Devrimin 11. yıl dönümünde Libya

Mart 2022, Ribat

17 Şubat 2022 tarihi, Arap dünyasındaki dikta rejimlerine karşı gittikçe yaygınlık kazanan halk hareketlerinin etkisiyle Libya’da, Kazzafi (Kaddafi) diktatörlüğüne karşı 17 Şubat 2011’de kitlesel başkaldırı hareketinin başlatılmasının 11. yıl dönümüydü. Bu hareket Libya devrimi olarak da isimlendiriliyor.

Geçen yılın Mart ayında, Libya devriminin 10. yıl dönümü münasebetiyle Ribat dergisinde yayınlanan yazımızda bu ülkedeki siyasi gelişmelerin 10 yıllık süreci hakkında özet bilgiler vermiş ve genel bir değerlendirmesini yapmaya çalışmıştık. O yüzden bu on yıllık süreç hakkında ayrıntılara girmeye ve söz konusu yazımızda aktardığımız bilgileri tekrar etmeye gerek görmüyoruz. Okuyucularımızdan söz konusu süreçle ilgili bilgilerini tazelemek isteyenlerin, Ribat’ın internet arşivinden veya ellerindeki dergi arşivinden yararlanarak söz konusu yazıyı bir kez daha gözden geçirmeleri mümkündür.

Ancak bu ülkede, devrimin 10. yıl dönümünden 11. yıl dönümüne kadar geçen bir yıllık süre içinde de önemli gelişmeler yaşandı ve bu yıl da 11. yıl dönümü münasebetiyle ülkedeki son gelişmeler hakkında bilgi vermek ve gelinen durumla ilgili bir değerlendirme yapmak istiyoruz. Böylece bu bilgileri geçen yılın Mart ayında yayınlanan yazımızdaki bilgilere eklediğinizde son durum hakkında daha kapsamlı bir bilgiye sahip olmanız ve mevcut durum hakkında bir kanaat edinmeniz mümkün olacaktır.

Libya’da, küresel emperyalizmin ve Arap dünyasındaki dikta rejimlerinin yönlendirdiği fitnenin son bulması için sağlanan ittifak anlaşmasından sonra bir geçici yönetim oluşturulması kararlaştırıldı. Buna da Geçici Başkanlık Konseyi adı verildi.

Geçici Başkanlık Konseyi üyelerinin belirlenmesi için 1-5 Şubat 2021’de İsviçre’de seçimler yapıldı. Libya Siyasi Diyalog Forumu’nun (LSDF) üyeleri arasında BM Libya Destek Misyonu’nun (UNSMIL) gözetiminde yapılan oylamalar sonucunda Muhammed el-Menfi başkanlığa, Musa el-Koni ve Abdullah el-Lafi başkan yardımcılığına, Abdülhamid ed-Dibeybe de başbakanlığa seçildi.

Dibeybe aynı zamanda kendi hükümetini kuracak ve bu hükümetin Tobruk Temsilciler Meclisi’nden güvenoyu alması gerekecekti.

Tobruk Temsilciler Meclisi normalde fitne hareketinin lideri Halife Hafter tarafından kurdurulmuş bir meclistir. Hafter, Trablus’taki yönetimi ele geçirmek için gerçekleştirdiği iki darbe girişiminin ikisinde de başarısız olunca ülkenin doğu kesiminde yer alan Tobruk’ta alternatif bir yönetim kurmuş ve kendince bunu parlamenter bir sistem olarak lanse edebilmek için Tobruk Temsilciler Meclisi adını verdiği sözde parlamento oluşturmuştu.

Küresel güçler de Hafter’in kurduğu yönetimin Libya’nın “meşru (!)” yönetimi olarak tanınması için diplomatik alanda yoğun çalışma yapmıştı. Ancak Trablus’taki hükümet Hafter’i tanımadığı gibi, başta Türkiye olmak üzere muhtelif ülkelerin Trablus’taki hükümeti desteklediği, normalde uluslararası prosedüre göre de bu yönetimin meşru sayılması gerektiği için Hafter’in Tobruk’taki alternatif yönetim mayası tutmadı.

Yapılan uzlaşma anlaşmasında Geçicik Başkanlık Konseyi’nde başbakan görevi verilen kişinin kuracağı hükümetin Tobruk Temsilciler Meclisi’nden güvenoyu almasının şart koşulması ise söz konusu iki yönetimin yani Trablus ve Tobruk’taki yönetimlerin karşılıklı olarak birbirlerini tanımaları anlamına geliyordu. Hafter yönetimi Geçici Başkanlık Konseyi’ni kabul ederken, bu yönetim de onun Meclis’ini yasallaştıracak ve kuracağı hükümet bu meclisten güvenoyu alacaktı. Bu arada karşılıklı olarak birbirlerinin teşkilatlarına da elemanlarını sokma imkanları olacaktı. Dolayısıyla Tobruk Meclisi’nde, Trablus’taki siyasi çevreyi temsil eden üyeler yer alacağı gibi Dibeybe’nin hükümetine de Hafter’e yakın duran bazı bakanlar dâhil edilecekti.

Başlangıçta gidişat planlandığı gibi yürüdüğü için Dibeybe’nin hükümetini kurması ve sonra bu hükümetin Tobruk Temsilciler Meclisi’nden güvenoyu alması zor olmadı.

Anlaşmaya göre 24 Aralık 2021 tarihinde genel seçimler yapılacak ve artık normal sürece geçilecekti.

Ancak, Hafter bu seçimlerin tamamen kendi lehine sonuç vermesini ve daha önce darbeler yoluyla ele geçiremediği yönetimi “demokratik” oyunlarla ele geçirmesine imkân verecek şartların oluşturulmasını istiyordu. Bunun için de iki seçenek vardı: Biri Arap dünyasındaki dikta rejimlerinin maddi desteklerinden yararlanarak aşiretlerle birtakım çıkarlar karşılığı anlaşması ve onların toplu desteklerini elde etmesi. Diğeri de seçimlerde hile yapmak. Çünkü Libya halkının büyük çoğunluğunun kendisini desteklemediğini, dolayısıyla uluslararası mekanizma tarafından gözlemlenebilen, yasal prosedürle denetlenebilen dürüst seçimlerle kendisinin iktidarı elde etmesinin mümkün olamayacağını çok iyi biliyordu.

Gözlemlenebilen ve denetlenebilen dürüst seçimler yapılması için de en başta yasal çerçevenin oluşturulması gerekiyordu. Ama Hafter, seçimlerin yasal çerçevesi konusunda anlaşmaya yanaşmak istemedi. Çünkü o kendisinin hâlâ kontrol altında tuttuğu bölgelerde, seçimlerin tamamen kendi murakabesi altında gerçekleşmesini, kimsenin o bölgelere karışmamasını istiyordu. Onun kontrolündeki bölgelerin denetlenememesi ise o bölgelerin tamamen kaybedilmesi, o bölgelerde hiçbir şekilde dürüst seçim yapılamaması ve halkın siyasi tercihlerinin hakkıyla sandıklara yansımasının tamamen önünün kesilmesi anlamına gelecekti.

Bundan dolayı en başta seçimlerin yasal çerçevesi konusunda bir ittifak ve anlaşma sağlanamadı. Yasal çerçevesi belirlenmeyen seçimlerin neye göre gerçekleştirileceği, oy verme işlemlerinin nasıl takip edileceği, denetlenemeyen ekiplerin açıklayacağı sonuçlara ne kadar güvenileceği konusu müphemdir. O yüzden doğal olarak belirlenen tarihte seçimlerin gerçekleştirilmesi için herhangi bir hazırlık yapılamadı. Gerekli hazırlıklar yapılmadan zaten seçimlerin gerçekleştirilmesi mümkün olmadığından seçimler belirsiz bir tarihe ertelendi. Sonra konunun siyasi boyutuyla ilgili pazarlıkların sürdürülmesi ve yasal prosedürün belirlenmesi için girişimlerde bulunulması istendi.

Bir yandan, normal sürecin başlatılması için güven verici seçimler yapılabilmesi konusu tartışılırken, henüz Halife Hafter’in etki gücünü koruduğu Tobruk Temsilciler Meclisi’nin Dibeybe hükümetinin süresinin seçimlerin yapılması gereken 24 Aralık 2021 tarihinde son bulduğunu ileri sürerek Fethi Başağa’yı başbakanlığa tayin ettiğini açıklaması beklenmedik bir gelişme oldu.

Böyle bir atamayla ülke yeniden iki başlılığa geri dönmüş ve yapılan uzlaşma anlaşması bir bakıma geçerliliğini kaybetmiş oluyordu.

Söz konusu Meclis’in yeni başbakan seçme oturumuna, Trablus’taki siyasi çevreleri temsil eden üyeler katılmamışlardı. Çünkü kendilerinin katılmasının sonucu değiştirmeyeceğini, dolayısıyla katılmakla bir bakıma yapılacak oylama ve seçimi onaylamış sayılacaklarını düşündükleri için böyle bir yolu tercih etmişlerdi. O yüzden yeni başbakan seçimi tamamen fitne hareketinin lideri Hafter’in ve onun tarafından güdülen kadronun bir oyunuydu.

Yeni başbakan seçimi yapanlar, Dibeybe’nin süresinin dolduğu iddiasında bulunarak bu yola başvurdukları gerekçesini kullandılar. Oysa Dibeybe geçiş sürecinin hükümetini oluşturmuştu ve süresinin de seçimlerin yapılıp normal sürece geçilmesiyle birlikte bitmesi gerekiyordu. Seçimlerin ertelenmesiyle birlikte geçici hükümetin süresi de uzatılmış oldu. Eğer seçim tarihinin geçmesiyle, geçici hükümetin süresi doluyorsa o durumda Tobruk Temsilciler Meclisi’nin de geçerliliğini kaybetmiş olması ve herhangi bir başbakan atama yetkisinin bulunmaması gerekir. Çünkü yukarıda belirttiğimiz üzere uzlaşma, Tobruk Temsilciler Meclisi’yle Trablus’taki siyasi yönetimin karşılıklı olarak birbirlerini tanımasıyla sağlanmıştı.

Alternatif hükümet oluşturulması için başbakan olarak seçilen Fethi Başağa’nın, daha önce Trablus’taki hükümette İç İşleri Bakanı olarak görev yapmış olması, bu görevini yürüttüğü sırada Türkiye’yle işbirliğini desteklemesi, Türkiye’den yardım talep edilmesine her zaman olumlu bakması, Türk asıllı olması ve 16 Aralık 2019’da Hafter’in adamları tarafından suikast girişimine maruz kalması onun, Libya’da yeniden iki başlı bir siyasi yapılanmaya gidilmesinde bugün üstlendiği fonksiyon hakkında “olumlu” bir yaklaşımda bulunmamıza mesnet teşkil edecek ve son olaylarda Türkiye’nin de taktiğinin olabileceği sonucu çıkarmamıza yetecek hususlar değildir.

Ne yazık ki siyasi arenada bazen çıkar hesapları, siyasi duruş, tavır ve ilkelere baskın çıktığı için tehlikeli zikzaklar çizilmesi de mümkün olabilmektedir.

Öncelikle Fethi Başağa, her ne kadar İç İşleri Bakanlığı döneminde Türkiye’yle ilişkileri ve Türkiye’den yardım talep edilmesini desteklemiş biri olsa da aynı zamanda, uzlaşma anlaşmasından sonra geçici hükümetin oluşturulması sürecinde Hafter’in has adamlarından, laik, batıcı ve değişik çevrelerle kirli ilişkilerinden şüphelenilen Akile Salih ile ittifak kurarak Dibeybe’nin ekibine rekabet eden bir ekip içinde yer almıştı.

İkinci olarak Libya’da yeniden iki başlılığa dönülmesi ülke halkının yararına olmadığı gibi Türkiye’nin Libya’yla ilgili stratejisine de uygun değildir. Ama belki Türkiye sorunun daha da kökleşmemesi ve yeniden çözüm sürecine dönülmesi için bu son gelişmeler karşısında çok net tavır sergilememe yoluna gitmeyi tercih etmiş olabilir.

Ama alternatif hükümet oluşturma girişiminde, Hafter’in Fethi Başağa’yı öne çıkarmakla onun bağlantılarını ve konumunu değerlendirmek istediği yönünde tahminde bulunursak belki daha isabetli olacaktır. Çünkü en başta bu oyunun arka planında Hafter’in ekibinin yer aldığı çok açıktır. Ama Hafter bu aşamada kendi adamlarından birini değil her iki tarafla da ilişkileri olan, geçmişinde Libya devriminde etkin rol oynamış, Trablus hükümetinde önemli bir bakanlık koltuğuna oturmuş, uluslararası çapta yabana atılamaycak bağlantıları olan, Türkiye’yle ilişkiler geçmişi de müspet olan bir ismi tercih etmiştir. Ama Başağa’nın böyle bir hesapta Hafter’in ekibiyle birlikte hareket etmeyi ve çözüm sürecinin tıkanmasına neden olabilecek iki başlılığa alet olmayı kabul etmesi de kendisine prestij kaybetmiştir.