7-9 Nisan 2011 Perşembe-Cumartesi, Yeni Akit gazetesi
İslâm dünyasında yoğun gelişmeler yaşanması ve gündemde çok sayıda konu olması sebebiyle zaman zaman yaptığımız gibi bu hafta yazacağımız yazılarda da seçtiğimiz bazı konular ve gelişmeler hakkında kısa değerlendirmeler yapacağız.
Çeçenistan'da direniş sürüyor: Dünyada önemli gelişmelerin yaşandığı bu dönemde Çeçenistan'da da Rus işgaline karşı bağımsızlık ve özgürlük mücadelesi sürüyor. Fakat geçtiğimiz günlerde Rus işgalcilerin gerçekleştirdiği saldırının sonuçları hakkında medyaya yansıtılan haberler etrafındaki tartışmalar dikkat çekiciydi. Bir yanda bazı medya organları konuyla ilgili olarak Moskova yönetiminin piyasaya sürdüğü haberleri hemen sıcağı sıcağına alıp gerçek gibi yayınlarken, bir yanda da bu haberlere şüpheyle yaklaşanlar olaya ilgisiz ve duyarsız kalmakla mahkûm edildi. Moskova yönetimi bu tür saldırılarında aynı zamanda medya ve moral yıpratma savaşı veriyor. Dolayısıyla bu gibi saldırıların sonuçları hakkında Moskova çıkışlı haberlere şüpheyle yaklaşmak, en azından doğru olmaması ihtimaline dikkat çekmek ve kesin bilgi için direniş cephesinin açıklamalarını beklemek gerekir.
Moskova çıkışlı haberlerde saldırıda 17 gerillanın öldürüldüğü, bunların arasında direniş lideri Emir Dokku Ebu Osman'ın da bulunabileceği iddia edilmişti. Daha sonra mücahitler tarafından yapılan açıklamada Dokku Umarov olarak da bilinen Emir Ebu Osman'ın yaşadığı ve onun öldürülmüş olabileceğine dair haberlerin moral yıpratma savaşı olduğu dile getirildi. Ardından şehit edilen mücahit sayısının da 17 değil 8 olduğu bildirildi. Fakat onların arasında Emir Dokku'nun en yakın arkadaşlarından ve cephenin en önemli komutanlarından Emir Supyan'ın bulunması önemli bir kayıptı.
Bununla birlikte Çeçenistan cihadı sarsıntıya uğramadan ve gücünden bir şey kaybetmeksizin kararlılıkla devam ediyor. Bu cihad da ümmetin işgale karşı onurlu mücadelelerinden biridir ve ümmet bilinciyle sahiplenilmesi, gündemimizden çıkmaması gerekir. Fakat sahiplenirken düşmanın taktiklerini ve oyunlarını da dikkate almalı, tuzağına düşmemeliyiz.
NATO Libya'da Kaddafi'yle saklambaç mı oynuyor?: Libya'da Kaddafi sultasına karşı mücadele eden halkın disiplinli bir askerî güç ortaya çıkarmak amacıyla oluşturduğu Libya Ulusal Kurtuluş Ordusu'nun Genelkurmay Başkanı Abdülkadir Yunus NATO'nun izlediği tutuma tepki gösterdi. Yunus, NATO'nun Kaddafi güçlerine önce şehre girip ortalığı yakıp yıkma fırsatı verdiğini, sonra saldırı düzenlediğini vurguladı. Bu bilgiler NATO'nun Kaddafi'yle adeta saklambaç oynadığını fakat arada savunmasız Libya halkının ezildiğini gösteriyor. İşin bir ilginç yanı da sivilleri Kaddafi güçlerinden koruma iddiasıyla harekete geçen NATO'nun saldırılarında da sivillerin ve direnişçilerin hedef alınması. NATO tabii Afganistan'da olduğu gibi Libya'da da yanlışlık yapıldığını ileri sürüyor. Bir yandan dikta rejiminin saldırılarının önü açık tutulacak, diğer yandan da sivillerin can güvenliğini ciddi şekilde tehlikeye sokacak büyük hatalar yapılacaksa o zaman kullanılan gerekçenin ne anlamı ve tutarlılığı olabilir?
Alassane - Abbas kıyaslaması: Orta Afrika'nın batısında yer alan ve güney cephesi Atlas Okyanusu'na bakan Fildişi Kıyısı'nda son dönemde bir başkanlık savaşı var. Kasım 2010 seçimlerini kaybetmesine rağmen koltuğu bırakmayan Laurent Gbagbo (okunuşu: Loran Gobagbo)'ya karşı seçimi kazanan Allassane Ouattara (okunuşu: Alasan Uatara, aslı: El-Hasan Vatara) fiilen savaş başlattı. Bu savaşta BM ve kendini "uluslararası toplum" olarak tanımlayan güçler Ouattara'nın tarafında durarak onun savaşına bile destek verdi.
Seçim sonuçlarına saygı göstermeyip güç kullanarak hâkimiyeti elde tutmaya çalışana karşı seçimden başarıyla çıkan tarafın desteklenmesi yadırganacak bir tutum değildir elbette. Fakat yadırgadığımız Filistin'de bunun tam aksi bir tutum sergilenerek, seçim sonuçlarına saygı göstermeyen tarafın desteklenip kazanan tarafa karşı uluslararası çapta baskı ve şiddete başvurulmasıdır. Üstelik kazanan taraf gasp edilen hakkını almak için şiddete, savaşa başvurmadığı sadece sonuçlara riayet edilmesini talep etmekle kaldığı halde enformasyon faaliyetlerinde de sürekli hedefe yerleştirildi ve "suçlu" taraf olarak gösterildi.
Goldstone'un U dönüşü: Siyonist işgalin 2008 sonunda başlattığı ve Dökme Kurşun Savaşı adını verdiği vahşi saldırı hakkında BM'nin oluşturduğu heyetin hazırladığı raporda işgalcilerin savaş suçu işlediği dile getirilmişti. Rapor her ne kadar olaylara tam âdil yaklaşmıyor ve kendini savunma hakkını kullanmayı da savaş suçu sayıyor idiyse de BM'nin siyonist saldırganlığa karşı en gerçekçi ve insaflı raporlarından biri niteliği taşıyordu. Raporu hazırlayan heyetin başında Richard Goldstone adlı Güney Afrikalı ve yahudi aileye mensup bir yargıcın bulunması sebebiyle Goldstone Raporu olarak adlandırıldı.
Goldstone'un geçtiğimiz günlerde Washington Post'ta, rapordaki tespitlerinden dönüş yaptığı mesajı veren bir makalesi yayınlandı. En çok dikkat çeken ifadesi de "Bugün bildiklerimi o zaman bilseydim, Goldstone Raporu farklı bir belge olurdu" cümlesiydi.
Raporun bir belgeler boyutu, bir de bu belgelerden çıkarılan hükümler ve kanaatler boyutu var. Belgeler yaşanan gerçekleri ortaya koyuyor; hükümler ve kanaatlerin ise doğru olanları da yanlış olanları da var. Belgeler yaşanmış ve doğruluğu kesinlik kazanmış hadiselerin kayıtlara geçirilmesinden ibarettir. Onlardan çıkarılan hükümler ise tam anlamıyla âdil ve gerçekçi olsaydı siyonist işgalcileri mahkûm eden hükümlerin daha katı, onun saldırısına maruz kaldığı için savunma hakkını kullanan tarafla ilgili hükümlerin ise daha insaflı olması gerekirdi. Goldstone'un bugün bildikleri, söz konusu rapora geçmiş belgelerin gözler önüne serdiği gerçekleri iptal ve ilga ediyor mu? Ayrıca "bugün bildiklerim..." derken kastettiklerinin tamamen yoruma açık, sübjektif, rapora geçen belgelerle uyuşmayan yaklaşımlardan ibaret olduğu anlaşılıyor.
Ayrıca bu rapor bir kişiye özel değil bir heyet raporudur. Rapora heyet başkanının adının verilmesi sebebiyle biraz onun şahsıyla özdeşleştirilmiştir. Oysa rapora geçen belgelere heyetin yaptığı araştırmalar sonucu ulaşılmıştır. Dolayısıyla heyetten bir kişinin kanaatinin değişmesiyle raporun kayıt altına aldığı belgelerden çıkarılan sonuçlar değişmez. Bunların değişmesi için yeni ve kapsamlı bir araştırma yapılması, var olan belgelerin iptalini mümkün kılacak daha güçlü belgelere ulaşılması gerekir. Sübjektif yaklaşım ve yorumlarla bu olmaz.
Goldstone kendisi de makalesinin yayınlanmasından sonra yaptığı açıklamada İsrail'in raporun ilgasına dair talebini kabul etmesinin ve BM'den böyle bir istekte bulunmasının söz konusu olmadığını söyledi.
İyilik çıkartması ve işgalcinin telaşı: Siyonist korsanlar Gazze'de vahşi kuşatmaya alınan mazlum halkın etrafındaki kuşatmayı yarmak ve ona insanî yardım ulaştırmak için yola çıkan filoya saldırı düzenledi. Bu saldırının ve gerçekleştirdiği katliamın oraya yardım ulaştırmaya niyetlenenlerin gözünü korkutacağını, artık bu tür girişimlerin önünü keseceğini umuyordu. Ama tüm dünyada büyük tepkilere maruz kaldığı gibi iyilik gönüllülerinin gözünü de korkutamadı. Söz konusu saldırının ve katliamın yıl dönümünde yeni bir iyilik filosunun yola çıkması için çalışmalar sürüyor. Üstelik bu kez daha büyük ilgi ve rağbet var. Yeni filoda bir öncekinin üç katı kadar sayıda gemi bulunacağı tahmin ediliyor. Filoda Avrupa toplumlarının bazı etkin isimleri yer alacak.
Bir önceki saldırısından dolayı ciddi tepkilere maruz kalan işgalci bu kez bayağı telaşlı. Ondan dolayı filo yola çıkmadan devletlerin resmi şiddet uygulayarak önlemesi için yoğun çaba harcıyor. Ama biz bu çabaların sonuçsuz kalacağını umuyoruz.
Yine siyonist korsanlık: Son zamanlarda iyice azgınlaşan ve devlet değil korsan çete olduğunu tümüyle açığa çıkaran siyonist işgal, günlerden beri Gazze'ye düzenlediği saldırılarının hedefini genişleterek Sudan'a saldırdı. Bu saldırısına mazeret uydurabilmek için Hamas'ın askerî kanadına mensup bazı komutanları hedef aldığını iddia etti. Hamas, Sudan'a yönelik saldırıda şehit edilenlerin veya hedef alınanların kendisiyle bir ilgisinin olmadığını bildirdi. Bizim tahmin ettiğimize göre bu saldırı Sudan'ın Filistin davasına destek vermesinden, Kudüs'e yardım amacıyla vakfiye oluşturmasından ve Kudüs davasına yardım için kurulmuş gönüllü sivil kuruluşların sosyal etkinliklerine ev sahipliği yapmasından kaynaklanıyor.
Emperyalizmin iki ucu keskin bıçağının Bahreyn'e dönük ucu: Emperyalizmin veya onun güdümündeki güçlerin son dönemde dikta rejimlerine baş kaldıran halklara karşı iki ucu keskin bir bıçak kullandığını görüyoruz. Libya'ya hâkim sistemin saldırılarına karşı sivilleri müdafaa iddiasıyla operasyon düzenlerken, Bahreyn'e de hâkim sistemin korunması amacıyla çıkartma düzenledi. Buradaki çıkartmayı bizzat kendini "uluslararası toplum" olarak tanımlayan emperyalist güçler değil ama onların çıkarlarına hizmet eden bölgesel güçler düzenledi. Gerçekte bu iki operasyon aynı merkezden yönlendirilen, aynı güçler tarafından kullanılan bir bıçağın her ikisi de keskin uçları gibidir.
Bahreyn'de ortaya çıkan ve mezhep tartışmalarını doğuran sorunun temelinde ise olayların başlangıç merhalesinde "Şii çoğunluğa hükmeden sünni azınlık" söyleminin sürekli vurgulanması ve zımnen kabullenilmesi var. Ben şahsen tartışmaların başlangıç merhalesinde 24 Şubat 2011'de gazetemizde yayınlanan yazımda ve radyo programlarında farklı zamanlarda bu tanımlamanın hatalı olduğunu ve tehlikeli sonuçlar doğurabileceğini dile getirmiştim. Bugün karşımızda duran vakıayı görmemek onu değiştirmiyor. Artık yapılması gereken sorunun daha da derinleşmesine yol açacak tartışmalara girmek yerine vakıayı iyi teşhis etmek ve zulme karşı safların birleştirilmesi, geleceğe dönük güven oluşması için çalışmaktır. Bu konuda topluma yön verme gücüne sahip öncülere görev düşüyor. Fitnenin kaynağını kurutmak için de dış güçlerin oyunlarının üzerine kararlılıkla gitmek gerekir. Bu ülkeyle ilgili stratejik hesapları olan farklı güçlerin bu işte paylarının olduğunu görmezlikten gelemeyiz.
Zulüm Suriye'de de zulümdür: Eğer uygulamalarda hukuk ve adaletin dışına çıkılıyor, insanlara haksızlık ediliyorsa bu bir zulümdür. Zulüm tanımlamasının içine giren bir uygulama Tunus, Mısır, Cezayir ve Bahreyn'de ne kadar zulümse Suriye'de de o kadar zulümdür. Stratejik birtakım hesaplar ve işbirliği sebebiyle o uygulamayı zulüm tanımlamasının dışına çıkaramayız. Bahreyn, Yemen ve Mısır'daki zulüm rejimlerine başkaldıranların direnişlerini "devrim" olarak tanımlarken bir zulüm rejimi olduğu belgelerle, raporlarla tescillenmiş sisteme karşı haklarını almak için meydanlara dökülenlerin eylemlerini kargaşa, fitne diye tanımlamak büyük bir haksızlıktır. Burada hâkim sistemin yasal düzenlemelerinden ve uygulamalarından kaynaklanan zulmün son bulması da göstermelik reformlarla değil halkı tatmin edecek köklü bir değişimle ancak mümkün olabilir.
Nijerya'da seçim telaşı: Afrika'nın nüfusça en kalabalık ülkesi Nijerya'da bu günlerde yoğun bir seçim telaşı var. İki kez ertelendi. Son ertelemede genel seçimlerin 9 Nisan, devlet başkanlığı seçimlerinin 16 Nisan, valilik seçimlerinin de 26 Nisan 2011 tarihlerinde yapılması kararlaştırıldı. Hâkim sistem özellikle Müslümanları temsil eden adayların öne geçmesinden dolayı tedirgin. Başkanlığı, dürüst bir seçim yapılması durumunda Muhammed Buhari'nin kazanması ihtimali büyük. Seçimlerin iki kez ertelenmesinde de toplumdaki temayülün keşfinin ve sonuçları etkileyecek oyunlara başvurulması çabalarının etkili olduğu kanaati yaygın. Fildişi Sahili'ndeki seçimlerin sonuçlarının pratiğe geçirilmesi için fiili müdahalede bulunan ve iktidara karşı savaşan muhalif güçleri destekleyen Batı'nın Nijerya'daki hile ve oyunlara karşı henüz bir hareketliliği görülmedi. Fakat orada yatırım yapan Türkiyeli iş adamları Türkiye'nin müdahalesinin ve konuyla bire bir ilgilenmesinin sonuç verebileceğine inanıyor.
Türkiye halkların yanında yer almalıdır: Geçtiğimiz günlerde Bingazi'de düzenlenen gösteride göstericilerin taşıdığı "Kazzafi gidici Libya halkı kalıcıdır" yazılı pankart önemli mesaj veriyordu. Türkiye'nin hukuk ve özgürlük mücadelesi veren halkların yanında yer alması, hem onlara güç vermesi hem de onlarla güçlenmesi gerekir. Bu hem halkların Türkiye'den beklediği hem de İslâm dünyasında onun konumunu stratejik açıdan güçlendirecek, aynı zamanda hakka ve adalete uygun tutumdur.