18 Mart 2021 Perşembe, Yeni Akit
İki gün öncesi yani 16 Mart tarihi, siyonist işgal zulmüne göğüs germesinden dolayı buldozerlerin altında ezilen ve Amerikalı bir yahudi aileye mensup olan Rachel Corrie’nin öldürülmesinin 18. yıl dönümüydü.
Yahudi bir aileye mensup olmasına rağmen siyonist işgal zulmünü onaylamadığı için göğüs geren ve siyonist katillerin buldozerleriyle ezilen Rachel Corrie’nin öldürülmesinin yıldönümünü idrak etmemizden birkaç gün önce de Kosova yönetimi Filistin’in işgal altındaki Kudüs şehrinde büyükelçilik açtığını duyurdu. Kosova Dış İşleri ve Diaspora Bakanlığı’nın açıklamasına göre salgın hastalık sebebiyle büyükelçiliğin açılışı münasebetiyle herhangi bir tören düzenlenmemesi tercih edilmişti.
Kosova’nın Kudüs’te büyükelçilik açması sadece siyonist işgal yönetimi nezdinde diplomatik bir temsilcilik açması değil aynı zamanda, ABD’nin eski başkanı Trump’ın gösterdiği yoldan giderek, siyonistlerin gayri meşru bir şekilde işgal altında tuttukları ve Müslümanların ilk kıblesini, Mescidi Aksa’yı bağrında barındıran Kudüs’ü onların başkentleri olarak tanıması anlamına geliyordu. Bu, Kudüs’ün özgürlüğe kavuşturulması sorumluluğunu üzerinde taşıyan İslam ümmetine ve bu kutsal şehirde muhtelif zulümlere, haksızlıklara rağmen direnen, buradan İslam’ın izlerinin silinmesine fırsat vermemek için kararlılıkla mücadele eden Filistin halkına sırtından bir hançer saplamak anlamına geliyordu.
Kosova, topraklarının Sırbistan tarafından işgal altında tutulduğu gerekçesiyle yıllarca bağımsızlık savaşı verdi. Ama bugün Filistin’de toprakları işgal edilenlerin, yurtlarını işgalden kurtarmak için mücadele eden halkın değil işgalcinin safında durdu. Yani iş Filistin davasına gelince kendini inkâr etti. Kendi varlığının gerekçesinin karşısında durdu. Yani bir bakıma kendiyle karşı karşıya geldi.
İslam âlemi yıllarca Kosova’nın bağımsızlık ve özgürlük mücadelesine sahip çıktı; destek verdi. Değişik şekillerde yardımcı oldu. Ama Kosova bağımsız olduktan sonra Kudüs’te İslâm âlemini, Müslüman halkları, Müslümanların hak ve özgürlük mücadelelerini, toprakları gasp edilen halkı sırtından hançerledi. Mazlumların değil zalimlerin, hakları gasp edilenlerin değil, hakları gasp edenlerin yanında yer aldı.
Bu konuda kullandığı gerekçe ise, siyonist işgal rejimiyle ilişkileri normalleştirmenin ve onun haksız bir şekilde işgal altında tuttuğu kutsal Kudüs şehrinde büyükelçilik açmanın kendisini uluslararası arenada güçlü kılacağı iddiası. O, bu iddiayla artık tamamen pragmatist, çıkarcı olduğunu, kendisini sadece kendi çıkarlarının ilgilendirdiğini; insanî değerlerin, hak ve hukukun, haksızlığa ve işgale karşı durma gibi bir ilkeliliğin kendisi için önemi olmadığını bütün dünyaya ilan etmiş oldu. Bu tavır, onun kendi geçmişini de inkar etmesi ve Kosova’da verilen bağımsızlık mücadelesine gerekçe oluşturan Sırp işgalinin aslında meşru olduğunu ilan etmek anlamına gelir.
Rachel Corrie, “Zulüm bizdense ben bizden değilim.” diyerek insanlığa onurlu bir mesaj verirken Kosova yönetimi “Çıkarım zalimlerden olmamı gerektiriyorsa ben bizden değil zalimlerden olmayı tercih ederim.” diyerek tam bir zillet örneği sergiledi.
Ama maalesef bu bir gerçek. İslam alemi Kosova’daki bağımsızlık ve özgürlük mücadelesine destek vererek bu mücadelenin zafer kazanmasını sağladı ama küresel emperyalizmin bu zaferin ürünlerini toplamak için oynadığı oyunların önüne geçmede başarılı olamadı. Dolayısıyla her ne kadar Kosova’daki direniş bağımsızlık konusunda zafer elde ettiyse de ümmet, işgale karşı mücadele verilen daha birçok yerde olduğu gibi burada da siyaset sahnesinde kaybetti.
Siyonist işgalci Kosova’daki bağımsızlık mücadelesine hiçbir şekilde destek vermemiş, arka çıkmamış ve yardımcı olmamıştır. Ama bugün Kosova’ya hükmeden zihniyet, Filistin topraklarında hak ve özgürlük mücadelesine değil onlara zulmeden işgalci katillere destek vererek Kosova’daki mücadeleye sahip çıkanlara, destek verenlere karşı büyük bir nankörlük yapmış, ihanet etmiştir.