İsrail Endişeli

30 Ekim 2001 Salı, Cuma

"Beyrut kasabı" unvanıyla bilinen Ariel Şaron, dünya kamuoyunun dikkatlerinin ABD ve Afganistan üzerine çekilmiş olmasını bir fırsat olarak değerlendirip Filistin'deki halka karşı daha şiddetli saldırılar gerçekleştirmeye çalışıyor. Çok sayıda Filistinli son zamanlarda iyice şiddetlenen insanlık dışı saldırılarda hayatını kaybederken onlarcası yaralandı, onlarca ev de yıkıldı.
Bu arada dikkatten kaçan bir nokta var: Şaron zulmünün İsrail toplumunda ve işgal devletinin askeri güçlerinde ortaya çıkardığı endişe. Çünkü Şaron'un zulümleri her zaman karşılıksız kalmıyor. Aksa İntifadası'nın Filistinliler açısından büyük fedakarlıklar gerektirdiği bir gerçektir. Ama bu mücadele karşısında İsrail de büyük kayıplar vermiştir. Hatta diyebiliriz ki İsrail'in bu direniş karşısında verdiği asker kaybı 1967 Haziran savaşında ihanet içindeki dört Arap ülkesine karşı yürüttüğü "iş olsun" savaşında verdiği kayıptan daha fazladır.
Haberlerde sürekli Filistin tarafının kayıplarından söz edilmesine rağmen İsrail işgal devletinin kayıplarının gizlenmesinin değişik amaçları var. Bunlardan biri de dünya kamuoyuna verilmesi istenen mesajdır. Dünya kamuoyuna verilmesi istenen mesaj ise Filistinlilerin bu işte sürekli kayıp verdikleri ve boşa kürek çektikleri İsrail'in ise her zamanki gibi güçlü olduğu (!), gücünden bir şey kaybetmediği, Filistinlilerin bu direnişten bir şey kazanamayacakları, İsrail'in herhangi bir tavize yanaşmayacağı mesajıdır. Oysa İsrail'in gücü medya kanalıyla şişirilerek gösterilen bir güçtür. Onun ayakta kalması tamamen ABD'nin desteğine bağlıdır.
İsrail yahudi göçmenlere güven veremediğinden tersine göç bayağı hızlanmış durumda. Bu yüzden işgal devleti sürekli kan kaybediyor. Buna rağmen Filistinlilerden sürekli yeni araziler gasp ederek, yeni yahudi yerleşim merkezleri inşa ediyor. Filistin topraklarının değişik bölgelerine kurulmuş olan bu merkezlerin birer bomba niteliği taşıdığı ve çevredeki Müslümanları sürekli tehdit ettiği çeşitli vesilelerle ortaya çıkmıştır.
Anket sonuçlarına göre "İsrail toplumu" olarak nitelendirilen göçmen yahudilerin % 95'i kendilerini kişisel güvenlik açısından kötü durumda görüyor, % 50'si sürekli ölüm korkusu ile karşı karşıya ve gelecekleri hakkında karamsar durumda. % 72'si psikolojik yönden kendilerini rahat hissetmediklerini söylüyor. % 85'i de ekonomik durumlarının kötüye gittiğini düşünüyor.
"Beyrut kasabı" olarak anılan ve binlerce savunmasız masum insanın ölümünden sorumlu bir kişinin önemli bir farkla İsrail işgal devletinin başbakanlığını kazanabilmesi siyonist ideolojiyi benimsemiş "seçici kitle"nin kimliğini ortaya koyması açısından gayet dikkati calip ve ibret verici bir gelişmeydi. Onun iş başına getirilmesindeki asıl amaç ise Filistin halkının direnişini kırmak için, onun temsil ettiği vahşet ve saldırı çizgisinin psikolojik yıpratma gücünden yararlanmaktı.
Bir yahudi yerleşimcinin öldürüldüğü yer. Şaron'un iş başına getirilmesiyle aslında onun saldırgan kişiliğinden Filistin direnişinin bastırılması için yararlanılması ve böylece telaş içindeki göçmen yahudilere güven sağlanması hedefleniyordu. Şaron da bunu vadediyordu. Ama onun azgın tutumu tam tersi bir durumun ortaya çıkmasına sebep oldu. Bu yüzden de göçmen yahudi kitlede bir güven krizi ortaya çıktı.

Dünya kamuoyunun dikkati uzun süreden beridir Amerika'da yaşanan gelişmelere ve ardından Afganistan'a yönelik insanlık dışı saldırıya çekilmiş durumda. Biz de birkaç haftadan beridir Cuma dergisi için yazdığımız yazılarda bu olaylarla ilgili gelişmeleri tahlil etmeye çalışıyorduk. Fakat İslam aleminin hala en canlı ve en hareketli bölgesi olan Filistin'de de önemli gelişmeler yaşanmaktadır. "Beyrut kasabı" unvanıyla bilinen Ariel Şaron, dünya kamuoyunun dikkatlerinin ABD ve Afganistan üzerine çekilmiş olmasını bir fırsat olarak değerlendirip Filistin'deki halka karşı daha şiddetli saldırılar gerçekleştirmeye çalışıyor. Çok sayıda Filistinli son zamanlarda iyice şiddetlenen insanlık dışı saldırılarda hayatını kaybederken onlarcası yaralandı, onlarca ev de yıkıldı. Ama bu arada dikkatten kaçan bir nokta var: Şaron zulmünün İsrail toplumunda ve işgal devletinin askeri güçlerinde ortaya çıkardığı endişe. Çünkü Şaron'un zulümleri her zaman karşılıksız kalmıyor. Biz de bu hafta bu konuyu ele almak istedik.

Şaron'un Zulmü Ayaklarına Dolanıyor

"Beyrut kasabı" olarak anılan ve binlerce savunmasız masum insanın ölümünden sorumlu bir kişinin önemli bir farkla İsrail işgal devletinin başbakanlığını kazanabilmesi siyonist ideolojiyi benimsemiş "seçici kitle"nin kimliğini ortaya koyması açısından gayet dikkati calip ve ibret verici bir gelişmeydi. Onun iş başına getirilmesindeki asıl amaç ise Filistin halkının direnişini kırmak için, onun temsil ettiği vahşet ve saldırı çizgisinin psikolojik yıpratma gücünden yararlanmaktı. Fakat bugüne kadar yaşanan gelişmeler Şaron'un temsil ettiği vahşet çizgisinin ve yaptığı tehditlerin Filistin halkının mücadelesini ve hak arayışını kıramadığını gösterdi. Bu duruma sinirlenen Şaron vahşi yüzünü biraz daha belirgin şekilde göstermeye yöneldi ve iyice azgınlaşmaya başladı. Ama onun bu şekilde azgınlaşan zulmü gittikçe daha çok ayaklarına dolaşır oldu. Çünkü Filistin direnişçileri onun azgınlaşan zulmü karşısında yılmayarak, Şaron'un vahşi saldırılarına daha sert cevaplar vermeyi tercih ettiler. Bu durum ise siyonist işgal devletinin kayıplarının dolayısıyla endişesinin artmasına sebep oldu. Çünkü Filistin halkının direnişi, işgal devletinin hem askeri kesimindeki hem de çeşitli çabalar sarf ederek dünyanın değişik yörelerinden toplayıp işgal altında tutulan Filistin topraklarına yerleştirdiği göçmen yahudilerdeki korku ve telaşın artmasına sebep oldu. Bu ise işgal devletinin geleceği konusundaki endişeyi artırmaya başladı.

İsrail'in Kayıpları Neden Gizleniyor?

Haberlerde sürekli Filistin tarafının kayıplarından söz edilmesine rağmen İsrail işgal devletinin kayıplarının gizlenmesinin değişik amaçları var. Bunlardan biri de dünya kamuoyuna verilmesi istenen mesajdır. Dünya kamuoyuna verilmesi istenen mesaj ise Filistinlilerin bu işte sürekli kayıp verdikleri ve boşa kürek çektikleri İsrail'in ise her zamanki gibi güçlü olduğu (!), gücünden bir şey kaybetmediği, Filistinlilerin bu direnişten bir şey kazanamayacakları, İsrail'in herhangi bir tavize yanaşmayacağı mesajıdır. Oysa İsrail'in gücü medya kanalıyla şişirilerek gösterilen bir güçtür. Onun ayakta kalması tamamen ABD'nin desteğine bağlıdır. Nasıl eski Sovyetler Birliği'nin çökmesinin hemen ardından sosyalist rejimlerin tümü hatta Sovyetler Birliği'nden bağımsız olanları bile birer birer çöktüyse, ABD desteğinin sona ermesi durumunda İsrail işgal devleti çöküşe geçecektir. Bu itibarla İsrail, ABD için önemli olduğu kadar aynı zamanda sırtında taşıdığı ağır bir yük niteliğindedir. Aslında ABD sürekli şekilde sırtında bu ağır yükü taşımaktan memnun değildir, ama gerek kendisinin global politikası ve gerekse siyonist lobilerin tehdit güçlerinden dolayı bu yükü taşımaya kendini mecbur hissediyor.

Aksa İntifadası'nın Filistinliler açısından büyük fedakarlıklar gerektirdiği bir gerçektir. Ama bu mücadele karşısında İsrail de büyük kayıplar vermiştir. Hatta diyebiliriz ki İsrail'in bu direniş karşısında verdiği asker kaybı 1967 Haziran savaşında ihanet içindeki dört Arap ülkesine karşı yürüttüğü "iş olsun" savaşında verdiği kayıptan daha fazladır. Maddi açıdan ve ekonomik gerileme yönünden de aynı şekilde büyük kayıplar vermiştir.

İşgal Devletinin Beşeri Kayıpları

Bizzat İsrail işgal devletinin kendi kaynaklarına göre bu direniş karşısında asker kaybı 150'yi aştı. Fakat biz gerçek kayıplarının bundan epey fazla olduğunu sanıyoruz. Çünkü İsrail asker kayıplarını özellikle gizlemeye özen gösteriyor. Örneğin 1948'de işgal edilmiş bölgede yer alan Neharya'daki tren istasyonunda izinden dönen askerlere karşı gerçekleştirilen istişhadi eylemde onlarca asker hayatını kaybettiği halde İsrail yönetimi sadece dört kişinin öldüğünü açıkladı. Yine kısa bir süre önce HAMAS'ın askeri kanadına mensup iki mücahidin İli Sinay yahudi yerleşim merkezinde yahudilere ait bir eve girerek, söz konusu yerleşim merkezini korumaya çalışan askerlerin üzerine ateş etmeleri sonucunda da birçok asker öldürüldüğü halde İsrail kayıplarını açıklamadı. Bunun yanı sıra intifada süresince birçok istişhadi eylem gerçekleştirildi. Bu eylemler de "sivil" diye gösterilen ama işgal devletinin kayıtlarında "yedek asker" konumunda olan ve gasp edilmiş topraklara haksız bir şekilde yerleşmek suretiyle suça ortak olan kesimde de önemli kayıplara yol açtı. Yaralı sayısı ise İsrail kaynaklarına göre 800'ü geçti. Ama biz yaralıların gerçek sayısının da bir hayli fazla olduğunu tahmin ediyoruz.

İşgalcilerin Ekonomik Kayıpları

İsrail'in en büyük ekonomik kaybı turizm sektöründe gerçekleşti. Bizzat İsrail kaynaklarının verdiği bilgilere göre geçtiğimiz yaz döneminde İsrail işgal devletine ait turistik tesislerdeki doluluk oranı % 20'lere kadar düştü. "İsrail vatandaşı" sıfatı taşıyan yahudiler bile tatillerini İsrail işgal devletine ait tesislerde değil yabancı tesislerde geçirmeyi tercih ettiler. Turizm alanındaki bu gerileme sadece turistik tesisleri değil daha birçok sektörü etkiledi. En çok etkilenen kuruluşlar da seyahat kuruluşları oldu. 2001 yılı içinde İsrail işgal devletine ait seyahat kuruluşlarının taşıdığı yolcu sayısında bir önceki yıla nispetle % 56'lık bir azalma oldu.

Ha Aretz gazetesinin verdiği bilgilere göre İsrail kontrolündeki limanlara giren mal oranında 2001 yılının ilk altı aylık dönemi içinde % 11 oranında bir azalma oldu.

İsrail Merkez Bankası'nın yayınladığı verilere göre İsrail'in diğer bazı ekonomik kayıpları da şöyle:

* Üretim alanında % 6 oranında bir gerileme gerçekleşti.

* İsrail'de sanayi üretimi alanında 2001 yılı içinde % 11 nispetine gerileme oldu. Bu oran sanayideki sektörlere göre değişiyor. En büyük azalma ise ulaşım alanına çalışan sanayi sektöründe oldu. Bu sektördeki üretim % 38 oranında düştü.

* Kişi başına genel tüketim % 15 nispetinde azaldı. İthal edilen mallardaki tüketim ise kişi başına % 7 oranında azaldı.

* 2001 yılı içinde bir önceki yıla nispetle işsizlik % 9,6 arttı.

* Reklam harcamalarında da % 2,6 oranında bir azalma oldu.

* Siyonist işgal devleti, Filistin halkının direnişine karşı izlediği saldırgan tutumunda ister istemez ek kaynaklara ihtiyaç duymaktadır. Nitekim 2001 yılı içinde gayri safi ulusal hasıladan devlet giderlerine harcanan miktarda da önemli bir artış oldu ve % 54,4'e ulaştı. (Bu miktar Almanya'da % 44,7, İngiltere'de % 40, Amerika'da % 30'dur.)

İsrail ekonomisinin yaşadığı bu gerileme 1983 yılından buyana yaşadığı en büyük gerileme niteliği taşıyor. 1983'te yaşanan gerilemenin sebebi ise siyonist işgal devletinin gerçekleştirdiği Lübnan işgaliydi. Bu durum Aksa İntifadası'nın İsrail işgal devletini bayağı zorladığını ve ciddi şekilde sıkıntıya soktuğunu ortaya koymaktadır.

Şaron Vatandaşına Güven Veremiyor

Başta da söylediğimiz gibi Şaron'un iş başına getirilmesiyle aslında onun saldırgan kişiliğinden Filistin direnişinin bastırılması için yararlanılması ve böylece telaş içindeki göçmen yahudilere güven sağlanması hedefleniyordu. Şaron da bunu vadediyordu. Ama onun azgın tutumu tam tersi bir durumun ortaya çıkmasına sebep oldu. Bu yüzden de göçmen yahudi kitlede bir güven krizi ortaya çıktı. Anketler bu krizin ciddi boyutlara ulaştığını ve İsrail işgal devletinin geleceği konusunda endişeye yol açtığını gösteriyor.

Anket sonuçlarına göre "İsrail toplumu" olarak nitelendirilen göçmen yahudilerin % 95'i kendilerini kişisel güvenlik açısından kötü durumda görüyor, % 50'si sürekli ölüm korkusu ile karşı karşıya ve gelecekleri hakkında karamsar durumda. Bu bilgiler bizzat bir İsrail kuruluşunun yaptığı anket ve araştırmadan çıkan sonuçlar. İsrail'de sol partilere oy verenlerin % 60'ı önümüzdeki yıllarda "barış"ın sağlanmasını beklemiyorlar. "İsrail toplumu"nu oluşturanların üçte biri gelecek hakkında ümitsiz. Yine aynı toplumun fertlerinin % 72'si psikolojik yönden kendilerini rahat hissetmediklerini söylüyor. % 85'i de ekonomik durumlarının kötüye gittiğini düşünüyor.

Bu sonuçlar İsrail'in İbranice yayın yapan Radyo II adlı istasyonu vasıtasıyla 30 Ağustos 2001 Perşembe sabahı bir programda yayınlanmıştı. Ancak o tarihten sonra İsrail işgal devletini daha da sarsan eylemler gerçekleştirildi. Gelişmeler de güven krizinin daha da arttığını ortaya koyuyor. Özellikle geçtiğimiz günlerde Turizm bakanının öldürülmesiyle Şaron'un kendi hükümetindeki bir bakanı korumaktan bile aciz kaldığının ortaya çıkması güven krizinin etkisini daha çok göstermesine sebep oldu.

Askerler Herkesten Fazla Endişeli

Güven kaybının askerler üzerinde de son derece olumsuz tesirleri olmaktadır. 1800 kadar işgalci askerde depresyon derecesinde psikolojik sorunlar tespit edildiği bizzat İsrail kaynaklarında dile getirildi. Bundan önce askerler arasında firar sayısının artması sebebiyle işgal devleti firar olaylarının önüne geçmek amacıyla bazı ek tedbirler alma ihtiyacı duymuştu. İsrail askerlerindeki moral durumun Güney Lübnan'da tutulan işgal kuvvetlerinin durumuna benzemeye başladığı dikkatten kaçmıyor. Bu ise işgal devletini bayağı endişelendiriyor. Çünkü işgal devletinin Güney Lübnan'daki işgal güçlerini çekmesinin birinci sebebi askerlerindeki moral kaybı ve psikolojik sorunlardı.

Hükümet Mensupları da Endişeli

Güven kaybı bizzat Şaron hükümetinin fertlerini de bayağı etkilemiş durumda. Turizm bakanı Zwi'nin öldürülmesinden sonra Şaron hükümetindeki diğer bazı bakanlar kendilerinin de hayatları konusunda endişeli olduklarını dile getirme ihtiyacı duydular. Şaron'un Bakanlar Kurulu üyelerinden Şolomo Benziri bu konudaki endişesini dile getirdikten sonra İsrail güvenlik güçlerinin Turizm bakanı Zwi'nin güvenliğini sağlamaktan niçin aciz kaldığının iyice araştırılması gerektiğini söyledi.

Yahudiler Şaron'dan Ümitli Değil

İsrail toplumu Ariel Şaron'un "güven krizi" sorununu çözeceğine inanmıyor. Bu yüzden Şaron'un vahşi saldırıları artık kendi halkına güven vermek için yeterli olmuyor. Kendilerine "İsrail vatandaşı" sıfatı verilen göçmen yahudiler arasında yapılan son ankete göre onların % 75'i Şaron'un güven problemini çözeceğine inanmıyor.

İsrail Kan Kaybediyor

Bu bilgiler İsrail işgal devletinin Filistin halkının haklı ve meşru direnişini bastırmak, onların vatanları üzerindeki işgalini sürdürebilmek için yürüttüğü vahşi savaşının kendine de epey pahalıya mal olduğunu göstermektedir. Bu gidişat İsrail'in geleceği konusunda da endişelere sebep oluyor. Çünkü söz konusu sıkıntılar ve özellikle de güven krizi bir yandan askerlerdeki direnç gücünü kırarken ve moral yıpranmanın artmasına sebep olurken, bir yandan da yahudi göçmenler arasında tersine göçe sebep oluyor. Tersine göç ise İsrail işgal devletinin geleceği açısından hayati önem arz eden yahudi insan potansiyelinin azalması anlamına geliyor.

İşte bundan dolayı siyonistler şimdi işgal devletinin geleceğini kurtarmak için yeni formüller geliştirmek istiyorlar. Yeni formüllerde Şaron'un saldırgan ve psikolojik yıpratma esasına dayalı politikası yerine yeniden "masa başı" oyalamaları politikasına geçmeyi planlıyorlar. Son zamanlarda Şimon Perez'i öne çıkarmaları ve onu popüler hale getirmek için uğraşmaları da bu yüzden. İnşallah gelişmelere paralel olarak söz konusu çözüm formülleriyle ilgili değerlendirmelerimizi de sizlere aktarmaya çalışacağız.