Yeniden Yapılanmanın Dinamikleri

Mart 2011, Vuslat dergisi

Zulme Karşı Başkaldırı

Tunus'ta üniversite mezunu fakat iş bulamaması sebebiyle tekerlekli tezgâhla sebze satışı yaparak aile geçimine katkıda bulunmaya çalışan Muhammed Buazzi adlı bir gencin tezgâhının zorla elinden alınması, ikamet ettiği Sidi Buzid valiliğine gittiğinde sorunuyla ilgilenilmeyince kendini valilik önünde yakması üzerine başlayan olaylar İslâm dünyasında önemli bir değişim süreci başlattı. Özellikle Arap dünyasındaki dikta rejimlerine karşı bir başkaldırı hareketi başlatıldı. Tunus'ta 28 gün süren direniş karşısında diktatör Zeynelabidin bin Ali ailesiyle birlikte ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Ardından Mısır'da patlak veren ayaklanma karşısında Firavun Hüsni Mübarek sadece 18 gün direnebildi. Karşısındaki insan seli önünde o da daha fazla dayanamadı ve tüm yetkilerini Silahlı Kuvvetler Yüksek Konseyi'ne devrettiğini açıklayarak çekildi. Sonra olaylar çevreye yayılarak dikta rejimlerini ciddi şekilde zorlamaya başladı.

Biz bu olayların gelişme süreciyle ilgili daha önce muhtelif yazılar yazdığımızdan burada tekrar etmeye gerek görmüyoruz. Tunus, Mısır, Libya ve diğer ülkelerdeki hadiselerin gelişme süreciyle ilgili bilgiler içeren yorumlarımızı kişisel web sitemizden (www.vahdet.info.tr) okuyabilirsiniz. Bu olayların tahlilini ayrıca Özel FM'de haftalık olarak yayınlanan Dünya Döndükçe adlı programımızda da ele almaya çalıştık. Bu programlarımızın ses kayıtlarını da aynı web sitemizden veya bilgisayarlarınıza aktararak mp3 okuyabilen tüm cihazlarınızdan dinlemeniz mümkündür.

Burada hadiselerin İslâm coğrafyasında başlattığı değişim sürecinin genel çerçevesini ele almaya ve olayların sonrasıyla ilgili beklentilerin, tahminlerin değerlendirmesini yapmaya çalışacağız.

Emperyalizm ve Zulüm Rejimleri

Arap dünyasında yeni bir hareketlilik var. Bu hareketlilik bir bakıma İslâm dünyasının işgal güçlerine karşı başlattığı bağımsızlık mücadelelerine benziyor. Arada önemli benzerlikler görmek mümkündür. O zaman işgalci emperyalistlerin kendilerine karşı bağımsızlık savaşlarını kendilerinin başlattığını söylemek saçma ve mantıksız olur. Ama bu bağımsızlık ve özgürlük hareketleri karşısında kendi emperyalist karakterlerini ve politikalarını bırakmak niyetinde de değillerdi. Ondan dolayı söz konusu bağımsızlık savaşlarının sonuna hâkim olmak için çeşitli taktiklere ve oyunlara başvurdular. Kendilerinin uzaktan kumanda edebilecekleri kişilerin yönetimde dizginleri ele alabilmeleri için girişimlerde bulundular. Bu amaçla başvurdukları taktiklerin çoğunda da başarılı oldular. Böylece İslâm coğrafyasında onların siyasetlerinin temsilciğini yapan zulüm rejimleri ortaya çıktı. Bugünkü başkaldırı hareketleri de onların geride bıraktığı zulüm rejimlerine karşıdır.

Onların menfaatlerinin gözcülüğünü ve bekçiliğini yapan yönetimlere karşı halk hareketlerini bizzat kendilerinin organize ettiğini, planladığını ve desteklediğini söylemek kendi işgallerine karşı yürütülen bağımsızlık savaşlarını bizzat kendilerinin planladığını söylemek kadar saçmadır. Fakat emperyalist güçler sömürgeci karakterlerini yine terk etmek istemediklerinden olayların sonuna hâkim olmaya çalışıyorlar. Bunun için çeşitli oyun ve taktiklere başvuruyorlar. Bu taktiklerden biri de hadiseleri kendilerinin yönlendirdiği iddiasını piyasaya sürmek suretiyle zihinlerde söz konusu özgürlük hareketleri hakkında birtakım tereddütler uyanmasına sebep olmaktır. Bu iddiayla aynı zamanda kendilerinin hâlâ gidişata hâkim oldukları, olayların onların kontrolünün dışında gelişmediği kanaatini yaygın hale getirmeyi amaçlıyorlar. Sonrasında da kendilerinin yine bu ülkelerle ilgili çıkar hesaplarını ve politikalarını önemseyecek, bu arada baş kaldıran halkların da taleplerini yerine getiriyormuş gibi görünen yeni model yönetimleri iş başına getirebilmek için uğraşıyorlar. Ama bir taraftan da kendi iç dünyalarında sorunlar yaşadıkları için bunda ne kadar başarılı olabilecekleri konusunda tereddütler var.

Sovyet Blokunun Çöküşü

Hâlâ dünyada yaprak titrese ABD'nin izniyle olduğunu zanneden ve iddia eden bazı yorumcular İslâm dünyasındaki son gelişmeleri de ABD'nin taktiklerine ve stratejilerine bağlama çabası içindeler. Onlara göre bütün bu olaylar, Arap dünyasındaki diktatörlerin artık ABD açısından eskimiş olmasından ve yeni politikalara, Büyük Ortadoğu Projesi'ne uygun olmamalarından ileri geliyor. ABD artık onları çöpe atıp yeni modelleri iş başına getirmek istiyor. Oysa işin gerçeğinde bütün bu hadiselerin arkasında yer alan sebeplerden biri ABD'nin ve çağdaş emperyalizmin İslâm dünyasındaki işbirlikçi rejimlere sahip çıkmada ciddi anlamda zaaf göstermeye başlamasıdır. Sovyet bloğunun çökmesi sonrasında komünist dikta rejimlerinin peş peşe dökülmelerini iyi tahlil edersek bugün kapitalist Batı emperyalizminin kendi kabuğuna çekilmesiyle birlikte İslâm dünyasındaki işbirlikçi rejimlerin dökülmeye başlamasını daha iyi anlayabiliriz. Ondan dolayı Moskova'nın glasnost ve perestroika ilanından sonra sosyalist dikta rejimleriyle yönetilen ülkelerde yaşanan başkaldırı hareketlerini ve söz konusu rejimlerin arka arkaya dökülmesini yeniden gözden geçirmekte yarar olduğunu düşünüyoruz. Çünkü bu tür rejimler kendi halklarına dayanmadıklarından halklarından bir destek alamamaktadırlar. Halklarını tamamen resmî şiddet ve silahın gücüne dayalı baskıyla, demir yumruk altında yönetmektedirler. Bu baskı güçlerini muhafaza edebilmek için de sırtlarını dayadıkları emperyalist otoritelerin yardım ve desteklerine ihtiyaç duyuyorlar. Ondan mahrum kaldıkları zaman halklarının başkaldırıları karşısında ayakta kalabilmeleri mümkün olmuyor.

Yeni Dünya Düzeni'nin Çöküşü

Bilindiği üzere ABD emperyalizmi Doğu blokunun çökmesinden sonra tek cepheli bir dünya hâkimiyeti planlayan bir Yeni Dünya Düzeni teorisi geliştirmişti. Dünyadaki globalleşme, tüm ekonomik uygulamaların ABD merkezli bir yapıya sokulması çalışmaları da bu teoriye dayalı olarak yürütülüyordu. Globalleşmenin amacı ekonomik ve siyasi alandaki uluslararası hareketliliğin tamamen ABD merkezli hale getirilmesiydi. Irak ve Afganistan'ın işgal edilmesinin amaçlarından biri de globalleşmeye, uluslararası hareketliliğin ABD merkezli hale getirilmesine itiraz edenlerin tümünün hizaya sokulmasıydı. Bundan dolayı o zamanki ABD Başkanı Bush "ya bizdensiniz ya da düşmanımızsınız" ifadesini kullanmıştı. Fakat ABD'nin ve beraberindeki işgalci güçlerin Irak'ta da, Afganistan'da da kararlı bir direnişle, bağımsızlık mücadelesiyle karşı karşıya kalması tüm hesaplarının alt üst olmasına yol açtı. Sonuçta globalleşme planları global ekonomik krizi doğurdu. Bu kriz aynı zamanda Yeni Dünya Düzeni teorisinin çökmesine sebep oldu. Global ekonomik kriz sebebiyle kendi iç problemlerine dönmek zorunda kalan emperyalist güçler işbirlikçi dikta rejimlerine sahip çıkma konusunda zaafa düştüler. Dolayısıyla global ekonomik kriz bir bakıma liberal kapitalist Batı blokunun perestroikası sayılır. Çağdaş emperyalizmin söz konusu dikta rejimlerine karşı başlatılan halk ayaklanmalarını planladığı iddiası gerçeği yansıtmayan, yine aynı emperyalist güçlerin medya kanalıyla zihinleri yönlendirme çabasından ibarettir. Fakat emperyalizmin tümüyle hadiselerin dışında olduğu da söylenemez. Tıpkı geçmişte işgale karşı başlatılan bağımsızlık ve özgürlük mücadelelerinin sonuçlarına hâkim olmak için oyunlar oynadığı gibi bugün de totaliter dikta rejimlerine karşı başlatılan halk hareketlerinin sonuçlarına hâkim olmaya çalışmaktadır.

Siyonist İşgal Bir Urdur

İslâm dünyasındaki halk ayaklanmalarından dolayı en başta siyonist işgal rejiminin telaşa kapıldığı görülüyor. Biz böyle olacağını daha önce de muhtelif yazılarımızda dile getirmiştik. Çünkü siyonist işgal asıl bedene ait olmayan, meşruiyeti bulunmayan bir ur gibidir. Bu urun varlığını koruyabilmesinde kendi halklarına zulmeden dikta rejimlerinin, halklarına ihanet ederek siyonist işgale destek vermelerinin önemli rolü var. Bu rejimler özellikle de işgal altında tutulan Filistin topraklarını kuşatan Mısır ve Ürdün'deki işbirlikçi rejimler siyonist işgal açısından sürekli bir tampon güç görevi görmüştür. Gazze'ye uygulanan insanlık dışı ambargonun devamında Mısır'daki Firavun yönetiminin önemli payı var. Bu yönetimin kapı bekçiliğini yapmaması halinde Gazze'ye ambargonun sürdürülmesinde büyük zorluk çekilecekti. Dolayısıyla bu rejimlerin çökmesi söz konusu uru da endişeye sevk etmektedir. Siyonist urun geleceğiyle ilgili riskler onun varlığının devam etmesini isteyen çağdaş emperyalizmi de endişeye sevk ediyor. Dolayısıyla hadiselerin gidişatına ve sonucuna hâkim olma çabalarının bir yönü kendi çıkarlarıyla ilgili olsa da bir yönü de siyonist işgalin geleceğiyle ilgilidir. ABD yetkililerinin işgalci siyonistleri rahatlatmak için hemen devreye girmeleri ve olayları günü gününe yakın takibe almaları, Alman Başbakanı Angela Merkel'in bütün bakanlarını toplayıp işgalci siyonistlerin ziyaretine gitmesi ve Mısır'ın Camp David Anlaşması'na bağlı kalması için sık sık çağrılar yapılması hep bu endişeden kaynaklanıyordu.

Halkların Şahlanışı ABD'nin de İşine Gelmiyor

Dünyadaki değişim süreci sebebiyle dikta rejimlerinin ve çağdaş emperyalizmin politikalarına hizmet eden diktatörlerin dönemleri bittiği için ABD'nin artık onları çöpe atmak istediği iddiası doğru olabilir. Ama bunu asla, kontrol edilememesi ihtimali yüksek geniş çaplı halk hareketleriyle gerçekleştirmek istemez. Onun yerine yine siyasi taktiklere ve oyunlara açık bir zemin oluşturmaya müsait yumuşak geçiş modelini tercih eder. Özellikle Mısır'da siyonist işgal devletinin güvenliği açısından risk oluşturan kitlesel başkaldırının ABD'nin hesaplarına da ters olduğunu bölgeyi yakından tanıyan herkes çok iyi görebilmektedir.

İslâmî Hareketin Konumu ve Batı'da İhvanofobi

Dikta rejimlerine karşı gerçekleştirilen halk ayaklanmalarının birer İslâm devrimi olmadığı açıktır. Fakat bu ayaklanmalarda İslâmî hareketlerin, akımların rolü de inkâr edilemez. Zulme karşı direnişin kararlı bir şekilde sürdürülmesinde de İslâmî hareketin aktif rolü olmuştur. Bilhassa Mısır'da Müslüman Kardeşler (İhvan-ı Müslimin) cemaatinin öncü ve yönlendirici konumu sebebiyle Batı'da İslamofobi benzeri bir İhvanofobi ortaya çıktı. İşin gerçeğinde böyle bir fobiye kapılmaları kendilerinin bu ülkelerle ilişkilerinin kopacağı korkusundan değil siyonist işgalle ilgili endişelerinden kaynaklanıyordu. Çünkü İhvan'ın diplomatik açıdan ABD veya Avrupa ülkeleriyle ilişkilere herhangi bir itirazının olmadığı biliniyor. İhvan'ın itirazı İslâm âleminin sırtında bir ur gibi varlığını sürdüren siyonist işgale, onunla imzalanmış anlaşmalara ve onun hatırı için Gazze'ye ambargonun bekçiliğinin yapılmasınadır.

Değişimin Riskleri ve Problemleri

İslâm dünyasında çağdaş emperyalizmin politikalarını uygulamak için kendi halklarına zulmeden dikta rejimlerine karşı gerçekleştirilen hareket geniş tabanlı halk ayaklanmalarıdır. Bu ayaklanmaların içinde İslâmî oluşumlar olduğu gibi diğer siyasi oluşumlar da var. Dolayısıyla hemen bir İslâmî yönetim çıkması beklentisi içine girmemek gerekir. Fakat bunun bir değişim süreci olduğunu ve bu süreci basite almamak gerektiğini de bilmeliyiz. Doğal olarak bu değişim sürecinin birtakım riskleri ve problemleri de olacaktır.

Emperyalizmin hizmetindeki dikta rejimlerinin çökertilmesi için gerçekleştirilen halk ayaklanmaları hastalıklı ve halklar açısından sorunlu yapıların yıkılması sürecidir. Arkasından bu yapıların hafriyatının ve artıklarının temizlenmesi süreci gelecektir. Asıl önemli olan süreç yeni binaların inşası sürecidir ki işte o sürecin ciddi riskleri ve sorunları olacaktır. Bu sorunların başında da çağdaş emperyalizmin gidişata hâkim olma ve yeni yapılanmayı kendi planları doğrultusunda yönlendirme çabası gelecektir. Tabii yapılanmanın kendi iç sorunları da olacaktır. Ama bunların ayrıntılarına girebilmemiz için sözü uzatmamız gerekir. Bizim sözü burada kesmemiz gerektiğinden yeni dönemin riskleri ve sorunları hakkında ayrıntıları içeren değerlendirmeyi de Allah nasip ederse bir başka yazıya bırakıyoruz.