18 Aralık 2021 Cumartesi, Yeni Akit
Arap dünyasında zulme başkaldırı olarak niteleyebileceğimiz ve “Arap Baharı” adı verilen süreç, 17 Aralık 2010 tarihinde, üniversite mezunu olmasına rağmen iş bulamayan, ailesinin geçimine katkıda bulunmak için işportacılık yapan ve sebze meyve satmak amacıyla satın aldığı tekerlekli tezgahına belediye görevlileri tarafından el konması üzerine kendini yakan Muhammed Buazizi isimli bir Tunuslunun eylemiyle patlak veren kitlesel gösterilerle başladı.
Buazizi’nin kendini yakması olayının üzerinden 11 yıl geçti ve bu süre içinde Arap dünyasında önemli gelişmeler yaşandı. Bazı diktatörlerin saltanatları son buldu. Ama sonrasında bazı ülkelerde, karşı devrimlerle veya darbelerle yeniden dikta rejimleri hakim kılındı. Bazı ülkelerde iç savaşlar çıktı ve bunlardan Yemen’de çatışmalar sürüyor. Suriye ve Libya’da şimdilik bir ateşkes sağlanmış olsa da istikrar ve güven tam sağlanabilmiş değil.
Gelişmelerle ilgili muhtelif yorumlar yapıldı. Bazıları bunun küresel güçlerin bir komplosu ve oyunu olduğunu ileri sürdüler. Bazıları bu ayaklanmalara destek verenlerin aslında oyuna getirildiklerini söylediler. Bazıları halkların onurlu direnişini haklı bulup destekleyenleri, birtakım komplolara alet olmakla suçladılar. Bazıları, bu ayaklanmalardan dolayı sevinenlerin ve “şen şakrak” karşılayanların aslında yanıldıklarını, ama işin başında bunun farkına varamadıklarını iddia ettiler vs.
Ben burada en başta şunu söyleyeyim ki, 11 yıl önce bu olaylar karşısındaki tavrım ve yaklaşımım ne idiyse bugün de aynıdır. 11 yıl önce ne söylüyor idiysem bugün de aynısını söylüyorum. Bu görüşlerimi de şu şekilde özetlemek istiyorum:
Birinci olarak: Bu olaylar, birtakım küresel güçlerin veya yerel unsurların komplosu değil, toplumsal gerçeklerin ortaya çıkardığı vakıadır. Arap dünyasında yıllardan beri süren zulüm böyle bir patlamaya yol açmıştır.
İkinci olarak: Hadiseler planlı değil kendiliğinden gelişmiştir. Organize ve örgütlü bir ayaklanma değil, zaten var olan potansiyel öfkenin, tepkinin aktif hale gelmesidir. Bu öfke ve tepki Arap toplumlarında yaygın bir şekilde mevcut olduğundan hızla yayılmıştır.
Üçüncü olarak: Bizim sahip olduğumuz ahlaki değerler zulme karşı mazlumun yanında olmayı gerektirir. Ben de, birtakım ideolojik yaklaşımlarla veya hayallerle değil, meydanlara çıkan halkların mazlumlar, onların direnişlerini bastırmaya çalışanların da zalimler olması sebebiyle haklarını arayanların yanında zalimlerin ise karşısında olmayı tercih ettim ve bugün de aynı yerdeyim.
Dördüncü olarak: Halk devrimlerinin kazanımlarının birtakım karşı devrimlerle, darbelerle geri alınması, iç savaşlarla yönlerinin saptırılması nedeniyle zulme başkaldıranların yanıldıkları, oyuna getirildikleri türü yorumlar yapılması sonuçlardan sebebe gitme tarzı bir yaklaşımdır ki isabet edildiğini göstermez. Olayların patlak vermesine sebep olan vakıa ile sonradan yapılan müdahalelerle yönlerinin saptırılması ve dikta rejimlerini devirmeyi başaran kitlelerinin kazanımlarının ellerinden alınmasının birbirinden ayrı ve kendi gerçekleri çerçevesinde değerlendirilmesi gerekir. Sonrasında gelişmeler olumsuz yönde seyretmiş olsa da zulmün son bulması için başkaldıran toplumlar haklıdır.
Beşinci olarak: Sonuçtan sebebe giden yorumlara dayanarak, zulme başkaldıranların yanında durmalarından dolayı insanları, aldatılmakla, oyuna getirilmekle vs. mahkum etmek çok kıt ve tutarsız bir yaklaşımdır. Hz. Hüseyin ve beraberindekiler de haksızlığa uğratıldı, ayaklanmaları bastırıldı ve amaçlarına ulaşamadılar. Ama zulme başkaldırmakta haklıydılar.
Altıncı olarak: Bu halk ayaklanmaları bir ön hazırlıkla gerçekleşmediği gibi küresel güçler de böyle bir hadiseye hazırlıklı değildi. Oyunlar ve komplolar başlangıç aşamasında değil sonrasında devreye sokulmuştur. Hem halkların bir planlarının olmaması hem de küresel ve onların güdümündeki bölgesel güçlerin imkanlarının halklarınkinden fazla olması sebebiyle hızla devreye sokulan oyunların önemli bir kısmı başarılı olmuştur.