Afganistan’da Yeni Dönem

Ekim 2021, Vuslat

Son dönemde Afganistan’da hızlı gelişmeler oluyor. O yüzden genel olarak İslam dünyasının gündeminden düşmüyor. Biz de Allah’ın izniyle elimizden geldiğince gelişmeleri takip ve tahlil etmeye çalışıyoruz. Bu doğrultuda Vuslat’ın Ağustos 2021 sayısında “Afganistan istikrara kavuşacak mı?” başlıklı bir yazımız yayınlandı. Bu yazımızda ağırlıklı olarak Afganistan’da kırk yıldan fazla süren iç savaş ve işgal sürecinin tarihi bir değerlendirmesini yapmaya çalıştık. Bizim bu yazımızın yayınlandığı tarihte ABD Afganistan’dan çekilme işlemini sürdürüyordu ve Ağustos ayının sonuna kadar tamamlayacağını açıklamıştı. Bu arada Kabil’deki hükümet ile Taliban güçleri arasında bir yandan masa başı pazarlıklar bir yandan da cephedeki çatışmalar devam ediyordu. Pazarlıklardan bir sonuç çıkmadı ama ABD desteğini kaybeden Kabil hükümetinin ordusundaki askerlerin Taliban karşısında daha fazla direnmenin kendilerine bir yarar sağlamayacağını görmeleri sebebiyle sahayı terk etmeleri üzerine Taliban güçleri hızlı bir şekilde şehir merkezlerini ve 15 Ağustos 2021’de de başkent Kabil’i ele geçirdiler. Taliban’ın Afganistan’da kontrolü ele geçirmesini sağlayan sebepler ve elde ettiği zafer hakkında da Ribat dergisinin Eylül 2021 sayısı için “Afganistan’da Taliban Zaferi” başlıklı bir yazı yazarak özellikle zafer aşamasının bazı ayrıntıları üzerinde durmaya çalıştık.

Bu yazımızda söz konusu iki yazıda yazdıklarımızı tekrar etmeye gerek görmüyoruz. İnşallah, Taliban’ın bu ülkede siyasi iktidarı ele geçirmesiyle birlikte ortaya çıkan durum ve geleceğe dönük beklentiler ve varsayımlar üzerinde durmaya çalışacağız.

Taliban’ın Afganistan’da Amerikan işgaline son vermesiyle birlikte ortaya çıkan durum karşısında uluslararası güçlerin gerek resmi gerekse sivil cihetini oluşturan unsurların çok farklı tepkileri ve tavırları oldu. Bazılarına göre Taliban’ın bu ülkede hakimiyeti ele geçirmesi çok tehlikeli bir gelişmeydi. Yıllardan beri öcü olarak gösterilen Taliban’a Afganistan’ın teslim edilmesinin bu ülke halkının geleceği açısından çok tehlikeli olabileceği yönünde yaklaşımlar oldu. Bunu söyleyenler, Taliban’ın siyasi duruş ve tavırlarını eleştiri konusu yaparken Afganistan’da bir işgal gerçeği olduğunu, işte bu işgalin son bulduğunu, üstelik işgali sürdüren gücün savaşta ahlâkı ve hukuku tanımayan emperyalist vahşetin başını çeken güç olduğunu gözden uzak tutuyordu. Bu noktada biz de şu hususlara dikkat çekmek istiyoruz:

Birinci olarak: Taliban’ın siyasi, fikri ve ideolojik tavırlarına, tercihlerine katılmıyor; onun politik yöntemlerini benimsemiyor olabilirsiniz. Ama ortada bir işgal gerçeği vardı ve Taliban’ın zaferi işte bu işgalin son bulması anlamına gelmektedir. Dolayısıyla en başta gayri meşru işgalin son bulması ve ülkenin asıl sahiplerine terk edilmesi olumlu bir gelişmedir. Böyle bir gelişmeye en başta insanî değerler ve temel hukuk açısından olumlu bir gelişme olarak bakmanız gerekir.

İkinci olarak: Kırk yıldan fazla süredir, komünist darbeyle başlayan, önce Sovyet işgaliyle, bu işgalin son bulmasından sonra iktidar kavgasıyla ve son olarak da Amerikan işgaliyle devam eden bir savaş var. Bunun bir kısmı içerdeki güçlerin kendi aralarındaki hakimiyet savaşından, bir kısmı da dış güçlerin işgaline karşı iç güçlerin direnişinden oluşmaktadır. Bunların ikisini tabii ayrı yere koymak gerekir. Dayanışma içinde hareket etmeleri gereken oluşumların siyasi iktidar kavgasıyla birbirlerine silah çekmelerini hiçbir zaman onaylamadık. Ama işgale karşı verilen mücadeleyi haklı buluyoruz. Dolayısıyla bu mücadelenin zafer kazanmasını da sevindirici bir gelişme olarak görüyoruz.

Üçüncü olarak: Kırk yıldan fazla bir süredir devam eden savaş ülkeyi ciddi şekilde yıpratmış, insanlarının dağılmasına ve büyük kayıplara neden olmuştur. Şimdi işgalin son bulmasıyla birlikte bu savaşın artık tamamen son bulması ve ülkenin yeniden istikrara kavuşması için yeni bir süreç başlatılması ümidi doğmuştur. Bütün Afgan halkını doğrudan etkileyen böyle bir savaşın son bulması ve silahların değil fikirlerin devreye gireceği bir yeniden yapılanma döneminin başlaması da olumlu bir gelişmedir.

Dördüncü olarak: Taliban’la içtihadi konularda görüş ayrılıklarımız olabilir ama bu hareketin ülke halkının bir parçası olduğu ve işgal güçlerinden ya da onların uzantılarından daha çok bu halkın değerlerine saygılı olacağı ortadadır. Dolayısıyla yönetimin işgalcilerden ve işbirlikçilerinden böyle bir harekete geçmesi ümit verici bir gelişme olarak görülmelidir. Bu aşamada yapmamız gereken, mümkün olanın en iyisinin gerçekleşmesi için yeni dönemde bizim ne gibi katkılarımızın olabileceği ve tarihte yapılmış hataların tekrar edilmemesi için aktif olarak neler yapabileceğimiz üzerinde durmamızdır.

Beşinci olarak: Afganistan’da iç savaşın sürdüğü dönemde olayları kontrol altına alarak ülkeyi istikrara kavuşturma iddiasıyla ortaya çıkan ama çok geçmeden ülkedeki siyasi iktidar kavgasının bir tarafı haline gelen ve 1996’da Kabil’i ele geçirdikten sonra da politik açıdan bazı önemli yanlışlar yapan Taliban’a yönelik eleştirilerimiz olmuştu. Ama o zaman siyasi iktidar kavgasının bir tarafı haline gelen Taliban ile 2001’de Amerikan işgaline karşı savaşan ve bu savaş karşısında zafer kazanan Taliban aynı değildir. Uygulama aşamasında yanlış yaptıklarında yine eleştirilerimiz ve itirazlarımız olabilir. Ama emperyalist işgale karşı gerçekleştirdiği zafere sahip çıkmamız ve Afganistan’ın yeniden yapılanma sürecinde de İslam’ın temellerinde buluşularak bir barış ve istikrar düzeni kurulması çabalarına katkıda bulunmamız gerekir.

Altıncı olarak: Uluslararası emperyalizm, Afganistan’ı stratejik açıdan önemsediği için Taliban’ın bu ülkede siyasi hakimiyeti ele geçirmesi doğal olarak onu rahatsız etti. Zaten böyle bir sonuçla karşı karşıya gelmemek için elindeki tüm kozları ve “mat” olmamak için bütün piyonlarını kullanmaya çalıştı. Son olarak da işgalci askerlerini çektikten sonra yeni bir muhalif güç oluşturup onun vasıtasıyla kısmen de olsa iktidara ortak olmanın yollarını oluşturmaya çalıştı. Pençşir’de Rus işgaline karşı başarılı mücadelesiyle ismi öne çıkan Ahmedşah Mesud’un oğlu Ahmed Mesud’dan yararlanmak istemesinin amacı da buydu. Ancak onun vasıtasıyla yapabileceği fazla bir şey yoktu. Çünkü Afganistan’da cephede uzun süre kalabilecek bir silahlı muhalif hareketi oluşturmak artık çok zordu. Her ne kadar Kabil’deki hükümetten Taliban’a teslim olmak isteyen askerlerin ve kirli planların adamı olarak tarihe geçen Abdürreşid Dostum’un adamlarının Mesud’un saflarında toplandığı, Pençşir’in de çok sarp bölgelerden oluşması sebebiyle buranın kontrol altına alınmasının kolay olmayacağı varsayımından hareketle Taliban’ın yönetiminin buradan sıkıştırılmasının mümkün olabileceği düşünüldüyse de Mesud’un tarafında toplandıkları söylenenlerin çoğu böyle düşünmedi. Çünkü onlar etraflarının Taliban güçleri tarafından kuşatıldığını ve kendileri bir süre direnerek onların bölgeyi ele geçirmesini engelleseler de bölgenin dışına çıkmalarının da mümkün olamayacağını gördü, dolayısıyla ucu görünmeyen bir maceraya girmenin akıllıca bir şey olmayacağını fark ettiler. Bu sebeple Pençşir’in Taliban’ın hakimiyetine geçmesi de Kabil’in ele geçirilmesi gibi beklenmedik bir şekilde hızlı oldu ve söz konusu plan da baştan çöktü. Bu durum karşısında gerek bölgesel ve gerekse uluslararası güçlerin artık ülke içinden bir baskı aracı olarak kullanabilecekleri bir sopa kalmadı diyebiliriz.

Yedinci olarak: Taliban’ın Kabil’i ele geçirmesinden sonra kısa adıyla IŞİD veya DAİŞ diye bilinen örgütün, tarihte Horasan olarak isimlendirilen bölgedeki kanadı olduğu söylenen ve kendini İslam Devleti Horasan Vilayeti olarak isimlendiren oluşumun, işgal güçlerinin çekilmesi aşamasında Kabil Uluslararası Havaalanı çevresinde gerçekleştirdiği ve büyük çoğunlukla sivillerin, bu arada çekilme hazırlığı içinde olan bazı Amerikan askerlerinin hayatını kaybettiği eylemleri insani, ahlaki ve hukuki açıdan hiçbir çerçeveye oturtmak mümkün değildir. Bunları gerçekleştirenler çekilmekte olan işgalci askerlerden ziyade kurulmakta olan yapılanmanın siyasi itibarını hedef alan saldırılarıyla yine birilerinin maşası olmuşlardır. Ancak bu eylemlerle bayağı gündem olan ve siyasi yorumcular tarafından hayli öne çıkarılan bu örgütün uzun vadede fazla bir şey yapabileceğini sanmıyoruz. Ama yine de tehlikeli olabilirler. Salt varlıklarının bile, sivil toplum yani askeri ve siyasi çatışmaların tamamen dışında kalan halkın geneli açısından başlı başına tehlike olarak görülmesi bunların savunduklarını ileri sürdükleri değerlerden ne kadar uzak olduklarını göstermesi açısından düşündürücüdür.

Sekizinci olarak: Taliban artık Afganistan’ın bir gerçeğidir ve onun çizgisine çekince koyanlar da bunu kabul etmek zorundadır. Uluslararası ve bölgesel güçlerin Afganistan’ı tümüyle gözden çıkarmaları ve yok saymaları ise mümkün değildir. Dolayısıyla bu ülkeyle ekonomik veya diplomatik bağ kurmak isteyen bütün ülkeler Taliban gerçeğini de önlerine koyarak düşünmek zorunda kalacaktır. Bu durum karşısında Taliban’ın iç politikasına yönelik eleştirileri olsa bile ülkeler onunla köprüleri inşa ederek Afganistan’ın stratejik konumuyla ilgili hesaplarını hayata geçirmenin yollarını aramayı zorunlu göreceklerdir. Türkiye’nin bunu göz önünde bulundurup Afganistan’daki yeni süreçle diplomatik bağları bir an önce kurarak ilişkilerini geliştirmesi kendi açısından bir avantaj olacaktır. Çünkü bu ülkedeki yeni kadro zaten Türkiye’yi ayrıcalıklı bir konuma koyduğunu ilan etmiş durumdadır.

Dokuzuncu olarak: Taliban siyasi iktidarda bileğinin güçlü olması için ülkedeki farklı siyasi oluşumlarla anlaşmaktan ve işbirliği yapmaktan yana olduğunu mesajlarında dile getirdi. Ancak geçiş süreci hükümetinde daha çok kendi teşkilatının elemanlarını bakanlıklara getirdi. Bu, belki pazarlık ve anlaşma çabaları bir yandan devam ederken diğer tarafta otorite boşluğu oluşmasına fırsat verilmemesi için geçiş süreci açısından normal karşılanabilir. Ama uzun vadede Taliban’ın, söz konusu mesajlarda sergilediği tavrı pratiğe de taşıması hem kendisinin hem de ülkenin yararına olacaktır.

Onuncu olarak: Dinin sübutu ve delaleti kat’i naslarına dayanan ve herhangi bir ihtilafa mahal olmayan hükümlerini uygulama konusundaki hassasiyetin elbette korunması gerekir. Ama sübutu veya delaleti zanni naslara dayanan ve müçtehitlerin istidlal ve istintac metotlarına göre farklı hükümlerin çıkarılabildiği hususlarda tarihteki birikimden de yararlanılarak, usulu’d-dinin ve usulu’l-fıkhın belirlediği çerçevenin dışına çıkılmaksızın yaşadığımız dönemin ihtiyaçlarına göre yeni içtihatlar üretilmesi bir zarurettir. Taliban’ın da fıkhi konularda kendini dar bir alana hapsetmemek için, buna açık bir fıkıh anlayışı geliştirmeye ihtiyacının olduğu anlaşılmaktadır. Bu gerçeği görerek farklı içtihatlara sahip ilim erbabının çalışmalarından yararlanmak suretiyle yeni çözümler üretmesi siyasi iktidarda önünü açacak bir yöntem geliştirmesine imkan sağlayacaktır. Kütüphanelerde ürettiğimiz çözümler her zaman pratik hayatta ihtiyacımızı karşılamayabilir. O yüzden geçmiş nesillerden bize kalan kitapların yanı sıra hayat kitabını da okumak, fıkhi yorumları tarihteki çalışmalarla dondurmayıp üretken hale getirmek ve günümüzün ihtiyaçlarına cevap verebilecek bir anlayışı temel almak gerekir.