Eylül 2022, Ribat
Trump döneminde ABD, yıllardan beri çıkamadığı Afganistan bataklığından çıkmak için 29 Şubat 2020’de Katar’ın başkenti Doha’da Taliban’la anlaşma imzalamıştı. Bu anlaşmaya göre Mayıs 2021'e kadar Afganistan’daki askeri güçlerini tamamen çekecekti. Ancak yeni ABD Başkanı Biden, bu ülkedeki askeri güçlerini tamamen çekmesi durumunda kendi çıkarlarının bekçiliğini yapan Kabil hükûmetinin Taliban karşısında zayıf düşeceğini ve onu hükûmetle anlaşmaya zorlamanın kolay olmayacağını düşündüğü için, söz konusu anlaşmada belirlenen takvime uyulmasının çok zor olacağını söyledi. Taliban buna karşı çıktıysa da ABD ile tekrar karşı karşıya gelmeyi de tercih etmedi.
Biden daha sonra yeni bir takvim belirledi ve çekilmenin 1 Mayıs’ta başlayıp 11 Eylül 2021’e kadar tamamlanacağını bildirdi.
ABD güçlerinin çekilmeye başlamasıyla birlikte Kabil hükûmetiyle Taliban arasındaki hakimiyet mücadelesi de kızışmaya başladı. Hakimiyet mücadelesi bir yandan masa başında, diplomatik pazarlıklarla yürütülürken bir yandan da cephede alan genişletme siyasetiyle sürdü.
Taliban da yaptığı açıklamada kendisinin Afganistan’da tek başına iktidarı ele geçirme hedefi olmadığını, bilakis siyasi iktidarı paylaşma yanlısı olduğunu, şimdiye kadar yalnız başlarına siyasi iktidarı ele geçirmek isteyenlerin hep başarısız olduklarını dile getirirken, Kabil’deki hükûmet istifa etmeden de bir uzlaşma sağlanmasının mümkün olmadığını söyledi.
Taliban’ın atakları karşısında hükûmetin sürekli mevzi kaybettiğini gören ABD işi fazla uzatmanın bir anlamı olmadığını gördüğü için çekilme işlemini 31 Ağustos 2021’de tamamlayacağını duyurdu. Bu durum karşısında hükûmet güçleri Taliban karşısında ciddi bir direniş göstermeyerek vilayet merkezlerini teslim etmeyi tercih ettiler. Bu sebeple Taliban güçleri hızla ilerleyerek tahmin edilenden çok daha kısa bir süre içinde Kabil’i ele geçirmeyi başardılar.
Taliban sonra, Kabil’de “işlerin düzene sokulması hükûmeti” olarak tanımladığı geçiş süreci hükûmetinin kuruluşunu ilan etti.
Afganistan’da Taliban’ın tüm ülkede hakimiyeti ele geçirmesinin en önemli yönü 40 yıldan fazla süredir devam etmekte olan iç savaşın son bulmasıdır. İç savaşın bitmesiyle birlikte işgal de son bulmuştur.
Bu kadar uzun süren iç savaş karşısında iyice yıpranan halk artık siyasi açıdan iktidarı kimin ele geçirdiğine değil silahların susmasına ve siyasi istikrar sürecinin başlamasına önem veriyordu. Taliban’ın ABD desteğini kaybeden Kabil hükümeti karşısında çok hızlı bir ilerleme kaydetmesinde ve başkenti tahmin edilenden daha kısa süre içinde ele geçirmesinde bunun etkisi olmuştur.
Dış güçler ve özellikle de ABD her ne kadar Taliban karşısında yenilgiyi kabul etmek zorunda kaldıysa da onun siyasi iktidarı ele geçirmesinden memnun değildi. Zaten Biden’ın, Turmp’ın belirlediği çekilme tarihini ertelemesinin amacı da Taliban’ı Kabil hükümetiyle bir anlaşma yapmaya ve ülkenin siyasi iktidarını paylaşmaya zorlamaktı. Ama bunda başarılı olamadı.
Daha sonra özellikle Arap Baharı olarak isimlendirilen sürecin yaşandığı ülkelerde başvurulan “fitne çıkarma” politikasından yararlanılması için Ahmed Şah Mesud’un oğlu Ahmed Mesud vasıtasıyla bir atak gerçekleştirilmesi planları yapıldı. Ülkedeki Taliban muhalifi unsurların onun etrafında toplanmaya teşvik edilmesi amacıyla medya organları vasıtasıyla onun hareketinin şişirilmesine çalışıldı. Başlangıçta birtakım asılsız haberler yayılarak kendi bölgesinde hızlı bir ilerleme kaydettiği ve hakimiyet alanını genişlettiği iddialarının yayılmasına çalışıldı. Oysa gerçekte onun hareketi çok hızlı bir şekilde dökülüyordu ve bu oyun da tutmadı. Diğer gruplar ise zaten yeni bir silahlı çatışmaya girişmeye istekli değildi. Bunda da toplumun artık savaştan bıkmış olmasının ve yeni bir iç çatışmaya prim vermek istememesinin önemli etkisi vardı.
Taliban, Kabil’de hakimiyeti ele geçirme sürecinde tek başına iktidarı ele geçirme gayesinin olmadığını, siyasi iktidarı paylaşma yanlısı olduğunu söylemesine rağmen savaşı kazanan güç olmanın avantajlarından da yararlanmak istedi. Siyasi iktidarı paylaşsa da siyasi otoritenin kendisinde olmasını istiyordu. Yönetimi paylaşmaya açık görünüyor ama karar mekanizmasının ve siyasi egemenliğin kendisinde olmasını istiyordu. Diğerleri buna yönetimi paylaşmak değil Taliban sultasına güç katmak olarak baktı ve yanaşmadılar. Bazı alanlarda iş birliğine girenler olduysa da siyasi iktidarın paylaşımı anlamına gelecek bir ortaklık oluşmadı. O yüzden uluslararası kamuoyunda da kurulan yönetime Taliban yönetimi olarak bakıldı.
Taliban en başta ülkenin resmi adını değiştirdi. Ülkenin daha önce Afganistan İslam Cumhuriyeti olan resmi adı, Afganistan İslam Emirliği olarak değiştirildi. Bu isim Taliban’ın daha önce 1996’da Kabil’i ele geçirmesiyle birlikte Afganistan’da oluşturduğu yönetim için de kullanılmıştı. Ancak Taliban daha sonra 2001’de Kabil’in kontrolünü kaybetti. Burayı yirmi yıl sonra 2021’de ele geçirdiğinde kurduğu yeni yönetime de aynı adı verdi. İsim aynı zamanda sistemin yapısını belirliyordu. Ancak bu arada siyasi iktidarın Taliban’ın fikri temeline göre şekil aldığını da gösteriyordu. İsim tercihinin kurulan yeni yönetime uluslararası platformda, tam bir Taliban yönetimi olarak bakılmasında önemli etkisi oldu.
Taliban’ın Afganistan’daki teşkilatlı varlığını dört aşamada değerlendirebiliriz. Bunun birinci aşaması medreseler dönemidir. Bu aşama Hint Yarımadası’nın genelindeki medrese düzeninin Afganistan’da da şekillenmesi ve ağırlıklı olarak insanlara dinlerini öğretecek, anlatacak hocalar, ilim adamları yetiştirilmesi dönemidir. Afganistan’da birinci işgale karşı savaşın başladığı dönemde Taliban’ın bu aşaması devam ediyordu ve bu dönemde, bu teşkilata ait medreselerde tahsil gören öğrenciler muhtelif cihad hareketleri bünyesinde savaşa katıldıysa da Taliban bağımsız bir hareket olarak savaşta yer almadı. İkinci aşaması ülkedeki siyasi iktidar kavgasına son verme iddiasıyla sahaya çıkması ve kendisinin de bu kavganın içinde bir taraf haline gelmesidir. Bu dönemde iç ihtilafları sonlandırma iddiasıyla çatışmanın bir parçası olmasından dolayı eleştirilere hedef olmuştur. Üçüncüsü Amerikan işgaline karşı savaş vermesidir ki bu savaşında İslam dünyasının ona karşı tavrı da değişmiş, işgale karşı verdiği mücadeleye olumlu bakılmış, destek görmüştür. Dördüncüsü ise işgale son vererek siyasi iktidarı ele geçirmesi aşamasıdır ve bir yıldan fazla süredir de bu aşamanın içindedir.
Bu son aşamaya gelinceye kadar, biraz da Hint Yarımadası’ndaki medreselerin geleneksel yapısından ve Afganistan’ın toplumsal arka planından dolayı bazı hususlarda yeni açılımlara kapalı, gelenekçi ve radikal bir hareket olarak tanınmıştır. Bu yapısı özellikle kadın erkek ilişkileriyle ilgili tavırlarında daha çok kendini belli ediyordu ve bu yüzden eleştirilere konu oluyordu. Ancak siyasi iktidar aşamasında bu konudaki tutumunda önemli değişiklikler olduğu bir gerçektir. Ne var ki uluslararası toplum, özellikle de devlet yönetimleri ve birtakım ideolojik yapılanmalar ondaki bu değişimi görmek ve dikkate almak istememektedir.
Taliban’ın Afganistan’da siyasi iktidarı ele geçirmesinden sonra yaşadığı en önemli sorun, uluslararası alanda resmen tanınma sorunu olmuştur. Bunda iki önemli etkenden söz etmek mümkündür. Birincisi küresel güçlerin hesaplarına uymayan bir çizgisinin ve bağımsız bir siyasi anlayış geliştirme çabasının olmasıdır. İkincisi ise İslami kimliğini öne çıkarması ve tercihlerinin bu yönde olmasıdır. Küresel güçlerin, ona mesafeli durmalarında “din temelli bir otorite” olmasını gerekçe olarak kullanmaları gerçekçi değildir. Çünkü dünyada din temelli başka siyasi yapılar ve dini otorite niteliği taşıyan devlet yönetimleri mevcuttur. Küresel güçler bunlarla herhangi bir sorun yaşamamaktadır. Küresel güçleri rahatsız eden siyasi bağımsızlığa önem veren İslami duyarlılıktır.
Küresel güçlerin tavır koyması dünya genelinde etkisini gösterdi ve geçen bir yıl içinde Afganistan’da Taliban’ın kurduğu yönetimi resmen tanıyan bir ülke olmadı. Ama bazı ülkeler, Tayvan ve benzeri resmen tanınmayan ülkelerle kurdukları ilişkilere benzer şekilde ikili ilişkiler kurdular. Buna rağmen uluslararası çapta resmen tanınmamak Afganistan’da kurulan yeni yönetimin dış ilişkiler alanında ve ekonomik alanda işlerini zorlaştırdı.
Yeni yönetimi en çok zorlayan sorunlardan biri de ekonomik sıkıntılar olmuştur. Zaten 40 yıldan beri devam eden iç savaş sebebiyle, çağdaş teknolojiye ayak uydurma konusunda çok gerilerde kalan ve ulusal servetini de büyük ölçüde tüketen Afganistan’ın kalkınma için dışarıdan gelecek yatırımcıların katkılarına büyük ihtiyacı vardı. İçerdeki imkanların değerlendirilmesi için de düzenin oturtulması ve ve ileriye dönük bir güven oluşması gerekiyordu. Bunun için de zamana ihtiyaç vardı. Buna rağmen yine de yeni yönetim ekonomiyi düzlüğe çıkarmak için büyük çabalar sarf etti. Ama iktidarı ele geçirdiği dönemin tam da dünyada salgın sebebiyle ekonomik krizin yaşandığı bir döneme denk gelmesi bu konuda da işini zorlaştırdı.
Taliban’ın başını çeken kadroların yönetim tecrübesinin yeterli olmaması da ayrıca bir sorun oluşturuyordu. Aslında onun başkenti ele geçirdiği günlerde iktidarı paylaşma arzusunda olduğunu söylemesi de biraz bu konudaki ihtiyacını gidermek için başkalarının tecrübelerinden yararlanma arzusundan kaynaklanıyordu. Ayrıca devlet kurumlarında çalışanların görevlerine devam etmeleri için her türlü kolaylığı da sağladı. Kadınların çalışması konusunda herhangi bir engelin söz konusu olmadığını duyurdu. Bununla birlikte siyasi istikrar ve düzenin kurulması için bir sürece ihtiyaç olacaktı.
Taliban, ülkede çatışmaların durmasını, başka ülkelere göç etmiş mültecilerin dönmelerini sağlamak için değerlendirmeye çalıştı. Ama bu kez ekonomik sorunların ve gelir seviyesinin çok düşük olmasının onların dönmelerine engel teşkil ettiği görüldü. Çünkü gidenlerin birçoğu gittikleri ülkelerde, kendi ülkelerinde elde edebileceklerinden çok daha fazla bir kazanç temin etmeye başlamıştı.
Bu şartlarda zihinlerde, “Dünyanın tanımamakta direndiği Taliban’ın geleceği nasıl olabilir?” sorusu akla gelebilir. Bizim gördüğümüz kadarıyla Taliban artık Afganistan’ın bir gerçeğidir ve bu ülkede onun varlığını yok saymak mümkün değildir. Ayrıca ülke halkı silahların konuşturulduğu yeni bir iktidar kavgasının alevlendirilmesini arzu etmez. Ama dünyadaki hakim güçler bu ülkedeki yeni yapıyı onaylamamakta bir süre daha direnebilir. O yüzden Afganistan bu dönemde artık diplomatik ve medyatik savaşa ihtiyaç duyacaktır. Ama ne yazık ki şimdilik imkânları bu alanlarda etkin bir çalışma yapması için yeterli değil.