Bir Meşrulaştırma Yöntemi Olarak Seçim

Temmuz 2021, Ribat

Seçim, farklı alternatifler arasından bazılarını onaylama bazılarını ise reddetme imkanıdır. Bunun farklı standartları ve yöntemleri olabiliyor. Şartlara ve duruma göre bir şeyi onaylayıp, kalanları reddetmeniz gerekeceği gibi birden fazla şeyi onaylamanız da mümkün olabilmektedir. Birine seçme hakkı tanımak aynı zamanda, seçtiği şeyin onun tarafından meşru yani geçerli sayılmasını sağlamak anlamına gelir.

İnsanlara seçme hakkının verilmesi suretiyle meşrulaştırma yönteminin en çok kullanıldığı alanlardan biri de yöneticilerin ve yönetim biçimlerinin belirlenmesidir. Bu yöntem çok eski zamanlardan beri kullanılmaktadır. Ancak özellikle son yüzyıllarda çok yaygınlaşmıştır. Tarihte bu yönteme en önce demokratik sistemlerde başvurulduğundan bu uygulamanın geçerli olduğu sistemler de genellikle demokrasi olarak adlandırılmaktadır.

Ancak seçimin gerçek anlamda bir meşrulaştırma yöntemi olarak kabul edilebilmesi için en başta insanların iradelerini özgürce kullanmalarına imkan verilmesi ve seçme haklarının kullandırılmasında da son derece dürüst davranılması büyük önem taşır. Ama bu şartlara, halklara seçme hakkının verildiği söylenen ülkelerin tümünde uyulduğunu söylemek mümkün değildir. Hatta bu şartları yerine getiren sistemlerin sayısı belki yerine getirmeyenlere nispetle hayli azdır. O yüzden seçim günümüzdeki hakim sistemlerin çoğunda insanların özgürce tercihlerini yapmalarına imkân verilmesi için değil hakimiyetlerini sürdürenlerin, kendilerini ve şekillendirdikleri sistemleri meşrulaştırma aracı olarak kullanılmaktadır.

Günümüzde seçimin, insanların özgür iradeleriyle tercihlerini yapmalarına imkan vermek amacıyla değil de dayatılanların meşrulaştırılması amacıyla yararlanılmasının örneklerine ne yazık ki en çok İslam coğrafyasında rastlamak mümkündür. Bunun da en önemli sebebi bu coğrafyada hüküm süren sistemlerin birçoğunun halklarıyla barışık olmamalarıdır. Bu sistemlerin hüküm sürdüğü ülkelerde yöneticiler, halklarına özgürce seçim hakkı tanıdıklarında kendilerini tercih etmeyeceklerini biliyorlar. O yüzden yaptıkları seçimde çoğunlukla muhtelif hilelere başvuruyor veya insanlara “ölümlerden bir ölüm seç” dercesine hiçbiri kabule şayan olmayan alternatifler sunuyorlar. “Seçim” uygulamalarından dediğimiz gibi bir meşrulaştırma yöntemi olarak yararlanmaktan geri kalmazken gerçekte halkın tercihiyle değil baskıcı politikalarla saltanatlarını sürdürmeye devam ediyorlar.

Son dönemde de İslam coğrafyasında bu niteliklerde üç ayrı seçim gerçekleştirildi. Bir seçim de dürüstçe yapılmadığı takdirde sorunlar yaşanacağı, dürüstçe yapıldığı takdirde ise istenmeyen sonuçlar çıkacağı kesin olduğu için ertelendi. Biz de bu ayki yazımızda bu üç seçim ve bir seçimin ertelenmesi kararının genel değerlendirmesini yapmak istiyoruz.

Bunların birincisi Suriye’de, kendisini istemeyen halka karşı silahın gücünü kullanarak ve kendi silahlı güçleri yetersiz kaldığı için dışarıdan işgal güçlerini çağırıp büyük katliamlar gerçekleştirerek saltanatını sürdüren Baas rejiminin sözde cumhurbaşkanlığı seçimleriydi.

Suriye’de sözde cumhurbaşkanlığı seçimleri 26 Mayıs 2021 tarihinde gerçekleştirildi. Her şeyden önce Suriye nüfusunun üçte biri 10 yıldan fazla süredir devam eden savaş yüzünden ülkesini tamamen terk etmek zorunda kalmıştır. Suriye sınırları içinde kalanların da en az yarısı zulüm rejiminin hüküm sürdüğü bölgelerden, diğer bölgelere hicret etmek zorunda kalmıştır. On yıldan fazla süredir devam eden savaşta da bazı rakamlara göre bir milyon bazı rakamlara göre de en az 500 bin kişi hayatını kaybetmiştir. Dolayısıyla Baas diktatörlüğünün hüküm sürdüğü bölgelerde yaşayanlar tüm Suriye nüfusunun sadece üçte birinden daha az bir kısmını oluşturmaktadır. Bu da yaklaşık sekiz milyona tekabül etmektedir. Yani Baas diktatörlüğünün hüküm sürdüğü bölgelerde yaşayan nüfusun toplamı 8 milyon civarındadır. Tüm Suriye nüfusunun ise 26 milyon civarında olduğu tahmin ediliyor.

Böyle bir ortamda yapılan seçimler her şeyden önce Suriye halkının iradesini ve tercihini asla yansıtmaz. Zulüm rejiminin iktidarını sürdürdüğü topraklarda oy kullanma imkânına sahip olabilenlerin de tercihlerini özgürce yapma imkânına sahip olmadıkları çok iyi biliniyor. Zaten önlerine konan alternatifler de Beşşar Esed ile onun göstermelik aday yapılan bizzat kendi adamlarıydı. Esed’in rakibi olarak seçimlere girenlerin kazanma amaçları olmadığı gibi böyle bir beklentileri de yoktu. Bu şartlarda Suriye halkının yapabileceği tek tercih sandık başına gitmeyerek tepkisini ortaya koymak olacaktı ki halkın önemli bir kısmı da tavrını bu yönde ortaya koydu. O yüzden gerçekte oy verme oranı çok düşük olmuştur. Oy kullananların çoğunluğunu da rejimin tehditlerinden korkanlar oluşturmaktadır.

Hal böyleyken Esed rejimi seçimlerde 15 milyon 845 bin 575 oy kullanıldığını ve Beşşar Esed’in bunlardan 11 milyon 634 bin 412’sini aldığını iddia etti. Güya inandırıcı olması için rakamlar küsuratlarıyla birlikte veriliyor.

Suriye’de yaşanan gerçekleri bilen birinin buna inanabilmesi için aklından zoru olması gerekir. Çünkü her şeyden önce Esed rejiminin hüküm sürdüğü bölgelerde yaşayan insan sayısı kullanıldığı iddia edilen oy sayısının yarısı civarında. Onların da zaten belli bir kısmını oy kullanma çağına gelmemiş olanlar oluşturur. Kaldı ki her ne kadar rejim, oy kullanma oranının %78’i bulduğunu iddia etse de gerçekte çoğunluğun sandık başına gitmemeyi tercih ettiğini içeriden gelen bağımsız haberler teyit ediyor. Bunu bir kenara koysak bile iddia edildiği kadar oy kullanılmış olabilmesi için oy kullanma hakkına sahip herkesin sandık başına gitmiş ve her birinin en az üç oy kullanmış olması gerekir.

Ama buna rağmen Türkiye’de Esed’in borazanlığı yapanlar bu saçmalıkları öne sürerek Esed’in halkı tarafından desteklendiğini iddia edebildi. Onlar, söylediklerinin saçmalığının farkında ama Esed gibi bir canavarın arkasında durmalarını haklı gösterebilmek için ellerine geçtiğini sandıkları bir malzemeyi de iyi değerlendirmeleri gerektiğini düşünüyorlar. Ama Suriye’deki gelişmeleri yakından takip eden herkes gidişatı çok biliyor. O yüzden Esed borazanlarının kimseyi kandırması mümkün değil.

Üzerinde durmak istediğimiz bir diğer seçim ise 12 Haziran’da gerçekleştirilen Cezayir seçimleri. Aslında Cezayir, halkın meydanlara yansıyan eylemlerini ve gösterilerini önemsemek zorunda olduğunu gördüğünden son iki yıldır bir değişim süreci yaşıyor. Bu süreç içinde anayasada da bazı değişiklikler yaptı ve parlamentonun alt kanadı durumundaki Ulusal Halk Meclisi’ni lağvederek erken genel seçimler gerçekleştirme kararı aldı. Ancak seçimlere katılım çok düşük oldu ve %30.2 düzeyinde kaldı. Bu durum ülke halkının henüz seçimlere yeterince güvenmediğinin, dolayısıyla tavrını sandık başına gidip tercih yaparak değil sandık başına gitmeyip protesto ederek ortaya koyma yoluna gittiğinin bir göstergesiydi. Muhtemelen, bu seferki seçimler öncekilere nispetle daha dürüstçe idi. Ama halkın yüzde yetmişe yakın bir kısmının tercihini yapmaması, sistemin ana omurgası niteliğindeki Ulusal Kurtuluş Cephesi’nin 407 sandalyeli mecliste 105 sandalye kazanarak yine birinci olmasına imkân sağladı. Ama bu parti tek başına hükümeti kurmasına yetecek çoğunluğu da elde edemedi.

Üzerinde durmak istediğimiz bir diğer seçim ise 18 Haziran’da İran’da gerçekleştirilen cumhurbaşkanlığı seçimidir.

Bilindiği üzere İran’ın kendine has bir siyasi yapısı var. Bu yapıda en etkili güce sahip olan kişi İmam’dır. Şii inancında onun, gaib imamı temsil ettiğine inanılır. Cumhurbaşkanlığı için ise her dört yılda bir seçim yapılıyor. İmam, 19 Mayıs 2017’de yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Yargı Erki Başkanı İbrahim Reisi’yi desteklediğini açıktan belli etmiş ve kendisinin tarafını belli etmesinin halkın tercihini de etkileyeceğini ve Reisi’nin seçileceğini umuyordu. Ama beklediği gerçekleşmedi ve halk Hasan Ruhani’yi seçti. O yüzden bu son seçimlerde, işi “hüsni zanna” bırakmayarak gerekli tedbirleri baştan aldı.

Bu ülkede cumhurbaşkanlığına aday olabilecekleri Anayasayı Koruyucular Konseyi belirliyor. 18 Haziran 2021 seçimleri için de 592 kişi adaylık başvurusunda bulundu ve söz konusu konsey bunlardan sadece 7’sinin başvurusunu kabul etti. Adaylıkları reddedilenler arasında eski cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad, eski Meclis Başkanı Ali Laricani ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı İshak Cihangiri gibi önemli isimler de var. Yani konsey, İmam’ın adayı olarak bilinen İbrahim Reisi’ye rakip olabileceklerinden korkulan bütün aday adaylarını eledi. Onlar da taraftarlarını seçimi boykot etmeye davet ettiler. Ama onların taraftarlarının sandık başına gitmemeleri Reisi’nin aleyhine değil lehine sonuç verecekti. Çünkü onların oyları devreden çıkacak, böylece İmam’ın işaret ettiği adayı destekleyenlerin oyların toplamdaki oranı artacaktı. Dolayısıyla seçimlerin sonucu baştan belirlenmiş oldu.

İmam Ali Hamaney’in kendi adamına rakip olabileceklerin adaylıklarının reddedilmesi konusunda yumuşak bir eleştiride bulunması ve başvuruların yeniden gözden geçirilmesi çağrısı yapması ise tam bir Acem kurnazlığıydı. Çünkü Anayasayı Koruyucular Konseyi’nin söz konusu adayları elemesi tamamen onun talepleri ve işaretleri doğrultusunda gerçekleştirilmişti. Ama o kendi rolünü gizlemek için böyle bir numaraya başvurdu. Fakat sonrasında, başvuruların yeniden gözden geçirilmesi gibi bir gelişme de zaten olmadı.

İmam’ın, halka sandık başına gitmeleri çağrıları yapmasına rağmen bu seferki seçim 1979’dan bu yana en düşük katılımlı seçim oldu ve resmi verilere göre %48’de kaldı. Ama boykot sonucu etkilemedi ve böylece İmam’ın açıktan desteklediği aday seçimleri kazandı.

Filistin’de iç ihtilafın çözüme kavuşturulması amacıyla yapılan anlaşmada 22 Mayıs’ta parlamento, 31 Temmuz’da başkanlık, 31 Ağustos’ta da Filistin Kurtuluş Örgütü’nün danışma meclisi niteliğindeki Filistin Ulusal Konseyi için seçimler yapılması kararlaştırıldı. Bu seçimlerde öne çıkan iki önemli hareket Filistin İslami Direniş Hareketi (Hamas) ile Mahmud Abbas liderliğindeki Fetih hareketiydi. Ancak Fetih hareketi kendi içindeki birtakım ihtilaflar sebebiyle bölündü ve onun tabanına hitap eden farklı aday listeleri ortaya çıktı. Bu durum karşısında seçimlerin dürüst olması halinde Hamas’ın yine önemli bir farkla parlamentoda birinci sırayı alacağı tahmin ediliyordu. Seçimlere hile karıştırılmasının da büyük bir gürültüye sebep olacağı biliniyordu. Bu yüzden Mahmud Abbas, bütün anlaşmaların üstünü çizerek seçimleri erteleme kararı aldı. Kararını güya 30 Nisan tarihinde Ramallah’ta direniş liderleriyle bir toplantı düzenledikten sonra kamuoyuna açıkladı. Ancak bu toplantı tamamen formalite icabıydı ve o yüzden Hamas zaten katılmamıştı. Katılanların da tercihleri seçimlerin belirlenen tarihlerde yapılması yönünde olmasına rağmen yine Abbas kendi kararında ısrar etti ve seçimleri ertelediğini duyurdu.