Dünyada Değişen Dengeler

Kasım 2010, Ribat dergisi

Günler Dönüşümlüdür

İnsanlar çoğunlukla içinde bulundukları ortamların ve zamanların güçlülerinin kurduğu hâkimiyeti sürekli devam edecek bir hâkimiyet gibi algılar, dolayısıyla ona teslim olmanın, hukukun ve adaletin kurallarına değil hâkimiyeti veya gücü ellerinde bulunduranların talimatlarına tabi olmak gerektiğini düşünürler. Sebebi bazen korku bazen de geçici çıkarların cazibesidir. Bundan dolayı Resûlullah (s.a.s.): “Cihadın en üstünü zalim yöneticinin nezdinde hak söz söylemektir” diye buyurmuştur.

Oysa bütün zamanların ve mekânların mutlak hakimi Yüce Allah'tır. O da hakka ve adalete göre hesap soracak, haksızlığa uğrayanın hakkını haksızlık edenden alacaktır.

Yeryüzündeki beşeri hâkimiyetlerin, saltanatların ve güce dayanan üstünlüklerin hepsi geçicidir. Ne kadar büyük hâkimiyetler kurulsa da zaman içinde hiç beklenmedik bir şekilde şartlar ve dengeler değişmekte, güç ve hâkimiyet el değiştirmektedir. Buna işaretle Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'de; “Bu günleri böyle aranızda döndürürüz” diye buyurmuştur.

Yeryüzünde güç ve hâkimiyetin sürdürülmesinde adaletin önemli etkisi vardır. Adalet ve hukuku hâkim kılanlar siyasi hâkimiyetlerini de uzun sürdürebilmişlerdir. Zulümle hükmetmeye çalışanlar kısa zamanda büyük tahribatlara yol açmış ama bir yandan da kendi hâkimiyetlerinin sonunu yaklaştırmışlardır. Yukarıda anlamını verdiğimiz ibarenin geçtiği âyetin sonunda “Allah zalimleri sevmez” diye buyurulması da bu açıdan düşündürücüdür.

ABD Emperyalizmi Çöküş Merhalesinde

İki kutuplu dünya üzerine kurulu dengelerin Sovyetler'in dağılmasından sonra değişmesi üzerine ABD'nin estirdiği rüzgâr ve “Yeni Dünya Teorisi” üzerine geliştirilen strateji dünyaya artık Amerika'nın hükmedeceği kanaatinin her tarafta etkili olmasına yol açtı. ABD ise şiddet, tehdit ve korku üzerine kurulu bir dünya saltanatını hâkim kılmaya çalıştı. Bu stratejiye dayanan saldırılarında büyük katliamlar gerçekleştirdi. Bu katliamlar da onun planladığı dünya sultasının çok hızlı bir şekilde çöküş merhalesine girmesine sebep oldu.

Amerika'da önce Mortgage kriziyle başlayan ardından finans daralması ve piyasanın çizgisini belirleyen bazı büyük bankalar başta olmak üzere birtakım büyük firmaların çökmesi ile devam eden ekonomik sorunun temelinde Irak işgali ve bu işgalle bağlantılı olarak hazırlanan bazı projeler yatmaktadır. Sonrasında gerçekleştirilen ataklar krizin ilerleyişini yavaşlattıysa da tamamen durdurabilmiş değildir. Geçici çözümler de uzun vade için yeterince ümit veremiyor.

Asıl önemli olan ise ABD emperyalizminin artık bir çöküş merhalesine girmiş olmasıdır. Birçokları bunu kabullenmekte zorluk çekiyor ve ABD'nin kazıklarını çok sağlam çaktığını, birkaç yıllık değil birkaç yüzyıllık hesaplar yaptığını söylüyorlardı. Bugün hâlâ öyle düşünenler olabilir. Ama hadiseleri biraz daha yakın pencereden ve dünya gerçeklerine göre inceleyenler ABD'nin dünya sultasının çöküş merhalesine girdiğini, emperyalist politikalara dayalı yaptırım gücünü kullanma imkânlarını kaybetmekte olduğunu dolayısıyla onun da politikalarını devreye sokarken pazarlık yapma zorunluluğu duyduğunu görebiliyorlar.

Yeni Dönemin Yorumları

ABD emperyalizminin güç ve çekim merkezi olmasını esas alan teorilere dayalı düzenlemelerde globalleşme ana eksen gibiydi. Fakat bu globalleşmenin amacı toplumlar arasında ekonomik ve siyasi hareketliliği uluslararası çapta bir düzene sokmak değil emperyalist politikaların eksenine sokmaktı. Pek çok alanda da bu amaç doğrultusunda bir düzenleme yapıldı ve beraberinde çeşitli eleştirileri, tepkileri getirdi. Şimdi prosedürdeki globalleşmenin getirdiği kanalların tamamen dışına çıkmak kolay olmayacaktır. Ama düzenlemelerde bir yenileşme ve dayatmacı uygulamaların yerine özgür iradeye de saygı duyan uygulamalar getirilmesi mümkün olacaktır. Bunun başarılabilmesi için de sömürgeci politikaların yerine hukuku uluslararası alana taşıyacak düzenlemelere ihtiyaç var. Günümüzde uluslararası alanda hukuk varmış gibi görünüyor ama sadece zayıflara işliyor. Dünyaya şekil vermeye kalkışanları hukuk ve anlaşmalar ya hiç bağlamıyor ya da bir bağ olduğunda hemen işlerine gelecek şekilde değişiklik yapıyorlar.

Bugün dünya dengelerinde yeni bir değişim sürecine girildiği artık birçokları tarafından görülüyor. Fakat bu değişim sürecinin insanlığı hemen hızlı bir şekilde aranana ve arzulanana ulaştıracağı anlamının da çıkarılmaması gerekir. Belki bu süreç aynı zamanda sancılı ve sıkıntılı bir dönem olacaktır. Globalleşme sürecinde çekim ve koordinasyon merkezi haline gelen güçlerin çöküşü bu koordinasyondan herhangi bir şekilde yararlananları da etkileyecektir. Gidişatın olumlu yönde olması ise hakların ve adalet ilkelerinin gözetilmesiyle bağlantılı olacaktır.

Bölgesel Güç Teorileri

Özellikle global ekonomik krizden sonra gündeme oturan yorumlar ve yaklaşımlarda bölgesel güç teorileri öne çıkmaya başladı. Bu yeni teorilere göre karşıt kutuplara veya tek merkezin korku sultasına dayalı bir dünyanın yerini artık bölgesel güçlerin öne çıkacağı bir dünya alacak. Bölgesel güçlerin oluşmasında stratejik ve coğrafi konumların yanı sıra dinî, etnik ve kültürel yakınlıklar belirleyici rol oynayacak. Dolayısıyla dayatma gücünden ziyade çekim gücü etki unsuru olarak kendini gösterecek. Çünkü bölgesel güçlerin oluşmasında halkların iradesini ve tercihini etkilemek önemsenecek.

Yeni Dönemin Çekim Merkezleri

Yeni dönemle ilgili bölgesel güç teorileri üretilirken bölgesel güçleri ve ittifakları oluşturacak çekim merkezlerinin hangi ülkeler ya da ittifaklar olacağı, bu merkezlerin öne çıkmasında nelerin belirleyici etken olacağı konusunda muhtelif yorumlar var. Fakat ekonomik ilerlemelerin dikkat çektiği gözleniyor. Ekonomik yükselişlerin yanı sıra stratejik konum, tarihi birikim, kültürel altyapı, ilişki bağları vs. gibi etkenlere de bakılıyor. Son dönemde Asya'da Çin ve Hindistan'ın, Güney Amerika'da Brezilya'nın, İslâm âleminde ise Türkiye'nin birer çekim merkezi olmaya başladığı gözleniyor. Rusya, Sovyetler'den miras kalan gücü ve imkânları değerlendirerek yarışta yerini almaya ve bir çekim merkezi olmaya çalışıyor. Avrupa, Avrupa Birliği'nin çatısı altında güç birliğini ve dünya dengeleri arasındaki yerini korumaya çalışıyor. Afrika'da da belli bir çekim merkezi etrafında değil kıta kimliğiyle bir bölgesel güç oluşturma çabaları var. Arap Birliği teşkilatının da benzer girişimleri oldu ama henüz elle tutulur bir ürünü olmadı. ABD ise dünya çapında bir güç olma iddiasından vazgeçmek zorunda kaldığını anladığında belki bölgesel güçler dengesinde kendine bir yer bulma çabası içine girecektir.

Türkiye'nin Parlayan Yıldızı

Son dönemde İslâm coğrafyasında Türkiye'nin bayağı yıldızının parladığı dikkatlerden kaçmıyor. Bunda ekonomik yükselişinin yanı sıra komşularıyla, İslâm coğrafyasıyla ve genelde tüm dünyayla ekonomik ve diplomatik ilişkilerini geliştirme ataklarının önemli rolü var. Fakat siyonist işgal devletine karşı keskin ve kararlı çıkışlarının popüler destek kazanmasında önemli rol oynadığı asla inkâr edilemez. Çünkü siyonist işgal İslâm coğrafyasının içinde kanayan bir yaranın müsebbibidir ve ona karşı samimi duruş insanî değerlere ve insan haklarına saygılı bütün herkesin takdirine mazhar olmaktadır. Gazze'de zulüm gören ve ambargo altında tutulan mazlum insanlara yardım götürürken siyonist katillerin saldırısına uğrayan Mavi Marmara gemisinde gerçekleştirilen katliamla başlayan süreç de İslâm dünyasının genelinde Türkiye'ye ilgi ve desteğin artmasına vesile oldu. Türkiye'nin bu katliam karşısında siyonist katillere karşı kararlı bir tavır sergilemesi bu desteği güçlendirdi. Yeni dönemde halkların iradelerinin ve desteklerinin belirleyici etken olacağını nazarı dikkate aldığımızda Türkiye'nin siyonist işgal karşısında ve Filistin halkının meşru haklarına sahip çıkma konusunda izleyeceği tavrın söz konusu desteğin devamında önemli etkisinin olacağını tahmin etmemiz zor olmayacaktır.

Arap Birliği'nin Çıkışları ve Çıkmazları

Bölgesel güçler teorileriyle bağlantılı olarak Arap Devletleri Birliği'nin de Arap dünyasını tek çatı altında toplayıp Avrupa Birliği benzeri bir ittifaka dönüştürmek için girişimleri oldu. Fakat şu an Arap ülkelerine hâkim sistemlerin en önemli çıkmazlarından biri hâlâ ABD ekseninden çıkamamış olmalarıdır. Bunun sebebi ise mevcut yönetimlerin halk desteğinden, kitlesel tabandan yoksun olmalarıdır. Çünkü ABD ekseninden çıktıkları zaman kendi halklarına dönme ve onların desteklerine başvurma ihtiyacı duyacaklar. Bunu yaptıkları zaman ise kralın çıplak olduğu anlaşılacak. Bundan dolayı Arap dünyasındaki hâkim sistemlerin çoğu dürüst ve şeffaf seçim gerçekleştirmekten çekinir. Buna cesaret etmesinin kendisini emekliye ayırmak anlamına geleceğini düşünür ve ondan dolayı devrilmeye yüz tutmuş ABD ağacına tutunarak ayakta kalmayı tercih eder. İşte bundan dolayı Türkiye'nin Mavi Marmara katliamından dolayı siyonist işgal devletine açık tavır koyduğu sırada, Arap Birliği teşkilatı işgalci siyonistleri rahatlatmak ve marjinalleşmekten kurtarmak amacıyla Mahmud Abbas'a işgalcilerle masa başı görüşmeleri başlatma yetkisi verdi. Oysa ne Arap Birliği'nin böyle bir yetki verme ne de Abbas'ın bu yetkiyi kullanma hakkı vardı. Üstelik bu yetki tamamen İsrail'in hesabına ve yararına kullanılacaktı. Ama ABD öyle istediği için bu yetki numarasına başvuruldu.

Bütün bu çıkmazlarından dolayı Arap Devletleri Birliği'nin Arap dünyasını bir bölgesel ittifaka dönüştürme projesini hayata geçirme çabaları şu ana kadar bir sonuç vermedi. 9 Ekim 2010 tarihinde Libya'nın Sirte şehrinde düzenlenen olağanüstü zirveden de bu konuda bir sonuç çıkmadı ve Arap Birliği oluşturma projesi Mısır Cumhurbaşkanı Hüsni Mübarek'in isteği doğrultusunda sonraki toplantılara bırakıldı.

İsrail Sırtını Dayayacağı Değil Sırtına Bineceği Güç İstiyor

Dünyadaki güç dengelerinin değişmesini ve yeni dengeler oluşmasını siyonist işgalciler de fark etmiş durumdalar. Bu merhalede Türkiye'yle ilişkilerinin büyük önem arz ettiğini de biliyorlardı. Fakat siyonistlerin tarih boyunca alışık oldukları bir metot var. Onlar sırtlarını dayayacakları bir güç arıyormuş görünümüne girer ama gerçekte sırtına binecekleri bir güç ararlar. Türkiye'yle ileriye dönük planlarını da bu anlayışa göre kurma niyeti taşıyorlardı. Ama önce Türkiye'de değişen siyasetin onlara biraz mesafe koymaya başlaması, Gazze katliamı sonrasında gerçekleşen Davos çıkışı ve devamındaki gelişmeler onların bu planlarının biraz önünü kesti. Sonrasında da Mavi Marmara katliamı onlar için tam anlamıyla bir duvara toslama hadisesi oldu. Bu açıdan Mavi Marmara katliamı işgalci siyonistler açısından tam bir aptallıktı. Bu olay onların uzun vadeli hesaplar yaptıkları, planlı çalıştıkları, nereden ne geleceğini iyi hesap ettikleri iddialarının hepsinin boş ve realiteden uzak olduğunu gözler önüne sermiştir.

Bugün siyonist işgalcilerin önünün açılması için Türkiye'yle arasındaki sorunların giderilmesi amacıyla çeşitli girişimlerde bulunuluyor. Fakat bu konuda işgalci siyonistlere herhangi bir baskı yapılmadan Türkiye'nin hizaya sokulmasına çalışılıyor. Böyle yapılması da işgalci siyonist devletin başkalarını hizaya sokup da kendi atını yürütmeye çalışmakta ısrar etmesinden ileri geliyor. Fakat gerek işgalci siyonistlere ve gerekse çöküş merhalesinde bile siyonist işgal devletinin istikbalini sağlama almaya çalışan ABD'ye pabuç kaptırmamak, işgalci saldırganların akıttığı kanların hesabını onlardan sormak lâzım.