İslam Dünyasındaki Gelişmeler

Aralık 2020, Davet

Dağlık Karabağ'ın Azerbaycan'a Devrine Dair Anlaşma

Ermenistan'ın 27 Eylül sabahı Azerbaycan'a yönelik geniş çaplı saldırısına Azerbaycan'ın da karşılık vermesiyle başlayan çatışmalar ve savaş 9 Kasım günü Rusya'nın aracılığı ile kabul edilen bir anlaşmaya binaen, o günün gece yarısından itibaren durdu.

Daha önce 12 Temmuz tarihinde de Azerbaycan'a saldırıda bulunan ve biri general 8 Azeri askerinin öldürülmesine neden olan, Azerbaycan'ın karşılık vermesi üzerine kendi askerlerinden de kayıplar veren Ermenistan ateşkesi kabul etmiş; ancak sonrasında yeterince riayet etmemişti. 27 Eylül'de yeniden geniş çaplı saldırı başlatması ise, birilerine güvendiği, birilerinin onu teşvik ettiği ve destek vaatlerinde bulundukları kanaatinin hâsıl olmasına neden oldu. Ancak Azerbaycan'ın Türkiye'nin teknik desteğinden de yararlanarak kararlı bir mücadele vermesi Ermenistan'ın cephede sürekli kayıp vermesine ve 28 yıldan beri işgal altında tuttuğu Dağlık Karabağ ile çevresindeki Azerbaycan topraklarından üç aşamada çekilmeyi kabul etmek zorunda kalmasına yol açtı.

Azerbaycan güçlerinin Dağlık Karabağ bölgesinin başkenti olarak bilinen Hankendi'nin yakınındaki Şuşa'yı ele geçirmesi ve Hankendi'ye çok yaklaşması üzerine Rusya'nın devreye girmesiyle bir anlaşma yapıldı.

Anlaşmada Ermenistan, henüz kontrol altında tuttuğu Azerbaycan topraklarından üç aşamada çekilmeyi ve tüm askerlerini çekme işlemini 1 Aralık tarihine kadar tamamlamayı kabul etti. Ayrıca Türkiye ile Ermenistan arasında kalan ve Azerbaycan'a bağlı olan Nahcıvan özerk bölgesiyle Azerbaycan toprakları arasında bir kara bağlantısı kurulmasını kabul etti. Bu kara bağlantısı aynı zamanda Azerbaycan'ın Türkiye'yle de bir kara bağlantısı sağlamasına imkân verecek. Ermenistan işgali sebebiyle evlerini ve yurtlarını terk ederek Azerbaycan'ın muhtelif bölgelerine iltica etmek zorunda kalmış bir milyon civarındaki Azerinin de BM Mülteciler Yüksek Komiserliği'nin kontrolünde evlerine dönmeleri kararlaştırıldı. Dağlık Karabağ ahalisinden olan Ermeniler de burada kalacaklarından Ermenistan'ın, bunlarla irtibatının sürmesi için bir koridor açılması ve bu koridorun da Rusya'nın "barış gücü" sıfatıyla göndereceği askerler tarafından kontrol edilmesi talebi de anlaşmaya dâhil edildi. Buna göre Rusya'dan gerek bu koridorun kontrol edilmesinde ve gerekse bölgede çatışmaların önlenmesi için kurulacak gözlem yerlerinde görev alacak 1950 asker gönderilmesi ve bu askerlerin beş yıl süreyle bölgede kalması, bu süre dolduğunda da yine taraflarla yapılacak görüşmelerden çıkacak sonuca göre uzatılmasına imkan verilmesi anlaşma maddelerine dahil edildi.

Anlaşmada Rusya'nın bölgeye "barış gücü" sıfatıyla askeri güç gönderecek olması ve Dağlık Karabağ'daki Ermenilerle Ermenistan arasındaki ilişkilerin sürmesi için Laçin bölgesinde açılacak koridorun bu askerler tarafından kontrol altında tutulacak olması bazı kesimler tarafından, bölgede "işgalin el değiştirdiği" ve Dağlık Karabağ'da asıl kazanan tarafın Rusya olduğu iddialarının ortaya atılmasına neden oldu.

Normalde Laçin koridorunun sivil amaçlar dışında kullanılmasına fırsat verilmemesi için kontrol edilmesi Azerbaycan açısından da büyük ehemmiyet arzetmekle birlikte işgalin el değiştirdiği veya kazanan tarafın Rusya olduğu iddiaları haklı değildir. Çünkü bu anlaşmayla Ermenistan yenilgiyi kesin olarak kabul etmiş ve işgal altında tuttuğu Dağlık Karabağ bölgesiyle onun çevresinde yer alan ve yine Azerbaycan'a ait olan tüm bölgelerden tamamen çekilmeyi taahhüt etmek zorunda kalmıştır. Rusya'nın bölgede etkin rol oynaması ise anlaşmayla elde ettiği değil zaten var olan gücüne dayanmaktadır. Ancak Türkiye'nin de bölgede barışın sürdürülmesi ve Laçin koridorunun kontrol edilmesi için aktif bir şekilde yer alması bu gücü dengeleyecektir. Azerbaycan da Türkiye'nin bölgede daha etkili bir şekilde yer almasını istemektedir. Bu konudaki görüşme süreci ise devam etmektedir.

Macron'un İkiyüzlü Düşünce Özgürlüğü ve İslam Hazımsızlığı

Kendi tabularına dokunulmasına, siyonist saldırganlığın eleştirilmesine ve işgalci siyonistlerin katliamlarına tepki gösteren bir yahudinin bu tepkisini dile getirmek için çizdiği karikatürlere kesinlikle izin vermeyerek onu mahkum eden Fransa, Müslümanların en çok saygı gösterdiği insan olan Hz. Muhammed'e (s.a.s.) çirkin bir şekilde saldıran karikatürlere izin verilmesinin düşünce özgürlüğü olduğunu ileri sürmeye devam ediyor. İşin gerçeğinde bu saldırganlık Fransa'nın düşünce özgürlüğüne önem vermesinden değil tamamen İslam'a ve Müslümanlara karşı aşırı kin duymasından kaynaklanıyor.

Fransa cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un düşünce özgürlüğü konusundaki ikiyüzlülüğüne ve İslam'a karşı düşmanca politikalarına İslam dünyasında tepkiler devam ediyor. Bu tepkinin önemli bir boyutunu Fransa ürünlerinin boykot edilmesi çağrısı oluşturdu. Macron bu konuda telaşa düşmesi üzerine bir imaj düzeltme operasyonu olarak El-Cezire'ye röportaj verdi ve Müslümanlarla bir meselesinin olmadığını iddia etmeye kalkıştı. Ancak Müslümanların kutsal değerlerine ve saygı duydukları insanlara yönelik hakaretlere engel olmaya da yanaşmadı. Dolayısıyla pratikte sergilediği tavır göstermelik sözlerindeki tavırlarını doğrulamadı. Bu yönüyle de ikiyüzlülüğünü ve sahtekarlığını ortaya koydu.

Aslında Fransa'nın İslam'a ve Müslümanlara yönelik medya savaşı ve saldırgan tutumu yeni değildir. Daha önce de bu amaçla çok çirkin ataklar gerçekleştirdi. Fakat biz sözü uzatmamak için bunun ayrıntısına girmeyeceğiz. Müslümanların bu konuda Fransa'ya hakim zihniyetin gerçek yüzünü görmesi ve ona karşı tavır almaları, kendi değerlerine sahip çıkmaları gerekmektedir.

Suudi Arabistan'ın Saray Ulemasından İhvan'a Saldırı

Suudi Arabistan'daki rejim, dünyadaki İslamî duyarlılığa karşı küresel emperyalizmin safında yer alan bir ihanet rejimidir. Bu konudaki tutumu son yıllarda çok daha belirgin bir şekilde kendisini göstermiştir. Özellikle Filistin halkının özgürlük mücadelesine karşı işgalci siyonistlere destek vermesi onun ezilen Müslüman halkları arkadan vurmada ne kadar ileri gittiğinin çok açık bir göstergesidir.

Bu rejim, muhaliflerini ortadan kaldırmak için terörün en iğrenç ve en korkunç şekillerini bile kullanmaktan çekinmediğini Cemal Kaşıkçı cinayetiyle gözler önüne serdi. Fakat ne kadar ilginçtir ki terörü kendi zulüm saltanatını sürdürebilmek için sınırsızca kullanmakta beis görmeyen böyle bir rejim bile kendince "terör listesi" hazırlamaya kalkışmakta ve bu konuda referans olabileceği iddiasında bulunabilmektedir.

Suudi Arabistan Terör Krallığı 2014'te hazırladığı sözde "terör listesi"ne Müslüman Kardeşler cemaatini de dâhil etmişti. Bu rejimin kendisinin zulüm uygulamalarını meşrulaştırmak, bu uygulamalara fetva vermelerini sağlamak için istihdam ettiği saray ulemasından oluşan ve "Hey'etu Kibari'l-Ulemai's-Suudiyye (Suud Büyük Alimler Kurulu)" olarak adlandırılan yağcı takımı da geçtiğimiz ay kendisini besleyen saltanatı sevindirmek için Müslüman Kardeşler'i terör örgütü olarak gösteren ve bu cemaate çirkin şekilde saldıran açıklamada bulundu. Heyetin açıklamasında kullandığı dil bu adamların ilimden değil ahlâktan da bir nasiplerinin olmadığını gösteriyordu.

Bu gibi alimler Arapçada "murtezika" yani "beslemeler" olarak isimlendirilmektedir. Malum olduğu üzere Kur'an-ı Kerim de bu gibileri "kitap yüklü eşekler"e benzetir. Elde ettikleri üç kuruşluk dünya çıkarı için zulmün yağcılığını yapma konusunda kendilerini bu kadar aşağılara düşüren sonra da "Kibaru'l-Ulema" diye nitelendirilen bu tiplerin içine düştüğü durum Kur'an-ı Kerim'deki teşbihin ne kadar da hikmetli olduğunu gösteriyor.

İhanetçiler İşgalciyle İşbirliği Yolunda İlerliyorlar

Arap dünyasındaki ihanet rejimleri işgalci siyonist katillerle işbirliklerini geliştirme yolunda ilerlemeye devam ediyor. Sudan'da darbeyle iş başına geçenlerin, halklarının davalarına ihanet eden sivil hareketle anlaşarak oluşturmuş oldukları geçici "yarı cunta" yönetimi ABD'ye yaranabilmek için işgal rejimiyle ilişkileri normalleştirmeyi kabul ettiğini resmen açıkladı. Fakat onun bunu resmen açıklaması ABD Başkanı Trump'ın Sudan'ı teröre destek veren ülkeler listesinden çıkarma vaadini yerine getirmesi için yeterli olmadı. Anlaşıldığı kadarıyla Trump, Sudan'ın sözünü yerine getirmesini ve ilişkilerin fiilen başlatılmasını bekliyor. Çünkü Sudan halkının tepkileri karşısında bu ülkedeki yarı cunta yönetiminin geri adım atmasından korkuyor ve ona tam güvenmiyor.

Suudi Arabistan'daki zulüm rejiminin arka bahçesi durumundaki Bahreyn Krallığı'nın Dışişleri Bakanı Abdüllatif Raşid Ez-Zeyyani de işgal rejimiyle ilişkileri geliştirmek amacıyla görüşmeler yapmak üzere işgal altındaki Filistin topraklarına gitti. 18 Kasım Çarşamba günü Tel Aviv yakınındaki Ben Gurion Havaalanı'na ulaşan Ez-Zeyyani aynı gün işgal rejiminin Dışişleri Bakanı Gabi Aşkenazi ile bir araya gelerek işgal rejiminin Kudüs'teki Dışişleri Bakanlığı binasında onunla birlikte ortak bir basın toplantısı düzenledi. Burada yaptığı en önemli duyuru ülkesinin, işgal rejiminin Bahreyn'in başkenti Manama'da büyükelçilik açma talebini kabul ettiğini ve kendilerinin de "İsrail"de büyükelçilik açmak için resmen talepte bulunduklarını bildirmesi oldu.

Zeyyani'nin ziyaretiyle eş zamanlı olarak ABD Dışişleri Bakanı Pompeo da işgalcileri ziyaret etti ve işgal altındaki Batı Kudüs'te birlikte, işgal rejiminin ileri gelenleriyle görüşmeler yaptılar.

Abbas Yönetimi Yine Yan Çizdi

Arap dünyasındaki ihanet rejimlerinin işgalciyle ilişkilerini normalleştirmelerinden güç alan siyonist işgal rejimi karşısında Filistin tarafındaki ihtilafları gidererek safları ve güçleri birleştirmek için uzun süreden beri çalışmalar yürütülüyor. Ama maalesef ABD'de Joe Biden'ın seçimleri kazanmasından dolayı heyecanlanan Mahmud Abbas yine yan çizerek işgal rejimiyle eski duruma geri dönmeye karar verdi. Bu arada işgal rejimiyle ilişkilerini başlatmalarından dolayı protesto ettiği Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn ile diplomatik ilişkilerini de normalleştirme kararı aldığını duyurdu.

İşin gerçeğinde ABD seçimlerini Biden'ın kazanmasının Filistin halkına ve davasına hiçbir faydası olmayacaktır. Siyonist işgal rejimine destek konusunda onun Trump'tan geri kalmayacağı ve bu konuda ABD'nin resmi politikasının da zaten işgal rejimine tam destek verme prensibine göre şekil aldığını unutmamak gerekir. İşgal rejimini geri adım atmaya zorlayacak olan tek etkili yöntem ise kararlı mücadele ve direniştir. Bunun için yapılması gereken ise Filistin'de safları ve güçleri birleştirmektir. İşgal rejimine karşı tavır alınması ise bu konudaki ittifak ve güç birliğinin temel prensibi niteliğindedir.

ABD'de başkan değişikliğinden dolayı ümide kapılmak tamamen boşunadır.

Mahir El-Ahres Zafere Kadar Direnişini Sürdürdü

Siyonist işgal rejiminin idari tutuklama kararını protesto amacıyla ve özgürlüğüne kavuşmak için açlık grevi başlatan Filistinli esir Mahir El-Ahres bu mücadelesine 103 gün devam etti. Ölümü göze aldığını ve özgürlüğüne kavuşuturulacağı konusunda kendisine kesin güvence verilmediği sürece açlık grevinden vazgeçmeyeceğini belirten El-Ahres sağlık durumunun çok kötüleşmesine rağmen geri adım atmadı ve kararlı bir şekilde onur mücadelesine devam etti. Onun hayatını kaybetmesinin Filistin tarafının kendisine yönelik tepkilerinin artacağını ve zorlanacağını nazarı dikkate almak zorunda kalan işgal rejimi de sonunda El-Ahres'in idari tutukluluğunu 26 Kasım'dan sonra yenilememe konusunda güvence verdi ve o da 103 günden sonra açlık grevini bitirdi. El-Ahres'in serbest bırakılacağı tarihe kadar hastanede tedavi edileceği bildirildi.