Eylül 2022, Vuslat
İsrail işgal yönetimi kendi siyaset sahnesinde yaşadığı krizlerden dolayı iktidardaki koalisyonun bundan önceki başbakanı Naftali Bennett ile o zamanki Dış İşleri Bakanı ve şimdiki Başbakanı Yair Lapid 20 Haziran 2022 akşamı bir görüşme yapıp, Knesset’i yani parlamentoyu feshederek yeni bir erken genel seçime gitme kararı vermişti. Bu, koalisyon liderlerinin muhalif cephe tarafından düşürülmemek için kendi iradeleriyle inme kararı vermeleri anlamına geliyordu. Çünkü parlamentoda, hükümet tarafından bir milletvekilinin desteğini çekmesiyle hükümeti destekleyen milletvekili sayısıyla muhalif milletvekili sayısı eşitlenmişti. Bu durum karşısında muhalefetin başını çeken Benyamin Netanyahu, hükümet aleyhine gensoru önergesi vermek için bir kişinin daha desteğini çekmesini bekliyordu ve bunun mümkün olduğu da siyonist medyada gündeme getiriliyordu. O yüzden koalisyon hükümeti eşekten düşmek yerine kendisi inmeyi tercih ederek böyle bir karar alma ihtiyacı duymuştu.
Verilen karara göre işgal rejiminde 1 Kasım 2022 tarihinde yeni bir erken genel seçim yapılacak. Bu seçimler işgal rejiminin üç buçuk yıllık süre içinde, yani normalde bir seçim döneminden daha kısa süre içinde gerçekleştireceği beşinci erken genel seçim olacak.
Yeni erken genel seçimin en güçlü adayının Netanyahu liderliğindeki Likud Partisi olduğu seçim öncesi analizlerde dile getirildi. Ancak onun tek başına hükümeti kurmaya yetecek kadar sandalye kazanması ihtimali bulunmuyor. Bir koalisyon oluşturabilmesi için de kendileriyle anlaşabileceği partilerin parlamentoda yeterli çoğunluğu elde etmeleri gerekiyor.
Siyonist örgütler, işgal rejiminin yeni bir hükümet krizi yaşamaması için siyonist tabanın özellikle fanatik ve aşırı sağ siyonist partilere kaymasını ve böylece parlamentoda Netanyahu’ya destek verecek yeterli çoğunluğun oluşmasını sağlama amaçlı çalışmalar başlattı. Bunun etkisini gösterdiği ve Netanyahu’nun partisine doğru kaymalar olduğu yorumlarda dile getirildi.
O yüzden iktidardaki partiler, Netanyahu’nun partisine oy kaymasının önüne geçmek için bir atak yapmaya ihtiyaç olduğunu düşündüler.
Siyonist işgal rejiminde seçimleri kazanmak için mitinglere, partilerin politik programlarını ve çizgilerini tanıtma amaçlı propaganda faaliyetlerine çok fazla önem verilmez. Çünkü siyonist partilerin hitap ettiği kitlesel taban, işgal altındaki toprakların asıl sahibi durumundaki Filistin halkına karşı savaşa odaklandırılmıştır ve partiler bu savaşta neler yapabileceklerini göstermeye çalışırlar. İktidar partileri de tabii bu konudaki iddialarını, yönetimi ellerinde bulundurmanın avantajlarını kullanarak uygulamalarla ispat etme havası içine girerler.
Bu durum, siyonist işgal rejiminde sadece sistemin değil onun toplumsal altyapısının da insani değerlerden uzak, saldırgan bir zihniyete sahip olduğunu göstermektedir.
İsrail işgal rejiminin, tüm ahlâki, hukuki ve insani değerlerden uzak saldırgan ve ırkçı yapısının hem sistemin hem de o sisteme gaz veren kitlesel tabanın özünde aynen korunduğunu, bu konuda hiçbir değişikliğin olmadığını geçtiğimiz ay içinde yaşanan olaylar bir kez daha ispat etti.
İşte bu yüzdendir ki 1 Kasım seçimlerine hazırlanan mevcut koalisyon, oyların Netanyahu’nun partisine kaymasını durdurmak amacıyla yine Filistinlileri hedefe yerleştiren ve onlarda ciddi sarsıntıya sebep olacak bir operasyon planlamaya başladı. Ama onun böyle bir operasyon gerçekleştirmesine gerekçe oluşturacak durum yoktu. O yüzden işgal rejimi sebebi kendisi oluşturmaya karar verdi.
1 Ağustos Pazartesi gecesi, İslami Cihad Hareketi’nin Batı Yaka bölgesindeki önemli liderlerinden Bessam Es-Sadi’nin Cenin Mülteci Kampı’ndaki evine baskın düzenledi. Baskında hem fiili hem de sözlü saldırıda bulunarak tahrik amaçlı uygulamalara başvurmak suretiyle onu gözaltına aldı. Bu baskında Es-Sadi’nin eşi de saldırıya uğradığı için hem tedavi görmek hem de psikolojik destek almak amacıyla yakındaki bir sağlık merkezine başvurmak zorunda kaldı.
İşgal güçlerinin İslami Cihad Hareketi nezdinde önemli bir yeri olan, Mercu’z-Zuhr sürgünü başta olmak üzere Filistin davasıyla ilgili pek çok önemli hadisenin içinde yer almış 62 yaşındaki Bessam Es-Sadi’ye ve eşine bu şekilde davranmalarının amacı içinde bulunduğu hareketin mensuplarını tahrik ederek gergin bir ortam oluşmasına yol açmaktı. Ancak İslami Cihad Hareketi işgal rejiminin plan ve hesabını keşfettiği için sözlü tepki göstermekle yetinip konuyu biraz da uluslararası alana taşımak suretiyle işgal rejiminin politikasına karşı tavır sergilenmesi için çalışmayı tercih etti.
Ancak siyonist işgal rejimi hayali bir senaryo kurarak, kendisinin Es-Sadi’yi esir etmesine İslami Cihad Hareketi’nin karşılık verebileceği endişesi taşıdığı iddiasıyla Gazze çevresindeki yahudi yerleşim merkezlerinde alarm düzeyini artırdı. Gazze sınırındaki askeri varlığını daha da güçlendirdi. Bu bölgenin 1948’de işgal edilmiş bölgeyle irtibatını sağlayan Erez ve Kerem Ebu Salim kapılarını iki taraflı olarak geçişe kapattı. Bu kapıların tamamen kapatılması Gazze’deki ekonomik sıkıntının artmasına neden oldu. En başta Gazze Şeridi’nin önemli bir kısmının elektrik ihtiyacını karşılayan termik santrale gündelik olarak gelmesi gereken yakıt kesildiği için bu santralin deposundaki yakıt tükenmeye başladı ve bir süreden sonra da elektrik üretemez hale geldi. Buranın elektrik üretememesi birçok sağlık kurumu açısından da tehlike oluşturuyordu, çünkü buraların elektrik ihtiyaçlarını da bu santral karşılıyordu.
Bu arada işgal rejimi, İslami Cihad Hareketi’nin Bessam Es-Sadi’nin tutuklanmasına karşı saldırı gerçekleştirebileceği endişesi taşıdıkları nakaratını tekrar etmeye devam ediyordu. Ama hem bölgesel hem de dahili birtakım etkenler, bu arada işgal rejiminin de bir “seçim operasyonu” planı yaptığının farkında olması sebebiyle İslami Cihad Hareketi olaya herhangi bir fiili saldırı ile karşılık vermeyi tercih etmiyordu.
Gerginlik sürerken Mısır yöneticileri 5 Ağustos Cuma günü öğleden önce İslami Cihad liderleriyle irtibata geçerek meseleyi görüşmeler yoluyla çözmek için çalıştıklarını, bu amaçla pazar günü “İsrailli” yetkililerle bir görüşme yapacaklarını bildirdiler. O yüzden İslami Cihad bu görüşmenin sonucunu beklediği için herhangi bir saldırı başlatma niyetinde de değildi. Ama Mısırlı yetkililerin bu bilgiyi vermelerinin üzerinden sadece iki-üç saat geçtikten sonra işgal güçleri, yine İslami Cihad Hareketi’nin saldırıda bulunabileceği endişesi taşıdıkları iddiasını kullanarak kendisi saldırıya geçti. Çünkü dediğimiz gibi seçim yatırımı amacıyla o böyle bir saldırıyı planlamıştı.
İşgal rejimi kendisinin saldırıda bulunması durumunda Filistin tarafının da savunma amaçlı saldırıları başlatacağını, çatışmaların uzun sürmesi durumunda bunun Mayıs 2021’deki savaşta olduğu gibi kendi tarafını zora sokacağını ve oyunun bozulacağını biliyordu. O yüzden kısa süreli bir operasyon planlamıştı. İşte bu kısa süreli operasyonda Filistin tarafına mümkün olduğunca çok zarar verebilmek için kasten meskun bölgeleri ve sivilleri hedef aldı. Bu yüzden iki bine yakın ev zarar gördü. 49 kişi hayatını kaybetti ve onların da çoğunu siviller oluşturuyordu. 17’si de çocuktu. Biri de beş yaşındaki Alâ Abdullah Kaddum’du.
Fakat işgalci bu kez, kendi yerleşim merkezlerindeki kitlenin fazla sıkışmaması ve psikolojik sıkıntıların çok fazla açığa çıkmaması için ve aynı zamanda zafer kazanmış edası içinde işi bitirmek amacıyla Mısır’ın devreye girmesiyle 7 Ağustos Pazar günü 23.30’dan itibaren geçerli olmak üzere ateşkesi kabul etti. Ardından kendi toplumuna yönelik propaganda savaşı başlatarak, operasyon planından istediği sonucu elde ettiği ve hedefe yerleştirdiği İslami Cihad Hareketi’ne ağır darbe vurduğu mesajları vermeye başladı. Çünkü bu operasyonun önemli amaçlarından biri de Mayıs 2021’de büyük zarar gören askeri imajını kısmen de olsa düzeltmekti. Bunu başarabilmek için bu saldırısında sadece askeri kayıplarını değil sivil kayıplarını da gizlemeyi tercih etti. Bazı siyonist medya organlarının ilk gün hastaneye kaldırılan birkaç işgalciyle ilgili haberleri dışında işgal güçlerinin zayiatları hakkında medyaya hiçbir şey yansıtılmadı.
Gazze’de ateşkes sağlanmasından iki gün sonra 9 Ağustos Salı sabahı da işgal güçleri Batı Yaka bölgesinde Nablus şehrine baskın düzenleyerek Fetih hareketinin askeri kanadı durumundaki Aksa Şehitleri Tugayları’nın önemli komutanlarından İbrahim En-Nablusi başta olmak üzere üç kişiyi katletti, 50’den fazla insanı da yaraladılar.
Tabii işgal güçlerinin gündelik baskınları, tutuklamaları, yahudileştirme faaliyetleri, Gazze’ye yönelik ablukası, ırkçı tasfiye faaliyetleri vs. hiç hız kesmeden devam ediyor.
Bütün bunlar siyonist işgal rejiminin kimliğinin, çizgisinin, politikasının, zihniyetinin, stratejisinin hiç değişmediğini ortaya koymaktadır. İşgal rejiminin bu halini “normal” kabul etmemiz mümkün değildir. Çünkü onun izlediği politika ve gerçekleştirdiği uygulamalar tüm insani değerlere, ölçülere ve kurallara aykırıdır. Dolayısıyla normal değildir.
Siyonist işgalci dün ne idiyse bugün de öyledir. Normalleşmemiştir ve normalleşmesi de zaten mümkün değildir. Çünkü en başta Filistin toprakları üzerindeki siyonist işgal bizatihi gayrimeşru ve anormaldir.
Bu durum karşısında işgal rejimiyle ilişkileri normalleştirmenin bir izahı, haklı bir gerekçesi olabilir mi? Gazze’ye yönelik son operasyonda vahşice katledilen çocukların cesetleri soğumadan, elleri bacakları kopan çocukların kanları kurumadan işgal rejimiyle karşılıklı büyükelçiler atama kararı alınmasına sadece reel politikle izah bulmak mümkün olabilir mi?
Bir yandan çocukları öldürmenin mazereti olamaz derken diğer tarafta o çocukları öldürenleri adeta ödüllendirir gibi onlarla diplomatik ilişkilerin düzeyini yukarı çekerseniz kendinizle çelişkiye düşmüş olursunuz.
İlişkilerin normalleştirilmesi işgalciye daha çok cüret kazandırıyor ve o, saldırgan politikasında kendini daha rahat hissediyor. Bu durum karşısında mazlum Filistin halkının yanında olabilmek için onlara yönelen saldırganlığın da önünü kesmek gerekir ki bu da sözlerle değil uygulamalarla kendini gösterecektir.