Ekim 2012, Vuslat
Suriye'de zulüm ve katliamlar bütün şiddetiyle devam ederken her gün yürekler parçalayan yeni manzaralar gözlerimizin önüne geliyor. Öyle ki bırakın annelerin kucaklarında katledilen bebekleri annelerinin karınlarındaki bebekler daha dünyaya gözlerini açamadan vahşi Baas rejiminin roketlerine hedef olarak katlediliyorlar. Zulüm ve vahşet daha dünyaya gözlerini açamamış ve hayatla tanışamamış bebeklere ve onların annelerine bile insaf etmiyor.
Aynı vahşet, saldırı ve katliamlarında ölü sayısının çok olmasını sağlayabilmek için özellikle insanların toplu halde bulundukları noktaları hedef alıyor. Günlük ekmeklerini temin edebilmek için fırınların önünde uzun kuyruklar oluşturan kalabalıklar vahşi Baas rejiminin adamlarının ve ona dışarıdan destek veren güçlerin attığı füzelere hedef oluyor. Yerine göre ibadet için yerine göre de saldırılardan kaçmak amacıyla insanların bir araya geldiği camiler özellikle hedef alınıyor. Bunun gibi insanların grup halinde bulundukları noktalar ölü sayısının çok olması için birinci derecede hedef alınıyor.
Böylece günlük cinayet, öldürülen insan sayısı ortalaması sürekli artıyor.
Zulüm rejiminin böyle bir strateji izlemesinin amacı bir yandan halkı yıpratmak, onun dayanma ve tahammül gücünü tümüyle yok etmek, böylece zulme yeniden boyun eğmek zorunda kalmasını sağlamak, bir yanda da direnişi törpülemek suretiyle onu en azından bazı dayatmaları kabule zorlamaktır.
Zulüm rejimi bir yandan halkı ve direnişi yıldırmaya ve törpülemeye çalışırken diğer yandan da kendisinin sürekli kan kaybettiğini, elemanlarının kaçtığını ve ordusunun döküldüğünü görüyor. Onun için zamanla yarış içinde olduğunu düşünerek halka daha ağır darbeler indirmeye ve her gün yüzlerce insan öldürmeye çalışıyor. O yüzden insanları fert fert değil toplu halde öldürebileceği hedeflere yöneliyor. Direnişçilerle bire bir, göğüs göğüse çarpışması durumunda kendi askeri güçlerinin de önemli kayıplar verdiğini, üstelik direnişçiler tüm zorluklara rağmen kararlılıkla çarpışmaya devam ederken kendi elemanlarının kaçmayı tercih ettiklerini görüyor. Ondan dolayı cephe savaşlarında direnişçilerle karşı karşıya gelmek yerine silahsız, savunmasız insanların gruplar halinde katledilebileceği noktaları vurarak halkı yıldırma taktiğine başvuruyor.
Baas rejiminin özellikle Şebbiha çeteleri geçtiğimiz Ramazan ayından beri Filistinli mültecilerin yaşadığı mülteci kamplarını hedef alan saldırılar da düzenlemeye başladılar.
Buralara Ramazan öncesinde de zaman zaman saldırılar düzenleniyordu. Ancak Ramazan'dan itibaren yukarıda zikrettiğimiz, insanların toplu halde bulundukları noktaları hedef alarak ağır darbeler vurma taktiği bu kamplara yönelik saldırılarda da etkin bir şekilde uygulanmaya başlandı. Örneğin Ramazan'da Şam'daki Yermük mülteci kampında Filistin Camisi adlı bir caminin hedef alındığı saldırıda 10 Filistinli mülteci öldürülürken 20 mülteci de yaralanmıştı.
Filistinli mültecilerin toplu halde katledildikleri daha başka katliamlar da gerçekleştirildi. Onların hedefe yerleştirildiği eylemlerin başlangıcından itibaren18 Eylül 2012'de 18 mültecinin öldürüldüğü katliamla birlikte Şam'daki Yermük mülteci kampıyla Lazkiye mülteci kampı başta olmak üzere Filistinli mültecilerin yaşadığı yerleri hedef alan saldırılarda öldürülen mülteci sayısının 400'ü bulduğu bildirilmişti. Ancak bunların önemli bir kısmını Ramazan ve sonrasında gerçekleştirilen katliamlarda öldürülenler oluşturuyordu.
Normalde Filistinli mülteciler genellikle Suriye'deki çatışmalarda fiili olarak yer almamayı tercih ediyorlar. Direniş gruplarının ileri gelenleri de kendilerine bunu tavsiye ediyor. Olaylara karışanların çoğunluğunu sol gruplara mensup olanlar oluşturuyor ki onlar da rejimin güçleriyle hareket ediyorlar. Olayların şiddetlenmesinden sonra İslâmî kesimden direnişin saflarında olaylara karışanlar olduysa da bunu kişisel kararlarıyla yaptılar.
Baas diktasının mülteci kamplarını hedef alan saldırılarının ve gerçekleştirdikleri katliamların amacı onları, çatışmalarda yanında yer almamaları, açıktan destek vermemeleri ve yerine göre muhalefete karşı çatışmalara katılmamaları sebebiyle cezalandırmak, kendilerinden intikam almaktır.
Türkiye'de Baas rejiminin yanında yer alan ve onun lobiciliğini yapan kesimin kullandığı en önemli argümanlardan birinin bu rejimin Filistin halkına ve direnişine destek verdiği, siyonist işgale karşı stratejik güç olduğu iddiasıdır. Bu rejimin izlediği tutum ve elemanlarının Filistinli mültecileri hedef alan saldırıları, cinayetleri ve katliamları Filistin'le ilgili tavrının tamamen kendi çıkar hesaplarıyla ilgili olduğunu, hesaplarına uygun bir tutum izlememeleri durumunda Filistinliler karşısında siyonist katillerden daha şedit ve vahşi olabildiklerini gözler önüne sermiştir. Bu durum ise Filistinli mültecilerin ne yazık ki Kuveyt, Irak ve Lübnan'da olduğu gibi Suriye'de de kurttan kaçarken kendilerini ayının kucağında bulduklarını göstermiştir.
Suriye'deki Filistinli mültecilerin önemli bir şanssızlığı da bir yandan saldırıya uğrarken diğer yandan ağızlarının bağlanmasıdır. İçinde bulundukları şartlar yüzünden maruz kaldıkları saldırılarda Baas çetelerine hedef olduklarını söylemekten bile çekiniyorlar. Çünkü bunu söylediklerinde olaylara karışmış, taraf olmuş ve bir tarafın yanında yer alma suçlamasıyla diğer tarafın saldırılarına maruz kalmış gibi görünmekten korkuyorlar. O yüzden en azından Filistinli direniş gruplarını temsil eden medya organları, mültecilerin maruz kaldığı saldırıları kamuoyuna yansıtırken bu saldırıların Şebbiha çeteleri tarafından düzenlendiğini dile getirmekten çekiniyor, genel ifadeler kullanma ve müşahhas bir taraf üzerine gitmekten kaçınarak genel anlamda saldıranlara tepki gösterme yoluna gidiyor. Çünkü buna dikkat etmedikleri takdirde, tamamen savunmasız ve silahsız durumdaki mültecilerin çok daha şiddetli saldırılara maruz kalacaklarını, yapılan saldırıların da bu konuda bir gözdağı niteliği taşıdığını biliyorlar.
Mazlum halkların uğradıkları haksızlıklarda en büyük şanssızlıkları maruz kaldıkları uygulamaların geniş zamana yayılmasıdır. Çünkü geniş zamana yayılması rutinleşmesine, kanıksanmasına ve normalleşmesine neden oluyor. Örneğin olayların başlangıç merhalesinde bir günde yüzlerce insanın katledilmesi geniş çaplı tepkilere neden olabilir. Ama zamanla zulme maruz kalan halkla birlikte ona destek verenlerin duyarlılık ve tepkileri de yıpranır. Olaylar gündelik ve alelade hale gelmeye başlar. Bu bir toplum psikolojisidir ve toplumları yönlendirmeye çalışanlar tarafından çok sinsi bir şekilde değerlendirilmektedir.
İşte bu durum zalimlerin, katillerin işlerini kolaylaştırır. Şiddetin derecesini ve gündelik cinayet ortalamasını artırma konusunda kendilerini daha rahat hissederler. Suriye'deki katil Baas rejiminin ve ona gerek silahla, gerekse askerle destek veren diğer güçlerin son dönemde halkı yıldırmak, direnişi de törpülemek amacıyla özellikle sivil kalabalıkların bulunduğu noktaları hedef almak suretiyle günlük cinayet ortalamasını artırma konusunda kendilerini rahat hissetmelerinin sebebi de budur.
Normalde Suriye'deki zulüm ve katliamlara karşı durdukları imajı verirken bu ülkedeki dikta rejiminin gitmesi sonrasında İslâmî direnişin iktidarı ele almasından dolayı endişeler taşıyan bölgesel ve uluslararası güçlerin katillere sürekli mühlet vermelerinin amacı da söz konusu toplum psikolojisinden yararlanarak direnişi yıpratmak böylece onu dayatmalara razı etmektir. Bundan dolayıdır ki Arap Birliği ve BM tarafından gündeme getirilen sözde çözüm formülleri katil Baas rejimine mühlet tanımanın ve böylece olayları geniş zamana yayarak toplumların duyarlılıklarını tahriş etmenin ötesinde söze gelir bir şey yapmadı. Aynı strateji ve taktiğin ABD'nin Suriye meselesine yönelik politikasına da çok belirgin bir şekilde yansıdığını görüyoruz.
İran yönetimi olayların başlangıcından beri Suriye'deki direniş ve kitlesel başkaldırıya karşı Baas diktası ve zulmünün yanında yer aldı. Kendini bu tutumunda haklı gösterebilmek için de Suriye yönetiminin Filistin direnişinin yanında, ABD ve İsrail'e karşı tavır aldığı dolayısıyla ona başkaldıranların ABD ve İsrail'in çıkarlarına hizmet ettikleri iddiasının arkasına sığındı. Hatta "Arap Baharı" diye adlandırılan kitlesel ayaklanmaların diğerlerini "İslâmî uyanış" olarak isimlendirerek bunlara sahip çıktığı, destek olduğu mesajı vermeye çalışırken Suriye'deki halk ayaklanmasını ABD ve İsrail'in çıkardığını iddia ederek onu "terör" bu ülkedeki direnişçileri de "terörist" olarak isimlendirdi. Zaman zaman ABD'nin olayları bahane ederek Suriye'yi işgal edeceği senaryolarını gündeme getirip olaylara dışarıdan müdahale edilmemesi çağrıları yaptı. İlginç olan ise sürekli dışarıdan müdahale edilmemesi çağrıları yaparken kendisinin silah ve asker desteğiyle Baas'ın bileğini güçlendirmesi, bu rejimin askerlerinin kaçmasından doğan boşlukları Lübnan'daki "Hizbullah" ve kendisinin Devrim Muhafızları mensupları ile doldurmasıydı.
Oysa görünüşte Baas zulmüne karşı durduğu iddiasında olan ABD'nin hesapları da bu ülkedeki direnişin talepleriyle uzlaşmıyordu. Çünkü siyonist işgal, Baas diktasının gitmesi durumunda iktidarın İslâmî direnişin eline geçmesinden son derece endişe ediyor ve bilhassa böyle bir iktidarın Arap dünyasındaki diğer halk ayaklanmalarıyla iktidarı elde eden İslâmî oluşumlarla güçlerini birleştirmelerinin kendisinin sonunu hızlandıracağını tahmin edebiliyordu. Baas diktası ise görünüşte siyonist işgalle diplomatik ilişki içine girmese de onun için bir tehdit niteliği de taşımıyordu.
ABD emperyalizminin Suriye direnişini rahatlatacak ve Baas diktasını zorlayacak hiçbir girişime destek vermemesinin ve bu türden bütün taleplere şiddetle karşı çıkmasının sebebi de buydu.
Suriye halkı ve direnişi ABD'nin dıştan müdahalede bulunmasını zaten hiçbir zaman istememiş ve böyle bir müdahaleyi kendi yararına görmemiştir. Baas diktasını uluslararası platformda zorlamak, katliamlarına engel olmak için baskı niteliği taşıyacak adımlar atılmasına ve direnişin silahlandırılmasına engel olmaması kendileri için yeterliydi. Fakat ABD emperyalizmi bunu yapmazken, direnişin silahlandırılmasına sürekli engel oldu. Bu konudaki tutumunu da çok açık dille ortaya koyarak Suriye direnişine el-Kaide'nin yön verdiği dolayısıyla onun silahlandırılmasının el-Kaide'nin silahlandırılması anlamına geleceği iddiasında bulundu. Bu konudaki söylemlerinin İran'ın söylemleriyle örtüşmesi de dikkat çekiciydi.
ABD'nin fiili direnişin önünü tıkayan tutumlarından vazgeçmesini bir yana koyun sivil, savunmasız halkın canlarını güvenceye alma amaçlı tüm girişimleri engellemesi bile Baas zulmü karşısında yolunun aynı noktaya uzandığını gözler önüne seriyordu. Bilindiği üzere Suriye'de insanların en azından saldırılardan emin ve can güvenliği içinde olabilecekleri uçuşa kapalı tampon bölge oluşturulmasına en başta ABD engel oldu.
ABD Suriye içinde böyle bir bölge oluşturulmasını engellerken İran'la sıkı münasebet içinde olduğu bilinen bir kadronun sol gruplarla işbirliği içinde hareket ederek Hatay'da mülteciler aleyhine yoğun propaganda faaliyetleri yaptıkları, gelecek olanlara bütün yolların kapatılması, gelmiş olanların da dağıtılması için iftira ve saldırı kampanyaları yürüttükleri görülüyordu.
Bütün bu gelişmeler Suriye karşısında zulüm güçlerinin yollarının aynı noktaya çıktığını fakat yönlerinin farklı olduğunu, bazılarının doğudan batıya, bazılarının batıdan doğuya, bazılarının kuzeyden güneye, bazılarının güneyden kuzeye gittiğini çünkü konum ve stratejilerinin bunu gerektirdiğini gösteriyordu.
Suriye konusunda dikkat çekmek istediğimiz bir husus da katillere destek verenlerin artık iyice arsızlaşmalarına, haya örtülerini tümüyle üstlerinden atarak zalim Baas diktasına sonsuza kadar destek vereceklerini söylemelerine, Suriye'ye asker gönderdiklerini itiraf etmekten de çekinmemelerine rağmen mazlumlara destek verenlerin onların bu tutumlarına tepki göstermeyi bir yana bırakın zulme maruz kalanların davalarına sahip çıkmakta bile oldukça çekingen davranmalarıdır.
Haklı ve meşru mücadele içinde olan Suriye halkına destek vermek, onun adına silahlı mücadele verenleri silahlandırmak insanî ve İslâmî sorumluluktur. Eğer ki direnişçilerin eline silah verilirse Baas diktasının gazı çabuk tükenecek ve diktanın sonunun gelmesi de hızlanacaktır. Aksi takdirde olayların geniş zamana yayılmasından kaynaklanan olumsuzluklar bu halka ve direniş güçlerine bazı dayatmaların kabul ettirilmesi imkânı verecektir ki Baas diktasının sonunun kesin olduğunu gören güçlerin buna rağmen ona mühlet veren sözde çözüm formülleriyle oyalama yapmalarının amacı da budur.