Suudi Arabistan'da çalkantılar

9-11 Kasım 2017 Perşembe, Yeni Akit

Suudi Arabistan'ın veliaht prensi Muhammed bin Selman'ın "ılımlı İslâm"a döneceklerine dair açıklamaları geniş çaplı tartışmalara konu oldu. Biz de 26 Ekim 2017 tarihinde yayınlanan "Suud patentli ılımlı İslâm" başlıklı yazımızda Muhammed bin Selman'ın söz konusu açıklamasıyla neyi kastettiği hakkında görüş ve tespitlerimizi dile getirmiştik.

Bu açıklamanın üzerinden fazla zaman geçmeden ülkede birbiri ardından ciddi sarsıntılara neden olan gelişmeler yaşandı ve şimdi bu gelişmelerin arka planında neler olduğu üzerinde tartışmalar yapılıyor. Öncelikle bu gelişmeler hakkında özet bilgiler vermek istiyoruz.

4 Kasım 2017 tarihinde Yemen'deki Husi hareketi Suudi Arabistan'ın başkenti Riyad'a Volkan H2 tipi bir balistik füze attı. Husi örgütü tarafından yapılan açıklamada füzenin hedefini vurduğu iddia edilirken Suudi Arabistan tarafından yapılan açıklamada füzenin, füze savunma sistemi tarafından havada etkisiz hale getirildiği ve Uluslararası Kral Halid Bin Abdülaziz Havaalanı yakınında meskûn olmayan bir yere düştüğü ifade edildi. Sonuç Husilerin iddiasının doğru olmadığını gösteriyordu. Çünkü füze herhangi bir can kaybına veya ciddi anlamda hasara neden olmamıştı. Bu da havada etkisiz hale getirildiği bilgilerini doğruluyordu.

Husi örgütü Suudi Arabistan'a ilk kez füze atmıyordu. Daha önce de değişik zamanlarda füze gönderdi. Bunlardan biri de ABD Başkanı Donald Trump'ın bu ülkeyi ziyaretinden bir gün önce atılmıştı. Fakat son atılan füzenin öncekilere nispetle daha endişe verici olduğu söylenebilir.

Husi örgütü ve onunla işbirliği içindeki eski diktatör Ali Abdullah Salih'in adamları tarafından yapılan açıklamada atılan füzenin kendileri tarafından üretilen yerel bir füze olduğu iddia edildi. Ancak Suudi Arabistan Husilerin veya onunla işbirliği içinde olan Yemenli güçlerin böyle bir füze üretme imkânının bulunmadığını, füzenin İran tarafından verilmiş olduğunu iddia etti. Dolayısıyla bunun İran tarafından atılmış bir füze olarak sayılacağını ve savaş ilanı anlamına geldiğini ifade etti. ABD tarafından yapılan açıklamalarda da füzenin İran yapımı olduğu iddiasını destekleyen ifadelere yer verildi. İran ise bu konuda kendisine yöneltilen suçlamaları reddetti.

Husi örgütü daha sonra yaptığı açıklamada ellerinde Suudi Arabistan'ın ve Birleşik Arap Emirlikleri'nin stratejik havaalanlarını ve limanlarını vurabilecek menzile sahip füzeler bulunduğunu ve gerek gördüğünde buralara da füze atabileceğini ifade ederek tehditte bulundu.

Son derece önemli olan bu füze saldırısı olayı Suudi Arabistan'da çok fazla gündemde kalmadı. Çünkü aynı gün ve söz konusu saldırının hemen ardından Suud yönetimi tarafından yolsuzlukla mücadele iddiasıyla on bir prens, görev başındaki dört bakan ve birçok eski bakan gözaltına alındı. Tabii elinin hiç temiz olmadığı bilinen veliaht prensin yolsuzlukla mücadele iddiasıyla birçok ileri gelen kişiyi gözaltına aldırması zihinlerde çeşitli soruların hâsıl olmasına neden oldu. Birçoklarının ortak yorumuna göre bu gözaltılar yolsuzlukla mücadeleden ziyade ülkede ipleri tamamen eline almak için hazırlık yapan, bu amaçla tüm muhaliflerini etkisiz hale getirmek isteyen veliaht prensin kazıklarını sağlamlaştırma atağıydı.

Bu olayın hemen ardından aralarında Prens Mansur bin Mukrin bin Abdülaziz'in de bulunduğu birçok ileri gelen kişinin helikopter kazasında ölmesi de doğal olarak şüphelere neden oldu. Birçoklarına göre bu olay bir kaza değildi. Yine veliaht prensin muhaliflerini ortadan kaldırmak için böyle bir kaza senaryosunu sahnelemiş olabileceği ihtimali gündeme geldi.

Gözaltılar ve bir helikopterin düşmesi olayının hemen ardından Suudi Arabistan'ın Abdullah bin Abdülaziz'den önceki kralı Fehd bin Abdülaziz'in oğlu Prens Abdülaziz bin Fehd hayatını kaybetti. Yerel kaynaklar tarafından kamuoyuna açıklanan bilgilerde ölüme kalp krizinin sebep olduğu iddia edildi. Fakat özellikle veliaht prensin saraydaki muhaliflerini tasfiye etme operasyonlarını başlattığı bir dönemde böyle bir iddia hiç kimseye inandırıcı gelmedi. Herkesin zihninde çeşitli şüphelerin ve soru işaretlerinin dolaştığı böyle bir dönemde ABD'de yaşayan eski FBI ajanı Ali Sufan'ın iddiaları biraz daha inandırıcı geliyordu. O da 44 yaşındaki Prens Abdülaziz bin Fehd'in koruma görevlileriyle kendisini tutuklamaya gelen güvenlik görevlileri arasında çıkan çatışmada öldürüldüğünü ileri sürüyordu. Abdülaziz bin Fehd, istifa eden eski Lübnan Başbakanı Sa'd El-Hariri'nin de ortaklarındandı. Onun öldürülmesiyle birlikte aynı günlerde arka arkaya öldürülen prens sayısı ikiye çıkmış oluyordu. Birinin ölümüne helikopter kazası diğerinin ölümüne de kalp krizi süsü verilmişti.

Yolsuzlukla mücadele iddiasıyla gözaltıların, sorgulamaların kapsamı daha sonra genişletildi ve yeni gözaltılar gerçekleştirildi. Bu arada en son verilen bilgilere göre toplamda 1700 kişinin banka hesabı donduruldu. Hesapları dondurulanlar arasında birçok prens, eski devlet yetkilisi veya fiili olarak görevde bulunan yahut görevine son verilen üst düzey yetkili ve iş adamı vardı. Selman bin Abdülaziz'den sonrası için veliaht tayin edilmiş, ancak siyasi taktikle veliahtlığı düşürülmüş olan Muhammed bin Nayif de hesapları dondurulanlar arasında yer alıyordu. Geçtiğimiz 21 Haziran'da Muhammed bin Nayif'in veliahtlığının düşürülmesinden sonra Muhammed bin Selman onun yerine veliaht tayin edildi. Haberlerde Muhammed bin Nayif'in aile fertlerinden de dört kişinin hesabının dondurulduğuna dikkat çekildi. Resmî yetkililerin yalanlamasına rağmen veliahtlığı elinden alınan Muhammed bin Nayif'in Riyad'da zorunlu ikamete tabi tutulduğu da haberlerde vurgulanıyor.

Şimdilik bu kadar insanın hesapları dondurulmuş durumda. Yapılacak sorgulamaların sonunda yolsuzluğa bulaştıkları tespit edilenlerin hesaplarına el konulmasının ve paralarının hazineye aktarılmasının söz konusu olabileceği ifade ediliyor.

Bu konuda akıllara gelen soru da doğal olarak savaşın gerçekte yolsuzluğa karşı mı olduğu yoksa bir hâkimiyet savaşı mı olduğu. Aslında yolsuzluk Suudi Arabistan'da saltanatı elinde bulunduran ailenin bir realitesi. O yüzden şimdiki veliaht prensin kendisinin de elinin temiz olmadığına dolayısıyla onun yolsuzlukla savaştığını ortaya koymasının samimiyetini ortaya koyması anlamına gelmediğine dikkat çekiliyor. Fakat onun muhaliflerini etkisiz hale getirmek için "yolsuzluk" gerekçesini kullanması da etkili bir yöntem. Çünkü istediği kişilerin yolsuzlukla bağlantılarını ortaya çıkarması ve ayıplarını gözler önüne sermesi zor değildir. Bundan dolayı tahtını sağlamlaştırmaya çalışan ve muhaliflerini etkisiz hale getirmek isteyen veliaht prensin özellikle yolsuzluk gerekçesini tercih etmiş olması muhtemeldir.

Yolsuzluk soruşturmaları kapsamında gerçekleştirilen gözaltıların ve hesapların dondurulması işlemlerinin Suudi Arabistan'ın borsasını da ciddi şekilde etkilediği ifade edildi. Gözaltına alınanların ve hesapları dondurulanların ortak olduğu şirketlerin hisse senetlerinde önemli oranda düşmeler olduğuna dikkat çekiliyor.

Suudi Arabistan'daki gelişmelerin bir de dış boyutu var. Bunların başında Lübnan Başbakanı Sa'd El-Hariri'nin istifa etmesi olayını zikretmek gerekir. Sa'd El-Hariri istifasını Suudi Arabistan'a ziyarette bulunduğu bir sırada açıkladı ve hayatının tehlikede olduğunu, aynen babasına düzenlendiği gibi kendisine de suikast düzenlenmesi ihtimalinin bulunduğunu o yüzden görevini sürdüremeyeceğini söyleyerek istifa ettiğini söyledi. Sa'd El-Hariri'nin babası Refik El-Hariri 14 Şubat 2005 tarihinde Beyrut'ta düzenlenen çok büyük çaplı bir bombalama eyleminde öldürülmüştü. Bu eylemin bir örgüt tarafından gerçekleştirilmesine ihtimal verilmiyordu; çünkü örgütlerin imkânlarını aşan çaptaydı. ABD cinayetten Suriye'deki Baas rejimini sorumlu tuttu. BM de cinayetle ilgili bir soruşturma başlattı ve Beşşar Esed çevresindeki bazı kişileri şüpheli olarak gösterdi.

Refik El-Hariri çok zengin bir kişiydi ve onun Suudi Arabistan'da büyük yatırımları vardı. Öldürülmesinden sonra servetinin önemli bir kısmı oğlu Sa'd El-Hariri'ye kaldı. O yüzden oğlunun da Suudi Arabistan'la önemli bağlantıları var. Sa'd El-Hariri siyasette de babasının çizgisini sürdürdü ve onun Müstakbel (Gelecek) Partisi'nin genel başkanlığına geçti. Son dönemde de hükûmet kurulması konusunda sağlanan anlaşmada Lübnan'ın başbakanı olmuştu. Ancak hayatının güvencede olmadığı gerekçesiyle görevi bırakmış oldu.

Bazıları onun istifasında hayatına yönelik tehlikelerden ziyade Suudi Arabistan'ın baskılarının etkili olduğunu iddia ettiler. İstifasını Suudi Arabistan'da açıklaması doğal olarak bu konudaki iddiaların biraz daha etkili olmasını sağladı. Hariri'nin istifasından sonra Suudi Arabistan, Lübnan'daki vatandaşlarının risk altında olduklarını iddia ederek onların bu ülkeyi terk etmelerini istedi. Ardından Kuveyt de Lübnan'daki vatandaşlarından böyle bir talepte bulundu.

Olaylarla bağlantılı olarak gündeme gelen önemli bir tartışma da kısa adı Saudi ARAMCO olan ancak genelde ARAMCO olarak bilinen Suudi Arap Amerikan Petrol Şirketi'nin Amerikan borsasına açılmasıyla ilgiliydi. Verilen haberlere göre ABD Başkanı Donald Trump bu şirketin Amerikan borsasında yer almasını istiyordu. Fakat saraydaki bazı üst düzey yetkililer, bazı bakanlar ve iş adamları bu şirketin Amerikan borsasında halka arzına karşı çıkıyorlardı. Bazı yorumlarda gözaltılarda bu itirazların da etkili olduğu ve veliaht prensin bu konuda ABD Başkanı Trump'ın taleplerini yerine getirmeye niyetli olduğu ifade edildi. Dünyanın en büyük petrol ihraç şirketi olan bu şirket ağırlıklı olarak Suud sermayesiyle kurulmuş ancak Amerikalıların da ortak olduğu ve ABD ile Suudi Arabistan arasındaki ekonomik ilişkilerde ağırlıklı yeri olan bir şirkettir. Trump'ın yapmak istediği aslında bu şirketi daha çok Amerikan boyasına boyamak ve ekonomik ağırlığının Amerika'ya taşınmasını sağlamaktır. Veliaht Prens saltanatını oturtma planında ABD'den daha fazla destek almak amacıyla bu konuda Trump'ın taleplerini yerine getirmeye meyilli görünüyor.

Suudi Arabistan'ın başını çektiği koalisyon, Yemen'den Riyad'a füze atılmasını gerekçe göstererek Aden hükümetinin kontrolündeki bölgelerde limanları ülke dışından gelecek gemilere kapattı. Bu uygulama tabii ki Yemen'e dışarıdan insanî yardımın gelmesini de engelledi. Suud yönetiminin gerekçesi İran'ın Husileri silahlandırmasıydı. Oysa bunun önüne geçilmesinin yolu limanların insanî yardımlara dahi kapatılması değil buralarda denetimin daha da güçlendirilmesidir. İnsani yardımın girişinin engellenmesi Yemen'deki açlık ve yoksulluk sorununun büyümesine, sağlık hizmetlerinin daha fazla aksamasına neden oluyor.

Suudi Arabistan'la bağlantılı çalkantıların hepsi bu kadar değil. Ancak biz üç günlük makale dizimize bu kadarını sığdırabildik. Bir de zihinlerde "bütün bu çalkantıların gerçek sebebi ve sonuçta amaçlanan nedir?" sorusu var. Gidişata bağlı olarak değerlendirmeler yapmaya devam edeceğiz inşallah.