Temmuz 2011, Vuslat
Zulüm sadece zulmedenlerin değil insanlığın ayıbıdır. Çünkü zulmedenler gücü ve cesareti insanlığın sessiz kalmasından, "bana dokunmayan yılan..." anlayışından ve kendi rahatını bozmak istemeyenlerin yapılan haksızlıklara göz yummasından cesaret almaktadır.
Gazze'de bir buçuk milyon insan sırf siyasi tercihlerinden ve duruşlarından dolayı siyonist vahşetin kuşatma ve ablukası altındadır. Bu ablukada kundaktaki bebekler için mama, müzmin hastalara ilaç temin edilmesi bile engelleniyor.
Bu zulüm ve haksızlığa tahammül edemeyen, insanlık adına bu lekeyi alınlarında taşımak istemeyen vicdanlar oradaki mazlumlara yardım ellerini uzatmak için harekete geçti. Önce karadan yardım ulaştırmak ve bu yardımlarını Rafah sınır kapısından sokmak için çeşitli girişimlerde bulundular. Bu girişimlerinin amacı sadece ellerindeki sembolik yardımları ulaştırmak değil aynı zamanda ambargoyu yarmak ve etkisiz hale getirmekti. Fakat kara yoluyla yaptıkları tüm girişimlerde özellikle ambargonun kapı bekçisi olarak görevlendirilen Hüsni Mübarek rejiminin ciddi engellemeleriyle karşılaştı, büyük zorluklar yaşadılar. Özellikle Hayat Damarları 2 kafilesinde Ariş limanına sıkıştırılmalarından ve on bin kişilik asker ve polis gücüyle kuşatmaya alınmalarından sonra üstlerine taş atma makineleriyle taş yağdırıldı.
Bu yolculuk esnasında aralarında bir sonraki sefer denizden gemilerle gelerek ambargoyu delme kararı aldılar. Bunun amacı sadece yardım ulaştırmak ve ambargoyu delmek değil aynı zamanda tüm dünyanın, insanlığın, haksızlığa onay vermeyen vicdan sahiplerinin Gazze halkına yönelik insanlık dışı ambargoya, vahşete ve zulme dikkatlerini çekmekti. Böyle bir girişimde siyonist işgalcilerden kaynaklanacak risk ve tehlikeyi de göze almaları gerektiğini biliyorlardı.
İşte bu karar doğrultusunda Mayıs 2010'da Avrupa'nın muhtelif limanlarından destek gemileri, Türkiye'den de Antalya'dan yolcu, İskenderun ve İstanbul'dan da yük gemileri harekete geçti. Bunlar Akdeniz'de Kıbrıs'ın güneyinde bir yerde toplandı ve 30 Mayıs 2010 akşamı Gazze'ye doğru harekete geçti. Bu gemilerin oluşturduğu filoya da Özgürlük Filosu adı verildi.
Siyonist vahşeti haberlerden izlemek, sayfalardan okumak ve yaşayanların dilinden dinlemek ile bizzat yüz yüze müşahede etmek, doğrudan görerek tanımak bir değil. Şimdi karşımıza çıkan vahşet Filistin halkının altmış yıldan fazla süredir karşı karşıya olduğu vahşet. Bu gerçeği görünce Filistin halkının Mescidi Aksa'da, Kudüs'te Müslüman kimliğini korumak, oraya sahip çıkmak için ne gibi zorluklara tahammül ettiğini biraz daha yakından tanıyorsunuz. Filistin'in İslâmî kimliğinden vazgeçmemek için nelere katlandığını daha iyi anlıyorsunuz. Çünkü bu vahşet herhangi bir ölçü ve sınır tanımıyor. Kan dökmekten, cinayetten, öldürmekten, saldırmaktan, insanlara eziyet etmekten özel zevk alıyor.
Siyonist vahşeti koltuklarımıza oturup televizyon ekranlarından izlemiyoruz. Her an kafamıza kurşun sıkabileceği bir konumda bizzat karşımızda görüyoruz. Kara sınırlarından tam 73 mil uzaklıkta, uluslararası sularda gemimizi her yönden kuşatmaya almışlar. Hem havadan helikopterlerden hem de etraftan zodyak denilen saldırı botlarından üzerimize gerçek mermiler yağdırıyorlar.
Siyonistler önceden tehdit ettikleri ve Özgürlük Filosu'nun Gazze'ye yanaşmasına izin vermeyecekleri yönünde açıklamalar yaptıkları için karşımıza çıkabileceklerini ve engelleme yapabileceklerini tahmin ediyorduk. Ama beklentimiz önden karşımıza çıkmaları ve gemilerimizin Gazze'ye doğru ilerlemesini engellemeleri yönündeydi. Bundan dolayı organizasyonu yapan arkadaşlarımız gemide bekleme ve önümüzün açılması için uluslararası alanda girişimler yapma fırsatı bulmak için gemilere uzun süre yetecek miktarda yiyecek ve içecek koymuşlardı. Yolculara da tüketim maddelerini itinalı kullanmaları, israf etmemeleri gerektiğini hatırlatıyorlardı. Yolcular da bu uyarıları dikkate alıyorlardı.
Fakat ilginçtir ki işgalci siyonistler gemilerimizi önden değil arkadan takibe almaya başladılar. 30 Mayıs gecesi 24 sıralarında ufukta birkaç geminin ışığı belirdi. Bunların sürekli bizi izlemeye almaları siyonist işgalcilerin peşimize taktığı gemiler olduğunu belli ediyordu. Çok geçmeden gemilerimizin kaptanlarıyla irtibata geçmeleri ve geri dönmeleri talebinde bulunmaları her şeyi ortaya koymuştu.
Uzun bir süre uzaktan izlediler. İlginç olan tam sabah namazını kılmak için arka güvertede cemaat oluşturduğumuzda hemen hızlanmalarıydı. Anlaşıldığı kadarıyla işgalci saldırganlar tam da namaz kıldığımız sırada üzerimize mermi yağdırmak istiyorlardı. Tahiyyata oturduğumuz sırada gemiye yaklaştılar ve gelir gelmez de üzerimize gaz bombası ve önce plastik hemen ardından da gerçek mermi yağdırmaya başladılar. Bu hareketleri önce uyarı yaptıkları iddialarını tamamen yalanlıyor.
Siyonistlerin hem saldırganlıkta, hem de yalancılıkta son derece yüzsüz olduklarını ve kendilerini oldukça rahat hissettiklerini gördük. Şehit edilen kardeşlerimizin tümü kasten ve öldürme amacıyla atılan mermilerle öldürüldü. Ben bazılarını yakından gördüm. Gördüklerimin hepsi alnından yahut kafa ve göğüs bölgelerinden, yakın mesafeden atılan mermilerle şehit edilmişlerdi. Şahit olan arkadaşlarımızın verdiği bilgilere göre Furkan Doğan isimli genç kardeşimizi yere yatırdıktan sonra kafasına kurşun sıkarak şehit etmişlerdi. İbrahim Bilgen arka güvertede mermilere hedef olduğunda ben de hemen yanından geçiyordum. Bilindiği üzere onu Mescidi Aksa'nın muhafızı olarak bilinen ve siyonistlerin bu kutsal mabedi ortadan kaldırma çabalarına karşı yıllardan beri Kudüs'te mücadele veren Şeyh Raid Salah'a benzeterek şehit etmişlerdi. Raid Salah bizzat kendisi saldırgan askerlerin, İbrahim Bilgen'i kasıtla ve İbranice olarak "Raid Salah'ı öldürdük" diye telefonla birbirlerine müjde verdiklerini duymuştu.
Saldırganlar gemideki yolculara saygısız davranmaktan, eziyet etmekten ve onları aşağılamaktan da ayrıca zevk alıyorlardı.
Bütün bu cinayetleri gerçekleştiren katiller sonrasında da bol keseden yalanlarla karşımıza çıktılar. Ben bu yalanlarını daha önce değişik yazılarda dile getirdiğim için burada onlarla sözü uzatmaya gerek görmüyorum.
İşgalci siyonistin bu derece cüretkâr davranabilmesinin sebebi tabii ki yaptıklarının cezasız kalmasıdır. Normalde uluslararası sularda gemilerde saldırı düzenlenmesi tam bir korsanlık, deniz eşkıyalığıdır. Bunun devlet adına yapılmasıyla bir korsan örgüt tarafından yapılması arasında fark yoktur. Devlet adına yapılması durumunda uluslararası mekanizmada o devletin cezalandırılması ve yaptığı korsanlıktan zarar görenlerin zararlarının tazmin edilmesi için kendisine baskı yapılması gerekir. Böyle bir şeyi "savaş" amaçlı olarak gerçekleştirirse yaptığının savaş suçu telakki edilmesi ve cezalandırılması gerekir. Fakat işgalci siyonist devlet şimdiye kadar Filistin halkına karşı gerçekleştirdiği savaş suçlarından dolayı cezalandırılmadığını bildiği için Özgürlük Filosu'nu hedef alan saldırısında işlediği suçlardan dolayı da baskıya maruz kalmayacağını tahmin ediyordu. İşin kötü tarafı saldırıya hedef olan gemilerde ve teknelerde bulunan insanların birçoğunun vatandaşı oldukları ülkeler tarafından sahiplenilmemesi, bazılarının saldırgan siyonistleri değil kendi vatandaşlarını kabahatli bulmalarıydı.
Türkiye'de devlet yetkilileri ilk saldırı esnasında biraz şaşkınlık yaşadılarsa da özellikle Dışişleri Bakanı Ahmet Davudoğlu'nun girişimleriyle toparlandı ve saldırıya maruz kalanların tümüne sahip çıkmak için ilk günlerde söze gelir girişimlerde bulundular. Sonraki dönemde diplomatik alanda resmî tutumda, "özür dileme ve öldürülenlerin ailelerine tazminat ödenmesi" talebi gerçekleştirilmediği sürece ilişkilerde iyileşme olmayacağı ısrarlılığı sürdürüldüyse de siyonist işgalciyi köşeye sıkıştıracak söze gelir bir uygulamaya da başvurulmadı. Yargı alanında saldırganların hesaba çekilmesi, olayın uluslararası yargıya taşınması, diplomatik ilişkilerin tamamen kesilmesi veya belirgin bir düzeyde aşağı çekilmesi, ticari ilişkilerin dondurulması veya zayıflatılması yönünde zikre değer bir adım atılmadı. Tabii bütün bu konularda işgalciyi köşeye sıkıştıracak bir adım atılmaması onun cüretkâr tutumunu sürdürmesine ve 2. Özgürlük Filosu'na karşı tehditkâr açıklamalarda bulunma cesareti göstermesine imkân sağladı.
Bununla birlikte olayın dünya çapında yankılandığını ve Filistin davası hakkında geniş çaplı bir duyarlılık sağlanmasına, siyonist işgale karşı tepkinin yaygınlaşmasına ve işgal devletinin yalnızlaştırılmasına sebep olacak önemli adımlar atılmasına vesile olduğunu da söyleyebiliriz. Hadise sadece Müslüman toplumlarda değil insanî değerlere saygılı çok farklı kesimlerde duyarlılığın artmasını sağlamıştır.
Arap toplumlarında diktacı rejimlere karşı toplumsal cesaretin güçlenmesinde ve korku duvarının aşılmasında gerek Hayat Damarları kafilesinin ve gerekse Özgürlük Filosu'nun önemli etkisi olduğu birçok yorumcunun ortak tespitidir. Bilindiği üzere Arap dünyasında Özgürlük Filosu hadisesinden sonra meydana gelen halk hareketleri bölgede önemli bir çalkantıya ve yeni bir süreç başlamasına vesile olmuştur. Bu sürecin devam etmesinin Filistin davası açısından da önemli sonuçlar doğuracağı tahmin edilmektedir.
Gerek geniş çaplı kitlesel tepkiler ve bu yüzden hadisenin büyük bir alanda yankılanması ve gerekse birtakım resmî girişimler sebebiyle BM hadiseyi araştırmak amacıyla bir heyet oluşturdu. Heyet saldırıya maruz kalanların birçoğuyla doğrudan görüşerek müşahede ettiklerini ve maruz kaldıkları muameleleri kendilerinden dinledi. Bu bilgilere ve topladığı belgelere dayanarak siyonist işgal güçlerinin haksızlığını, uluslararası anlaşmalara göre suç işlediğini ortaya koyan bir rapor hazırladı. Ama ne yazık ki BM bu raporu uluslararası yargıya taşımak yerine raflarda tozlanmaya terk etmeyi tercih etti.
BM yetkilileri bu iki yüzlülüklerini daha sonra olayla ilgili bazı açıklamalarına ve tutumlarına da yansıttılar.
Türkiye'de saldırganların sorgulanması için ulusal mahkemeler nezdinde bir hareketliliğin başlatılmaması ve hadisenin uluslararası yargıya taşınması için resmi olarak bir şey yapılmaması düşündürücüdür. İstenen sonuç alınamasa bile hadisenin üzerine gidilmesi ve işgalcinin suçluluğunun dünyaya duyurulması için girişimde bulunulması haksızlığa uğratılanlara destek anlamı taşıyacaktır. Olayın sorgulanıp sergilenen vahşetin bütün belgeleriyle ortaya konması, katillerin Türkiye'ye girmeleri halinde cezalandırılacaklarının bildirilmesi cesaretinin gösterilmesi gerekir. Ama bunun gerçekleştirildiğini henüz göremedik.
Bir tarafta katillerin en azından mahkûm ve suçlu ilan edilmesi için söze gelir bir adım atılmazken diğer taraftan katilleri temsil eden tiyatro grubunun, tam da Mavi Marmara katliamının yıl dönümüne denk gelen günlerde Sultanahmet Meydanı'nda konser vermesi için program düzenlenmesini acaba nasıl izah etmek mümkün olabilir? Üstelik kardeşlerimizin bu programa tepki göstermeleri sebebiyle iptal edilmesi üzerine yapılan açıklamada, söz konusu tepki ve gösteri "provokasyon" olarak nitelendiriliyor. Şimdi sormak gerekir: Acaba kimin yaptığıdır provokasyon katillerin sözcülerini Sultanahmet Meydanı'ndan bağırtmak mı yoksa buna tepki göstermek mi?
2. Özgürlük Filosu'na tehditlerde bulunan, saldırı tatbikatları düzenleyen, gelenler için kullanmak üzere bir hapishaneyi boşalttığını duyuran işgalci siyonist bütün bunlardan cesaret alıyor.
İlginç olan en önemli gelişme de aradan bir yıl geçtikten sonra 2. Özgürlük Filosu'nun yola çıkmaya hazırlanması üzerine BM'nin, ona yön veren ABD'nin ve onların paralelinde duran güçlerin bu filonun yola çıkmasının engellenmesi için seferber olmalarıdır. Bunun sebebi tabii ki siyonist işgal devletinin 2. Özgürlük Filosu'yla karşı karşıya gelmesinin onu zorlayacağı, özellikle Orta Doğu'daki halk hareketlerinden sonra bir saldırı gerçekleştirilmesinin geniş çaplı tepkinin meydanlara yansıyacağı endişesinin taşınmasıdır. Fakat üzerinde durulması ve düşünülmesi gereken, işgalci siyonistlerin Gazze'ye uyguladığı insanlık dışı ambargonun değil bu ambargonun kaldırılması için harekete geçenlerin sorgulanması, özgürlükten, haktan ve haklıdan yana olanlara baskı uygulanması, onların harekete geçmelerinin engellenmeye çalışılmasıdır.
Her ne olursa olsun, Allah'ın izniyle zulüm ve haksızlığa karşı duran vicdanların ittifakı çağdaş emperyalist işbirliğini yenecektir. Onun için yılmadan direnmek ve ilerlemek gerekir.