29 Temmuz 2021 Perşembe, Yeni Akit
Bir insanın birilerine güven vererek, aldığı yetki ve sorumluluk bir emanettir. Dolayısıyla bu güveni istismar ederek, yetki ve sorumluluğunu tamamen amacı dışında kullanmak, kişiye emanet edilen parayı veya kıymetli bir eşyayı zimmetine geçirmekten farksızdır.
Tunus Cumhurbaşkanı Kays Said’in 25 Temmuz Pazar gecesi, kendince birtakım gerekçeler ileri sürerek, başbakanı ve hükümeti görevden almak ve parlamentonun çalışmalarını dondurmak suretiyle siyasi darbe gerçekleştirmesi, güveni kötüye kullanarak emanete ihanet etmekten başka bir şey değildir. Çünkü cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turunda, aralarında Nahda Hareketi’nin de bulunduğu bazı siyasi partilerin ona destek vermesi hukukun ilkelerine ve anayasaya bağlı kalacağına, kendisini seçen halkın iradesine saygı duyacağına dair güvence vermesinden kaynaklanıyordu. Ama o taahhütlerine bağlı kalmayıp, silahın gücünü kullanarak, halkın seçtiği üyelerden oluşan meclisin çalışmalarını dondurmak ve bu meclisin onayladığı hükümeti görevden almak suretiyle tam anlamıyla emanete ihanet etmiştir.
Kays Said aslında destek oylarından ziyade tepki oylarıyla seçilmiştir. Bu kişi 15 Eylül 2019 tarihinde gerçekleştirilen cumhurbaşkanlığı seçimlerinin birinci turunda %18.4 oy alarak birinci olmuştu. Ancak ikinci sırada yer alarak, ikinci turda onun rakibi olan kişi eski dikta rejiminin uzantısı, fanatik laik Batıcı zihniyete sahip ve İslami kesime karşı kinci tutumuyla öne çıkan medya patronu Nebil El-Karuvi’ydi. Bu kişi o sıralar aynı zamanda hakkında yürütülen birtakım yolsuzluk soruşturmalarından dolayı hapiste tutuluyordu. Eski diktatör Zeynelabidin bin Ali’yle de ilişkilerinin iyi olduğu biliniyordu.
13 Ekim 2019 tarihinde gerçekleştirilen ikinci turda Kays Said’in oyların %73’ünü alarak önemli bir zafer elde etmesinin sebebi de rakibinin Nebil El-Karuvi gibi diktatörlük kalıntısı, fanatik derecede laik, aşırı Batıcı ve boğazına kadar yolsuzluklara batmış biri olmasıydı. Onun kazanmasını istemeyen kitleler Said’e oy verdi. Bu itibarla ona verilen oylar destek oylarından ziyade tepki oylarıydı.
Fakat o, tepki oylarını kendine çekebilmek için, halkının hoşuna gidecek bazı tavırlarla da öne çıkmaya çalıştı. Her şeyden önce Arap Baharı diye bilinen sürece olumlu yaklaşan ve dikta rejimlerine karşı duran halkları destekleyen bir tavır sergilemişti. Bu konudaki açıklamalarında diktatörlüğe karşı durmuş ve halkın siyasi iradesine saygı duyduğunu dile getirmişti. Ama bugün perdenin arkasında, hâlen saltanatlarını sürdüren birtakım dikta rejimleriyle işbirliği yaparak halkın iradesine karşı siyasi darbe gerçekleştirmesi, seçim sürecinde izhar ettiği kimliğe tamamen ters bir tutum sergilediğini göstermektedir.
Seçimlere herhangi bir parti adına değil bağımsız aday olarak giren Kays Said, farklı siyasi oluşumlara ve gruplara karşı tamamen tarafsız davranacağını ve herkese eşit mesafede duracağını söylemişti. Ama bugün özellikle İslamî kesimin, siyasi iktidara ortak olmasından rahatsız olduğunu çok açık bir şekilde belli eden tutumu, bu sözünde durmadığını, taraflı hareket ettiğini, üstelik belli siyasi oluşumları devre dışı bırakmak için totaliter rejimlerin metotlarına başvurmaktan çekinmediğini gösteriyor.
Filistin davasına büyük önem verdiğini ve Arap ülkelerinin siyonist işgal rejimiyle ilişkilerini normalleştirmelerini bir ihanet olarak gördüğünü dile getirerek, Tunus halkının bu konudaki duyarlılığından yararlanmaya çalıştı. Ama bugün işgal rejimiyle ilişkileri normalleştirme yarışı içindeki rejimlerle perde arkasında işbirliği yaparak siyasi darbe planlaması tam bir çelişki oluşturmaktadır.
Said, yaptığının aslında bir darbe olmadığını, anayasanın sekseninci maddesinin kendisine verdiği yetkileri kullandığını iddia ederken, Türkiye’de de darbelere kılıf geçirme meraklısı birtakım kesimlerin onun bu yöndeki iddialarını inandırıcı bulduklarını görüyoruz. Bu konudaki iddialarının tahlilini inşallah müteakip yazımızda yapmaya çalışacağız.
30 Temmuz 2021 Cuma, Yeni Akit
Tunus’ta darbe yapan Kays Said bir hukukçu ve anayasa hukuku alanında ihtisas sahibi bir profesör. 2014’te Tunus Anayasası’nın revize edilmesi için oluşturulmuş heyette de yer almış. Yani anayasa hukukunu, tabii bu arada Tunus Anayasası’nı iyi bilen biri. Kendisinin son kararlarını da anayasanın sekseninci maddesine dayandırıyor ve darbe yapmadığını, anayasanın kendisine verdiği yetkiyi kullandığını ileri sürüyor. Olaya fanatizm gözlüğüyle bakanlar da onun konu hakkında yetkin bir kişi olmasını, kendisini “haklı” çıkarmanın gerekçesi olarak gösteriyor, ama konunun detayına girmek ve konuyu en az Kays Said kadar bilen diğer hukukçuların değerlendirmelerine yer vermek istemiyorlar.
Bir konu hakkında doğru hüküm vermek ve doğru tavır sergilemek için sadece o konuyu bilen biri olmak yeterli değildir. Aynı zamanda dürüst olmak gerekir. Aksi takdirde bilen birinin çarpıtma ve yanıltma yapması daha kolaydır. Bu yüzden Batı emperyalizmi oryantalizme büyük önem vermiş ve kendi akademisyenlerinin İslamî ilimleri öğrenmelerini sağlamıştır. Çünkü bu ilimleri öğrendiklerinde insanların kafalarını karıştırmalarının daha kolay olacağını biliyorlardı. Gerçi oryantalistlerden tek tük dürüst davrananlar ve gerçekten dikkate alınmaya değer tespitlerde bulunanlar çıkmıştır ama çoğu öğrendiklerini, zihin bulandırmak, gerçekleri çarpıtmak amacıyla değerlendirmiştir.
Tunus Anayasası’nın sekseninci maddesi aslında sorunlu ve bu yüzden de sürekli tartışılan bir maddedir. Ama Said’in gerçekleştirdiği siyasi darbede sergilediği tutuma gerekçe oluşturacak nitelikte de değildir.
Bu madde, ülkenin geleceğini ve bağımsızlığını tehdit eden son derece tehlikeli gelişmelerin yaşanması durumunda, cumhurbaşkanına Meclis Başkanı’yla ve Başbakanla danışarak, gerekli tüm olağanüstü tedbirleri alma hakkı tanımaktadır. Cumhurbaşkanının, Meclis Başkanı ve Başbakanla görüşüp, olağanüstü uygulamalara başvurma kararı vermesi durumunda da bunu Anayasa Mahkemesi’ne bildirmesi ve bu arada Meclis’in de yürütme organlarının önünü açmak amacıyla sürekli oturum halinde olması isteniyor. Bu uygulamalara azami bir aylık süre için başvurulabilir. Bu süreden sonra uygulamaların devam etmesine ihtiyaç duyulması halinde Meclis üyelerinden en az 30 kişinin Anayasa Mahkemesi’ne müracaat etmesi ve uzatma kararını da bu mahkemenin vermesi gerekmektedir.
Yani bu maddenin tanıdığı yetkinin kullanılması için en başta, ülkenin geleceğini ve bağımsızlığını tehdit eden, devlet nizamının normal şartlarda kendi tekerlekleri üzerine yürüyemez hale gelmesi ve olağanüstü hal uygulamasının bir zorunluluk olması gerekir.
İkinci olarak cumhurbaşkanı bu yetkiyi tek başına kullanamaz, hükümet başkanıyla ve Meclis Başkanı’yla danışarak kullanması gerekir.
Üçüncü olarak bu durumda Meclis’in daha aktif bir şekilde devreye girmesi için sürekli oturum halinde olması gerekir.
Dördüncü olarak cumhurbaşkanının kararlarını Anayasa Mahkemesi’ne bildirmesi gerekir ve normal dışı tedbirleri sürdürebilmesinin azami süresi otuz gündür. Ondan sonra Meclis üyelerinden otuz kişinin Anayasa Mahkemesi’ne başvurması ve uzatma kararını Anayasa Mahkemesi’nin vermesi gerekir.
En başta Kays Said’in bu yetkiyi kullanmasını gerektirecek şartların oluştuğu iddiası gerçekçi değildir. Bu şartların oluştuğuna karar verme konusunda Başbakanı ve Meclis Başkanı’nı tamamen devreden çıkararak tek başına hareket etmiş, sivil mekanizmayı devre dışı bırakarak kolluk kuvvetlerinin desteğini almak amacıyla onlarla toplantı yapmayı tercih etmiştir ki bu tam anlamıyla bir darbe girişimidir.
Meclis’in sürekli oturum halinde olması gerekirken Cumhurbaşkanı Meclis’in çalışmalarını dondurmuş, üyelerinin dokunulmazlıklarını askıya almış ve böylece yasama organını da tamamen devreden çıkarmıştır.
Karar hakkında Anayasa Mahkemesi’nin bilgilendirilmesi isteniyor ama Tunus’ta bu mahkeme henüz oluşturulmuş değil. Bir aylık süreden sonra uzatma kararı verecek Anayasa Mahkemesi zaten mevcut değil.
31 Temmuz 2021 Cumartesi, Yeni Akit
Hukuk, hak kelimesinin çoğuludur. Yani "haklar" anlamına gelir. Dolayısıyla "hukuk" nizamı toplumun ve fertlerin haklarının güvence altına alınmasını amaçlar.
Hukukun veya yasaların uygulanmasına genellikle "adalet", yasaları uygulayan kurumlara da "adliye" deniyor. Arapçadaki köküne bakıldığında "adalet" kavramının "eşitlik" anlamına geldiği görülür. Eşitliği sağlayana "âdil", bir şeyin dengine, aynen benzer olanına "adîl" denir. Bu kavramın kullanılmasındaki maksat da toplumun bütün bireylerine yasaların aynı şekilde uygulanması, kimseye ayrıcalık tanınmaması, cezalandırmada da hakları kullandırmada da herkesin eşit tutulmasıdır. Eğer bu yapılmıyorsa uygulama adalet değil zulümdür. İsim olarak adaletin kullanılması, yasaları uygulayan kurumlara adliye denmesi bir şeyi değiştirmez.
Bu iki kavramı incelediğimizde hukukun yasal çerçeveyle, kanunların şekillendirilmesiyle adaletin ise onların uygulanmasıyla ilgili olduğu görülür.
Hukukun icrası için yerine göre güç kullanılır. Zaten güç kullanılmadan bir cezanın infaz edilmesi pek mümkün değildir. Ama güç kullanımının da hukukunun, geçerli sebebinin ve ölçüsünün olması gerekir. Eğer bir şeyin haksız yere ve zorla dayatılması veya bir kimseye işlediği suçun dengi olanın üstünde ceza verilmesi amacıyla güç kullanılıyorsa bunun adı hukuk değil zorbalıktır.
Tunus Cumhurbaşkanı kendisinin hukukçu olmasını öne çıkararak, insanların gözlerine perde çekmek amacıyla kendisinin anayasaya bağlı kalacağı vaadinde bulunuyor. Ama uygulamaları bu konudaki taahhütlerini desteklemediği gibi sürecin şimdiye kadarki kısmında zaten anayasayı çiğnemiş, hukuk ilkelerini ihlal etmiştir. Bir hukukçu sıfatıyla hukuku değil zorbalığı tercih etmiştir.
Anayasaya göre, olağanüstü hal uygulaması konusunda kendisiyle istişarede bulunması zorunlu olan Başbakan Hişam El-Meşişi’nin, 25 Temmuz Pazar günü Kartaca Sarayı’na yani cumhurbaşkanlığı sarayına çağrıldığı ve istifaya zorlandığı, kabul etmemesi üzerine de darp edildiği haberlerde dile getirildi. Bu bilgi doğruysa, böyle bir yöntem tam anlamıyla bir eşkıyalık tarzı, mafya çetelerinin yöntemidir. Şimdilik bu bilgi Middle East Eye adlı haber ajansının yayınladığı haberlere dayandığından yeterince teyit edilmiş olmasa da, Meclis Başkanı Raşid El-Gannuşi’nin Meclis binasına girmesinin kolluk kuvvetleri tarafından engellenmesi ve kendisine karşı zor kullanılması olayına bütün herkes şahit oldu. Oysa cumhurbaşkanının olağanüstü uygulamalara başvurma kararı vermek için Meclis Başkanı’nı da çağırması ve kendisiyle istişare etmesi gerekiyordu. Ama cumhurbaşkanı bu konuda da hukuka riayet etmemiş; tam anlamıyla zorbalık, kabadayılık yöntemini kullanmıştır.
Darbeciler olayların doğru bir şekilde kamuoyuna yansıtılmasını engellemek amacıyla da zorbalığa başvurmuşlardır. Örneğin, darbe kararlarının açıklanmasının ertesi günü, merkezi Katar’da bulunan ve Arap dünyasının en etkili medya kuruluşlarından olan El-Cezire’nin Tunus’taki ofisi boşaltılmış, elemanların içeri girmeleri polis gücüyle engellenmiştir. Darbeciler basına yönelik şiddet uygulamalarını sadece El-Cezire’ye münhasır kılmamış, daha başka basın mensuplarına yönelik olarak da şiddete başvurmuşlardır. Oysa görevleri sadece olan bitenleri kamuoyuna yansıtmak olan basın mensuplarına karşı şiddete başvurulması temelden hukuka aykırıdır. Basın mensuplarının gerçekleri çarpıtmaları durumunda yargılanmaları ve cezalandırılmaları mümkündür ama sırf çalışmalarının engellenmesi amacıyla kendilerine karşı şiddete başvurulması tam anlamıyla zorbalıktır. Tunus’taki darbecilerin basına karşı zorbalığa başvurma ihtiyacı duymalarının sebebi ise gerçeklerin kamuoyuna yansıtılmasından rahatsız olmalarından başka bir şey değildir.
Tunus’taki sivil toplum kuruluşları ve hukukçular da Cumhurbaşkanı Kays Said’in anayasanın verdiği yetkiler çerçevesinde hareket etmediğini, bilakis anayasaya karşı da darbe yaptığını ve hukuk ilkelerini tamamen ayaklar altına aldığını dile getirmişlerdir.