayı yeniden masaya yatırıp en azından ek maddelerin iptalini talep etmekle başlayacak pazarlık ise kim bilir ne kadar zaman alacaktı. Bu pazarlık sürerken yeni komplolar ve saldırı planları için ise kapılar açık tutulmuş olacaktı. O yüzden Mısır yönetimi bir bakıma anlaşmanın ek maddelerini geçersiz sayarak sınıra yakın bölgelere tank, ağır silah ve ek güvenlik gücü yerleştirdi.

Bu atak siyonist işgalcileri rahatsız etti. İşgal devleti başbakanı Netanyahu, Mısır'dan derhal ağır silahlarını ve sınır güvenlik güçleri dışındaki tüm askerlerini çekmesini istedi. Oysa 5 Ağustos'ta gerçekleştirilen vahşi saldırıdan sonra Mısır ciddi bir riskle karşı karşıya olduğunu görmüştü ve işgal devletine karşı bir operasyon amacıyla değil sadece kendi güvenliğini ve sınırını korumak amacıyla buna ihtiyacı vardı.

İşgal devleti Mısır'ın Sina'nın C bölgesine yerleştirdiği askerî güçlerini ve ağır silahlarını çekmemekte ısrarlı davranması üzerine ABD'nin devreye girmesini ve isteneni kabul edinceye kadar bu ülkeye ekonomik desteğini tamamen dondurmasını istedi. Bilindiği üzere çağdaş emperyalizmin "ekonomik destek" adını verdiği krediler ve global düzenle bağlantılar gerçekte zayıf düşürülmüş ülkelerin yönetimlerine karşı kullanılan birer ayak bağından ve zincirden başka bir şey değildir. Ama biz inanıyoruz ki Müslüman toplumların özgürlük mücadelesinde işbirlikçi yönetimler tasfiye edilir ve halkların değerlerine saygılı yeni yönetimler kendi aralarında güç birliği oluştururlarsa bu bağları atacaklardır.

Bunun yanı sıra çağdaş emperyalizmi zorlayan global ekonomik krizin de öyle basite alınabilecek türden bir sorun olduğunu düşünmeyelim. Dolayısıyla ABD emperyalizminin "ekonomik destek" adını verdiği prangayı ve zinciri Mısır'daki yeni yönetimi köşeye sıkıştırmak amacıyla çok etkin bir şekilde kullanabileceğini sanmıyoruz. Öte yandan Mısır'da halkıyla bütünleşebilen ve yolsuzlukların önüne geçmede ciddi adımlar atan bir yönetimin yerel alternatifler geliştirmesinin zor olmayacağını düşünüyoruz.

İlginç olan bir şey de işgalci siyonistleri rahatsız eden atakların onlardan önce yerli işbirlikçileri rahatsız etmesi. Normalde Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi basın özgürlüğünü genişletmek için yeni adımlar atarken, basın mensuplarının cezalandırılmasını zorlaştıran düzenlemeler getirirken ve daha önce cezalandırılmış olanları da affederken, sürekli İslami hareket aleyhine faaliyetleriyle öne çıkan, İslamî kesime karşı içi dışı kin dolu olan ve Feraine (Firavunlar) adlı tv kanalında program yapan Tevfik Ukkaşe, Mursi'yi artık İsrailli dostlarıyla eskisi kadar rahat bir şekilde ilişkilerini sürdürmesine fırsat vermediği iddiasıyla siyonist işgal parlamentosu Knesset'e şikâyet etti. Ukkaşe ilginç bir örnek. Ama Sina komplosu sonrasında medya cephesinde siyonistlerin planlarına paralel savaş yürütenlerin hiçbiri ondan farklı değil.