Kasım 2022, Ribat
İran’da, tesettürle ilgili kurallara riayet etmediği gerekçesiyle genelde ahlak polisi olarak tanımlanan, İran sisteminde Geşt-i İrşad (İrşad Devriyesi) adı verilen zaptiyeler tarafından 13 Eylül 2022 tarihinde gözaltına alınan bir genç kızın üç gün sonra yani 16 Eylül tarihinde hayatını kaybetmesi bu ülkede uzun süren toplumsal çalkantılara ve kalkışmalara neden oldu.
Batılı kaynaklarda adı genellikle Mahsa Amini olarak yazıldığı için Türkiye’deki muhtelif medya organlarının da böyle yazdığı, Farsçadaki yazılışı Mehsa Emini, ikamet ettiği İran Kürdistanı bölgesinde bilinen adı ise Jina Emini olan 22 yaşındaki bu genç kızın ölümüne sorgulama esnasında maruz kaldığı işkence ve şiddetin sebep olduğu iddia edildi.
İran yönetimi, bu genç kızın hayatını kaybetmesiyle birlikte patlak veren hadiselerin yayılmasını önlemek için başlangıçta konunun araştırılacağı yönünde açıklamalarda bulundu. Ancak hadise zaten toplumsal kalkışmanın fitilini çekmişti ve resmi açıklamaların teskin edici olması ihtimali bulunmuyordu. Sonrasında ölüme işkence ve şiddetin değil genç kızın, 8 yaşında iken geçirdiği ameliyattan kaynaklanan beyin hipoksisine dayalı çoklu organ yetmezliğinin yol açtığı yönündeki otopsi raporu da kimseye inandırıcı gelmedi.
Bu durum karşısında İran iki seçenek arasında kalıyordu. Birincisi, toplumsal etki-tepki olgusuyla olayların genişlememesi için çok fazla üzerine gidilmemesi ve sadece bazı taşmaların önlenmesi suretiyle çalkantıların kendiliğinden yatışmasını beklemek. Çünkü olayların büyümesi durumunda selin önüne geçilememesi ve sistemin sarsılması söz konusu olabilirdi. Ama bunun tercih edilmesi durumunda, birtakım dış tahriklerin de devreye girmesiyle muhalif kitlesel tabanın cesaretlenmesi ve kontrolün hiç sağlanamaması, yani olayların yatışmayıp yayılması ve artık önlenemez noktaya doğru ilerlemesi ihtimali de vardı.
İkinci seçenek ise ne pahasına olursa olsun olayların bastırılması için devletin polisiye gücünün kullanılması ve ülkedeki sistemi tehdit edecek kitlesel hareketin yayılmasına sebep olmalarından korkulanların tepesine sopanın indirilmesi. Bu seçeneğin seçilmesi durumunda kimseye acımayan bir şiddetin devreye sokulması yoluyla belli bir süreden sonra selin önlenmesi ihtimali bulunduğu gibi şiddetin şiddeti doğurması suretiyle kalkışmanın zamanla geniş tabana yayılması ve hakim sistemin geleceğini tehlikeye sokması ihtimali de vardı.
Anlaşıldığı kadarıyla hakim güçler olayların başlangıcında biraz tereddütte kaldılar. Devletin sopasını kısmen kullandılarsa da nispeten hadiselerin kendiliğinden yatışmasını sağlayacak sebeplere başvurmayı da denediler. Ancak bazı dış güçlerin bu olayları İran’daki hakim sistem aleyhine bir fırsat olarak değerlendirmeye çalışması ve tahrik edici faaliyetlerde bulunması, içeride de toplumun önemli bir kesiminin sistemin uygulamalarından rahatsız olduğunun anlaşılması üzerine yönetim işi oluruna bırakmayı değil devletin sopasını kullanarak hadiseleri bastırma yoluna gitmeyi tercih etti. O yüzden hadiseler her ne kadar kısa sürede geniş bir alana yayıldıysa da güvenlik mekanizmasının katı muameleleri ile kontrol altına alınması da çok fazla zaman almadı.
Bunda bizim gördüğümüz kadarıyla iki önemli hususun büyük etkisi olmuştur. Birincisi İran’da her ne kadar toplumun geniş bir kesimi sistemin uygulamalarından rahatsız olsa da örgütlü bir muhalefet mevcut değildir. Ayrıca İran’daki sistem Arap Baharı sürecinde yaşanan tecrübeleri de değerlendirerek meydanlara çıkan kitlelerin örgütlü bir yapılanma içine girmesini önlemek için bütün tedbirleri aldı. Bu amaçla en başta internetin kullanılmasını engelleyerek sosyal medya üzerinden yatay örgütlenme sağlanmasının önüne geçmeye çalıştı.
İkinci önemli husus ise İran’ın böyle bir kalkışmaya karşı hazırlıklı olmasının ve bu amaçla güvenlik mekanizmalarını yapılandırmasının yanı sıra aynı zamanda hakim sistemi sahiplenen, korunması için çalışılması gerektiğine inanan bir toplumsal taraftar kitle oluşturabilmiş olmasıdır. Bu kesim zaman zaman yönetime eleştirel yaklaşsa da ülkede hüküm süren sistemi inançla ve değerlerle irtibatlandırmakta, onun korunmasını bir sorumluluk olarak algılamaktadır.
Bu iki sebepten dolayı, hadiselerle ilgili daha önce yaptığımız yorumlarda İran’da yaşanan toplumsal çalkantının, bazı yorumcuların iddia ettiği gibi sistemin çöküşüne ve Arap Baharının yaşandığı bazı ülkelerdeki gibi kitlesel devrime sebep olabileceği öngörülerinin tutması ihtimalinin çok zayıf olduğunu dile getirmiştik.
İran’da yaşanan olaylar birtakım tartışmaları da beraberinde getirdi. Sorulan sorulardan biri şuydu: Bu başkaldırı ülkedeki hakim sisteme miydi yoksa uzun yıllardan beri yaşanan muhtelif sıkıntılara, özellikle de halkın tamamına yakınını etkileyen ekonomik sorunlara mı?
Bize göre bu iki unsurun her ikisinin de olayların arka planında belli bir payı ve rolü var. Toplumun belli bir kesimi İran’da 1979 Devrimi sonrasında yaşanan süreçte beklediğini bulamamaktan dolayı hakim sisteme karşı ciddi şekilde tavır almıştır. Sistemin kendini “İslami” olarak tanımlamasından dolayı, bu ülkedeki sisteme muhalefetlerini İslam muhalefetine dönüştürenlerin de önemli bir yekûn oluşturduğu gerçeği inkar edilemez. Bunu düşünce boyutuyla ele aldığımızda, sistemin kendini tanımlamada kullandığı nispetlerden dolayı onun hatalarını kendini nispet ettiği inanç ve değerlere yüklemenin yanlışlığını görmemiz mümkündür. Ama bir vakıa, realite olarak önümüzde duran bir gerçek olduğunu da görmezden gelemeyiz.
Fakat toplumsal çalkantıda doğrudan hakim sistemi hedef alan kesimin rolünden ziyade yaşanan sorunlardan rahatsızlık duyanların bu rahatsızlıklarını dışa yansıtma ihtiyacı duymalarının rolünün daha etkili olduğunu söyleyebiliriz.
Küresel sistemin, bilhassa nükleer teknolojinin kullanılmasını gerekçe göstererek bu ülkedeki yönetimi cezalandırmasından kaynaklanan ekonomik sorunların son yıllarda ülke halkını iyice zorlaması karşısında oluşan toplumsal tepkinin bunda büyük bir payı vardı.
İşte bu rahatsızlık, bir genç kızın polis sorgulaması esnasında hayatını kaybetmesiyle meydanlara yansıyan öfkeyle bütünleşerek kendini ifade etmeye ve itirazlarını ortaya koymaya çalışmıştır.
Olayların kontrol altına alınmasında, ikinci etkenin yani sorunlara itiraz etkeninin rolünün fazla olmasının da önemli bir payı olduğu söylenebilir. Eğer ki birinci etkenin rolü daha fazla olsaydı polis şiddetiyle olayların kontrol altına alınması ve selin önüne geçilmesi belki çok daha zor olabilir ve çalkantılar bir hayli uzun sürebilirdi.
Olaylara dışarıdan bakanlar genellikle çalkantıların fitilini çeken hadiseye odaklandı ve tavırlarını belirlerken bu hadiseyi öne çıkarmaya çalıştılar. O da, ülkedeki hakim sistemin vatandaşlarını birtakım dini sorumlulukları yerine getirmeye zorlamasıydı. Özellikle bunun tesettürle ilgili olması bazıları, bilhassa hadiseye kadının özgürlüğü üzerinden yaklaşmak isteyenler için önemli bir malzeme olarak kabul edildi.
Oysa kadının özgürlüğünü ve haklarını kendileri için mesnet edinmeye ve söylemlerini bu yönden kabul ettirmeye çalışanların çoğunun, inanç ve değerleri gereği tesettüre riayet eden kadınların bu konudaki haklarından ve özgürlüklerinden mahrum edilmesine hiç ses çıkarmadıkları, hatta yasakçıları destekledikleri, bunu yaparken de dini mahkum etmeye ve dinin kadını özgürlüğünden yoksun bıraktığı safsatasını kendilerine gerekçe edinmeye çalıştıkları da dikkatten uzak tutulmaması gereken bir gerçektir. O yüzden olaya bu cihetten yaklaşanların iddialarında samimi olmadıkları, aksine bir istismar ve çarpıtma içinde oldukları çok açıktır.
Devletin vatandaşlarından birtakım kurallara riayet etmesini ve bazı yasaklara uymasını istemesi tarih boyunca süregelen bir gelenektir. Devletleşmenin amacı da zaten toplu halde yaşayabilmek için düzen ve disiplinin sağlanmasıdır ki bu da ancak bazı kurallar ve yasaklarla mümkün olur. Önemsenmesi gereken husus bu kurallar ve yasaklarla bir insana verilmesi gereken hakların engellenmemesi ve temin edilmesi gereken özgürlüklerin kısıtlanmamasıdır. Bu hakların ve özgürlüklerin neler olacağı, sınırların ne şekilde belirleneceği konusunda ihtilaflar oluşmuştur. Bu konuda en doğru tercih maruf ve münker sınıflandırmasıdır. Çünkü maruf insanın fıtratına uygun, münker ise onun fıtratına aykırıdır. Kur’an-ı Kerim’de peygamberlerin özelliklerinden söz edilirken de onların sadece marufu emrettiklerine ve sadece münkerden nehyettiklerine bilhassa dikkat çekilir.
Tesettür konusunda da aslında tüm dünyada belli birtakım kurallar var ve uygulanmaktadır. Sadece sınırlar farklıdır. İhtilaf da bu sınırlarla ilgilidir. En doğrusu ise bu konuda da ölçüyü peygamberlerin insanlara tebliğ ettiği ahlaki kurallardan almaktır. Ama uygulamada iknanın tesiri icbardan çok daha güçlü ve ahlakidir. İran’da yaşanan sorunun temelinde de iknadan ziyade icbara ağırlık verilmesi var.
Bu ülkede sistemin toplumsal dokuyu benimsediği ilkeler doğrultusunda şekillendirmede yeterince başarılı olduğu söylenemez. Bu da toplumda bir aşınmaya, yıpranmaya ve yabancılaşmaya sebep olmuş. Bazı uygulamalar toplumun geneli veya çoğunluğu tarafından benimsendiği için değil yasalar gerektirdiği için devam edebiliyor. Yönetimin değerleri benimsetmede eğitici olma konusunda yeterince başarılı olduğunu söylemek zor. İdeolojik değerler resmî politikada dayanak olarak kullanılıyor ama toplumun çizgisini belirlemede aynı derecede güçlü ve etkili olamadığının itiraf edilmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Devrimin başlangıç yıllarındaki heyecanın uzun vadeli olmayacağı, zaman içinde bu heyecanın yerini eğitim yoluyla kazandırılacak istikrarlı düşünce çerçevesinin alması gerektiği tahmin edilmeliydi. Elbette bunun istisnaları olacaktı. Ama eğitimin başarısını işte bu istisnalarının oranındaki düşüklük ortaya koyar. İran'da istisnaların oranı bizim gördüğümüz kadarıyla söz konusu başarının düşük olduğuna işaret ediyor.
İran’da şah döneminin zorbalığına karşı meydanlara çıkan halkın heyecanıyla köklü bir devrim gerçekleştirildi. Ama aradan fazla zaman geçmeden bir ideolojik diktatörlüğe dönüştü. Bugün ise ideolojik kimliğini de büyük ölçüde kaybetmiş ama diktatörlük vasfını muhafaza etmeye devam etmektedir. İdeolojik yönünü ise ağırlıklı olarak sistemi ayakta tutabilmenin dayanağı olarak değerlendirmeye çalışıyor. Bu durum da, şimdilik kontrol sağlanmış olsa da ileride ülkenin yeni birtakım sosyal çalkantılar yaşamasının muhtemel olduğunu gösteriyor.