23-24 Eylül 2011 Cuma-Cumartesi, Yeni Akit
17-18 Eylül Cumartesi ve Pazar günleri İran'ın düzenlediği Birinci Uluslararası İslâmî Uyanış Konferansı'na katılmak üzere Tahran'daydım. Bugün ve yarın o konferansla ilgili müşahedelerimi ve aldığım bazı notları aktaracağım.
Konferans oldukça geniş katılımlıydı. Organizasyon komitesi başkanı eski Dışişleri Bakanı Ali Ekber Velayeti'nin açılış konuşmasında söylediğine göre 56 ülkeden 700 civarında katılımcı vardı. Bununla birlikte İslâm coğrafyasının bazı ileri gelen isimlerinin de mevcut olmadığı dikkat çekiyordu. Bunların bulunmamalarının sebebi davet edilmemeleri değil, kendi mazeretlerine binaen katılmamaları da olabilir. Ayrıca katılanlar arasında Şii camiayı temsil edenlerin büyük bir ekseriyeti oluşturduğu dikkat çekiyordu. Anlaşıldığı kadarıyla bunun sebebi de söz konusu konferanstan hemen önce Dünya Şii Kongresi'nin düzenlenmesi ve ona katılanların çoğunun İslâmî Uyanış Konferansı'na da katılmak üzere kalmış olmalarıydı.
Devletin konferansa büyük önem verdiği görülüyordu. En üst düzey yetkilileri konferansta bizzat bulundu, ileri gelen şahsiyetler konuşmalar yaparak mesajlarını iletmeye çalıştılar. Şii camianın Rehber olarak kabul ettiği Ayetullah Ali Hamaney, İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad ve eski Dışişleri Bakanı Ali Ekber Velayeti bunların başında zikredilebilir. Devlet yetkilileri aynı zamanda bazı misafirlerle özel görüşmeler yaparak konferans vesilesiyle gerçekleştirilen davetleri bu tür irtibatlar ve görüş alışverişinde bulunmak için bir fırsat olarak değerlendirmeye çalışıyorlardı. Gelen misafirlerle de büyük bir özenle ilgileniliyordu. Ayrıca İran medyasının büyük bir ilgiyle izlediği, gelen misafirlerin özellikle konferans hakkındaki kanaatlerini almak için bağlantılar kurmaya çalıştıkları, sık sık röportajlar yaptıkları dikkatten kaçmıyordu. Anlaşıldığı kadarıyla Suriye konusunda maruz kaldığı eleştiriler, İran açısından bu konferansı daha önemli ve hassas bir konuma getirmişti.
İran Radyo Televizyon Kurumu (İRİB) Genel Merkezi'ndeki büyük konferans salonunda düzenlenen toplantı İran milli marşının okunmasıyla başladı. Ardından Kur'an-ı Kerim okundu. Sonra organizasyon komitesinin başkanı Ali Ekber Velayeti bir açılış konuşması yaptı. Ardından Ayetullah Ali Hamaney kapsamlı bir konuşma yaptı.
Hamaney bugün dünyada gündemin en önemli konusunun İslâmî uyanış olduğuna dikkat çekerek İslâmî uyanışın yeni bir hadise olmadığını, 150 yıllık bir geçmişinin olduğunu dile getirdi. İran İslâm devriminin de İslâmî uyanıştaki rolü üzerinde duran Hamaney, İmam Humeyni'nin öncülüğünde gerçekleştirilen bu devrimin onun adıyla özdeşleştiğini vurguladı. Bu devrimin ümmetin kendine güven kazanmasında büyük rolü olduğunu söyledi. Hamaney'in konuşmasında son dönemde Arap ülkelerinde gerçekleştirilen halk devrimleri önemli yer tutuyordu. Fakat Suriye'deki direniş konusunda İran'ın devlet politikasında henüz bir değişiklik olmadığı bu ilk konuşmada verilen mesajdan hemen hissediliyordu. İran'ın siyasetini yansıtacak nitelikteki konuşmalarda Suriye olumlu veya olumsuz bir şekilde ele alınmayarak, gündem dışında tutulmasına özen gösterildi.
Devrimlerin karşı karşıya olduğu tehlikeler üzerinde de duran Hamaney, "Biz bir İslâm devrimi tecrübesi yaşadık ve bu tecrübeden başarıyla çıktık" diyerek kendilerinin yaşadıkları tecrübelerden hareketle birtakım tavsiyelerde bulundu. Tavsiyelerinin başında dünyaya yönelmemek geliyordu ve Uhud'da Müslümanların ganimete yönelmeleri sebebiyle savaşı kaybettiklerini hatırlattı. Müslümanlara düşmanı giydiği elbiseden tanımalarını tavsiye ederek ABD, AB, İngiltere ve Fransa gibi sistemlere kesinlikle güvenmemelerini istedi. En önemli tavsiyelerinden birinin de mezhepçilikten uzak durmak olduğunu dile getiren Hamaney, İran'ı mezhepçilikle suçlayanları şeytanın askerleri olarak nitelendirdi. Batı'nın laik demokrasisine itibar edilmemesini isteyen Ali Hamaney bu sistemin İslâm toplumlarıyla bir ilgisinin olmadığını ifade etti.
Ayetullah Ali Hamaney konuşmasını yaptıktan sonra katılanların büyük ilgisi, musafaha ve yakınlaşma çabası sebebiyle oluşan izdiham arasında dışarı çıktı. Ondan sonra oturumlara geçildi. Oturumlardan aldığım bazı kısa notları inşallah müteakip yazıda aktaracağım.
Programın birinci oturumunun ilk konuşmacısı, Sudan'ın eski başbakanı Sadık el-Mehdi İslâm âleminin bugün yeni bir sabaha açıldığını söyleyerek bunda üç önemli hadisenin etkili olduğunu dile getirdi. Bunları da İran İslâm devrimi, Türkiye'de AKP'nin siyasi zaferi ve Arap dünyasındaki halk devrimleri olarak sıraladı. Bu üç olayı üç yükseliş olarak niteleyen Mehdi ümmetin gücünün ortaya çıkması için münferit değil toplu hareket etmek, birleşmek gerektiğini vurguladı.
Muhammed Hüseyin Fadlullah'ın vefatından sonra Hizbullah'ın âlimleri arasında onun yerine geçen kişi olduğunu söyleyebileceğimiz Naim Kasım da konuşmasında Arap devrimleri üzerinde durarak bu devrimlerin Cuma gününün anlamını ve Cuma namazının rolünü hatırlattığına dikkat çekti.
Filistin İslâmî Cihad Hareketi'nin siyasi lideri Dr. Ramazan Abdullah Şallah, Filistin devleti ilanı iddiasıyla BM'ye başvurulması konusu üzerinde durarak bu başvurunun Filistin davasına ve halkına bir şey kazandırmayacağını söyledi. Şallah, sonu zaten baştan belli bir başvuruyla aslında siyonist işgali meşrulaştırmanın bir oyunu olarak kullanılan masa başı görüşmelerinin sıfır noktasına geri dönülmek istendiğine dikkat çekti. Şallah, Filistin'in bir bütün olduğu ilkesinden vazgeçmeyeceklerini ifade ederek Filistin halkının da Tanca'dan Jakarta'ya kadar bütün bir ümmetten oluştuğunu dile getirdi.
Ezher Üniversitesi öğretim görevlilerinden Cemal Kutb'un konuşması biraz aykırı içeriğiyle dikkat çekti. Mensup olduğu kurum adına değil şahsı adına konuştuğunu başta hatırlatan Kutb Arap devrimlerinin İslâm devrimi olarak nitelendirilmesine itirazda bulunarak bunların İslâm devrimi değil birer fıtrat devrimi olduğunu, başkaldıranlar arasında her kesimden insanların bulunduğunu, büyük çoğunluğu Müslüman olsa da sokağa dökülenlerin kimliksiz bir şekilde çıktıklarını iddia etti ve bazı eleştirilerini dile getirdi.
Cemal Kutb'dan sonra konuşan Irak eski başbakanı İbrahim Caferi ona itiraz ederek devrimlerin tam anlamıyla İslâm devrimi olduğu iddiasında bulundu. Caferi, İslâm'ın zaten fıtrat dini olduğunu hatırlatarak fıtrat devrimlerinin de İslâm devrimi olduğunu ileri sürdü. Irak halkının mağduriyetlerinden söz eden Caferi işgale itiraz ettiklerini söyleyerek Irak halkının aynı zamanda bir taifecilik mağduru olduğunu vurguladı.
İlginç olan bir şey eski Güney Yemen'in yani sosyalist rejimle yönetilen Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti'nin cumhurbaşkanı ve Yemen Sosyalist Partisi'nin ileri gelenlerinden Ali Nasır Muhammed'in yaptığı konuşmada İslâm'ın din, hayat ve bir yönetim biçimi olduğunu vurgulamasıydı. Muhammed aynı zamanda İslâm'ın terörle bir ilgisinin olmadığını hatırlatarak toprakları işgal edilen, hakları gasp edilen insanların mücadelelerinin terör olmadığını vurguladı.
Yemen'deki direnişi de destekleyen bir konuşma yapan Ali Nasır Muhammed halk direnişinin Tunus, Mısır ve Libya'da zafer kazandığı gibi Yemen'de de zafer kazanacağını dile getirdi. Ben buna bir eklemede bulunarak Suriye'de de zafer kazanacağından hiç tereddüt edilmemesi gerektiğini ve Suriye'yle ilgili strateji geliştirenlerin sallanan kanlı dikta rejimine göre değil bu rejimin eli kanlı diktatörlerinin aynen Kaddafi gibi kendilerine kaçacak delik aradıkları ve halk direnişinin zafer kazandığı günlere göre bir ayarlama yapmalarının çok daha akıllıca bir iş olacağını hatırlatmak istiyorum.
Konferansta konuşma yapan önde gelen isimlerden biri de Filistin İslâmî Direniş Hareketi (Hamas) Siyasi Birimi Genel Başkan Yardımcısı Dr. Musa Ebu Merzuk'tu. Ebu Merzuk, İslâmî uyanışın anlık bir olay değil uzun bir geçmişe sahip olduğunu vurguladıktan sonra birtakım kilometre taşlarından da söz ederek bu geçmişin bir özetini ortaya koymaya çalıştı.
Konferansın sonunda bir genel sekreterlik oluşturulması kararlaştırıldı ve genel sekreterliğe de İran eski Dışişleri Bakanı Ali Ekber Velayeti seçildi.