İslâmî Uyanış Konferansı

Ekim 2011, Vuslat

İran'ın İslam Dünyasına Yeni Atağı

Bilindiği üzere İran son dönemde özellikle Suriye konusundaki tutumundan dolayı farklı çevrelerin eleştirilerine maruz kaldı. Suriye politikası ve bu yüzden İran'a yöneltilen eleştiriler İslâm dünyasındaki imajının olumsuz yönde etkilenmesine sebep oldu. Son dönemde hem bir imaj düzeltme hem de yeniden Müslüman toplumların değer ve kimliklerine İslâm merkezli bakan tek büyük devlet olduğu mesajı verme çabası olarak karşımıza çıkan önemli uluslararası etkinlikler düzenlediği görülüyor.

Bu açıdan 17-18 Eylül 2011 tarihlerinde düzenlenen Birinci Uluslararası İslâmî Uyanış Konferansı büyük önem taşıyordu. Ben de bu konferansa davet edildim ve hem konferansı konusu itibariyle önemsediğim hem de İran'ın son dönemdeki politikalarıyla ilgili gelişmeleri biraz daha yakın mesafeden incelememe fırsat vereceği için aynı tarihlere denk gelen önceden belirlenmiş programlarda değişiklikler yaparak Tahran'a gitmeyi tercih ettim. Bu yazıda da oradan aldığım bazı notları ve genel müşahedelerimi aktarmakla yetineceğim. Tahlillerimi ise kısmen organizasyonda yer alan arkadaşlara ilettim, kısmen de inşallah başka vesilelerle dile getirmeye çalışacağım.

Geniş Katılımlı Bir Uluslararası Toplantı

İran Radyo ve Televizyon Kurumu (İRİB) salonunda düzenlenen ve 56 farklı ülkeden 700 kişinin katıldığı ifade edilen konferans 17 Eylül 2011 Cumartesi sabahı İran milli marşının okunmasıyla başladı. Ardından Kur'an-ı Kerim tilavetiyle devam etti. Tilavet için konuyla yakından bağlantılı âyetler seçilmesi çok mükemmel bir seçimdi. Biz de âyetlerin meallerini buraya aktarmakta yarar görüyoruz:

"Kendileriyle savaşılan (mü'minlere) zulmedilmeleri dolayısıyla (savaşa) izin verilmiştir. Şüphesiz Allah onlara yardım etmeye güç yetirir. Onlar sırf: "Rabbimiz Allah'tır" dediklerinden dolayı haksız yere yurtlarından çıkarılmışlardır. Eğer Allah'ın insanların bazılarını bazılarıyla savması olmasaydı şüphesiz içlerinde Allah'ın adı çokça anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescidler yıkılırdı. Allah kendine yardım edenlere elbette yardım edecektir. Şüphesiz Allah güçlüdür, yücedir. Onlar, kendilerine yeryüzünde iktidar verirsek namazı kılar, zekatı verir, iyiliği emreder ve kötülükten sakındırırlar. İşlerin sonu Allah'ındır." (Hacc, 39-41)

Fakat burada bir hatırlatmada bulunmak istiyorum. Unutmamak gerekir ki bu âyetlerin ortaya koyduğu hükümler Suriye'de zulme uğrayan, "Rabbimiz Allah'tır" demelerinden dolayı katledilen, evlerinden ve yurtlarından çıkarılan, yerlerde sürünen, camileri basılan Müslümanlar için de geçerlidir. Mısır'daki Hüsnü Mübarek'in Firavun rejimiyle Suriye'deki Beşşar Esed'in Firavun rejiminin hiçbir farkı yoktur. İmanî duyarlılıkla Mısır'daki Firavun rejimine karşı gerçekleştirilen başkaldırı ne kadar İslâmî uyanış ise Suriye'de aynı bilinç ve duyarlılıkla başkaldıranların hareketleri de o derece İslâmî uyanıştır.

Ali Hamaney'in Tehlikelere Karşı Uyanık Olma Çağrısı

Mealini verdiğimiz âyetlerin yanı sıra Nasr suresini de içeren Kur'an-ı Kerim tilavetinden sonra konferansın organizasyon başkanı ve İran'ın eski Dışişleri Bakanı Ali Ekber Velayeti bir takdim konuşması yaptı. Ondan sonra programın ilk konuşmacısı İran'ın dinî lideri olarak bilinen, İran halkı tarafından ise Rehber olarak nitelendirilen Ayetullah Ali Hamaney idi. Hamaney konuşmasında ağırlıklı olarak Arap dünyasında son dönemde gerçekleştirilen halk hareketleri üzerinde durdu ve bu hareketlerin gerçekleştirdiği devrimlerin bugün karşı karşıya olduğu tehlikelerden söz etti.

Hamaney bugün dünyada gündemin en önemli konusunun İslâmî uyanış olduğuna dikkat çekerek bu uyanışın öyle biri birden ortaya çıkmadığını bunun 150 yıllık bir geçmişe dayandığını, İslâm coğrafyasının emperyalist güçler tarafından işgal edilmesinden sonra bir yandan da bu işgale karşı Müslüman halkların kimliğinin ve değerlerinin korunması için muhtelif İslâmî uyanış hareketlerinin ortaya çıktığını vurguladı. Bu çerçevede Cemaleddin Afgani, Hasan el-Benna, Seyyid Kutub gibi İslâmî uyanışa öncülük eden isimlere işaret etti. Sonra İran'da 1979'da İmam Humeyni'nin öncülüğünde gerçekleştirilen devrimden söz ederek bu devrimde Humeyni'nin etkin rolü sebebiyle onun adıyla özdeşleştiğini ifade etti. Bu devrimin İslâm ümmetinde kendine güvenin oluşmasında büyük bir rolü olduğunu ve sonraki dönemlerde direnişler, devrimler için bir ışık rolü oynadığını söyledi.

Hamaney Libya'ya ABD ve NATO'nun müdahalesi sebebiyle devrimin geciktiğine dikkat çekti. Sonra kendilerinin bir devrim tecrübesi yaşadıklarına ve bu tecrübeden başarıyla çıktıklarına dikkat çekerek söz konusu tecrübeden hareketle bugünkü devrimlerin karşı karşıya olduğu tehlikeler üzerinde durdu.

Sadık el-Mehdi'den Güçlerin Birleştirilmesi Çağrısı

Bu açılış konuşmalarının ardından oturumlara geçildi. Birinci oturumun ilk konuşmacısı Sudan'ın eski başbakanı Sadık el-Mehdi'ydi. Mehdi, İslâm ümmetinin son dönemdeki devrimlerle yeni bir sabaha açıldığına vurgu yaparak bu dönemde böyle bir konferans düzenlenmesinin büyük önem taşıdığını dile getirdi.

Sadık el-Mehdi de İmam Humeyni öncülüğünde gerçekleştirilen İran devrimine dikkat çekerek bu devrimin İslâm ümmetine daha iyi hedeflere yönelme bilinci verdiğini ifade etti.

Mehdi, son dönemdeki değişim sürecinde Türkiye'deki AKP zaferinin de büyük önem taşıdığına dikkat çekerek bu başarıyla Türkiye toplumunun Kemalist baskıcılıktan İslâmî kimliğe yöneldiğini dile getirdi. AKP'nin başlattığı değişimin Arap ülkelerindeki dikta rejimlerine karşı yeni zafer isteklerini artırdığını söyledi.

Mehdi sonra da Arap halkların haklarını ve özgürlüklerini talep etmeye dayanan direniş ve devrimleri üzerinde durdu. Sonra verdiği bilgilerin bir özeti olarak ümmetin yeni bir sabaha açılmasının arkasında üç yükselişin, İran, Türkiye ve Arap yükselişinin yer aldığına dikkat çekti.

Sadık el-Mehdi Müslümanların münferit değil birlikte hareket etmeleri, güçlerini birleştirerek ümmet bütünlüğü sağlamaları gerektiğine işaret etti.

"Bu konferansın birleşme ve maddi - manevi haklarımızın talebi için bir kapı olmasını temenni ediyorum" diyen Mehdi, İslâm âleminde sözünü ettiği üç yükseliş arasında bir üçlü ittifak önerirken dünyayla da ilişkilerin maslahat prensibi üzerine geliştirilmesi gerektiğini dile getirdi.

Hizbullah'ın En Büyük Âliminden Siyonist Tehdide İşaret

Birinci oturumun ikinci konuşmacısı Lübnan'da, Muhammed Hüseyin Fadlullah'ın vefatından sonra Hizbullah'ın birinci derecedeki ilim adamı konumuna geçtiğini söyleyebileceğimiz Naim Kasım'dı.

Kasım konuşmasında son dönemdeki uyanış hareketlerinin fonksiyonları üzerinde durarak bu uyanışın Cuma gününün zaman olarak fonksiyonunu ve Cuma namazlarının rolünü hatırlattığını ifade etti. Naim Kasım da bu uyanış hareketlerinde İmam Humeyni devriminin rolüne dikkat çekerek onun öncülüğünde gerçekleştirilen devrimin gerçek bir viraj olduğunu söyledi. Ayrıca muhtelif İslâmî direniş hareketlerinin bilinçlenme ve bilenme konusundaki rolüne işaret etti. Siyonist işgal devletinin ciddi bir tehdit olduğuna dikkat çeken Kasım dışarıdan gelen tehditlere karşı daha güçlü hareket edebilmemiz için güçlerimizi birleştirmemiz gerektiğini vurguladı.

Rabbani'nin Şehadetinden Önce İslâm Âlemine Son Seslenişi

Üçüncü konuşmacı ise ülkesine dönmesinden sonra evine yapılan bir baskında şehit edilen Burhaneddin Rabbani'ydi. Onun bu konuşması aynı zamanda şehadeti öncesinde İslâm âlemine son seslenişiydi. Yüce Allah'tan kendisine rahmet ve mağfiret dilediğimiz ve önemli bir dava önderi olduğunu düşündüğümüz Burhaneddin Rabbani, uyanışın amacının diktatörlerin ve zalimlerin hâkimiyetlerine son vermek olduğunu dile getirdi. Otuz, kırk yıl gibi sürelerle iktidarda kalan bu zalimlerin büyük zulümler yaptıklarını ve iktidarları süresince öldürdükleri insanların on binleri bulduğu bu zalimlere karşı inkılablar düzenlenmesi gerektiğini söyledi. Rabbani, peygamberlerin ve ashaplarının bütün kötülüklere karşı dayanışma gösterdiklerini hatırlattı. Zulümle mücadelenin Müslümanlar için büyük bir görev olduğunu ifade etti.

Şallah: "BM'ye Üyelik Başvurusuyla Filistin Devleti Kurulmaz"

Ardından Filistin İslâmî Cihad Hareketi'nin lideri Ramazan Abdullah Şallah bir konuşma yaptı. Şallah devlet ilanı iddiasıyla BM üyeliğine başvurmanın içi boş bir girişim olduğuna dikkat çekerek bu girişimle Filistin davasının yine sonuçsuz masa başı görüşmelerinde başlangıç noktasına götürülmesine, böylece işgali meşrulaştırma sürecinin başlatılmasına çalışıldığını dile getirdi. "Filistin bizim için bütündür" diyen Şallah "Bunu söylediğimizde, siz hayal peşindesiniz, dediler" diye konuştu.

Program hayli uzun sürdüğünden ve çok sayıda konuşmacı kısa sürelerle de olsa fikirlerini ifade ettiğinden konuşmalardan sadece bu kadarını aktarmakla yetinmek istiyorum. Fakat şunu da ifade etmekten geçemeyeceğim ki bazı müstesnalar dışında konuşmalarda Suriye direnişinin gündemin dışında tutulmasına özen gösterilmesi dikkatten kaçmıyordu. Bununla birlikte bazıları Suriye'deki rejime bazıları da oradaki direnişe eleştiri yöneltmek suretiyle Suriye meselesine temas edenler oldu.

Tahran'da Bir Genel Sekreterlik

Konferans oldukça geniş katılımlıydı. İslâm coğrafyasından da İslâm coğrafyası dışından da birçok önemli şahsiyet katılmıştı. Ancak birçok önemli ismin de bulunmadığı dikkat çekiyordu. Onların bulunmamalarının sebebinin bir mazerete binaen kendi kararları mı yoksa çağrılmamaları mı olduğu hakkında bir bilgiye sahip değiliz.

Öğleden sonraki programda çalışma atölyeleri oluşturuldu ve farklı konularda fikir alışverişlerinde bulunuldu.

İkinci gün yine İslâm coğrafyasının farklı bölgelerinden konuşmacılar yaşadıkları bölgelerin sorunlarıyla ilgili kısa konuşmalar yaptılar.

Kapanış oturumunda bazı kararlar katılımcıların oylarına sunularak sonuçlandırıldı. Bunların başında gelen de İslâmî Uyanış Konferansı'nın bir genel sekreterliğinin oluşturulması, bunun merkezinin Tahran'da olması ve bir genel sekreter seçilmesiydi. Kapanış oturumunun başkanlığını yapan Irak eski Başbakanı İbrahim Caferi genel sekreterliğe İran eski Dışişleri Bakanı Ali Ekber Velayeti'yi aday gösterdi ve yapılan oylamada büyük çoğunluğun oyuyla kabul edildi.

Kapanış oturumunda aynı zamanda kapanış bildirisi okundu.

Konferansın son konuşmacısı ise İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad idi.

Ahmedinejad Yüce Allah'ın tüm insanları bir fıtrat üzere yarattığını, bu fıtratın bütün herkeste bir olduğunu fakat şeytanın insanın fıtratına musallat olduğunu ve onu ifsad ettiğini dile getirdi. İnsanın Allah'ın yeryüzündeki halifesi olduğunu hatırlatarak mazlumların haklarının savunulması için cihad etmek gerektiğini vurguladı. Ahmedinejad bayağı uzun süren konuşmasında Müslümanları birbirleriyle ilişki ve diyaloglarını sürdürmeye çağırdı.

Kapanış oturumu da Kur'an-ı Kerim tilavetiyle sona erdi.

Kimin BM'si?

Mavi Marmara katliamı hakkında hazırlanan Palmer Raporu, Birleşmiş Milletler olarak adlandırılan teşkilatın gerçekte kimin BM'si olduğunu gözler önüne serdi. Bu derece vahşi bir katliamı savunabilecek kadar arsızlaşan bir raporu sahiplenen teşkilat bunu ancak siyonist katillere hizmet ettiği, onların güdümünde olduğu için yapabilir. Böyle bir yüzsüzlüğün başka bir izahı olamaz. Fakat biz bu konuda gerek Yeni Akit gazetesine yazdığımız yazılarda ve gerekse Ribat dergisinin bu ayki sayısına yazdığımız yazıda ayrıntılı bilgiler verdiğimizden burada aynı şeyleri tekrar etmeye gerek görmüyoruz. Bu yazılarımızı kişisel web sitemizden de okumanız mümkündür.

İlginç olan bir şey Filistin halkının gasp edilmiş haklarının geri alınması için sürdürülen meşru direnişe destek vermeyen Mahmud Abbas yönetiminin bugün sözde devlet ilanı iddiasıyla kimin BM'si olduğu artık iyice netleşen uluslararası mekanizmaya başvurmasıdır.

Her şeyden önce bu başvuru gerçekte bir devlet inşa edilmesi anlamına gelmiyor. Mevcut özerk yönetimin resmi sıfatının sözde devlet olarak değiştirilmesi ve böylece sadece tabelanın değiştirilmesi sonra da bunun BM Genel Kurulu'na üye kabul edilmesi için müracaat yapılmasıdır. Biliyorsunuz ki ayakkabı tamircisinin dükkanının kapısı üzerindeki tabelayı ayakkabı fabrikası olarak değiştirdiğiniz zaman orası fabrika olmaz.

İkinci olarak bu başvurunun sonucu baştan bellidir. Çünkü Genel Kurul'un oylamasında onaylansa bile Güvenlik Kurulu'nda ABD red oyu kullanacağı için reddedilecektir. 1948'de Filistinlileri korkunç şiddete başvurarak öldüren yahut yurtlarından çıkaran, onların topraklarını zorla gasp eden siyonist terör örgütlerinin bir araya gelerek ilan ettikleri ve İsrail adını verdikleri gayri meşru işgal devletinin hızla meşrulaştırılması için onun derhal BM'ye üye kabul edilmesini isteyen ABD bugün "Filistin devleti" adıyla yapılacak üyelik başvurusunu Güvenlik Konseyi'nde reddedeceğini baştan açıkladı.

Üçüncü olarak da bu başvurunun arkasında siyonist işgali meşrulaştırma planının kaldığı yerden sürdürülmesi ve Filistin halkının meşru haklarının geri alınması konusunda hiçbir kazanım ortaya koyamayan masa başı görüşmelerinin yeniden başlatılması için sinsi bir taktik olduğu tahmin edilmektedir.

İrtibatlı Yazılar:

İslâmî Uyanış Konferansı