![]() |
Mescidi Aksa ve çevresi. Kur'an-ı Kerim'inde Mescidi Aksa'nın etrafını saran topraklardan "mübarek kılınmış" topraklar olarak söz edilmektedir |
![]() |
Mescidi Aksa. Değerli peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.) oradan göklere yükseltilmiştir. Bu olay Filistin toprağına akidevi bir üstünlük kazandırmış ve haremi şerif olarak bildiğimiz Mekke ve Medine ile orası arasında bir bağlantı kurmuştur. |
![]() |
Mescidi Aksa. Değerli peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.) oradan göklere yükseltilmiştir. Bu olay Filistin toprağına akidevi bir üstünlük kazandırmış ve haremi şerif olarak bildiğimiz Mekke ve Medine ile orası arasında bir bağlantı kurmuştur. |
![]() |
Aslında Filistin davasının özünü Kudüs ve Mescidi Aksa davası teşkil etmektedir. Mescidi Aksa'nın İslam'daki yerine ve önemine delalet eden pek çok nass (ayet ve hadis) bulunmaktadır. |
![]() |
Askeri jeeplere karşı taşlarla direniş. |
![]() |
İşgalin gölgesinde süren hayat. Kutsal beldenin Siyonist işgali altında olması oranın sahipleri durumundaki mü'minleri böyle bir hayata mahkum etmiştir. |
![]() |
Yeryüzünün en faziletli mekanları camiler, camilerin de en faziletlileri Mescidi Haram, Mescidi Nebevi ve Mescidi Aksa'dır. Bu üç camide kılınan namazların diğer camilerde kılınan namazlardan çok daha fazla sevaplı olduğu hadisi şeriflerde bildirilmiştir. |
![]() |
Hadisi şerifte Resulullah (s.a.s.): "Oraya (Mescidi Aksa'ya) gidin ve içinde namaz kılın. Eğer oraya gidemez ve içinde namaz kılamazsanız kandillerinde yakılmak üzere oraya zeytinyağı gönderin" diye buyurmuştur. |
![]() |
Filistin toprakları üzerinde verilen cihad Resulullah (s.a.s.)'ın müjdesine mazhar olmuş bir cihaddır. |
![]() |
Hayır ile şer, dolayısıyla Muhammed (s.a.s.) ümmeti ile onun düşmanları arasında çatışma kıyamet gününe kadar devam edecektir. Filistin toprakları asırlar boyunca bu çatışmanın belki de merkezi olmuştur. |
![]() |
Filistin üzerindeki mücadele sadece Filistinlilerle yahudiler arasında süregiden bir mücadele değildir. Aksine bu mücadele iki ayrı kitle, iki ayrı inanç, iki ayrı çizgi arasındaki bir mücadeledir. Bunlardan birincisini İslam ümmeti diğerini ise farklı farklı gruplar halindeki küfür toplulukları temsil etmektedir. |
![]() |
Bugün Filistin topraklarını işgal altında tutanlar İslam'ın en azılı düşmanlarıdır. Yüce Allah bir ayeti kerimesinde şöyle buyuruyor: "İnsanların içinde iman edenlere düşmanlıkta en katı olanların yahudilerle müşrikler olduğunu görürsün." |
![]() |
Resulullah (s.a.s.) bir hadisi şerifinde şöyle buyuruyor: "Ümmetimden bir grup sürekli hak üzere hareket edecek, düşmanlarına üstün geleceklerdir. Allah'ın emri gelinceye kadar (onların bu cihadları devam eder), kendilerine muhalefet edenlerin muhalefetleri onlara bir zarar vermez." "Onlar nerededirler ey Resulullah?" diye soruldu. O da şöyle buyurdu: "Beyti Makdis'de (Kudüs'te) ve Beyti Makdis'in (Kudüs'ün) çevresindeki bölgelerde." |
![]() |
Filistin halkı bütün fertleriyle işgale karşı direnişini sürdürüyor. Diğer Müslümanların da onların bu direnişlerine sahip çıkmaları gerekir. |
![]() |
Filistin meselesi, yöresel bir mesele değildir. Bu mesele bütün ümmetin meselesidir. Dolayısıyla bu meselenin inancımızla doğrudan bağlantısı vardır. Bu itibarla Filistin meselesi için ancak imani değerlerimize, temel ilkelerimize ters düşmeyen bir çözüm düşünebiliriz. |
![]() |
Filistin bir bütündür. Her parçası kutsaldır. Her tarafı İslam toprağıdır. Dolayısıyla bir karışından bile taviz verilemez. Siyonist işgalcilerin bu toprakların bir kısmını 1948'de, bir kısmını 1967'de işgal etmiş olmaları bir şeyi değiştirmez. |
![]() |
Zor zamanda hakkı söyleyebilmek ve hakka sahip çıkabilmek bir ihlas, samimiyet ve cesaret göstergesidir. Herkesin hak olduğunu itiraf ettiği bir hakka sahip çıkmak o kadar zor değildir. |
a.Filistin toprakları İslam'ın kutsal topraklarındandır.
Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyurmaktadır: "Kulunu, kendisine birtakım ayetlerimizi göstermek için bir gece Mescidi Haram'dan çevresini mübarek kıldığımız Mescidi Aksa'ya yürütenin şanı pek yücedir." (İsra, 17/1) Bu ayeti kerimede Mescidi Aksa'nın etrafını saran topraklardan "mübarek kılınmış" topraklar olarak söz edilmektedir ki, bu topraklar da Filistin topraklarıdır. Bir başka ayeti kerimede şöyle buyuruluyor: "Onu (İbrahim'i) da Lut'u da içinde alemler için bereketler verdiğimiz yere (ulaştırıp) kurtardık." (Enbiya, 21/71) Burada "bereketler verdiğimiz yer" denirken kastedilen bölge müfessirlerin büyük çoğunluğuna göre "Şam diyarı" olarak adlandırılan ve Filistin ile civarını kapsayan topraklardır. Yine bir ayeti kerimede şöyle buyurulmaktadır: "Süleyman'a da şiddetle esen rüzgarı (boyun eğdirmiştik). O, onun emriyle içini bereketli kıldığımız yere akıp giderdi. Biz her şeyi bileniz." (Enbiya, 21/81) Burada "bereketli kıldığımız yer" denirken kastedilen yer de aynı bölgedir. Bir başka ayeti kerimede de şöyle buyurulmaktadır: "Onlarla içini bereketli kıldığımız beldeler arasında (karşıdan karşıya) görünen kasabalar var ettik ve oralarda yürümeyi takdir ettik." (Sebe, 34/18) Burada "içini bereketli kıldığımız beldeler" denirken kastedilen beldelerin de Şam diyarı yani Filistin ve civarı olduğu üzerinde birçok müfessir ittifak etmiştir. Kur'an-ı Kerim'de, Hz. Musa (a.s.)'nın Hz. Şu'ayb (a.s.)'ın yanındaki kalış süresini tamamladıktan sonra Mısır'a dönmesi olayından söz edilirken şöyle buyurulmaktadır: "Musa süreyi tamamlayıp ailesiyle beraber yola çıkınca Tur tarafında bir ateş gördü. Ailesine dedi ki: "Siz bekleyin. Ben bir ateş gördüm. Umarım oradan size ya bir haber veya ısınmanız için bir ateş koru getiririm." Oraya gelince kutlu bölgedeki vadinin sağ yanındaki bir ağaçtan kendisine şöyle seslenildi: "Ey Musa! Şüphesiz alemlerin Rabbi olan Allah benim." (Kasas, 28/29-30) Burada işaret edilen Tur dağı, sözü edilen vadinin içinde bulunduğu "kutlu bölge" Filistin'dedir. Filistin topraklarının mübarek kılındığı, o beldenin, Allah'ın bereketlendirdiği ve kutlu kıldığı bir belde olduğu hakkında bunların dışında da çeşitli nasslar bulunmaktadır. Filistin topraklarının mübarek kılınmış olması bu toprakların davasının öncelikli bir konumda olduğunu, buralara alelade bir yer olarak bakılmaması gerektiğini ortaya koymaktadır.
b.Filistin İsra ve mirac toprağıdır.
Değerli peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.) oradan göklere yükseltilmiştir. Bu olay Filistin toprağına akidevi bir üstünlük kazandırmış ve haremi şerif olarak bildiğimiz Mekke ve Medine ile orası arasında bir bağlantı kurmuştur. Bilindiği üzere mirac olayı Resulullah (s.a.s.)'ın Kur'an-ı Kerim'den sonra en büyük mucizesidir. Mirac aynı zamanda Yüce Allah'ın son peygamberi Hz. Muhammed (a.s.)'e özel bir lütfu ve ihsanıdır.
c.Filistin Peygamberler diyarıdır.
Filistin, pek çok peygamberin yaşadığı ve asırlar boyunca ilahi vahyin indiği kutsal bir beldedir. İslam dini de vahye dayalı dinlerin sonuncusu dolayısıyla bütün ilahi vahiylerin varisidir. Bu itibarla peygamberler toprağının gerçek varisleri Müslümanlardır. Çünkü bütün peygamberlerin görevi tevhid inancını insanlara kabul ettirmek ve bu inanca dayanan ilahi hükümlere bağlanmalarını sağlamaktı. Bu da gösteriyor ki bütün peygamberlerin ortak dini İslam'dır. Nitekim Yüce Allah Hz. İbrahim (a.s.)'le ilgili olarak: "İbrahim ne bir yahudi ne de bir hıristiyandı. Ancak o dosdoğru çizgideki bir Müslümandı. O, müşriklerden de değildi. Şüphesiz insanların İbrahim'e en yakın olanları ona uyanlar, bu peygamber ve iman edenlerdir." (Ali İmran, 3/67-68) diye buyuruyor. Yahudilerin atası olarak bilinen ve Kur'an-ı kerim'in bazı yerlerinde kendisinden İsrail diye söz edilen (bkz. Ali İmran, 3/93, Meryem, 19/58) Hz. Yakub (a.s.)'ın dini de yahudilik değil İslam'dı. Yüce Allah bu konuda Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruyor: "İbrahim, oğullarına da bunu tavsiye etti. Ya'kub'a da aynı tavsiyede bulunarak şöyle dedi: "Ey oğullarım! Allah sizin için bu dini seçti. Artık ancak Müslüman kimseler olarak ölün." (Bakara, 2/132) Bugün yeryüzünde tevhid inancını temsil edenler ve hanif dini devam ettirenler Müslümanlardır. Dolayısıyla peygamberler diyarı olan Filistin toprağının gerçek sahipleri de onlardır. Yüce İslam dini de bu topraklara bu yüzden ayrı bir yer vermiş ve bu toprakların kutsal olduğunu bildirmiştir.
d.Müslümanların ilk kıblesi ve haram mescidlerin üçüncüsü olan Mescidi Aksa oradadır.
Aslında Filistin davasının özünü Kudüs ve Mescidi Aksa davası teşkil etmektedir. Mescidi Aksa'nın İslam'daki yerine ve önemine delalet eden pek çok nass (ayet ve hadis) bulunmaktadır. Bunlardan biri yukarıda da vermiş olduğumuz, İsra suresinin birinci ayeti kerimesidir. Yukarıda verilen ayeti kerimede dikkat edilirse Mescidi Aksa'dan adıyla söz edilmektedir. Kur'an-ı Kerim'in bazı yerlerinde de bu mescidden ismi anılmaksızın söz edilir. Örneğin Meryem suresinin 11. ayetinde Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Bunun üzerine (Zekeriya a.s.) mescidden kavminin karşısına çıkıp onlara: "Sabah ve akşam tesbih edin" diye işaret etti." Burada kastedilen mescid, Mescidi Aksa'dır. Ali İmran suresinin 37. ayetinde de şöyle buyuruluyor: "Rabbi onu (Meryem'i) güzel bir kabulle kabul etti; güzel bir şekilde yetiştirip büyüttü ve onun bakımını Zekeriyya'nın yükümlülüğüne verdi. Zekeriyya ne zaman onun bulunduğu mabede girse yanında yiyecek bulurdu. "Ey Meryem! Bu sana nereden geliyor?" derdi. O da: "Allah'ın katındandır. Şüphesiz Allah dilediğine hesapsız rızık verir" derdi." Burada sözü edilen ma'bed Mescidi Aksa'dır. Yine aynı surenin 39. ayetinde de şöyle buyuruluyor: "Onun (Zekeriyya (a.s.)'ın) mihrabda namaz kılmakta olduğu sırada melekler kendisine, "Allah sana, Allah katından olan Kelime'yi doğrulayıcı, efendi, kendine hakim ve salihlerden bir peygamber olarak Yahya'yı müjdelemektedir" diye seslendiler." Bu ayeti kerimede mihrab denirken kastedilen mekan da Mescidi Aksa'dır.
Mescidi Aksa'nın fazilet ve ehemmiyeti hakkında ayrıca birçok hadisi şerif bulunmaktadır. Resulullah (a.s.) bir hadisi şerifinde şöyle buyurmuştur: "Yolculuk ancak şu üç mescidden birine olur: Benim şu mescidime, Mescidi Haram'a ve Mescidi Aksa'ya." (Müslim, Kitabu'l-Hacc, 15/415, 511, 512) Burada kastedilen yolculuk ibadet kasdıyla olan özel yolculuktur. Bu hadisi şerif dolayısıyla Mescidi Aksa harem mescidlerin üçüncüsü sayılmıştır. Ahmed ibnu Hanbel, Nesai ve Hakim'in Abdullah ibnu Ömer (r.a.)'den rivayet etmiş oldukları bir hadisi şerife göre de Resulullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: "Süleyman (a.s.) Mescidi Aksa'yı yaptığında Rabbinden üç şey istedi. Rabbi ona ikisini verdi. Ben üçüncüsünü de vermiş olmasını ümit ediyorum: Kendisine, kendi hükmüne denk gelecek hüküm vermesini istedi, (Rabbi) bu istediğini verdi. Kendisinden sonra hiç kimsenin ulaşamayacağı bir saltanat vermesini istedi, bu istediğini de verdi. Bir de her kim, bu Mescid'de -yani Mescidi Aksa'da- namaz kılmak amacıyla evinden çıkarsa anasından doğmuş gibi günahlarından sıyrılsın istedi. Biz Allah'ın bu istediğini de ona vermiş olmasını ümit ediyoruz." Bir hadisi şerifte bildirildiğine göre Resulullah (s.a.s)'ın cariyesi Meymune (r. anha): "Ey Resulullah! Bize Mescidi Aksa hakkındaki hükmün ne olduğunu bildir" dedi. Resulullah (s.a.s.) da şöyle buyurdu: "Oraya (Mescidi Aksa'ya) gidin ve içinde namaz kılın." -Hadisin ravisi dedi ki: "O zaman burası (Mescidi Aksa'nın bulunduğu topraklar) Daru'l-Harb'di (yani Müslüman olmayanların hakimiyeti altındaydı)."- (Resulullah (s.a.s) sözlerine daha sonra şöyle devam etti): "Eğer oraya gidemez ve içinde namaz kılamazsanız kandillerinde yakılmak üzere oraya zeytinyağı gönderin." (Ebu Davud, Kitabu's-Salat, 14) Resulullah (s.a.s.)'tan bunun dışında da Mescidi Aksa'nın faziletiyle ilgili birçok hadisi şerif rivayet edilmiştir.
Yeryüzünün en faziletli mekanları camiler, camilerin de en faziletlileri Mescidi Haram, Mescidi Nebevi ve Mescidi Aksa'dır. Bu üç camide kılınan namazların diğer camilerde kılınan namazlardan çok daha fazla sevaplı olduğu hadisi şeriflerde bildirilmiştir. Hatta İbnu Mace'nin nakletmiş olduğu bir hadiste: "Bir adamın kendi evinde kıldığı namaza bir namaz sevabı verilir. Oturduğu beldenin sakinlerinin devam ettikleri camide kıldığı namaza yirmi beş kat sevap verilir. Cuma namazının kılındığı camide kıldığı namaza beş yüz kat sevap verilir. Mescidi Aksa'da kıldığı namaza elli bin kat sevap verilir. Benim camimde kıldığı namaza da elli bin kat sevap verilir. Mescidi Haram'da kıldığı namaza ise yüz bin kat sevap verilir" denmektedir. (İbnu Mace, İkametu's-Sala ve's-Sunne fiha, 5/198) Ancak ez-Zevaid'de bu hadisin isnadının zayıf olduğu söylenmektedir. İbnu Hibban da bu hadisin delil olarak alınabilmesi için bunu te'yid eden bir rivayetin bulunması gerektiğini ifade etmiştir. Buradaki rakamları te'yid eden başka herhangi bir rivayet bilmiyorsak da, sayılan üç mescidde kılınan namazların diğer mescidlerde kılınan namazlardan çok daha fazla sevaplı olduğunu bildiren başka hadisler mevcuttur.
Ayrıca Mescidi Aksa Müslümanların ilk kıblesi olması itibariyle de ayrı bir yere ve öneme sahiptir. Bu kutsal mabedin İslam'daki önem ve üstünlüğünün bir sebebi de Resulullah (s.a.s.)'in isra ve mirac olayına şahid olmasıdır.
Buhari ve İbnu Mace'nin nakletmiş olduğu bir hadisi şerifte Ebu Zer (r.a.)'in şöyle dediği bildirilmiştir: "Resulullah (a.s.)'a, yeryüzüne konulmuş olan ilk mescidin hangisi olduğunu sordum. "Mescidi Haram" diye buyurdu. "Sonra hangisi?" dedim. Mescidi Aksa diye buyurdu. "İkisi arasındaki süre ne kadardır?" diye sordum. Şöyle buyurdu: "Kırk yıl. Sonra bütün yeryüzü senin için mesciddir. Nerede namaz vaktine girersen orada namaz kıl." (Buhari, Kitabu Ehadisi'l-Enbiya, 60/40; İbnu Mace, Kitabu'l-Mesacid ve'l-Cemaat, 4/7)
Günümüzde bu kutsal mabed siyonistlerin işgali altındadır. Siyonistler bu mescidin Süleyman heykelinin diğer adıyla Siyon Mabedi'nin bulunduğu yere yapılmış olduğunu ileri sürmekte ve mescidi yıkarak yerine daha önce var olduğunu iddia ettikleri heykeli dikmek istemektedirler. Hatta Ağlama Duvarı'nı takdis etmeleri de bu yüzdendir. Çünkü Ağlama Duvarı'nın daha önce Mescidi Aksa'nın yerinde bulunduğunu ileri sürdükleri mabedden geriye kalan tek şey olduğunu ileri sürüyorlar. Bu yüzden Ağlama Duvarı'nın önünde sadece ağlamakla kalmıyor aynı zamanda intikam yemini yapıyorlar. Siyonistler, Mescidi Aksa'yı yıkarak yerine Siyon mabedini veya diğer adıyla Süleyman heykelini dikebilmek için bu kutsal mescide birçok kez saldırı ve sabotaj düzenlediler. Bu saldırı ve sabotajlarda bazen Mescidi Aksa yakılmak istendi. Bazen değişik yerlerine bol miktarda patlayıcı madde yerleştirilerek havaya uçurulmasına teşebbüs edildi. Bazen de daha başka girişimlerde bulunuldu.
e.Filistin toprakları ve Mescidi Aksa, Resulullah (s.a.s.)'in vasiyetidir.
Filistin toprakları ve Mescidi Aksa, Resulullah (s.a.s.)'in Müslümanlara, tüm İslam ümmetine bir vasiyetidir. Resulullah (s.a.s.) sahabilerine Mescidi Aksa'ya gitmelerini, orada namaz kılmalarını yani o toprakları İslam devletinin hakimiyetine geçirmelerini vasiyet etmiştir. Nitekim yukarıda da geçen hadisi şerifte Resulullah (s.a.s.): "Oraya (Mescidi Aksa'ya) gidin ve içinde namaz kılın. Eğer oraya gidemez ve içinde namaz kılamazsanız kandillerinde yakılmak üzere oraya zeytinyağı gönderin" diye buyurmuştur. Burada "zeytinyağı" bir semboldür. Müslümanların bu tavsiye doğrultusunda Filistin topraklarına sahip çıkmaları ve bu konuda ellerinden hiçbir şey gelmiyorsa, en azından oradaki İslami çalışmalara destek olmak, orada yaşayan Müslümanların yaralarını sarmak amacıyla bir yardım göndermeleri gerekir. İşte Resulullah (s.a.s.)'in "zeytinyağı"yla sembolize ettiği şey de budur.
f.Filistin toprakları raşid halifelerin ikincisi olan Hz. Ömer (r.a.)'in kıyamete kadar gelecek olan bütün Müslüman nesillere emanetidir.
Filistin topraklarının inancımızdaki önemi dolayısıyla Hz. Ömer (r.a.) o toprakları fethettikten sonra mücahidler arasında paylaştırmamış, kıyamete kadar gelecek Müslüman nesillere emanet etmiştir. Onun bu toprakları emanet etmekteki amacı Müslümanların oraları korumaya daha çok önem vermelerini sağlamaktı. Yüce Allah da emanetler hakkında şöyle buyurmaktadır: "Ey iman edenler! Allah'a ve Peygamberine hıyanet etmeyin ve bile bile size emanet edilen şeylere hıyanet etmeyin." (Enfal, 8/27) Siyonist işgal yönetiminin bu topraklar üzerinde kurmuş olduğu haksız işgal ve gaspı meşrulaştırmaya çalışmak emanete hıyanettir. Bu hıyanet karşısında sessiz kalmak da sorumluluğu gerektiren bir harekettir.
g.Filistin ve Mescidi Aksa, Hz. Ömer (r.a.)'in bu toprakları fethettiği günden buyana Müslümanlar için sürekli bir sembol rolünde olmuştur.
Filistin ve Mescidi Aksa'nın bu özelliği dolayısıyla inançlarına bağlı Müslümanlar haçlı saldırıları karşısında binlerce şehid vererek direnmiş, hıristiyanlarla herhangi bir pazarlığa girişmemişlerdir. Salahuddin Eyyubi'yi Filistin'i haçlı işgalinden kurtarmak için seferber eden de o toprakların taşıdığı bu özellikti. Sultan II. Abdülhamid'in, yahudilerin oldukça cazip tekliflerini elinin tersiyle itmesi ve bu toprakların bir karışından bile taviz vermeye yanaşmaması da bu yüzdendi.
Filistin, İslam ümmetinin birlik ve bütünlüğünün de bir sembolü olduğundan dolayıdır ki bu birlik ve bütünlük bozulamadan, ümmetin birliğini temsil eden hilafet müessesesi çökertilemeden siyonistler Filistin topraklarına hakim olamamışlardır. Bu itibarla, ümmetin yeniden birlik ve bütünlüğünün sağlanabilmesi açısından da Filistin meselesi öncelikli bir yere ve konuma sahiptir.
h.Filistin toprakları üzerinde verilen cihad Resulullah (s.a.s.)'ın müjdesine mazhar olmuş bir cihaddır.
Resulullah (s.a.s.) bir hadisi şerifinde şöyle buyuruyor: "Ümmetimden bir grup sürekli hak üzere hareket edecek, düşmanlarına üstün geleceklerdir. Allah'ın emri gelinceye kadar (onların bu cihadları devam eder), kendilerine muhalefet edenlerin muhalefetleri onlara bir zarar vermez." "Onlar nerededirler ey Resulullah?" diye soruldu. O da şöyle buyurdu: "Beyti Makdis'de (Kudüs'te) ve Beyti Makdis'in (Kudüs'ün) çevresindeki bölgelerde." (Bu hadisi Ahmed ibnu Hanbel, Müsned'inde Ebu Umame'den rivayet etmiştir.)
i.Hayır ve şer çatışmasında Filistin'in önemli bir yeri vardır.
Hayır ile şer, dolayısıyla Muhammed (s.a.s.) ümmeti ile onun düşmanları arasında çatışma kıyamet gününe kadar devam edecektir. Filistin toprakları asırlar boyunca bu çatışmanın belki de merkezi olmuştur. Hıristiyanlar bu toprakları elde edebilmek için birbirini izleyen haçlı seferleri düzenlemiş, yahudiler yine aynı amaçla her türlü hileye başvurmuşlardır. Hıristiyan ve yahudi kitleler bu toprakları ele geçirmek için onca sıkıntıya ve zorluğa katlanmışken bu toprakların asıl sahipleri olan Müslümanların yılgınlık göstererek oraları düşmanlarına teslim etmeleri asla uygun düşmez.
j.Filistin davası sadece bir toprak meselesi değil aynı zamanda bir inanç davasıdır.
Filistin üzerindeki mücadele sadece Filistinlilerle yahudiler arasında süregiden bir mücadele değildir. Aksine bu mücadele iki ayrı kitle, iki ayrı inanç, iki ayrı çizgi arasındaki bir mücadeledir. Bunlardan birincisini İslam ümmeti diğerini ise farklı farklı gruplar halindeki küfür toplulukları temsil etmektedir.
k.Filistin'in konumu Müslümanların durumlarını yansıtmaktadır.
Tarih boyunca ortaya çıkan gelişmeler, Filistin toprağının konumunun İslam ümmetinin inancının gereğini ne derece yerine getirdiğinin de bir ölçeği olduğunu göstermiştir. Çünkü İslam ümmeti kitle halinde inancına bağlı kaldığı, inancının gereklerini yerine getirdiği sürece bu topraklar onun hakimiyetinde kalmış, inancının gereklerini yerine getirmede zaaf gösterdiği zaman ise düşmanlarının eline geçmiştir.
l.Bugün Filistin topraklarını işgal altında tutanlar İslam'ın en azılı düşmanlarıdır.
Yüce Allah bir ayeti kerimesinde şöyle buyuruyor: "İnsanların içinde iman edenlere düşmanlıkta en katı olanların yahudilerle müşrikler olduğunu görürsün." (Maide, 5/82)
Bu itibarla bugün İslam dünyasını hatta bütün dünyayı karıştıran siyonizm yılanının başı oradadır. Bu yılanın başı ezilmeden özelde İslam dünyasının genelde bütün dünyanın rahata ve huzura kavuşması mümkün değildir. Bugün bütün dünyayı karıştıran siyonistleri yani vahiy kültüründen uzaklaşarak kendi arzularının kulu olmuş olan yahudileri, yüce kitabımız gayet özlü bir şekilde tanıtmaktadır: "Onlar ayrıca yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çabalarlar. Allah ise bozguncuları sevmez." (Maide, 5/64) "Bozgunculuk" kavramının içine birçok şey girer. Bugün uyuşturucu mafyasından, kavmiyetçilik sapıklığına, savaş kışkırtıcılığından, fuhuş ticaretine kadar her türlü bozgunculuk çalışmalarının arkasında siyonistlerin elinin olduğunu gördüğümüzde Yüce Allah'ın onları ne kadar güzel tanıttığını daha iyi anlıyoruz.
Bunlar Filistin meselesinin günümüzdeki İslami meseleler arasında öncelikli bir konuma sahip olduğunu ortaya koyan sebeplerden bazıları. Bunun yanı sıra bugünlerde üzerinde hararetle durulan "yeni Ortadoğu düzeni"nin de Filistin meselesiyle oldukça yakın ilgisinin olduğunu düşündüğümüz zaman bu meselenin öncelikli yerini daha iyi anlıyoruz. Sözü edilen bu "yeni Ortadoğu düzeni" teorisinin ABD'nin ortaya atmış olduğu "yeni dünya düzeni" teorisine endeksli olduğunu ve İslam ülkelerini geçmişe oranla daha çok sömürge haline getirmeyi, bu ülkelerin bütün ulusal servetleri üzerinde ABD'nin ve onun himaye ettiği siyonizmin hakimiyet kurmasını amaçladığı hepimizin bildiği bir gerçektir. Tüm Müslüman toplumların aleyhine olan bu teorinin en kısa zamanda pratiğe dönüştürülebilmesi için son zamanlarda yoğun bir faaliyet yürütüldüğü ve bazı Arap ülkelerindeki yöneticilerin de bu konudaki çalışmalara çanak tuttukları ortadadır. Bu da tehlikenin kapıya dayandığını, alarm zilinin artık kulak zarımızı patlatacak derecede çalmaya başladığını göstermektedir. Öyleyse elimizi çabuk tutmalı ve tehlikeyi bertaraf edebilmek için zaman kaybetmeden neler yapmamız gerektiğine karar vermeli, sonra da bazı tehlikeleri, zorlukları göze alma pahasına da olsa bu kararları uygulamaya geçirmenin yollarını araştırmalıyız.
Müslüman ilim adamları Filistin'de yahudilere toprak satmanın dine ihanet sayılacağına dair birçok fetva yayınlamışlardır. Örneğin, her biri kendi çevresinde etkili, çoğu belli bir bölgenin kadısı veya müftüsü olan 249 ilim adamının imzaladığı 26 Ocak 1935 tarihli fetvada, konunun bütün şer'i delilleri sıralandıktan sonra şöyle denmektedir: "Saydığımız bütün bu gerekçelerden, ortaya çıkan durumlardan, görüşlerden, şer'i hükümlerden ve fetvalardan anlaşıldığına göre, yukarıda zikredilen sonuçları bile bile, ister doğrudan isterse dolaylı yollardan olsun Filistin'de yahudilere toprak satan yahut bu satışta simsarlık veya aracılık eden ya da bu satış işini kolaylaştıran, bu konuda herhangi bir şekilde yardımcılık yapan kimsenin üzerine cenaze namazı kılınmaz ve cenazesi de Müslümanların mezarlığına gömülmez. Baba, oğul, kardeş veya eş gibi yakın akrabalardan olsalar bile bu gibilerin tecrid edilmeleri, kendileriyle ilişkinin kesilmesi, değerlerinin düşürülmesi, kendilerine sevgi ve yakınlıkla yaklaşılmaması gerekir." Bu fetvaya imza atan 249 ilim adamı arasında Kudüs müftüsü Muhammed Emin el-Huseyni, Kudüs fetva emini Muhammed Emin el-Avri başta olmak üzere çok sayıda müftü, kadı ve tanınmış alim vardı. Aralık 1988 - Kasım 1989 arasında 63 Müslüman ilim adamının ve davetçinin imzaladığı bir başka fetvada da şöyle denmektedir: "Hiçbir şahıs veya kurum, yahudilerin Filistin topraklarının bir karışı üzerinde bile hak sahibi olduklarını ileri sürme hak ve yetkisine sahip değildir. Böyle bir iddia Allah'a, peygamberine ve koruyup gözetmeleri üzere Müslümanlara yüklenmiş olan emanete hıyanet anlamı taşır."
Zamanın Hindistan Alimler Cemiyeti başkanı Muhammed Süleyman el-Kadiri'nin 11 Şubat 1935 tarihli el-Cami'atu'l-Arabiyye gazetesinde yayınlanan fetvasında da şöyle denmektedir: "Yahudilerin buraları, sırf Müslümanları oradan çıkarmak, Mescidi Aksa'nın yerine Süleyman heykelini dikmek ve bir yahudi devleti kurmak amacıyla satın aldıklarını bile bile günümüzde kutsal Filistin topraklarını yahudilere satan Müslümanlar Allah katında küfürle barışıp İslam'a karşı savaş açmış ve İslam'ın düşmanlarına yardım etmiş gibidirler."
Çağımızın tanınmış ilim adamlarından Prof. Yusuf el-Kardavi Filistin meselesiyle ilgili bir açıklamasında, siyonist işgal yönetimiyle herhangi bir ilişkiye girmenin şer'i bir dayanağının olmadığını ve bu tür muamelenin zulmedenlere meyil ve Allah'a ve Peygamber'e karşı gelenlerle, İslam ve Müslümanlara karşı savaşanlarla dostluk anlamı taşıyacağını ifade etti. ("Zulmedenlere meyletmeyin. Yoksa size de ateş dokunur. Sizin Allah'tan başka dostlarınız yoktur. Sonra yardım da göremezsiniz." Hud, 11/113; "Ey iman edenler! Allah'ın kendilerine kızdığı bir topluluğu dost edinmeyin." Mümtehine, 60/13) Kardavi, ne kadar ağır bir külfeti ve zorluğu olsa dahi siyonist işgale karşı cihad etmenin Filistinliler için farzı ayn, diğer bütün Müslümanlar için de farzı kifaye olduğunu ifade etti. (Bilindiği üzere bir beldenin halkı üzerlerine farzı ayn olan bir görevi yerine getirmekte zorlanırsa farzı ayn dairesi onların yakınlarındaki Müslümanlardan başlayarak genişler.) Kardavi, Filistin toprakları üzerindeki işgali meşru kılan bir barışın hiçbir şekilde kabul edilemeyeceğini ve böyle bir barışın şer'i bir dayanağının olmadığını da dile getirdi.
Hakkında bazı tartışmalar olsa da son yüzyılda ortaya çıkmış olan İslami akımları etkilediği inkâr edilemeyen Muhammed Reşid Rıza'nın konuyla ilgili bir fetvasında da şöyle denmektedir: "Filistin ve çevresinden yahudilere veya İngilizlere bir şey satan onlara Mescidi Aksa'yı yahut vatanın tümünü satmış gibidir. Çünkü onlar o yerleri buna (vatanın tümüne hakim olma gayesine) bir vesile olması için ve Hicaz'ı tehlikeye sokmak amacıyla satın almaktadırlar."
Daha birçok ilim adamı tarafından bütün bu görüş ve tesbitleri te'yid eden fetvalar yayınlanmış, fikirler serdedilmiştir. Ancak sözün çok fazla uzamaması için bu kadarını vermekle yetiniyoruz. Burada verilenlerin de meselenin özünün anlaşılmasına yeteceğini sanıyoruz.
Filistin meselesi, yöresel bir mesele değildir. Bu mesele bütün ümmetin meselesidir. Dolayısıyla bu meselenin inancımızla doğrudan bağlantısı vardır. Bu itibarla Filistin meselesi için ancak imani değerlerimize, temel ilkelerimize ters düşmeyen bir çözüm düşünebiliriz. Bazılarının kendi özel hesaplarına dayanarak ürettikleri sözde çözümler ümmeti bağlayıcı çözümler değildir. Onlar ürettikleri çözüm formüllerini kendi açılarından sonuca götürücü formüller olarak görseler de, Filistin meselesi kıyamete kadar bütün İslam ümmetini ilgilendireceğinden dolayı mesele sona ermiş olmayacak ve ümmetin değerlerine ters düşmeyen çözüm bulununcaya kadar tartışılmaya devam edecektir. Bu itibarla, Filistin meselesinin çözümünde göz önünde bulundurmamız gereken ve inanç değerlerimizle de doğrudan bağlantılı olan temel ilkeleri ortaya koymamız gerekmektedir. Şartlar ne kadar değişse ve zaman ne kadar uzasa da bu ilkelerden taviz vermek söz konusu olmayacak, bu ilkelere dayalı kesin çözüme ulaşılıncaya kadar mücadele devam edecektir. Fıkhi kaynaklarımızı ve Filistin meselesiyle ilgilenen ilim adamlarımızın tesbitlerini gözden geçirdiğimiz zaman bu temel ilkelerin şunlar olduğunu görürüz:
a.Filistin bir bütündür. Her parçası kutsaldır. Her tarafı İslam toprağıdır. Dolayısıyla bir karışından bile taviz verilemez. Siyonist işgalcilerin bu toprakların bir kısmını 1948'de, bir kısmını 1967'de işgal etmiş olmaları bir şeyi değiştirmez. İşgalde öncelik siyonistlere o topraklar üzerinde herhangi bir hak tanımaz. Bunun yanısıra İslam'ın ve Müslümanların bu topraklar üzerindeki hakları zaman aşımına uğrayacak bir hak da değildir. Bu hak kıyamete kadar baki olan bir haktır.
b.Filistin toprakları üzerinde pazarlık yapılamaz. Çünkü pazarlıkta taraflar arasında bir hak devri söz konusudur. Yani bir taraf bir şey üzerindeki hakkını herhangi bir karşılıkla diğer tarafa devreder. Filistin toprakları ise İslam ümmetine aittir ve hiç kimse ümmet adına bu topraklar üzerindeki hakkını başkalarına devretme yetkisine sahip olamaz. Üstelik Filistin toprakları, o toprakların bağrında barındırdığı Mescidi Aksa ve diğer kutsal mekanlar bir inancı, bir davayı temsil etmektedir. Buraların herhangi bir maddi karşılıkla birilerine devri söz konusu olamaz.
c.Meşru olmayan bir gaspa meşruiyyet kazandırılamaz. Filistin toprakları siyonistler tarafından meşru olmayan yollarla işgal edilmiştir. Dolayısıyla onların bugün bu topraklar üzerindeki hakimiyetleri meşru olmayan bir hakimiyettir. Bu gayri meşru hakimiyete meşruiyyet kazandırmaya kimsenin hakkı ve yetkisi yoktur.
d.Filistin davası İslam ümmetinin ortak bir davasıdır. Dolayısıyla hiç kimse bu davada kendisini ayrıcalıklı konumda göremez. Filistinli olmak hiç kimseye bu topraklardan tavizde bulunma yetkisi vermez. İster bizzat Filistinliler vasıtasıyla isterse başkaları vasıtasıyla olsun, bu mesele eğer kesin çözüme kavuşturulacaksa ümmetin bu meseleyle ilgili temel ilkelerine muvafık düşecek bir çözüm bulunması zorunludur. Bu temel ilkelerin başında ise yukarıda da ifade edildiği üzere, Filistin topraklarının bir bütün olduğu ve hiçbir karışından taviz verilemeyeceği ilkesi gelmektedir.
Zor zamanda hakkı söyleyebilmek ve hakka sahip çıkabilmek bir ihlas, samimiyet ve cesaret göstergesidir. Herkesin hak olduğunu itiraf ettiği bir hakka sahip çıkmak o kadar zor değildir. Dışlanmaya, birtakım çıkarlardan fedakarlık etmeye yolaçmayacak bir davayı sahiplenmek büyük bir cesaret ve fazla bir fedakarlık gerektirmez. Ama bütün bâtıl güçlerin üzerinde ittifak ettiği bir şeye karşı çıkarak hakkı ortaya koyabilmek, bütün bâtıl güçlerin ortak yalanlarını reddederek gerçeği ifade edebilmek, hatta ifade etmekle de kalmayarak hakkın yerini bulması için fiilen bir şeyler yapabilmek tam bir cesaret ve fedakarlık işidir. Böyle bir cesaret ve fedakarlığı göstermek ise ihlas ve samimiyeti gerektirir. İşte bu fikirler doğrultusunda Filistin davasını ele aldığımızda bu davaya İslami perspektiften bakarak sahip çıkmanın bir ihlas ve samimiyet göstergesi olduğunu görürüz. Çünkü bugün yeryüzündeki sömürgeci yapının devam etmesini isteyen güçlerin tamamı Filistin'e dolayısıyla İslam ümmetine yapılan haksızlığın devam etmesi için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlar. Bu yüzdendir ki, bütün bu güçler tarafından dışlanacakları ve bazı çıkarlarının zarar göreceği endişesini taşıyanlar kolay kolay Filistin davasına sahip çıkma cesareti gösteremiyorlar. Fakat şunu da bilmek gerekir ki, bu dava sahipsiz değildir. En başta Allah bu davanın sahibidir. Çünkü bu dava bir inanç davasıdır. Asıl cesaret de zor zamanlarda gösterilen cesarettir. Bugün bütün dünya Müslümanlarının bu cesarete ihtiyaçları var. Zor zamanlarda bu kutsal davaya sahip çıkma cesaretini gösteremeyenler belki gelecekte bu davanın güçlendiğini, ona sahip çıkanların sayısının arttığını gördüklerinde herkesten öne geçmeye, herkesten çok bu davaya ilgi gösteriyormuş gösterişini yapmaya çalışacaklardır. Ama onların bugün yani zor zamanda gösterdikleri tavırları gelecekte yani kolay zamanda gösterecekleri tavırlarının izahına ışık tutacaktır.
1 Ocak 2001'den itibaren bu sayfanın ziyaretçi sayısı