Ölmemiş Vicdanlara Sesleniyorlar

8 Mart 2012 Perşembe, Yeni Akit

5 Mart Pazartesi günü İstanbul'da Ali Emiri Kültür Merkezi'nde, Sadakat Türk Arap İlişkileri Merkezi adlı yeni bir kuruluşun açılış merasiminde yapılan konuşmalarda Arap Baharıyla birlikte başlayan yeni dönemde İslâm coğrafyasında sınırların aşılması ve ilişkilerin geliştirilmesi konusunda muhtelif hususlara temas edildi. Ancak beni ve belki de katılımcıların genelini en çok etkileyen, İHH Genel Başkanı Bülent Yıldırım'ın konuşmasıydı.

Yıldırım'ın üzerinde durduğu husus Suriye'ydi. Baas diktasının gerçekleştirdiği korkunç katliamlar, sergilediği vahşet yüzünden Humus'un sokakları ceset kokmaya başlamışken siz katıldığınız bir toplantıda, bulunduğunuz bir mecliste konuşacak başka bir şey bulamıyorsunuz zaten. Sayın Yıldırım'ın konuşması ne bir bilimsel tahlil, ne yorum, ne geleceğe dönük bir tahmin ve ne de akıl yürütmeydi. Sadece ölmemiş vicdanlara bir çağrıydı. Ölmüş vicdanlara ne diyebilirsiniz ki! Onlar algılama güçlerini kaybetmiş, olan bitenlere duyarsız birer cesede dönmüştür zaten. Dolayısıyla katil Baas rejiminin korkunç saldırılarına maruz kalan zavallıların seslerini duyarsa ölmemiş vicdanlar duyabilir.

İHH Genel Başkanı; "Emperyalizmin çizdiği ve bizim kesinlikle kabul etmediğimiz sınırları zihinlerimizden sildik. Coğrafi sınırlar da bir gün mutlaka kalkacaktır" diyerek yine bir ümit ışığı gösterdi. Zaten bugün Müslüman halkların böylesine zulme maruz kalmasının en önemli sebeplerinden biri aramıza konan sınırlardır. Ben yıllardan beri gittiğim her yerde bu sınırlara ve bunların bizim ümmet kimliğine kavuşmamızı engellediğine dikkat çekiyorum. Yaptığım birçok konuşmada sınırları öncelikle kafalarımızdan silmemiz gerektiğini dile getirdim. Sınırları kafalarımızdan silmemiz ve ilgi alanımızın coğrafi sınırları aşabilmesi önemli bir aşamadır. Ama eğer bugün "bize kendi katından bir veli (koruyucu) gönder, bize kendi katından bir yardımcı gönder" diyerek Allah'a yalvaran zayıf düşürülmüş erkekler, kadınlar ve çocuklar için bir şey yapamıyor, onlara el uzatmaktan aciz kalıyorsak; hatta bunun da ötesinde "şayet bu mazlumların davasına sahip çıkarsak birileri bizi ABD ve NATO yanlısı kategorisine sokar" diye korkuyor; onların acılarını biz dilimizle ifade etmekten bile çekiniyorsak hâlâ aramızda çok keskin sınırlar var demektir.

Hiç olmazsa, bizim aşamadığımız ve mazlumlara el uzatmamıza bile engel teşkil eden o sınırları, ateş yağmurunun altından kaçarak aşabilen ve çevre ülkelere sığınan yaralı yüreklerin seslerine kulak verelim. Dinleyelim o sesleri. Onlar da ölmemiş vicdanlara sesleniyor zaten. Ölmüş vicdanların duyması mümkün olmayan ve hıçkırıklara karışık o sesler bakın neler söylüyor:

"Bugünlerde Humus sokaklarında her taraf kan ve ceset kokuyor. Bırakın yaralananlara acil sağlık hizmeti ulaştırmayı, Esed'in adamlarının direnişi bastırmak amacıyla gözü dönmüş halde gerçekleştirdiği saldırılarda ölenlerin cesetlerini vaktinde gömmekten bile aciz kalıyor insanlar. Yıkılan evlerin enkazlarının altından hep ceset kokuları geliyor. Sokaklara atılan cesetlerin defnini bile yetiştirmek mümkün olmadığından birçoğu daha gömülmeden kokmaya başlıyor."

"Baba Amr'da kontrolü ele geçirmeye çalışan Baas askerleri birçok kişiyi kaçarken öldürdüler. Tank ve top saldırılarıyla mahallenin büyük bir kısmı zaten harabeye çevrildi. Su ve kanalizasyon borularını bile tahrip ettiler. Dolayısıyla atıklar hep mahalle sokaklarına yayıldı."

Lübnan'a sığınan mültecilerden biri şöyle konuşuyor:

"Tanıdığım birçok kişiyi öldürülmüş halde görünce bilincimi kaybettim. Benim yaşadığımın aynısını yaşayan daha pek çok kişi oldu. Yaşadığımız manzaraları tasavvur etmeye bile tahammül etmek mümkün değildir."

Bir mülteci de Kızılhaç ve Kızılay gibi insanî yardım kurumlarının epey bir süre Baba Amr bölgesine sokulmaması hakkında şöyle düşünüyor:

"Tahminimize göre ordunun bu kadar süre bu kurumların girmelerine engel olması, katliamların izlerini biraz izale etmeye ve öldürülen kişilerin cesetlerini toplamaya vakit bulmak içindi."

Ateş hattından kaçmayı başarabilen 17 yaşında bir genç de Esed'in Şebbiha adlı çetelerinin Baba Amr'da gözleri önünde bir çok kişiyi ellerini arkadan bağlayarak ve yüz üstü yere yatırarak idam ettiklerini söylüyor.

Zulme Karşı Mazlumun Yanında

9 Mart 2012 Cuma, Yeni Akit

Suriye'de halkın meydanlara çıkışının birinci yıl dönümüne yaklaşıyoruz. Altı gün sonra yani 15 Mart'ta Suriye'de Baas diktasına karşı başlatılan başkaldırı bir yılını doldurmuş olacak. Bu arada zulmün şiddeti de günden güne artıyor.

Bundan 25 gün önce Mazlumder'de Suriye direnişini yönlendiren ilim ehlinden Prof. Dr. Imaduddin Reşid'in sohbetini dinlemiştik. O günlerde olayların şiddeti hızlı bir şekilde yükselişe geçmişti. Baas diktasının gündelik cinayet, yıkım ve tahribat ortalaması bayağı artmıştı. Prof. Reşid, bu ortalamanın müteakip günlerde daha da artabileceğini, fakat Baas diktasının artık gerçekleştirdiği katliamların, cinayetlerin, yıkımların kendi açısından geri dönüşünün ne olacağını hesaplamadan gözü dönmüş bir halde, tamamen intikam hırsıyla saldırdığını ama bu saldırıların bir yandan da onu tüketeceğini ifade etmişti. Hadiseleri içeriden takip eden, Suriye'deki toplumsal yapıyı iyi keşfetmiş ve gelişmeleri de ona göre okuyan bir ilim adamının tahminlerinin çıktığını görüyoruz. Her ne kadar yürekleri ürperten korkunç bir manzara ortaya çıkmış olsa da bu bir vakıa.

Suriye'deki diktaya karşı insanlar meydanlara dökülünce birileri hemen dışarıdan müdahale oyunlarını gündeme taşıdı. ABD ve NATO müdahale edecekmiş de vs. vs. Aradan bir yıl geçtikten sonra bu yöndeki açıklamaların, tehditlerin sadece bir taktik ve numaradan ibaret olduğu görüldü.

Bu oyun ve numara sadece, politikalarını Baas diktasının devamı üzere kuranların işlerini kolaylaştırdı. "Aman, dikkat! Suriye'ye dışarıdan müdahalenin önünü açacak bir şeyler yapmaya kalkışmayın, sonra Suriye de Irak gibi kan gölüne dönebilir!" Baas diktasının devamıyla ilgili hesap ve taktiklerini dış müdahaleye itiraz üzerine kurgulayanların birçoğunun geçmişte Irak'a müdahaleye destek verenlerden veya en azından itiraz etmeyip gülümseyenlerden oluştuğu gerçeği de belki dikkatlerden kaçıyor.

İşin gerçeğinde, dışarıdan askerî müdahaleye özellikle ABD ve NATO müdahalesine itiraz konusunda farklı düşünmediğimizi her fırsatta dile getirmeye çalıştık. Ama bunun alternatifi Baas diktasını desteklemek, onun katliamlarının üstünü örtmek, zulüm rejimini meşru, halkın özgürlük, hak ve adalet için direnişini ise gayrimeşru göstermek olmamalıydı. Zaten dış müdahale numaralarının da gerçekçi olmadığını, bu konudaki tehditlerin, pragmatist hesaplarını Baas diktasının devamı üzere planlayanların Suriye halkının direnişine karşı yürüttükleri antipropaganda faaliyetlerine malzeme çıkarmaktan başka hiçbir işe yaramadığı gerçeğini de zaman zaman dile getirdik. Gelinen durum bu gerçeğin biraz daha bariz bir şekilde gün yüzüne çıkmasını sağlamıştır.

Bunun yanı sıra Baas zulmüne ve katliamlarına karşı duranların gözler önündeki gerçeklere, fiilen yaşanan hadiselere, ABD ve NATO tehditlerini bahane ederek bu zulmü, katliamları görmezden gelen, halkın özgürlük mücadelesini "terör" kategorisine sokan kesimin ise varsayımlara, hayal ürünlerine göre tavır belirlediklerini neden göremiyoruz?

Suriye'nin stratejik konumunun Filistin direnişi ve davası açısından önem taşıdığı, ABD ve İsrail'in de o yüzden bu ülkedeki yönetimi bertaraf etmeye çalıştığı iddialarını, bugün bizzat İsrail ve ABD'nin sergilediği tutum tamamen çürütmüştür. Filistin davası lehindeki stratejik konum bahanesiyle Suriye'de günde ortalama yüz kişinin katledilmesine, şehirlerin yerle bir edilmesine onay vermenin son derece akıl dışı olduğu da zaten ortadadır. Filistin halkının ve direnişinin, Baas zulmüne karşı ve Suriye halkının özgürlük mücadelesinin yanında durması da yolların nerede birleşip nerede ayrıldığını bütün açıklığıyla gözler önüne seriyor. Hakkı ve gerçeği görebilen bir mazlumun yolu zalimin yoluyla birleşmez. Zalimin yolu yine zalimin yoluyla, mazlumun yolu da mazlumun yoluyla birleşir. Nitekim bir tarafta Suriye'de vahşi katliamı sürdüren Baas diktasıyla siyonist işgalin yollarının; diğer tarafta da işgale karşı sürdürülen Filistin direnişiyle özgürlük için meydanlara dökülen Suriye halkının yollarının birleştiği gerçeği açıkça ortadadır. Bu durum karşısında katil Baas rejiminin kuyruğuna kulp olanların nerede durduklarını da iyi görmeleri ve tahlil etmeleri kendi gelecekleri yararına olacaktır.

Zulüm Payidar Olamayacak

10 Mart 2012 Cumartesi, Yeni Akit

Baas zulmünü, Filistin direnişine kalkan olduğu iddiasından hareketle meşrulaştırma oyunları tutmadı ve tutmayacak. Zulüm zulme karşı kalkan olamaz, belki onun için perde olabilir. Suriye'deki Baas zulmü de gerçekte Filistin direnişine kalkan değil siyonist katillerin zulmüne perde olmaktadır. Çünkü siyonist katiller, Suriye'deki Baas zulmünün oluşturduğu perdenin arkasında kendilerini daha cüretkâr hissediyorlar. Uluslararası platformda da Baas zulmünü kendileri için bir gerekçe ve dayanak olarak kullanabiliyorlar.

ABD ve NATO'nun müdahale edeceği numaralarıyla Baas zulmünü meşrulaştırma oyunları da tutmayacak. Bilakis bu numaralar Baas zulmüyle işbirliği içinde olanların gerçek kimliklerini, anlayışlarını ve konumlarını açığa çıkarıyor. Artık katil Esed rejimiyle işbirliği içinde olanların kirli çamaşırlarını ortaya dökme konusunda daha cesaretli hareket edildiğini görüyoruz. Bu çerçevede, Murat Özer'in kaleminden www.haksozhaber.net'te yayınlanan "Suriye tüm kirli yüzleri ifşa ederken..." başlıklı yazısının tek kelimeyle mükemmel, mutlaka okunması ve iktibas edilmesi gereken bir yazı olduğunu hatırlatmakta yarar görüyorum.

Kısaca ifade etmek gerekirse bir tarafta hayal ve kurgulara dayanan, tamamen tahminlerden ve zanlardan yola çıkılması suretiyle gerçekleştirilen mahkûm etmeler, suçlamalar; diğer tarafta ise kimlerin suç işlediğini, cinayet ve katliam gerçekleştirdiğini, canilerle, katillerle, işgalcilerle işbirliği yaptığını gözler önüne seren gerçekler var. Murat Özer'in yazısı da işte bu gerçekleri açık yüreklilikle ortaya dökmüş. Tebrik ediyorum.

Daha önce muhtelif yazılarımızda ifade ettiğimiz üzere Suriye'de halk direnişinin dar geçide takılmasının ve ciddi şekilde zorlanmasının sebebi dünyadaki çok farklı cephelerin, yönetimlerin ve çıkar güçlerinin hesaplarının burada Baas diktasının devamında birleşmesinden kaynaklanıyor. ABD ve NATO'nun müdahale edeceği yaygarasıyla katil Baas rejimini meşrulaştırmaya çalışanların hesapları da bizzat ABD, NATO ve İsrail'in hesapları da burada aynı yerde birleşiyor. O yüzden birbirlerine malzeme çıkarırken, birbirlerinin iddialarına gerekçe oluşturacak yönlendirme amaçlı yorumları, asılsız haberleri, dedikoduları piyasaya sürerken Suriye halkının ızdırabını biraz olsun hafifletecek en ufak bir adım attıklarını dahi göremiyoruz.

Bütün bunlara rağmen Suriye'de zulüm payidar olamayacak. Ama bu zulüm zulümle değil, kendi içinden yıpranıp dökülerek çökecek. Baas diktasının bütün şiddet uygulamalarına, baskılarına, istifa edenlerin ailelerini kaçıracağı tehditlerine rağmen dökülmeler, istifalar, kaçışlar sürüyor. En üst düzeylerden bile kaçışların olması artık onların da bu rejimin geleceğinden ümit kestiklerine delalet eder.

Baas diktası iddia edildiği gibi küçük çaplı gerilla güçleriyle, yok efendim terör örgütleriyle savaşıyor değil. Bu rejim halkıyla savaşıyor. Bu halk sadece şu veya bu mezhebin, şu ya da bu dinin, şu ya da bu etnik unsurun mensuplarından oluşmuyor. Özgürlükleri ellerinden alınmış, onurları ayaklar altına alınmış, evlerine baskın düzenlenen, namuslarına sarkıntılık edilen bütün herkesten oluşuyor. Bunların ortak bir vasıfları var "mazlum" olmaları. İçlerinde Sünnisinden Nusayrisine, Dürzisinden Süryanisine, Kürdünden Türkmenine bütün herkes var. Bu halkla savaşan bir rejim payidar olamaz.

Hesaplarını zulmün devamına planlayanlar da büyük bir yanılgıya düştüklerini sonunda görecekler. Ama şu an içinde bulundukları katı tarafgirlik duygularının bu yanılgıyı fark etmelerini engellediğini sanıyorum.

Onlar zalim Baas rejimini kaybetmemek için tüm vefa bağlantılarını silip attılar. Böylece daha önce kendileriyle en azından müspet ilişki içinde oldukları herkesle köprüleri attılar. Ama sonunda her ikisini birden kaybetmiş olmanın acısını çekebilirler. Tabii o vefa bağlantılarının kendileri için biraz olsun değer ve itibarı var idiyse.

Suriye bir dar geçittir ama bu geçidin aşılması da belirleyici olacaktır. Sadece Suriye için değil bütün bölge için belirleyici bir etken olacaktır. İçi boş komplo teorileri kimseyi yanıltmamalı. Bu mücadele bir adalet, özgürlük ve hak mücadelesidir. Sadece Suriye sınırları içinde de kalmayacağı ümidini taşıyoruz.