Papa’nın Irak Çıkartması

Nisan 2021, Ribat

Irak’ta ABD başkanlığındaki koalisyon güçlerinin işgal hareketinin başlamasının 18. yıl dönümüne tekabül eden 20 Mart 2021 tarihinden tam 15 gün önce yani 5 Mart tarihinde Katolik Kilisesi’nin dini lideri Papa Franciscus kısa adıyla Papa Fransis, İslam coğrafyasının en önemli parçalarından biri niteliğindeki Irak’a bir ziyaret başlattı. Bu, aynı zamanda Papa’nın koronavirüs salgınının başlamasından bu yana İtalya dışına gerçekleştirdiği ilk ziyaret olduğu gibi, bir Katolik Papa’nın da Irak’a, İslam hilafetinin Medine ve Şam’dan sonraki üçüncü merkezi olan Bağdat’a gerçekleştirdiği ilk ziyaret niteliği taşıyordu.

Papa bu ziyareti Irak Cumhurbaşkanı Berhem Salih’in davetiyle gerçekleştiriyordu. Normalde Irak Cumhurbaşkanı Salih davetini 2019 yılında yapmıştı, ancak hem Irak’ta yaşanan iç karışıklıklar hem de salgın hastalığın araya girmesi sebebiyle Papa bu ziyareti ancak Mart 2021’de gerçekleştirebildi.

Katolik Papa, hıristiyanların en kalabalık kesimini oluşturan katoliklerin dini lideri olduğu gibi aynı zamanda Vatikan’daki minik devletin de devlet başkanı sıfatı taşıdığı için Irak Cumhurbaşkanı tarafından bir “mevkidaş” olarak bu ülkeyi ziyaret için davet edilmişti.

Bütün devlet yöneticilerinin başka devletlerin yöneticileri tarafından davet edilmesi, davet edilenlerin de icabette bulunmaları ve ziyaret gerçekleştirmeleri esasta olağan bir gelişmedir. Belki ziyaretlerin amaçlarıyla ve arka planlarıyla ilgili öngörüler ve değerlendirmeler burada nazarı dikkate alınabilir. Ancak Katolik Papa’nın aynı zamanda “dinî” bir kimliğinin olması sebebiyle onun ziyareti bu yönüyle de ele alınmakta, değerlendirilmekte ve arka planıyla ilgili öngörülerde bulunulmaktadır.

Katolikler açısından Papa’nın özel bir konumu ve manevi bir kimliği olduğundan, bu mezhebin mensupları nazarında onun şahsı da etkinlikleri de kutsanmaktadır. Bu sebeple onun gerçekleştireceği ziyaretin gideceği yeri onurlandıracağı düşünülür. Zaten kendisine Türkçede “baba” anlamına gelen Papa sıfatının verilmesi bu yüzdendir. Çünkü onların inancında Tanrı baba olarak nitelendirilir. Dini liderin de yeryüzünde Tanrı’yı temsil ettiğine inanıldığı için kendisine “Papa” yani “baba” denilir. Bu yüzden Papa’nın masum olduğuna, yanlış yapmadığına inanılır. Bu yönüyle Şiilerdeki “imamın masum olduğu” inancının da Katoliklerdeki bu “Papa’nın masum olduğu” inancından etkilendiği söylenebilir.

Bu inanç Papa’nın gerçekleştirdiği ziyaretlerin çok önemsenmesine ve bayağı yankı uyandırmasına da vesile olmaktadır. Katolik olmayanlar her ne kadar bu inanca sahip olmasalar da, söz konusu inancı benimseyenlerin önemsediklerini kendi hesapları için değerlendirmeye çalışıyorlar.

Papa da genellikle dini, sosyal ve siyasi faaliyetlerinde, kendini “Tanrı’nın şefkatinin yeryüzündeki temsilcisi” gibi gösterebilmek için çoğunlukla “barış, sevgi, kardeşlik” içerikli mesajlar vermeye özen gösterir. Nitekim Papa Francis de Irak’ı ziyareti esnasında Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda yaptığı konuşmada "Şiddet ve aşırılıkçılık eylemleri, ihtilaflar ve hoşgörüsüzlük son bulsun!" temennisinde bulundu. Buna benzer “barış, kardeşlik, hoşgörü vs.” içerikli birçok mesaj verdi. Aynı zamanda onun ziyareti vesilesiyle Irak’ta 6 Mart, Ulusal Hoşgörü ve Birlikte Yaşama Günü ilan edildi.

Fakat, Vatikan’ın tarih boyunca İslam coğrafyasına yönelik fitne politikalarının, savaşların, Müslümanları birbirine düşürme amacına yönelik kirli stratejilerin, zihin bulandırma ataklarının ve daha pek çok karanlık oyunun ana merkezi olduğu gerçeğini de kimse inkâr edemez.

Batı emperyalizmi kendisi Kilise’yi siyaset sahasının dışına itmek için laikliği önemserken, İslam dünyasıyla ilgili karanlık oyunlarında ve komplolarında bugün hâlâ Kilise’nin yani Vatikan’daki dini devletin konumundan, gücünden ve imkânlarından sonuna kadar yararlanmaktadır.

İslâm topraklarının ele geçirilmesi, Müslüman toplumlara sahip çıkan devletlerin özellikle de Selçuklu Devleti’nin zayıf düşürülmesi için başlatılan kitlesel savaşlara kendi halklarının destek vermesini sağlamak ve dini potansiyeli değerlendirmek amacıyla bu savaşları “Haçlı Seferleri” olarak isimlendirdiler. Kudüs’ün dini konumundan yararlanabilmek için orayı ele geçirmeği insanlara bir ideal olarak gösterdiler.

Aslında Müslümanların hakimiyetindeki Kudüs’te hıristiyanlar da gayet özgür ve güven içindeydi. Hıristiyanların vakıflarının bir santimine bile dokunulmamıştı. Hıristiyanlar bütün tarihi miraslarını tam bir güven içinde koruyabiliyor, dinlerini özgürce yaşayabiliyorlardı. Ama ne kadar ilginçtir ki o zaman hıristiyanların özgür ve güven içinde yaşadıkları Kudüs’ü Müslümanlardan almak için “haçlı ruhu”nu hareket geçirmek amacıyla dinin etki gücünden sonuna kadar yararlanan Vatikan, bugün hıristiyanların mirasını ve varlığını da ciddi şekilde tehdit eden siyonist işgal karşısında kılını kıpırdatmıyor. Oysa Filistinli hıristiyanlar kendilerine sahip çıkılması ve siyonist tehdidin durdurulması için sürekli çağrı yapıyorlar. Filistin’deki hıristiyanların çağrılarına kulak tıkayan Vatikan, Irak nüfusunun sadece yüzde birini oluşturan hıristiyanları oldukça önemsediğini ortaya koymaya çalışıyor.

Avrupa'nın çapulcularının cennet vaatleriyle ve dünyevi mükâfatlarla bir araya getirilmesi suretiyle oluşturulan haçlı ordularının Kudüs'teki katliamları hakkında tarih kitaplarına geçen şu kayıt düşündürücüdür: "O gün şehirde yaşayan bütün halk en son fertlerine kadar tümüyle öldürülmüştü." Bu bilgi sadece bizim tarihçilerimizin değil Avrupalı tarihçilerin yazdığı kaynaklarda da geçer. Tarihçiler o tarihte Kudüs'te yetmiş bin civarında Müslüman yaşadığına dikkat çekerek öldürülen sayısının da bu kadar olduğuna hükmetmişlerdir. Düşünün ki bir katliamda ne kadar insan öldürüldüğünün tespiti için katliamın gerçekleştirildiği tarihte, olay yerinde ne kadar insan yaşadığına bakılıyor. Üstelik bu katliam Müslümanlara eman verildiği halde gerçekleştirilmişti. Tıpkı modern haçlıların Srebrenitsa katliamında olduğu gibi.

Söz konusu haçlı seferi ve katliamı dönemin Papası II. Urbanus'un çağrılarıyla gerçekleştirildi. Papa II. Urbanus haçlı seferlerine çağrı konuşmalarında bu seferlere katılacakların tüm günâhlarının bağışlanacağını söylemişti. Bilindiği üzere hıristiyan din adamları kendilerini, Allah adına insanların günâhlarını bağışlamaya yetkili görürler. Günâh çıkarma geleneği de bu yetkiye dayanır.

Haçlıların, son ferdine kadar bütün Müslümanları yok etme tarzındaki katliamları sadece Kudüs'te gerçekleşmedi. Bunun bir benzeri de Endülüs'te gerçekleşti.

Irak’ın işgali operasyonunun başlatıldığı sırada ABD’nin Başkanı olan George W. Bush (oğul Bush) bu saldırıyı “yeni haçlı seferi” olarak nitelendirmişti. Sonradan bunun bir dil sürçmesi olduğu iddia edildiyse de gerçekte o kalbinde olanı, bilinçli bir şekilde söylemişti.

Eski haçlı ordularının Kudüs’te ve Endülüs’te gerçekleştirdiği katliamların çok daha fenasının 21. yüzyılın başlarında Bağdat’ta ve genel olarak Irak’ta gerçekleştirilmesi haçlı zihniyetinin ve Müslüman halklara karşı kin ve nefretinin dünden bugüne hiç değişmediğinin çok açık bir göstergesiydi. Dolayısıyla dün o vahşi katliamları gerçekleştirenlerin yönlendiricileri arasında yer alan Vatikan’ın bugünkü liderinin kalkıp da güya barıştan, hoşgörüden ve birlikte yaşamaktan söz etmesi onun gerçek kimliğini gizlemez.

Papa Francis’in Irak seyahatinde özellikle Şii cemaatin lideri Ayetullah Sistani’yle ve buradaki Şii cemaatin bazı ileri gelenleriyle bir araya gelmesi yeni bir fitne oyununun peşinde olduğunu zaten belli ediyordu.

Vatikan’ın İslam dünyasıyla ilgili politikalarının ve planlarının amacı hiçbir zaman barış, hoşgörü ve birlikte yaşama ortamını hakim kılmak değil Müslümanları birbirine düşürmek için fitne araçlarının tümünden yararlanmak olmuştur.

Haçlı seferleri döneminde Kudüs’e komplo düzenlenmesinde Fatımiler’le gizli işbirliği yapılmasının, Selçuklular haçlı seferlerine göğüs gererken Fatımiler’in aşağıdan saldırı düzenlemelerinin Selçuklular’ı zor durumda bıraktığını, bunun neticesinde Kudüs’ün Fatımiler’in eline geçtiğini aradan fazla zaman geçmeden de Haçlılar tarafından işgal edildiğini burada hatırlatmakta yarar görüyorum. Haçlı dünyası o zaman Kudüs’ü ele geçirmek için sadece kendi askeri gücünden değil, arka planda fitne politikasını işletme konusundaki maharetinden de yararlanmıştır.

Dün o fitne oyunlarını yönlendiren ve yöneten Vatikan’a hakim olan zihniyetin bugün değiştiğini zannetmek çok fazla iyimserlik olur. Dolayısıyla hiç kimse Papa Francis’in resmi törenlerde yaptığı konuşmalarda verdiği mesajlara aldanmamalı, perdenin arkasında ne gibi oyunlar çevirdiğine iyi bakılmalıdır.

Tarihte yaşananların aynı zamanda bugüne ışık tutması ve geçmişte olanlardan ibret alınması gerekir. Haçlı seferleri döneminde Selçuklular’a karşı Fatımiler’le gizli işbirliği yapan Vatikan, Kudüs’ün Fatımiler’in eline geçmesinin üzerinden iki yıl geçmeden buraya geniş çaplı saldırı düzenleyip bu şehri onlardan almıştır.

Bugün İslam dünyasıyla ilgilenirken Şii kesime çengel atmaya çalışan Vatikan’ın da en önemli amacı Müslüman toplumları birbirinden koparmak ve onları zayıflatmaktır. Böyle bir fitne sadece Sünni kesime değil aynı zamanda Şii kesime de zarar verecektir. Çünkü düşmanlık tohumlarının ekilmesi suretiyle bir tarafın diğer tarafla karşı karşıya getirilmesi oyunu sonuç verecektir.

Ne yazık ki İran son dönemde izlediği mezhep ve siyasi çıkar öncelikli yanlış politikayla kendisini İslam coğrafyasında yalnızlaştırmıştır. Bu durum küresel emperyalizmin işine yaramakta ve İran’a yönelik baskılarında daha etkili olabilmektedir. İran bu yanlışı yapmasaydı belki bugün kendini ABD ve Batı emperyalizmi karşısında daha güçlü hissedebilecekti.

Emperyalizm, Irak’ı işgal etmesinden sonra yüz yıllardan beri birlikte yaşayan Müslüman toplulukların arasına fitne sokmayı da başardı. Bu fitne yüzünden çıkan olaylardan zarar görenler ne özellikle Şiîler ve ne de özellikle Sünnîlerdir. Irak'taki tüm Müslümanlar ve hatta hıristiyanlar da dâhil olmak üzere bütün Iraklılardır. Kârlı çıkan ise sadece küresel emperyalizmdir ve Vatikan’ın politikaları da bu emperyalizmin politikalarıyla örtüşmektedir.

Vatikan’ın sade ve barışçıl bir dinî müessese olduğunu zannetmek gerçeklere gözlerini kapamaktır. Vatikan tarih boyunca hep Batı’nın emperyalist politikalarına dinî enerji katmak için aktif rol oynayan, din kılıflı siyasi bir organizasyon konumunda olmuştur.