Sisi, Dün Nerede İdiyse Bugün de Orada

Temmuz 2021, Vuslat

Başta şunu belirtelim ki siyasi sistemlere ve yöneticilere yaklaşımımızı ve bakış tarzımızı diplomatik ilişkiler, çıkar temelli bağlantılar ve siyasi duruşlar değil, ilkeler ve değerler belirler. Çıkar hesaplarının diplomatik ilişkilerin ve tavırların şekillenmesinde büyük rol oynadığını tarihteki devlet arası ilişkileri değerlendirdiğimiz zaman da görmemiz mümkündür. Günümüzde ise çıkar hesaplarının belirleyicilik rolü çok daha belirgindir. Dolayısıyla bu ilişkiler herhangi bir yönetimin veya yöneticinin tezkiye edilmesine gerekçe oluşturmayacağı gibi, ilişkilerdeki değişim ve normalleşme de dün reddedilenin bugün makbul hale gelmesine vesile olacak bir değişim gerçekleştirdiğine delil teşkil etmez.

Örneğin Arap dünyasındaki muhtelif yönetimler, siyonist işgal rejimiyle ilişkilerini normalleştirme yönünde bir politika değişikliği gerçekleştirdi ve hatta bu yönde birtakım anlaşmalar da imzaladılar. Bu, elbette siyonist işgalin meşrulaşması anlamına gelmeyeceği gibi, bu rejimin Filistinliler karşısındaki tutumunun değiştiğini de göstermez. Siyonist işgalin reddedilmesi ve gayri meşru sayılması bizim açımızdan bir ilkedir ve bu ilkemizden taviz vermeyiz. Ama durum değerlendirmesi yaparken, örneğin siyonist işgalin şiddet politikasında bir değişiklik olup olmadığı hakkında hüküm verebilmek için de Arap dünyasındaki yönetimlerin ilişkilerini normalleştirmesini bir referans olarak almaz, bizzat işgalcinin uygulamalarına bakarız. Böyle bir durum değerlendirmesi yaptığımız zaman ise, işgalcinin şiddete ve baskıya dayalı ayrımcı politikasında hiçbir değişiklik olmadığını, mağdur durumdaki Filistin halkına yönelik politikalarında herhangi bir değişiklik olmadığını, aksine Arap dünyasındaki bazı rejimlerin “ilişkileri normalleştirme” politikasının işgalciyi daha da cüretlendirdiği için saldırgan tutumunun daha da katılaştığını görmekteyiz. Bu durum, işgalciyle ilişkilerini gerekçelendirmek için bu konuda izledikleri tutumun Filistinlilerin işine yaradığı iddiasında bulunan rejimlerin iddialarını doğrulamamaktadır. Dolayısıyla söz konusu iddiaların, halkların tepkisini yatıştırma amaçlı politik propaganda olarak kullanılan ama reel karşılığı bulunmayan iddialardan veya söylentilerden ibaret olduğu açıktır.

Sisi’nin gayri meşru darbeyle yönetimi ele geçirmesinden bu yana araları bozuk olan Türkiye ile Mısır da son zamanlarda bir yakınlaşma sürecine girdi. Dış İşleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Türkiye ile Mısır arasındaki ilişkilerin yeni bir döneme girdiğini söyledi. Bu yeni süreçle birlikte karşılıklı ziyaretler de gerçekleştirildi ve ilişkilerin düzenlenmesiyle ilgili birtakım fikir alışverişlerinde bulunuldu.

Türkiye-Mısır yakınlaşması diplomatik ve stratejik açıdan değerlendirildiğinde kendine göre gerekçeleri olacak ve normal sayılacaktır. Ama bu elbette Sisi cuntasının değiştiğini göstermez ve değişme temayülünde olduğuna dair bir işaret de almış değiliz. Dolayısıyla biz resmi politikaya göre yön belirlemek zorunda olmadığımız için Sisi cuntasına bakışımız ve onun zulüm uygulamalarına tepkilerimiz değişmeden devam edecektir.

Bazı yorumlarda Türkiye’yle Sisi yönetimi arasındaki ilişkilerin gelişmesinin bazı olumlu yansımalarının görülebileceği yönünde görüş beyan edildi. Ama ne yazık ki Sisi cuntasının politikası ve kararları bu tahminleri teyit edici nitelikte olmadı.

Geçtiğimiz Ramazan ayında, daha önce Kirdase Karakolu baskınına karışmakla suçlanarak idama mahkum edilen 17 kişi hakkındaki kararın infaz edildiğine dair haberler yayınlandı.

Sisi cuntasının “Kirdase katliamı” olarak isimlendirdiği ve Rabia Meydanı’nın boşaltılmasından sonra Kirdase Karakolu’nun basılarak 17 polisin öldürüldüğünü ileri sürdüğü olaydan dolayı cunta yargısı 2013 yılında 20 kişiyi idama mahkum etmiş ve bu kararlar 24 Eylül 2018 tarihinde cuntanın yargıtayı tarafından da onanmıştı. İdama mahkum edilenlerden 17’sinin cezasının infazı işleminin 26 Nisan Pazartesi sabahı şafak sökmeden önce gerçekleştirildiği, Londra merkezli “Biz Kaydediyoruz” adlı insan hakları kuruluşu tarafından duyuruldu.

Yorumcular, Mısır’da daha önce idam cezalarının Ramazan’da infaz edilmediğine, bu aydan sonraya ertelendiğine, bu mübarek ayda idam cezası infazının ilk kez gerçekleştirildiğine dikkat çekerek bunun, Sisi cuntasının insanların kutsallarına saygısızlıkta ileri gitmesine delalet eden kasıtlı bir uygulama olduğunu dile getirdiler.

Cuntanın bu uygulaması, vahşet, şiddet ve zulümde sınır tanımama konusunda hiç değişmediğini, dün nerede duruyor idiyse bugün de aynı yerde olduğunu, Türkiye’yle yakınlaşmanın da onun tutumunu değiştirmediğini göstermesi açısından düşündürücüydü.

Bu olayın üzerinden fazla zaman geçmeden Haziran ayının ortalarına doğru da cunta yargıtayı, dikta rejimine karşı düzenlenen kitlesel eylemlere katıldığı sırada zulüm güçleri tarafından ömrünün baharında hunharca katledilen Esma Biltaci’nin babası ve Müslüman Kardeşler’in kurduğu yasaklı Hürriyet ve Adalet Partisi’nin Genel Sekreteri Muhammed Biltaci başta olmak üzere Müslüman Kardeşler’in bazı önemli liderlerinin de aralarında bulunduğu 12 kişi hakkındaki idam cezasını onayladı.

Yapılan açıklamaya göre Yargıtay daha önce haklarında idam cezası verilmiş 75 kişinin davasını gözden geçirdi ve bunlardan 45 kişi hakkında hükmünü kesinleştirdi. Bunlardan 12 kişinin idamını onayladı. 32 kişinin idamını müebbet hapse çevirdi. Yine Müslüman Kardeşler’in önemli liderlerinden Isam El-Aryan’ın da vefat etmesi sebebiyle davası düştü. 30 kişi hakkında ise gıyaben yargılamanın devam ettiği duyuruldu.

Tabii ki son dönemde, Sisi cuntasının değişmediğini, saldırgan ve baskıcı politikalarının aynen devam ettiğini gösteren bunların dışında da pek çok olay yaşandı. Birçok gazeteci ve fikir adamı sırf düşüncelerinden dolayı gözaltına alındı. Bunlardan biri de internet yayıncılığının yayılmaya başladığı dönemde İslâm dünyasının ilgiyle takip ettiği önemli haber sitelerinden olan Islam Online web sitesini organize eden Media International’ın yöneticiliğini, Mısır’da siyasi çalkantıların yaşandığı dönemde ise Anadolu Ajansı’nın Kahire temsilciliğini yapan Tevfik El-Ganem’di. Ailesinin yaptığı açıklamada onun herhangi bir suçla irtibatlı olarak değil geçmişinde basın alanında verdiği hizmetlerden ve siyasi görüşlerinden dolayı gözaltına alındığına, gözaltına alındıktan sonra da herhangi bir suçtan dolayı değil basın alanında yürüttüğü faaliyetlerle ilgili olarak sorguya çekildiğine dikkat çekildi.

Sisi cuntası yargı alanındaki baskıcı politikasını ve polis şiddetini aynen sürdürdüğü gibi toplumun manevi değerlerini doğrudan hedef alan savaşını da sürdürmeye devam etmektedir. Bunların en başında, Kur’an-ı Kerim’in bazı ayetlerinin aşırılığa teşvik ettiği iddiasında bulunarak bunların ders kitaplarından çıkarılmasını istemesini zikretmek gerekir. Tabii, Sisi gibi haddi aşmakta iyice arsızlaşmış bir diktatörün Kur’an âyetlerinin aşırılığa teşvik ettiği iddiasında bulunması son derece garip.

Rabia katliamı gibi korkunç bir katliamdan sorumlu, insanları cezaevlerinde korkunç bir şekilde işkenceyle katleden, hasta mahkumların tedavi edilmelerine engel olarak onları ölüme terk eden ve daha nice zulüm uygulamasına imza atmış bir diktatör Allah’ın âyetlerini “aşırılıkla” mahkum ederek eğitim kitaplarından çıkarma kararı verebiliyor. Ancak onun sergilediği bu tavır işin gerçeğinde küresel emperyalizmin, doğrudan İslam’ın temel değerlerine ve kutsallarına karşı savaş konusunda kendisi için biçtiği rolü icra etmekten, verilen görevi ifa etmekten geri kalmayacağını göstermesi anlamına geliyordu.

Bütün bu gelişmeler Sisi cuntasının dünden bugüne hiç değişmediğini ve değişmeye de niyetli olmadığını göstermesi açısından düşündürücüdür.

Sisi’nin bir de Filistin davasıyla ilgili tutumunu gözden geçirmeye ve tahlil etmeye ihtiyaç olduğunu düşünüyoruz. Hatırlanacağı üzere, siyonist işgalcilerin geçtiğimiz Mayıs ayında Gazze’ye yönelik olarak on bir gün sürdürdükleri ve adeta bölgeye ateş yağmuru yağdırarak büyük bir yıkıma sebep oldukları savaşın ardından Sisi, bölgenin yeniden imar edilmesi için bütçeden 500 milyon dolar tahsis edilmesi talebinde bulundu. Kendisi ciddi ekonomik sıkıntılarla boğuşan ve dışardan yardım talep etme ihtiyacı duyan Mısır’ın, Gazze’nin yeniden imarı için bu derece cömert davranması elbette tüm İslam âleminin ilgisini çeken bir gelişme oldu. Filistin’deki direniş gruplarının da böyle bir cömertlik karşısında şükran ve minnet duygularını dile getirmemeleri büyük bir nankörlük olacaktı.

İşgalcinin Gazze’ye yönelik saldırısının durdurulması için ateşkes sağlanmasında da her zamanki gibi yine Mısır aracılık etti. Ardından Filistinli gruplar arasındaki ihtilafın çözülmesi için gerçekleştirilecek görüşmelere ev sahipliği yapmaya devam edeceğini ortaya koydu. Hatta direniş gruplarının ileri gelenlerinden bazı kişileri ve bu arada Filistin İslami Direniş Hareketi’nden (Hamas) bir heyeti Kahire’ye davet etti.

Aynı Sisi, 17 Haziran 2019 tarihinde mahkeme salonunda duruşma esnasında hayatını kaybeden ve halkın oylarıyla seçilmiş cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’yi Hamas’ın casusluğunu yapmakla itham ediyordu. İşgal rejiminin Gazze üzerindeki ablukasının sıkı sıkıya uygulanabilmesi için, bu bölgenin işgal rejiminin kontrolünde olmayan tek sınır kapısı durumundaki Refah Kapısı’nı çoğunlukla kapalı tutmakta, ara sıra bölgenin nefes alabilmesi için açtığı olmaktadır.

Burada öncelikle şunu ifade edelim ki Sisi’nin, 500 milyon dolar yardım vaadinin gerçekleşmesi son derece şüphelidir. Çünkü Arap dünyasındaki diktatörlerin daha önce Filistin’e büyük yardım vaatlerinde bulundukları ama bu vaatlerini yerine getirmedikleri bilinen bir gerçektir.

Ateşkes konusunda aracılık etmesi Filistin’den ziyade işgalci siyonist rejimin hatırınadır. İşgalci rejimin saldırıları sürdürmekte kararlı olduğu günlerde Mısır’ın harekete geçtiği ve işgalcilerin engellenmesi için dünyayı harekete geçirme amacına yönelik diplomatik ataklar yaptığı pek görülmez. Ama işgalcinin zorlanmaya başlaması ve çatışmaların sürmesinin onun için de ağır bir maliyetinin olduğunun görülmesi durumunda Mısır devreye girer ve ateşkes için aracılık eder.

Filistin iç ihtilafının çözülmesi için ev sahipliğinde ise öncelikli hedef İslami hareketi bazı şeylere razı olmaya zorlamaktır. Üstelik şimdiye kadar İslami hareket, Filistin içindeki ihtilafların çözülmesi, ittifakın sağlanması için önemli fedakarlıklarda bulunarak anlaşmalara razı olduğu halde Mısır hiçbir zaman bu anlaşmaların takipçisi olmadı ve uygulanması için Mahmud Abbas’a ya da Fetih hareketine baskı yapmadı.