Ocak 2013, Ribat
Mısır geçtiğimiz ay içinde önemli gelişmelere sahne oldu. Medyanın kamuoyuna yansıttığına göre bu olayların arkasında Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi'nin yanlış kararları ve Müslüman olmayan azınlıkları göz ardı eden anayasa taslağı vardı. Bunu iddia edenler bütün bu olayların özellikle siyonist işgalin Gazze'de önemli bir yenilgiye uğramasının ardından kızışması üzerinde kafa yormak istemediler.
Biz bu ay Mısır'daki gelişmeleri tahlil edeceğiz. Ancak yazımızın derginin baskı tarihine yetişmesi için anayasa referandumunun ikinci kademesinin sonuçlarını beklemeden yazmamız gerekiyordu. Fakat birinci kademenin sonuçlarıyla ilgili bilgiler fitne çetesinin "hayır" kampanyasından istediği sonucu alamadığını ortaya koydu. Bu durum ikinci kademede de elde etmesinin pek mümkün olamayacağını gösteriyordu. Çünkü "hayır" oyu vermeleri beklenen Kıptilerin yoğunlaştığı, paranın gücüyle yönlendirilebilecek yoksul kesimin de laik ve Batıcı zihniyetle yönlendirilebilecek zengin tabakanın da en fazla toplandığı dolayısıyla fitne çetesinin en çok yüklendiği şehir olan Kahire birinci kademede oy kullanılan bölgede yer alıyordu. Zaten birinci kademede en fazla "hayır" oyunun buradan çıktığı ve sadece bu şehirde yüzde elliyi aştığı görüldü. Kahire'nin ülkenin en kalabalık şehri olmasına rağmen diğer şehirlerdeki kabul oylarının fazla olması dengeyi kabul yönünde değiştirdi ve "evet" oylarının oranı ülke genelinde yaklaşık % 57'ye ulaştı.
Arap intifadasının yaşandığı ülkelerde gerçekleştirilen devrimler hâkim sistemlerin devrilmesi merhalesini oluşturuyor. Fakat hadisenin asıl önemli merhalesi yeni yapının inşası sürecidir.
Bu ülkelerde halkların İslâmî hassasiyetleri, yeni yapıda tercihlerini İslâm'dan yana kullandıklarını ortaya koydu. Fakat onların bu tercihleri uluslararası emperyalizmi, onun bölgede himaye ettiği yerel unsurları ve geçmiş rejimlerden çeşitli şekillerde yararlanan derin güçleri rahatsız etti. O yüzden bu ülkelerdeki İslâmîleşme sürecinin önünü tıkamak için muhtelif fitne araçlarından yararlanma yoluna gittiler. Mısır'da geçen ay çıkarılan olaylar da bu amaçladır.
Mısır'da yeni yapının inşasının önünde duran en önemli engel diktanın başının devrilmesine rağmen onu yıllarca ayakta tutan derin güçlerin yerlerinde kalmasıydı. Bu güçlerin bertaraf edilmesi ve etkisiz hale getirilmesi için cesaretli adımlar atılması gerekiyordu. Halkın oylarıyla ve desteğiyle seçilen Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi'yi zorlayan da işte bu cesaretli adımlar olmuştur. Fakat bu konuda çekingen davranması onu daha çok sıkıntıya sokacak, çünkü bu tutumu onu zorlayan derin güçleri ve onların arkasında duran fitne unsurlarını daha cüretkar hareket etmeye yöneltecekti.
Mursi'nin cesaretli adımlarına karşı daha önce Sina'da çirkin oyunlar oynandı. Biz bu konuyu Ribat'ın Eylül 2012 sayısında yayınlanan "Ramsesler Çetesinin Sina Oyunu" başlıklı yazımızda ayrıntılı ele aldık.
Mısır'daki değişim sürecinde ve yeniden yapılanmada İslâmî tercih ABD emperyalizmini ve siyonist işgali ciddi şekilde endişelendiriyor. Son olayların özellikle siyonistlerin Gazze'ye yönelik saldırılarına Filistin direnişinin geçit vermemesi ve işgalin yenilgiyi kabullenen ateşkese razı olmak zorunda kalmasının hemen ardından patlak vermesi de bu açıdan düşündürücüdür.
Filistin direnişi işgalcilere 2008'deki saldırılarında da geçit vermedi ve 22 gün süren "dökme kurşun" adını verdikleri savaşı tek taraflı ateşkes ilanıyla bitirmek zorunda kaldılar. Ancak 2008'deki Mısır ile 2012'deki Mısır arasında büyük fark olduğunu gördüler. 2008'de diktatör Hüsni Mübarek'in saltanat sürdüğü Mısır Filistin direnişine kapıları kapatırken işgalcilerin işlerini kolaylaştırmıştı. Gazze'ye uygulanan ambargoda da Mısır diktası sürekli işgalin gözcülüğünü ve kapı bekçiliğini yaptı. 2012'de ise işgalcilere karşı açık tavır koyarken kapılarını Gazze'ye açtı, yaralıların Mısır hastanelerinde tedavi edilmesini kolaylaştırdı, direnişe sahip çıktı ve uluslararası alanda işgalcilerin saldırılarına karşı harekete geçilmesi için girişimlerde bulundu.
Bu sebeple siyonist işgalci 14 Kasım 2012'de başlattığı saldırı karşısında Filistin direnişinin kararlılıkla karşı durmasında Mısır'ın desteğinin önemli payı olduğuna inanıyordu. O yüzden Mursi'nin ayaklarının kaydırılmasını ve Mısır'ın 2008'deki rolüne dönmesinin sağlanmasını istiyordu.
Fitne çetesinin başını çekenler içinde siyonist lobiyle ilişkileri olan siyasi liderler olması da bu açıdan üzerinde durulması ve dikkate alınması gereken bir husustur.
Halkların özgürlük mücadelesindeki kararlılığı ve özellikle İslâmîleşme süreci Arap dünyasındaki dikta rejimlerini de endişelendiriyordu. Bilhassa Suriye'deki direnişin kararlı duruşu ve büyük zorlukları aşarak zulüm rejiminin merkezine doğru ilerlemesi söz konusu dikta rejimlerinin endişelerinin artmasına neden oldu. Suriye'deki Baas diktasının tükeniş merhalesine geçtiği dönemde Ürdün'de ve Kuveyt'te de önemli çalkantılar yaşanması Suriye direnişinin elde edeceği zaferin bir kilit görevi göreceği ve yuvarlanan taşın üstlerine doğru geleceği kanaatini güçlendirdi. Suriye'de hâkimiyeti ele geçirecek güçlerin Mısır'la işbirliği içine girmesi durumunda bölgedeki zulüm rejimlerinden rahatsız halkların özgürlük ruhlarının harekete geçeceğini tahmin ediyor, o yüzden bu mücadelenin en önemli merkezi durumundaki Mısır'a gidilmesi ve orada başının ezilmesi için bir şeyler yapmak istiyorlardı. Mısır'daki fitnenin ve başındaki çetenin finanse edilmesinde bölgedeki dikta rejimlerinin önemli kaynak oluşturması bu endişeden ileri geliyordu.
Mursi'nin yeniden yapılanmanın başlangıç merhalesinde cesaretli adımlar atmaya ihtiyaç duyması dikta kalıntısı kurumların yüksek birer kasis hatta duvar gibi karşısında durmasından ileri geliyordu. Örneğin halk oyuyla seçilen meclis, dikta kalıntısı üst yargı kurumları vasıtasıyla ilga edildi ve gayri meşru ilan edildi. O kurumların bu yetkileri ellerinde tutmaya devam etmeleri halinde halk oyuyla kabul edilecek anayasayı geçersiz saymaları ihtimali de vardı. Mursi'nin kararlarının amacı da kendi yetkilerini genişletmek değil söz konusu dikta kalıntısı kurumların yetkilerini daraltmak ve böylece halkın onaylayacağı anayasanın bu duvara çarpıp dağılmasını engellemekti. Zaten kararlar da geçiş dönemi içindi ve yeni anayasanın yürürlüğe girmesiyle birlikte geçerliliğini kaybedecekti. Fakat uluslararası emperyalizmin hizmetindeki medyanın da Mısır'daki fitne cephesine hizmet etmesi sebebiyle konu dünya kamuoyuna ters yüz edilerek yansıtıldı.
Bu durumda fitne cephesinin suikastlar, sabotajlar ve anarşi yoluyla ortalığı karıştırma oyunları karşısında Mursi'nin tansiyonu düşürme amacıyla söz konusu kararları iptal etmesi de kamuoyuna geri adım olarak yansıtıldı. Fakat Mursi fitne cephesinin taktiğini gördüğü için provokasyonlarının önünü kesmek amacıyla böyle yaptıysa da, fitnecilerin anayasa referandumunun iptali taleplerini kabul etmedi ve halkın oyundan geçecek anayasanın dikta kalıntısı kurumların duvarına çarpmasını engellemek için de yeni kararlar aldı. Bu yolla söz konusu kurumların yetkilerini geçiş döneminde cumhurbaşkanında toplayan kararları iptal ederken halkın onayını geçersiz sayacak girişimlerin de önünü kesti. Referandum kararından da vazgeçmedi ve üstelik ertelenmeyip belirlenen tarihte yapılacağını bildirdi. O yüzden söz konusu kararları iptalini doğru okumak, bunun bir geri adım değil tansiyon düşürme ve provokasyonların önünü kesme çabası olduğunu görmek gerekir. Bu çabası diğer taraftaki cesaretli adımlarını ise durdurmamıştır.
Fitne çetesi yeniden yapılanmaya karşı başlattığı savaşta halkın desteğiyle iktidara gelenleri iki yönden sıkıştırmaya çalışıyor. Birincisi yeniden yapılanma amaçlı kararların ve adımların önünü kesme çabasıdır. Bu kararlar ve adımlar dediğimiz gibi dikta kalıntısı derin güçlerin etkisiz hale getirilmesini amaçlıyor. Fitneciler ise bu güçlerin statülerini korumalarını ve özellikle İslâmîleşme faaliyetlerinin önünde birer duvar ve kasis rolü oynamalarını sağlamak istiyor. İkinci olarak da hedeflerine yeni anayasa taslağını yerleştirdiler.
Yeni anayasa taslağına yönelttikleri eleştirinin başında yasamada İslâm şeriatını ve hükümlerini ana kaynak kabul eden, Ezher âlimlerinden oluşturulacak bir heyete çıkarılacak yasaları gözden geçirme ve İslâm hükümlerine uygunluğunu test etme yetkisi veren maddeler içermesine tepkileri geliyor. Bu tepkilerini de laikliği kendileri için bir din haline getirmiş olmalarına ve ülkede gayrimüslim azınlıkların yaşadığı gerekçelerine dayandırıyorlar. Oysa onların laikliği devletin dini haline getirmeyi talep etme hakları varsa Müslüman halkın da kendi inandıkları dinin kurallarını devletin yönetim biçimini ve hukuk sistemini belirlemede ana kaynak olarak kabul etme hakkı olacaktır. Yeni anayasa taslağının da zaten tepeden inme bir kararla ve dikte yoluyla değil ülkede yaşayan tüm insanların onayına başvurularak yürürlüğe geçirilmesi isteniyor. Müslüman olmayan azınlıkların haklarını ise en iyi şekilde koruyan hukuk sistemi İslam'ın hukuk sistemidir. Mısır Arap Cumhuriyeti tarihinde, hıristiyan ve yahudilerin dinî kimliklerine hukuki bir itibar kazandıran ilk anayasa metninin de halkın oyuna sunulan son anayasa taslağı olduğunu da olayları tarafsız gözle izleyen yorumcular dile getiriyorlar.
Anayasa metninin İslâmi prensiplere ve hükümlere uygunluğunun tetkiki için Ezher âlimlerinden oluşturulan bir heyetin gözden geçirmesi sağlandı ve taslağın cumhurbaşkanına takdiminde Ezher Şeyhi Prof. Dr. Ahmed Tayyib de bulundu. Cemaati İslamiye Şura Meclisi Başkanı Isam Dirbale de yaptığı değerlendirmede Mısır tarihinin en iyi anayasası olduğunu dile getirdi. Bu sebeple sadece Müslüman Kardeşler değil ülkedeki İslâmi camia içinde ikinci sırada yer alan selefi kesim de dâhil olmak üzere İslâmî oluşumların ileri gelenleri destekledi ve sandık başına giderek "evet" oyu verme kararı aldı. İslâmî kesimi temsil eden siyasi partiler de bu konuda cumhurbaşkanının yanında yer aldıklarını açıkladılar.
Fitne çetesinin ortalığı karıştırmasında anayasa ve Mursi'nin kararları görünen sebepti. Asıl amaç onun Gazze konusundaki tutumunu cezalandırmaktı.
Ayrıca İslâmî kesimin cumhurbaşkanının çevresinde oluşturduğu ittifak ve güç birliği de dikta rejimi kalıntılarını ve güya liberal geçinen mutaassıp laik unsurları rahatsız ediyordu. Tepkilerini de kendi aralarında ittifak sağlayıp ortalığı karıştırmak suretiyle göstermeye kalkıştılar.
Yaşanan kargaşalarda saldırı birkaç cepheden yapıldı. Yargı mekanizması, ordu, istihbarat, medya ve mafya içinde yer alan dikta kalıntısı derin güçler hep birlikte değişim sürecini başlatan kadroyu hedef alan kirli oyunların içine girdi. Ancak vitrine yerleştirilen siyasi ittifakın lider kadrosunun hemen hemen tamamı cumhurbaşkanlığına aday olup da kazanamayan şahıslardan oluşuyor. Kurdukları ittifakı "Ulusal Kurtuluş Cephesi" diye adlandıran bu kadroyu üç kategoriye ayırmak mümkündür. Birincisi Ahmed Şefik ve Amr Musa ile temsil edilen Hüsni Mübarek kalıntıları, ikincisi Eymen Nur ve Muhammed Beradi'i ile temsil edilen gerçekte uluslararası siyonist lobi uzantısı görünüşte liberal aşırı laik batıcı kesim, üçüncüsü de Hamdin Sabbahi'nin temsil ettiği hıristiyan Kıpti kesim. Bunları dışarıdan da ABD, siyonist işgal devleti ve bölgedeki dikta rejimleri finansman, taktik, medya ve diplomatik oyunlar yoluyla destekliyor.
Mısır'da diktanın devrilmesinden sonra kazanan halktır. Bu halk iktidarı darbeyle değil haklı direnişle ve dürüst seçimlerle aldı. Dolayısıyla haklı ve meşru bir direnişle kazandığını fitne çetesine teslim etmeyecek ve diktanın geri dönmesine izin vermeyecektir.
Hüsni'ye karşı başkaldıranlar devrimcilerdi, Mursi'ye karşı ortalığı karıştıranlar ise darbecilerdir. Darbeciler aslında kozlarını bitiriyorlar.
Mısır'da siyasi otoritenin korunması Filistin açısından da büyük önem taşıyor.