Kaddafi Çadırsız Kaldı

25 Ağustos 2011 Perşembe, Yeni Akit

Libya'nın 42 yıllık diktatörü sonunda devrildi ve üstelik bu kez yanına çadırını alamadı. Gittiği her yere çadırını da götüren, diplomatik ziyaretlerinde bile onu ihmal etmeyen bu adamın her halde en acınacak hali çadırsız kalmasıydı. Çünkü çadır onun dünyada kurduğu sultanın tahtıydı. Yeşil Kitabının sembolü, "İslâm sosyalizmi" olarak nitelediği ideolojisinin tapınağı gibiydi.

Fakat onun için asıl dehşet verici durum kan ve vahşet ile tarihe geçmesidir. Saltanatı süresince halkına göz açtırmazken saçma fikirleriyle kendini tabulaştırmaya çalıştı. Halkının özgürlük içinde ve onuruyla yaşamak istemesi üzerine de silahlarını konuşturarak her tarafta kan dökmeye başladı. Ama sonuçta akıttığı kanların içinde boğuldu ve o dehşet verici haliyle tarihe gömüldü. Şeklen yaşıyor olsa da gerçekte akıttığı kanların içinde boğulmuş ve bizim nazarımızda artık tarihe gömülmüştür.

Keşke onun ve ondan önce tarih sahnesinden silinenlerin durumundan şu an aynı şiddet metotlarıyla ve totaliter anlayışlarıyla saltanatlarını sürdürmeye çalışanlar da, onların arkasında durarak zulüm düzenlerine destek verenler ve bu desteklerini tutarsız gerekçelere dayandıranlar da ibret alabilseler.

Biz de Allah izin verirse bu hafta yayınlanacak üç makalemizde Libya'daki gelişmeleri ve diktatörün devriliş hikâyesini tahlil etmeye çalışacağız. Onun saltanatının tarihinden özetle söz edeceğiz. Ama bu konuda ayrıntılı bilgi edinmek isteyenlere bizim daha önce yaptığımız çalışmalardan yararlanmalarını öneriyoruz. 1994'te yayınlanan İslâm Ülkeleri Ansiklopedisi adlı çalışmamızın Libya bölümünü ve 1996'dan itibaren yayınlanan yazılarımızı web sitemizde (www.vahdet.info.tr) bulabilirsiniz. Fakat söz konusu ansiklopedimizin sadece 1993 sonuna kadarki bilgileri içerdiğini, istatistiklerin de 1993'e ait olduğunu hatırlatalım. Diğer İslâm ülkelerinin genel tanıtım bölümlerinin de böyle olduğunun dikkatten kaçırılmaması gerekir.

Daha önce muhtelif yazılarımızda Libya'nın devrik liderinin isminin doğru yazılışını (Kazzafi) kullanmamıza bazı itirazlar geldiğini, okuyucularımızdan bunu mizahi amaçla yaptığımızı düşünenler olduğunu gördük. Böyle bir amacımız olmadığı halde isimlerde değişiklik yaparak insanlarla dalga geçme iddiasından dolayı eleştiri aldık. Ondan dolayı biz de galatı meşhur üzere hatalı yazılışını tercih ederek Kaddafi diye yazma zorunluluğu duyduğumuzu belirtelim.

Bu adam 1 Eylül 1969'da gerçekleştirdiği askerî darbeyle Libya'da yönetimi ele geçirdi. Darbe o zamanki Libya kralı İdris es-Senusi'ye karşıydı. Muammer el-Kaddafi ilk merhalede geri planda kalmıştı. Bunda düşük rütbeli bir subay olmasının önemli etkisi olduğu tahmin ediliyordu. Sonra rütbesini hızla yüzbaşılıktan albaylığa yükseltti ve bu seviyeyi ülkede askerî rütbelerin en üstü olarak kabul ettirdi. Yani generallik rütbesini kaldırdı. Ardından da tahta oturduğu gibi aynı zamanda kendini tek adam haline getirdi.

Kaddafi kurduğu siyasi düzeni oturtma merhalesinde kendini halka kabul ettirmek amacıyla "İslâmcı" görünümle ve söylemlerle öne çıkmaya çalıştı. İşte "İslâm" sömürüsü veya din sömürüsü ile anlaşılması gereken de gerçekçi ve samimi olmayan bu tür görünüm ve söylemlerdir. Bir kimsenin ihlas ve samimiyetle bağlı olduğu ve yeri geldiğinde canı dahil her şeyini uğruna feda edebileceği inancını, değerlerini savunması, bu değerlerle ilgili haklarının önüne konan engellerin kalkması için verdiği mücadele asla sömürü olamaz.

Kaddafi sonraki dönemlerde şeklî İslamcılığına kendine göre solcu, sosyalist ve aynı zamanda Arap kavmiyetçiliğini öne çıkaran fikirler ekledi. Bu merhalede İslâmcılık ikinci plana itilerek sadece vitrin aracı olarak kullanılırken kendi çarpık düşüncelerinin oluşturduğu ideolojik prensipler ana bünye haline getirildi.

Ancak ilginçtir ki insanların liderlerine ve onları tabulaştıran düşüncelerine olan tutkunluklarını, fikri sapmalarını iyi değerlendiren psikolojik yönlendirme çalışmalarıyla basite alınamayacak bir taraftar kitlesi oluşturuldu. Ama sonrasında ezilen toplum Arap dünyasındaki başkaldırı hareketlerinden etkilenerek başlarındaki tabuyu devirmek için ayağa kalktı. Müteakip yazımızda da inşallah bu merhalenin genel bir değerlendirmesini yapacağız.

Libya'da Ayaklanma Süreci

26 Ağustos 2011 Cuma, Yeni Akit

Tunus'ta meydana gelen halk patlamasından ilk rahatsız olanlardan biri ve belki de birincisi Libya diktatörü Muammer el-Kaddafi'ydi. Normalde bu tür halk ayaklanmalarına göstermelik de olsa "devrimci" yaklaşımla olumlu bakan ve destek veren Kaddafi'nin yanı başındaki Tunus'ta Zeynelabidin bin Ali'nin demir sopası altında ezilen halkın ayaklanmasından ciddi şekilde rahatsız olması garip bir durumdu. Ama hadisenin toplumsal boyutunun tahlili açısından normal sayılırdı. Çünkü bu ayaklanma totaliter dikta rejimine karşıydı ve Libya'da da aynı vasıflara sahip bir yönetim, aynı şekilde ezilen bir halk vardı. Dolayısıyla Tunus'taki halkın zaferinin Libya halkını da cesaretlendireceğini tahmin etmek zor değildi.

Tunus ayaklanmasının kısa sürede Mısır'a sıçraması üzerine Kaddafi artık ciddi şekilde huzursuz olmaya başladı ve rahat yatağında uyuyamaz hale geldi. Ayaklanmaları eleştiren, aşağılayan, ayaklanan halkların dış güçlerin oyununa geldiklerini iddia eden açıklamalar yapmaya başladı. Çünkü kendisi artık iki ateş arasında kalmıştı ve üçüncü istasyonun Libya olacağı kesin gibiydi.

Nitekim öyle oldu ve Libya'da halk ayaklanması 17 Şubat 2011 tarihinde fiilen başladı. Ama Kaddafi ayaklananların gözlerini erken korkutmak ve kendi ülkesinde zafere koşmanın sanıldığı gibi kolay olmayacağı mesajı vermek için korkunç bir şekilde şiddete başvurdu. Gerçekleştirdiği vahşi saldırılarla çok sayıda can kaybına sebep oldu. Bunun üzerine direnişçiler de Mısır ve Tunus'taki ayaklanmacılardan farklı olarak gerilla güçleri oluşturup silahlı direniş başlattılar. Bu tutumları çeşitli eleştirilere konu olmuştur. Ama onu ayrıca ele alacağız inşallah.

Direnişçiler 27 Şubat'ta, Kaddafi güçlerinden kurtarıp kendi hakimiyetlerine aldıkları Bingazi'de Ulusal Geçici Konsey adında bir komuta konseyi oluşturdular. 5 Mart'ta da, Kaddafi'nin Adalet Bakanlığı görevini yürüten ve direnişçilerle görüşmeye gittiği sırada bakanlıktan istifa ederek onlara katılan Mustafa Muhammed Abdülcelil konseyin başkanı ilan edildi.

Abdülcelil 1952 Beyza doğumludur. İlk ve orta öğretimini doğduğu şehirde tamamladıktan sonra 1975'te Libya Üniversitesi Arap Dili ve Din İlimleri Fakültesi'nden yüksek dereceyle mezun oldu. Üç ay sonra Beyza'da savcı, 1978'de de genel yargıç oldu. 2007'de Adalet Bakanlığı görevine getirildi. Bingazi'ye gidip gerilla güçlerine katılmasına kadar da bu görevde kaldı.

Ayaklanmacıları organize eden bir komitenin başına diktatörün en önemli makamlarından birinde dört yıldan beri görev yapan birinin geçmesi belki zihinlerde bazı soru işaretlerinin oluşmasına neden olabilir. Bununla birlikte ayaklananların, diktatörün can damarlarına basmasında onun önemli sırlarını, stratejisini ve taktiklerini bilen birinin kendi taraflarına geçmesinin önemli rolü olduğunu tahmin etmek de mümkündür. Ayrıca bu kişinin ayaklanmayı destekleyen ama diktatörün cephesinde kalarak ayaklananlara sırları aktaran kişilerle irtibatlarının da aynı şekilde direnişçilere taktik geliştirme fırsatları vermiş olması mümkündür.

Mustafa Abdülcelil kendi başkanlığının sadece geçici dönem için olduğunu, yeni dönemde başkanlığa talip olmayacağını kamuoyuna açıkladı. Bu sözünde durup durmayacağını geçici dönemden sonraki tutumu ortaya koyacaktır. Ulusal Geçici Konsey'in birinci başkan yardımcılığını da Abdulhafız Gavka yapıyor.

UGK'nin 45 üyeden oluştuğu ve üyelerin coğrafi bölgelere göre temsil usûlüyle belirlendiği ancak güvenlik sebebiyle isimlerinin açıklanmadığı bildirildi.

UGK bir yandan direnişi organize ederken bir yandan da uluslararası platformda diplomatik mücadele vermeye başladı. Bu mücadelenin de üç hedefi vardı: Kaddafi yönetimi yerine Libya halkını temsil eden geçerli yönetim olarak tanınmak, maddi ve askeri destek temini, Libya'nın bloke edilmiş paralarını almak.

UGK'yi ilk olarak 10 Mart'ta Fransa tanıdı. Sonra onu izleyen yeni ülkelerle tanıyanların sayısı hızla arttı. Dış destek temininde de önemli başarılar elde etti.

Müteakip yazımızda Kaddafi'nin devrilmesi sonrasındaki statü, Libya ayaklanmasına yöneltilen eleştiriler ve yeni yönetimle ilgili beklentiler, bu yönetimin karşı karşıya olduğu zorluklar hakkında tespitlerimizi aktarmaya çalışacağız inşallah.

Direnişin Zaferi ve Emperyalizmin Tuzağı

27 Ağustos 2011 Cumartesi, Yeni Akit

Libya direnişine yöneltilen eleştirilerin başında silaha başvurulması konusundaki itham ve iddialar geliyor. Suriye ve Mısır'daki halk devrimlerinde rejimin şiddete başvurmasına rağmen başkaldıranların silahla karşılık vermeyip kitlesel eylemlerle karşı durmayı tercih ettikleri ama Libya direnişinin hızla silaha sarılarak karşı tarafın önünü açtığı iddia ediliyor. Bu konudaki eleştirilerde Libya'da direnişin silaha ilk başvuran taraf olduğu ithamında bulunulduğuna da şahit olduk.

Öncelikle direnişin silaha ilk başvuran taraf olduğu suçlaması haksız ve gerçek dışıdır. "Niçin Tunus ve Mısır'daki gibi hareket edilmeyerek silah konusunda karşı tarafın önü açıldı?" sorusuna da "Acaba direniş silaha başvurmasaydı Kaddafi çeteleri insaflı davranacak da insanların sivil eylemlerine havadan füzeler fırlatarak karşılık vermeyecek miydi?" sorusuyla cevap vermek mümkündür. Çünkü Kaddafi bu yöndeki tehditlerini daha ayaklanmanın kokusunu alır almaz başlatmıştı. Belki silahların konuşturulması Kaddafi'nin füzelerinin değil NATO'nun müdahalesinin önünü açmıştır ki bu müdahale de hayır amaçlı değil emperyalizmin gelişmeleri kontrol altına almasına imkân sağlama ve direnişi ülkenin siyasi geleceğiyle ilgili planlarda bazı pazarlıklara zorlama amaçlıydı.

Kaddafi'nin roket saldırılarını yoğunlaştırması ve insanların rastgele hedef alınması ne yazık ki direnişin de NATO müdahalesine destek vermesine sebep oldu. Çünkü kendilerinin hava saldırılarına karşı koyma imkânları yoktu ve bu saldırılar ancak yine hava saldırılarıyla engellenebilecekti. Bu da her ne kadar çeşitli sorunları ve riskleri içinde barındıran bir formül olsa da denize düşenin yılana sarılması gibiydi. Eğer ki İslâm âlemindeki medya, siyasi ve sivil mekanizma füze saldırılarının durdurulması için vahşi diktatöre yüklenseydi, onu farklı yönlerden köşeye sıkıştırsaydı belki NATO müdahalesine gerekçe oluşmaz ve direnişin zaferi daha erken gelebilirdi. Aynı şey bugün Suriye açısından da söz konusudur . Suriye'deki vahşete sessiz kalan hatta onun da ötesinde siyasi menfaatleri, hesapları için Baas diktasına destek vererek halk direnişini eşkıya hareketi olarak niteleyenler bu ülkenin halkının geleceğiyle ilgili büyük suç işliyor.

Kaddafi'nin devrilmesinden sonra Libya'da Somali'dekine benzer bir siyasi boşluk ve iç çatışmalar ortaya çıkabileceği yönündeki öngörüleri isabetli bulmuyoruz. Ülkenin birinci ve öncelikli sorunu NATO'nun ve onun vasıtasıyla uluslararası emperyalizmin kirli elinin gelişmelerin içine girmesi olacaktır. Kazanılan zaferin aslında bir NATO zaferi olarak lanse edilmesine çalışılmakta ve yeni yönetimin gerek NATO'nun gerekse onun arkasındaki güçlerin desteği olmadan güvenli bir iç mekanizma oluşturamayacağı mesajı verilmektedir. Kaddafi'nin eski adamlarından ve uluslararası mafya ile karanlık ilişkiler içinde olan Abdüsselam Callud'un "NATO giderse Kaddafi geri gelir" sözü de bu mesajı zihinlere işleme, tabii bu arada kendini o mekanizmanın vitrinine yerleştirmek için zemin oluşturma amacına yöneliktir.

Zafer gerçekte NATO'nun değil Libya direnişinin ve halkının zaferidir. NATO'nun kirli ellerini çekmesi sebebiyle diktatör asla geri dönme imkânı bulamayacak, tam aksine direniş daha özgür düşünme ve kendi siyasi mekanizmasını daha bağımsız bir şekilde oluşturma fırsatı elde edecektir. Ama NATO müdahalesinin arkasında duran uluslararası emperyalizmin buna fırsat verme niyetinde olmadığı anlaşılıyor.

Uluslararası emperyalizmin kendini "uluslararası toplum" diye yutturması ve verdiği destek ya da kabulü meşrulaştırmanın temel şartı olarak göstermesi de Libya'daki yeni yönetimin ciddi sorunları arasında yer alacaktır. Çünkü böyle bir kabul ve desteği, NATO vasıtasıyla verdiği askerî desteğin siyasi karşılığını almaya bağlayacaktır. Emperyalizmin bu tür destekleri hiçbir zaman adalet ve hukukun yerini bulması amacıyla vermediğini tarihte yaşanan tecrübeler bütün açıklığıyla gözler önüne sermiştir.

Şimdilik bu kadarla yetinerek emperyalizmin Libya'daki yeni yönetimin şekillenmesi ve siyasi çizgisini belirlemesi merhalesinde ona karşı nasıl bir tutum sergileyeceği konusundaki tahmin ve tespitlerimizi de bir başka yazıya bırakalım.

İrtibatlı Yazılar:

  • Keşke Öldürülmeyip Sorgulansaydı
  • Para mı Pranga mı?
  • NATO Afganistan ve Libya'da Farklı mı?
  • Emperyalizmin Libya Oyunu
  • Bilgi Savaşında Nerede Durmalıyız?
  • Libya'yı Somalileştirme Planı
  • Kazzafi'nin Yerine Obama mı?
  • İki Canavar
  • Libya, el-Halil ve Mavi Marmara Katliamları
  • Libya'daki Çalkantı
  • Libya'da Durum
  • Libya Üzerine