Suriye hakkında bizimle yapılan röportaj

8 Haziran 2012 Cuma, islammedya

Selamun Aleykum Hocam,
Öncelikle röportaj teklifimize olumlu cevap verdiğiniz için teşekkür ederiz.
Efendim sizinle hususen Suriye'yi ve genel olarak da İslam Dünyasının sorunlarını konuşmak istiyoruz.
Hocam sizi İslam dünyası üzerine yaptığınız araştırma çalışmaları ile tanıyoruz. Son dönemlerde Arap ve İslam coğrafyasında cereyan eden ve adına ARAP BAHARI denilen ayaklanmaları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu ayaklanmalar adalet, hukuk ve özgürlük isteyen halkların zulüm rejimlerine karşı başkaldırmasıdır. Bu toplumsal bir vakıadır ve tarihte başka örneklerini de görmek mümkündür. Ancak ne kadar ilginçtir ki geçmişte farklı toplumlarda görülen benzer ayaklanmalar çoğunlukla hak ve özgürlük mücadelesi olarak kayıtlara geçerken Müslüman toplumların bu ayaklanması hakkında bir yığın dedikodu ve komplo teorisi üretildi.

İşin gerçeğinde uluslararası emperyalizm ve onun uzantıları olaylara hâkim olamadıkları zaman bu tür komplo teorilerini piyasaya sürerek kendi zaaflarını örtmeye ve gidişatı kontrol altına alabilmek için zihinleri yönlendirmeye çalışıyorlar. Gerçekte ise bu ayaklanmalar ve devamında gerçekleşen siyasal değişim uluslararası güçlerin ve bilhassa onlar tarafından özenle korunan siyonist işgal devletinin hesapları yararına değildir. Dikta rejimlerine başkaldıran halkların özgür iradelerine göre değişim devam etmesi ve çemberin gittikçe yayılması ise onların hesaplarını daha da bozacaktır.

Bu devrimlerde temellerini Hasan El-Benna (rh.a)'ın attığı ihvan-ı Müslimin hareketinin rolü nedir?

Bu ayaklanmalar geniş tabanlı halk ayaklanmalarıdır. Yani dikta rejimlerinin baskı uygulamalarından etkilenen, haklarından ve özgürlüklerinden yoksun bırakılan bütün kesimlerin belli bir payı var. Fakat bu kesimler içinde Müslüman Kardeşler'e destek veren, onun siyasal çizgisini benimseyen kitle büyük bir yekûn oluşturuyor. Zaten bu gerçek özellikle Mısır'da devrim sonrasında yapılan seçimlerde ortaya çıktı. Bunun Yemen seçimlerinde de ortaya çıkacağına kanaat ediyoruz. Tunus'ta ise İslâmî harekete destek veren kesimin ağırlıklı yekûnu oluşturduğu görüldü. Libya'da da ağırlıklı gücü İslâmî duyarlılığa sahip kesim oluşturmaktadır.

Müslüman Kardeşler'in rolü aynı zamanda disiplinli ve örgütlü çalışmayla kitleleri yönlendirmesiyle kendini göstermiştir. Bu tür halk hareketlerinde disiplinlilik ve organize hareket edilmesi sonuç alınması açısından büyük önem arz eder. Çünkü organize olmayan kitlelerin korkutulması ve dağıtılması daha kolaydır. Organize olan kitleler kendilerine daha çok güvenir ve kararlı davranırlar.

Arap baharı adı verilen halk ayaklanmalarında toplumların organize olmadığını, psikolojik yönlendirmeyle meydanlara dökülen düzensiz kalabalıklardan ibaret olduğunu iddia edenler yanılıyorlar. Eğer organize olmasalardı silahın gücünü sorumsuz bir şekilde kullanan dikta rejimi karşısında bu kadar dirençli olmaları mümkün değildi. Suriye'de vahşi Baas rejimi karşısında on beş aydan beri kararlılıkla mücadelenin sürdürülmesinde organize olunmasının önemli rolü var.

Organizasyonun tamamen Müslüman Kardeşler'e ait olduğunu iddia edemeyiz, ama bu cemaatin önemli payı var.

Suriye'de bir örgütsel düzen ve disiplin sağlanmasına asla müsaade edilmemiştir. Ama bu ülkedeki organizasyonda da camilerdeki cemaat düzeni, dayanışması ve disiplini birinci derecede rol oynamıştır. O yüzden Suriye direnişinin bir cami direnişi olduğunu söylemek mümkündür. Bu direnişin dış güçler tarafından yönlendirildiğini iddia edenler asıl kendileri dış güçlerin hesaplarına ve oyunlarına hizmet ediyorlar.

İhvan hareketi bunca yıldır yediği darbelerden ve kazandığı tecrübelerden sonra bu başarısını masada kaybeder mi?

İhvan'ın şimdilik bir masa kavgası yok. Kastettiğiniz eğer siyasi mücadeleyse biz İhvan'ın meydanlarda verdiği mücadeleyi siyasi alanda da yargı alanında da sürdürmekte kararlı davranacağına inanıyoruz. Mısır'da Hüsnü Mübarek'e müebbet hapis cezası verilmesini yeterli bulmayan büyük kalabalıkların meydanlara çıkması bunu gösteriyor. Bu kalabalıklar aynı zamanda cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Ahmed Şefik hesabına yapılan taktiklere de göz yummayacağının bir işaretidir.

Tunus devrimi İslami perspektif ile bakılacak olursa başarılı olmuş mudur?

Tunus'ta halk ayaklanması İslâmî bir ayaklanma veya devrim olarak tanımlanmıyordu. Hatta Tunus'ta meydanlara çıkan kalabalıklar arasında liberal ve sol kanadı temsil edenlerin daha büyük bir ağırlık oluşturduğu sanılıyordu. Ama seçim sandıklarında halkın tercihi tahmin edilenlerden çok farklı bin manzara ortaya koydu. Yani olaya İslâmî açıdan bakmak isterseniz ortaya çıkan manzaranın tahmin edilenin çok üstünde olduğu gerçeğini görmeniz gerekir. İslâmî hedef açısından bakarsanız ise hedef elbette gelinen noktanın bayağı ilerisindedir. Ama komplo teorilerinin meraklıları bardağın boş tarafını görmeyi tercih ediyorlar. Bu tür teori ve yorum meraklılarının durumu biraz, akşam koçla koyunu çiftleştirip sabah kuzu almaya giden, beklediği kuzuyu bulamayınca da çiftleştirdiği hayvanları kesen çobanın durumuna benziyor.

Mısır'ın geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Ben Mısır'da Allah'ın izniyle özgürlüğün tadını alan halkın davasının da peşini bırakmayacağına inanıyorum. Hüsnü Mübarek'le ilgili mahkeme kararına itiraz eden milyonların meydanlara çıkması da bunu gösteriyor. Dolayısıyla bu ülkede zulüm rejimi artıklarının çeşitli hile ve taktiklerle cumhurbaşkanlığına getirilmesine devrimin arkasında duran halk kolay kolay razı olmaz. Tahminimize göre o taktik ve oyunların peşindeki karanlık güçler de bu halkın tepkisini karşılarına almaya kolay kolay cesaret edemezler.

Tahminimize göre Ahmed Şefik cumhurbaşkanlığı seçimlerinin birinci turunda bütün potansiyelini kullandı. İkinci turda seçilebilmesi için mutlaka büyük hilelere ihtiyaç duyacaktır. Çünkü İslâmî kesimin bütün kanatları Müslüman Kardeşler'in adayı Muhammed Mursi'ye destek vereceğini açıkladı. Devrimin arkasında durulmasını isteyen sol kesim de Ahmed Şefik'e karşı durduğunu ve "fulûl" yani "dikta artığı" olarak nitelendirilen birinin seçilmesine onay vermeyeceğini açıkladı. Bu durum karşısında Şefik'in birinci seçimde aldığı oylarla onun arkasında duran potansiyelin artık kullanılmış olduğunu gösterir.

Suriye'de neler oluyor?

Tunus'ta, Mısır'da, Libya'da, Yemen'de ve Bahreyn'de ne olduysa Suriye'de de o oluyor. Kırk dokuz yıldan beri yani yarım asra yakın bir süredir Baas diktasının zulmü ve baskısı altında, tüm özgürlüklerinden ve meşru haklarından yoksun bir şekilde yaşayan Suriye halkı artık bu zulüm bitsin, halk özgür iradesiyle karar versin, diyor. Ama buradaki direniş ve hak mücadelesi uluslararası platformda birçoklarının hesabına ters düştüğü için onların hepsi açıktan veya örtülü olarak Baas diktasına destek verdi. Baas'ın çökmesi, bu rejimin karşısında ve direnişin yanında gibi gösterilen Batılı güçlerin hesaplarına da uygun düşmediğinden onların da Suriye halkını hâkim sistemi meşru kabul eden bir çözüm formülüne zorlamak ve Arap toplumlarının dikta rejimlerine karşı ayaklanmalarının çemberinin genişlemesini engellemek amacıyla Baas zulmüne sürekli mühlet kazandırmaya çalıştıklarını görüyoruz. Bu ülkede zulüm rejiminin katliamlarında böylesine cüretkâr davranabilmesinin sebebi de budur.

Suriye'de kim kimdir?

Suriye'de bir tarafta zalim bir tarafta mazlum var. Mazlum meşru haklarını ve özgürlüklerini istiyor, onun için direniyor, zalim ise vermemekte direniyor. Aynı zamanda zalim küfür cephesini oluşturuyor, hakları için direnen mazlumlar ise Allah yolunda mücadele ettiklerine ölümün kendileri için şehadet olduğuna inanan cepheyi oluşturuyor. Meydanlardan ve zulüm rejiminin uygulamalarından önümüze gelen manzaralara bakmamız bu gerçeği anlamamız için yeter. Bir tarafta "Lebbeyk Allahumme Lebbeyk" diye haykıran, "Allah'ım senden başka yardımcımız yok!" diye seslenen kalabalıklar öbür tarafta ise yakaladıkları gençleri zorla Beşşar'ın fotoğraflarına secde ettiren ve "Beşşar'dan başka ilah yoktur" demeleri için onlara işkence eden askerlerin bulunması cepheler arasındaki iman - küfür ayrışmasını ortaya koymuyor mu? Bir tarafta elli yıla yakın bir süredir devam eden, on binlerce kayıp insandan haber vermeyen bir dikta rejiminin devam etmesi için elindeki silahları sorumsuzca kullanan silahlı güçlerin diğer tarafta ise "bitsin artık bu zulüm" diyen kalabalıkların bulunması zulüm - mazlum ayrışmasını ortaya koymuyor mu? Bir tarafta gasp edilmiş haklarını isteyen halkın diğer tarafta ise on yıldan beri reform yapıyoruz diyerek bu halkla dalga geçen ve hiçbir değişiklik yapmayan bir diktatörün yer alması hak isteyenle vermeyen arasındaki ayrışmayı gözler önüne sermiyor mu? Artık herkes yerini ve cephesini belirler. Burada hangi taraftan yana durursan Allah'ın huzurunda da onun tarafında yer alırsın. "La ilahe illa'llah" dediği için diri diri toprağa gömülen gençle mi yoksa o genci "La ilahe illa Beşşar" demeye zorlayarak diri diri toprağa gömen katillerin yanında mı yer almak istiyorsun, ona göre seçimini yaparsın.

Bunlar safları belirliyor. Ayrıntıya dair hususlarda ise herkesin her yaptığını onaylamak zorunda değilsin. Doğrularda ve yanlışlarda ölçümüz Kur'an ve Resûlullah (s.a.s.)'ın sünnetidir.

Suriye'deki direnişin hiyerarşik bir yapısı var mı?

Biraz önce de ifade ettiğimiz üzere Suriye'de Baas zulmü bir siyasal örgütlenmeye ve hiyerarşiye asla fırsat vermemiştir. Müslüman Kardeşler'e mensubiyeti idamla cezalandıran bir rejimde böyle bir hiyerarşik yapıyı oluşturmak mümkün değildi. Ama Suriye Müslümanları bunun alternatifini camilerde oluşturdu. Camilerde normal dini sohbet ortamlarında tanışma ve gönül bağı oluşturdu. İşte bu gönül bağını 15 Mart 2011'de patlak veren halk ayaklanmalarıyla bir hiyerarşi ve iç disipline dönüştürdü.

Cami cemaati düzenine göre oluşturulan hiyerarşi daha çok meydanlara dökülen kalabalıkların eylem düzeninin alt yapısını oluşturdu ki bu tamamen sivil eylem düzenidir.

Silahlı kanat sayılan Hür Suriye Ordusu ise bu disiplinin tamamen dışında farklı bir şekilde oluşmuştur. Bu teşkilatı devletin ordusundan kaçan ve silah eğitimi almış subay ya da askerler oluşturdu. Hür Suriye Ordusu'nun milis güçlerinin büyük çoğunluğu ordudan kaçanlardan ibarettir. Gençlerden bu örgüte katılanların sayısı çok değildir.

Son zamanlarda ayrıca Baas rejiminin kontrolü kaybettiği bazı bölgelerde küçük çaplı milis gruplar oluşturuldu ki bunu da cami cemaati tabanlı sivil eylem hiyerarşisinden ayrı ele almak gerekir. Bu küçük çaplı milis gruplar arasında koordinasyon olup olmadığı hakkında da henüz sağlıklı bilgi alabilmiş değiliz.

Muhalefetin bir de Suriye dışındaki sivil örgütlenmeleri var. Bunların çatı örgütü de Ulusal Devrim Konseyi'dir. Bu örgütlenme çok farklı siyasi kanatları bir araya getirmiş ve sivil dayanışma niteliğindedir. Bu örgütlenme içinde çok farklı siyasi kesimlerden temsilciler olmasını Suriye direnişini karalama amacıyla istismar edenler olduğunu görüyoruz. Bu çirkin istismar ve kara propaganda faaliyeti ise katil Baas rejimine hizmet amaçlıdır. Oysa bu siyasal örgütlenmeyi içerideki direnişten ayrı ele almak ve değerlendirmek gerekir. Ayrıca böyle farklı siyasal akımların temsil edildiği yapılanmaların hemen hemen bütün halk devrimlerinin diplomatik kanatlarında yer aldığını görürsünüz. Baas diktasının devrilmesinden sonra söz konusu siyasal akımlar halkın iradesine başvurduklarında kimin ne kadar bir güce ve desteğe sahip olduğu ortaya çıkar. Suriye halkının mücadelesinin hedefinde İslâmî bir değişim olduğunu tahmin etmek ise gerek cami hiyerarşisinden ve iç disiplinden, gerekse meydanlara yansıyan manzaralardan tahmin etmek mümkündür. Zaten Baas diktasının da uluslararası güçleri sürekli "biz gidersek İslamcılar gelecek" uyarılarıyla korkutması da bunu gösteriyor.

Bazı internet sitelerinde sizin Suriye konusundaki tavrınız nedeni ile eleştirildiğinizi görüyoruz. Hatta bir internet sitesinde "Ahmet Varol da önceden bizim gibi düşünüyordu, şimdi saf değiştirdi." türünden yorumlara rastlıyoruz. Ahmet Varol Suriye konusunda nerede duruyor?

Tabii ki eleştirecekler. Katil Baas rejiminin yanında duranlar kalkıp da bize "Ne iyi işler yapıyorsun Ahmet abi! Böyle devam et!" diyecek değiller. Suriye'de kardeşlerimiz katledilirken biz birilerinin eleştiri ve iftiralarından korkarak sessiz kalırsak büyük bir sorumluluk yüklenmiş oluruz.

"Önceden..." derken kastettikleri ne zaman acaba? Ben daha önce Tunus, Mısır, Libya; Yemen ve Bahreyn'deki dikta rejimlerine karşı özgürlük mücadelesini desteklediğim gibi Suriye'deki özgürlük mücadelesini de 15 Mart 2011 tarihinde olayların patlak verdiği tarihten beri sürekli destekledim. Tutumumda ve çizgimde hiçbir değişiklik olmadı. Gerçi olsaydı da yanlıştan doğruya yönelik bir değişiklik olurdu ki buna Allah'a şükür ihtiyaç duymadık. Çünkü başından beri haklı direnişe destek verdim.

Ancak geçmişte ABD ve İsrail'in Suriye'ye yönelik komplolarına karşı tepki yazılarımız oldu. Bir de geçmişte PKK meselesinden dolayı Türkiye ile Suriye'nin savaşın eşiğine getirilmesi sebebiyle bu komploya karşı yazılarımız olmuştu.

Bu ikisi arasındaki fark bir adamın mahallenin kabadayıları tarafından haksız bir şekilde dövülmesi yahut tehdit edilmesi karşısında o kabadayılara karşı çıkmakla, sonra bu tehdit edilen adamın eline bıçak alıp kendi çocuklarını kesmesine karşı çıkmak arasındaki fark gibidir. Dün dünyanın kabadayılarının Filistin ve Lübnan'la ilgili olumlu siyasetinden dolayı Suriye'yi hedefe yerleştirmelerine karşı bu ülkenin yanında dünyanın kabadayılarına karşı durmuştuk. Bu tutumumuz bugün kalkıp Baas diktasının kendi halkına karşı kabadayılık göstermesini de onaylamamamızı ve icra ettiği korkunç vahşette yanında yer almamızı gerektirmez. Her zaman tekrar ettiğimiz bir prensibi burada da ifade etmekte yarar görüyorum. Zulümde vefa olmaz. Suriye yönetiminin Filistin konusunda geçmişte olumlu bir siyaset izlemiş olması bugün icra ettiği korkunç vahşeti onaylamamızı veya bu vahşete sessiz kalmamızı haklı çıkarmaz.

Ama maalesef yaptıkları yanlışta tutunacak dal arayanların böyle çarpıtma yaptıklarını görüyoruz.

Suriye Ulusal Devrim Konseyi adına açıklama yapan bir kişinin "Esed'den sonra İslamcılar ile savaşacağız." türünden bir söz gerçekten söylemiş olabilir mi? Böyle bir söz direniş güçlerini bağlar mı?

General Mustafa eş-Şeyh'in böyle bir söz söylediği haberlerde yer aldı. Dediğim gibi Suriye'nin dışarıdaki siyasi yapılanması sayılan Suriye Ulusal Konseyi'nde çok farklı siyasal akımlar temsil ediliyor. Böyle bir konseyin bir üyesinin ağzından çıktığı iddia edilen bir lafla Suriye direnişinin tümünün üzerine kalın bir çizgi çekebilenler kendilerinin sahip çıktıkları Baas rejiminin, âdil bir İslâmî yönetim olduğuna mı inanıyorlar? Kaldı ki Mustafa eş-Şeyh de sözünün çarpıtıldığını söyledi. Zaten o tartışmadan sonra eş-Şeyh'in pasifize olduğu ve pek ortalıkta görünmediği biliniyor. Suriye direnişi bir Mustafa eş-Şeyh direnişi değil camilerden meydanlara dökülerek "Lebbeyk Allahumme lebbeyk!" diyen, Allah yolunda şehadeti ebedi kurtuluşa açılan kapının anahtarı bilen kitlelerin direnişidir.

Suriye'de Esed'in devrilmesinin İsrail'in çıkarına uygun olduğu iddiası sizce ne kadar doğru?

Tam aksine İsrail'in aleyhine Filistin halkının ise lehine olacaktır. Çünkü Esed'in geçmişte Filistin direnişine lojistik destek veren politikası çıkar hesaplarıyla ilgiliydi. Suriye halkının Filistin davası konusundaki duyarlılığı ise onun ilkesel seçimi olacaktır. Filistin direnişinin bir dikta rejimine mahkûm olmasından, özgür bir halkla dayanışma içinde olması daha iyi olmaz mı? Üstelik Suriye direnişinin zaferi Arap dünyasındaki diğer dikta rejimlerinin sallanması ve halkların özgürlüklerinin kapısının açılması için bir dönüm noktası olacaktır. Arap dünyasındaki dikta rejimlerinin devrilmesinin Filistin davası açısından olumlu sonuçlar doğurduğunu Filistin davasının birçok ileri geleninden bizzat duyduğumu özellikle belirtmekte yarar görüyorum.

Şimdilerde Suriyeli muhaliflerin İsrail ve siyonist odaklar ile işbirliği içinde oldukları iddia ediliyor. Bu iddia doğru olabilir mi? Suriye muhalefeti neden bu tarz ithamlarla karşı karşıya kalıyor olabilir?

Bunlar Baas rejimini temize çıkarma amaçlı çirkin bir kara propagandadan ibarettir. Zulüm rejiminin kurtarılması için çaba sarf edenler kendilerini haklı çıkarabilmek için akıllarına ne geliyorsa uyduruyorlar.

İslam dünyasındaki birçok direniş hareketlerine ortak bir ses ile destek veren Türkiye Müslümanları, Suriye'de neden ayrıldı?

Bunun sebebi İran'ın izlediği tutumdur. Ne yazık ki İran'ın Suriye'deki dikta rejimine destek vermesi Türkiye'deki İran sevdalılarının bir kısmının, özellikle itikadi veya siyasi yönden Şiileşmişlerin aynı yanlışa yönelmelerine sebep oldu.

Suriye'nin geleceğini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Suriye'de dikta rejiminin Allah'ın izniyle devrileceğine inanıyoruz. Rusya ve Çin'in bile artık politikalarını gözden geçirmeye başlamaları da bunun işaretini almaya başladıklarını ortaya koyuyor. Suriye'deki zulüm rejiminin devrilmesi sadece bu ülke için değil tüm İslâm âlemi açısından önemli bir dönüm noktası olacaktır.

İran'ın bölgedeki stratejisini İslami maslahatlar açısından doğru buluyor musunuz?

Böylesine bir zulme ve vahşete destek vermeyi maslahatla izah etmek mümkün değildir. Çocukların boğazlarını kesen vahşeti hangi maslahatla izah edeceksiniz? Gençleri Beşşar'ın fotoğrafına secde etmeye, "Beşşar'dan başka ilah yoktur" demeye zorlayan bir azgınlığı "İslâmî maslahat" gibi bir mazerete dayandırabilir misiniz?

İran sizce Irak, Afganistan, Çeçenistan ve Suriye'de İslami maslahatlar ekseninde başarılı bir sınav verebilmiş midir?

Irak ve Afganistan'da ABD ile, Çeçenistan'da Rusya'yla, Suriye'de Baas rejimiyle işbirliği yapan bir sistemin ne kadar başarılı bir sınav verdiğini siz söyleyin.

Aynı soruyu Türkiye için soralım. Osmanlı Devleti'nin bakiyesi olan Türkiye Cumhuriyeti'nin İslam coğrafyasında izlediği strateji ve siyaseti doğru buluyor musunuz?

Türkiye, Osmanlı Devleti'nin bakiyesi değil mirasçısıdır. Türkiye, içeride olduğu gibi dışarıda da laik temelli bir politika izliyor ve tüm hükûmetler buna zorlanıyor. İslâm coğrafyasına yönelik politikasında ümmet temelli bir siyaset izlemesi imkânı yok. Ulusal kimlik temelli bir siyaseti var. Afganistan'da NATO işgal güçleriyle birlikte yer alma ihtiyacı duydu. Dolayısıyla iktidardaki partinin siyasi kimliği değil devletin siyasi kimliği belirleyici bir etken olarak karşımıza çıkıyor. İktidardaki partinin siyasi kimliği belki bazı esnek alanlara girilmesine ve oralardaki faaliyetlerin yönlendirilmesine imkân sağlıyor. Ama bu alanların da çerçevesi şimdilik çok dar. Suriye konusunda Baas diktasına ve zulmüne tepki niteliğinde bir siyaset izlenmesine rağmen göz doldurur bir şey yapılamamasının sebebi de budur. Çünkü ABD, NATO ve AB başta olmak üzere hâkim uluslararası güçler Baas rejiminin çok fazla üzerine gidilmesine onay vermedi

Suriye'de dikta rejimine karşı eğer bir zafer elde edilirse inanın ki bu birtakım dış güçlerin desteğiyle değil tamamen kararlı direnişle elde edilmiş bir zafer olacaktır.

Bize zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz hocam.

Ben teşekkür ederim ve yayın hayatınızda başarılar dilerim.

İrtibatlı Yazılar:

  • Baas Rejimi İyice Azdı
  • Baas Vahşetini Örtme Çabası
  • BM Gözetiminde Kana, Srebrenitza, Hule
  • Bombaların Dili
  • Zulüm Mazlumu Haklı Kılar
  • Ateşkes Ateşinde Yanan Çocuklar
  • İnsan Doğrama Mühleti
  • BM Gözlemcileri Belgesel mi Çekiyor?