Siyonist Siyasette Aşırılık Düzeyi

Şubat 2023, Vuslat

Siyonist işgal rejiminde 1 Kasım 2022 tarihinde gerçekleştirilen seçimlerden sonra, siyonist partilerin sağ kanadının başını çeken Likud Partisi’nin lideri ve işgal rejiminin eski başbakanlarından Benyamin Netanyahu’nun kurduğu hükümet medyada, “İsrail tarihi”nin en “aşırı sağcı” hükümeti olarak nitelendiriliyor.

İşgal rejiminin bundan önceki hükümeti karma bir hükümet olarak kabul ediliyordu. Ortaklarının arasında eşcinselinden kippalısına, solcusundan sağcısına, kendini dindar olarak tanımlayanından dini tamamen mitlerden ibaret olarak gören ateistine kadar çok farklı anlayıştaki siyasi partiler ve oluşumlar yer alıyordu. Ancak bunları bir araya getiren tek ortak yönleri siyonist olmalarıydı.

Dini inançlarıydı, demek doğru olmaz çünkü içlerinde dine hiç inanmayanları da vardı. Ama onlar da yahudiliği bir kimlik olarak görür. Fakat onların tanımlamalarına göre yahudilik dini kimlikten ziyade etnik yani ulusal bir kimliktir. Siyonizm de işte bu tanımlamayı esas alan bir ideolojik anlayıştır.

Siyonizme göre yahudiliğin etnik kimlikle ilgili yanı dini kimlikle ilgili yanından önceliklidir. Eğer ki yahudiliği bir inanç ve değer olarak kabul etse dine inanmayanları yani ateistleri, deistleri veya öyle olmasa bile Musa şeriatıyla bugün devletin yönetilemeyeceğine inanan laik düşüncedekileri kapsama alanının dışında bırakması gerekir. O yüzden siyonizm, soy olarak yahudiliğe nispet edilen herkesin önemsenmesi ve diğer insanlardan üstün görülmesi gerektiğine inanan bir ideolojidir. Bundan dolayı da ırkçıdır. Irkçılık ise başlı başına bir aşırılıktır. Çünkü ırkçılığın temelinde belli bir soya nispet edilenlerin diğer insanların tümünden üstün ve öncelikli görülmesi gerektiği anlayışı temele oturtulan bir anlayıştır. Diğer düşünsel detayların tümünün bu anlayışın içinde kalması ve onu bir temel prensip olarak esas alması gerekir.

Bilindiği üzere yahudilik zamanla, Hz. Musa’nın çizgisinden kayarak, tüm şirk inançlarından uzaklaşıp tevhidi esas almakla ve vahiyle gelmiş bir şeriatı uygulamakla yükümlü kılınan topluluğu belli bir soydan gelenlerin üstünlüğünü esas alan bir sapmanın içine doğru çekmek suretiyle ırkçı bir renk almıştır.

Oysa peygamberlerin tebliğ ettiği tevhid inancı tüm insanlara açıktır. Bu inanç soy üstünlüğü anlayışını benimsemediği gibi kimseyi de doğuştan suçlu ilan etmez. Fıtrat itibariyle herkes tevhid inancını benimsemeye yatkındır ama sonradan kazandığı yanlış düşünce ve anlayışlar onu bu yoldan uzaklaştırabilir. Hz. Musa (a.s.)’nın insanlara tebliğ ettiği ilkeler de bu temele dayanıyordu.

Fakat ne kadar ilginçtir ki Firavun’u bile Allah’ın dinine davet etmekle yükümlü kılınan Musa (a.s.)’nın şeriatı zamanla, belli bir soydan gelenleri üstün nesil kabul ederken soy itibariyle bu kesime mensup olmayanların sonradan sadece inanç ve yaşayışla Allah’ın seçilmiş topluluğuna dahil olamayacaklarını ileri süren bir anlayışa dönüşmüştür.

Siyonizm ise bu anlayışı ideolojik bir çerçeveye oturtmuş, bunu yaparken inanç ve değerlerle ilgili duyarlılığı tamamen devre dışı bırakarak sadece soy üstünlüğünü yeterli görmüş, ulusal mensubiyetle sahip olunan üstünlüğün itikadi sapmalar sebebiyle kaybedilmeyeceği anlayışını esas almıştır. Bu itibarla siyonizm tamamen ırkçı bir anlayıştır ve onda dini hassasiyet tamamen ikinci plandadır.

Bu özelliğinden dolayı siyonist ideolojinin yahudiler arasında yaygınlaşmaya başlaması aşamasında, dini hassasiyete öncelik verenler, bu ideolojiye mesafeli durmayı tercih etti. Ama bu ideolojinin dünya yahudilerinin yeniden izzetlerine kavuşmalarını sağlayacak bir yapılanmaya vesile olabileceği yönünde ümitler verilmesi ve zaman içinde de bu ideolojiyi resmi ideoloji olarak benimseyen bir siyasi sistemin kurulması yahudiler arasında ona ilgi ve rağbetin de artmasına sebep oldu. O zaman dini duyarlılığı önemseyenlerin de büyük bir çoğunluğu kendilerini siyonizm ideolojisinin içinde buldu. Bu noktada bir ayrışma da başlamış oluyordu. Bazıları kendilerini sağcı ve dindar siyonist olarak tanımlarken, bazıları da dini duyarlılığı ikinci plana iten solcu siyonist olarak tanımlanmayı tercih etti. Ama dediğimiz gibi bunların ortak yönleri siyonist olmalarıdır. Yani siyonizm ortak zemininde buluşmuş, inançla ilgili değerlere öncelik ve önem verme konusunda ise ayrışmışlardır.

Bu ayrışmadan dolayı bir kesim “aşırı sağcı” olarak tanımlandı. Bu tanımlamanın mefhumu muhalifinden de diğer kesimin “aşırı” olmadığı sonucu çıkarıldı.

Oysa aşırılık siyonizmin bizzat kendisinden yani ideolojik yapısından kaynaklanmaktadır. Her şeyden önce siyonizm ideolojisi temelde ırkçıdır ve ırkçılık başlı başına bir aşırılıktır.

Siyonizmin ırkçı br ideoloji olduğu uluslararası düzeyde tescillenmiştir. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 10 Kasım 1975 tarihinde çıkarmış olduğu 3379 nolu kararıyla siyonizmin bir tür ırkçılık ve ırk ayrımı politikası olduğunu tescil etmişti. BM Genel Kurulu'nun bu kararı farklı tarihlerde yayınlanan ve muhtelif uluslararası kuruluşların hazırlamış olduğu raporları, bildirileri ve ayrımcılığa karşı düzenlenen toplantılarda alınmış kararları dayanak edinmişti. Söz konusu raporların, bildirilerin ve kararların tümünde Siyonizmin, belli bir ırkın üstünlüğünü esas alan ideolojik doktrin mahiyeti taşıdığına dikkat çekildiği gibi dünya barışı ve güvenliği için ciddi bir tehdit oluşturduğu da vurgulanıyor, bütün dünya ülkelerinin bu tehdide karşı ortak tavır sergilemesi için çağrı yapılıyordu. Siyonizmin ırkçı tutumunun değişmemesine rağmen eski ABD Başkanı Baba Bush döneminde BM'ye yapılan baskılar sonucu 16 Aralık 1991'de çıkarılan 4686 sayılı BM Genel Kurulu kararıyla söz konusu karar iptal edildi. Bu, elbette Siyonizmin ırkçı vasfının değiştiğini ortaya koymuyor; BM'nin siyasi baskılar karşısında Siyonizmin ırkçılığını belgeleyen onca rapor ve beyannamenin üzerine örtü çekmesi anlamına geliyordu. Bush'un söz konusu kararı iptal ettirmek için Siyonistlerden daha çok uğraşması emperyalizmin gayri meşru çocuğuna sahip çıkma gayretlerini gösteriyordu. ABD'nin Siyonizm hakkında alınmış karardan bu derece rahatsız olması ise sadece İsrail işgal devletini değil aynı zamanda onun resmî ideolojisi sayılan Siyonizmi de sahiplendiğini ve himaye ettiğini gösterir.

Siyonizmin dini değerleri ikinci plana iten solcu kanadı büyük ölçüde faydacı yani pragmatist ve devlet politikasında da makyavelist bir anlayışa sahiptir. Yani onlara göre siyonist rejiminin çıkarının olduğu yerde ahlaki değerlerin, insan haklarının ve hukukun önemi yoktur. Özellikle de yahudi ırkından olmayanlar hakkında bütün bu değerlere uyulmasına gerek görülmez. Bu anlayış yahudi ırkından olmayanlara yönelik olarak şiddete başvurmada onların önlerini açmaktadır. Bu da ırkçılığın mayasında olan bir aşırılığın Batı emperyalizminin ürünü olan makyavelist ve pragmatist felsefeyle buluşması suretiyle çifte aşırılığa sebep olmaktadır.

Sağ kanattaki kesim ise her ne kadar dini değerler konusunda duyarlı görünse de din onlarda tevhid çizgisinden uzaklaştırılıp soy üstünlüğü anlayışına ve bu yüzden bir ırkçılığa dönüştürüldüğü için bir istismar aracı, dolayısıyla bu konudaki duyarlılık da kendilerinden olmayanlara karşı şiddetin gerekçesi olarak kullanılabilmektedir. Bu itibarla siyonizmin sağ ve sol kanadının ideolojik temelde buluştuğu gibi yahudi olmayanlara özellikle hak arayanlara karşı şiddete başvurmada son derece rahat davranma konusunda da buluştuklarını görüyoruz.

Dolayısıyla siyonist işgal rejiminde iktidarın bir sol kanada bir sağ kanada geçmesi gerçekte elbise değiştirmekten ibaret kalmaktadır. Bu şekilde elbise değiştirmesi de siyonist rejimin birtakım stratejik hesaplarında ve taktiklerinde işe yaramaktadır. İşgal altında tutulan Filistin topraklarının asıl sahibi olan halk açısından pek değişen bir şey olmamaktadır.

Örneğin 2022 yılında siyonist rejimde çok farklı renklerdeki siyasi akımların ittifak kurduğu hükümetin iş başında olmasına rağmen, Filistin halkı açısından 2022’nin son birkaç yılın en zorlu ve en kanlı yılı olduğu hadiseleri yakından takip eden araştırmacılar tarafından dile getirilmiştir.

Ancak siyonist işgalcilerin siyaset arenasında varlık gösteren partiler hakkındaki aşırılık puanlamasında eylemlerden ziyade söylemler nazarı dikkate alınmaktadır. Bu partilerin eylemlerinde ve özellikle işgal altında tuttukları toprakların asıl sahiplerini oradan çıkmaya zorlama konusundaki politikalarında pek fark olmamakla birlikte söylemlerinde belirgin farklılıklar olduğu gerçeğini gözardı edemeyiz.

Söylem farklarını ise, söz konusu partilerin oy kazanma açısından değerlendirmeleri konusunda dikkate almak ve siyonist toplumun temayüllerinin hangi söyleme yönelik olduğu açısından tahlil etmek gerekir.

Son yıllarda siyonist toplumun siyaset arenasında, aşırı ırkçı, saldırgan, tehditkâr ve faşist söylemlere yönelişte çok büyük bir artış olduğu gözlenmektedir.

Örneğin bugün siyonist siyasetin en çok öne çıkan bir şovmeni durumundaki Itamar Ben-Gvir köken itibariyle Meir Kahane’nin kurmuş olduğu Kach isim terör örgütüne mensuptur. Bugün her ne kadar o örgütle ilgisinin kalmadığını ileri sürse de anlayış olarak yine o örgütün çizgisindedir ve Kahane’nin öldürülmesinin yıl dönümü münasebetiyle düzenlenen anma törenlerine katılmayı ihmal etmez. Kahane, tüm Arapların Filistin topraklarından sürgün edilmesi gerektiği görüşünü savunan aşırı ırkçı biriydi. 25 Şubat 1994 tarihinde Ramazan ayının ortasında sabah namazı esnasında El-Halil’deki Hz. İbrahim Camisi’nde namaz kılan insanların secdeye vardıkları anda arkadan kurşun yağdırarak onlarca kişiyi katleden Barush Goldstien de Kahane’nin örgütüne mensuptu.

Siyaset alanında lider kadroyu eylemlerine göre, kitlesel tabanı ise söylemlere olan meyillerine göre değerlendirmek ve kategorize etmek gerekir. Çünkü lider kadronun belli bir ideolojik birikimi olsa da taban kesimin büyük çoğunluğu ideolojik birikimden yoksundur ve daha çok sloganlara göre tavır belirler.

Aşırılık açısından dediğimiz gibi siyonist liderler arasında pek fark yoktur. Ama kitlesel tabanın son yıllarda aşırı ırkçı ve saldırgan söylemlere meyillerinin belirgin bir şekilde artması aslında ciddi şekilde göz korkutucu bir durumdur. Bu durum siyonist liderlerin hitap ettiği kesimde aşırılığa, şiddet ve ırkçılık yanlısı söylemlere ilgi ve meylin arttığını ortaya koyması açısından endişe vericidir.