Haziran 2022, Ribat
Arap dünyasının en etkili televizyon kanalı olarak kabul edilen Katar merkezli El-Cezire’nin Kudüs muhabiri, 51 yaşındaki bayan gazeteci Şirin Ebu Akile, 11 Mayıs 2022 Çarşamba sabahı İsrail işgal güçlerinin Batı Yaka bölgesindeki Cenin şehrinin yanı başında bulunan Cenin Mülteci Kampı’na düzenledikleri baskın esnasında işgalci keskin nişancılar tarafından kasten vurularak öldürüldü.
Ebu Akile yaklaşık 25 yıldan beri El-Cezire’nin muhabirliğini yapıyordu ve çalışmaları Filistin halkı tarafından takdir edilen, mazlum Filistin halkının sesini dünyaya duyurmaya çalışan etkili bir basın mensubuydu. Onun öldürülmesi tabii ki arkadaşlarını, basın dünyasını ve tüm Filistin halkını üzdü.
Ebu Akile’nin böyle haince bir saldırıyla kasten öldürülmesi tüm dünyada da büyük yankı buldu ve bu olayla birlikte işgalci siyonistin gerçek kimliği, nasıl bir savaş verdiği ve ne tür bir çizgi üzerinde olduğu bir kez daha gözler önüne serilmiş oldu.
İşgalci siyonist, gelen tepkiler üzerine önce cinayeti Filistinlilerin üzerine yıkmaya çalıştı. Ancak o, saldırıya hedef olduğu anda Filistinliler tarafında bulunuyordu ve Filistinliler tarafından öldürülmüş olması için yakın mesafeden vurulmuş olması gerekiyordu. Otopsi raporları ise onun yakın mesafeden değil yaklaşık 200 m’lik bir mesafeden vurulduğunu ortaya koyuyordu. İşgalci askerler de tam bu kadarlık bir mesafede duruyorlardı. Ayrıca Filistinlilerin elinde bu kadar mesafeden vurabilecek silah yoktu.
Bunun yanı sıra yapılan kamera incelemeleri neticesinde, saldırının gerçekleştirildiği esnada henüz çatışmaların başlamadığı ve Şirin Ebu Akile’nin bulunduğu tarafta silahların kullanıldığını gösteren bir gelişme olmadığı anlaşılıyordu.
Bütün bu bilgilerin gün yüzüne çıkması üzerine işgal yönetimi bir keskin nişancının ona mermi atmış olabileceği yönünde yarım ağızla bir itirafta bulunma ihtiyacı duydu. Çünkü her şey gayet açıktı ve cinayetin işgalci askerler tarafından işlendiğini gösteren deliller herhangi bir şüpheye mahal bırakmıyordu.
Daha sonra siyonistlere ait bazı medya organları tarafından yayınlanan haberlerde, isimlerini vermedikleri bazı İsrail yetkililerine dayanarak, Ebu Akile’ye ateş ettiği tahmin edilen askerin sorguya çekildiği, onun Ebu Akile’yi görmediğini ve ateş edip etmediğini de hatırlamadığını söylediği belirtildi.
Oysa bu son derece saçma bir savunma şekliydi. Çünkü saldırıyı gerçekleştirdiği tahmin edilen askerin elinde dürbünlü silah olduğu belirtiliyordu. Bir keskin nişancının 200 m mesafeden hedef aldığı bir kişiyi silahın dürbünüyle görememesi ve üzerinde basın yeleği, kafasında da basın mensubu olduğunu ortaya koyan kaskı bulunan kişiyi teşhis edememesi mümkün değildir. Böyle sıcak bir ortamda ateş edip etmediğini hatırlamamak ise tamamen saçmadır.
Diğer yandan saldırı şekli Ebu Akile’nin hata kurşunuyla değil, özellikle hedef alınarak ve öldürme kastıyla vurulduğunu açıkça ortaya koyuyordu. Çünkü o bir basın mensubu olarak olayları takip ettiğinden, üzerinde “Press” yazılı kurşun geçirmeyen yelek ve kafasında da yine kurşun geçirmeyen kask vardı. Bu durumda saldırganın, onun ya bacaklarını hedef alarak yaralama kastıyla ya da yüzünü hedef alarak öldürme kastıyla vurması söz konusu olabilirdi. Ebu Akile’nin özellikle yüzünün hedef alınması saldırganın onu öldürme kastıyla vurduğunu çok açık bir şekilde gözler önüne seriyordu.
Bütün bu gerçeklerin ortaya çıkmasından sonra işgal rejiminin askeri savcılığı cinayet hakkında soruşturma dosyası açmama kararı verdi. Aslında böyle bir karar tüm insanlığa kafa tutmak ve başta BM olmak üzere güya insan haklarının bekçiliğini yaptığı iddiasında bulunan ve kendini “uluslararası toplum” olarak nitelendiren organizasyonları hiçe saymak anlamına geliyordu. Çünkü ortada çok açık bir savaş suçu vardı ve işgal rejiminin en başta kendi adamını bu suçtan dolayı sorgulaması gerekiyordu.
Eğer işgal rejimi böyle bir sorgulama yapmayı kabul etmek istemiyorsa demek ki suçun faili bizzat rejimin kendisi ve suçlular da bu rejimin başındaki yöneticilerdir. Dolayısıyla uluslararası hukuk nezdinde sorguya çekilmeleri gerekenler de onlardır. Ama ne yazık ki diğer tüm meselelerde olduğu gibi Ebu Akile cinayetinde de “uluslararası toplum” olarak tanımlanan teşkilatların çok umursamaz bir tavır içinde olduğu görülüyor. Zaten işgal rejiminin bu derece cüretkâr davranabilmesinin, hiçbir ölçü, sınır ve hukuk tanımadan saldırabilmesinin, cinayetler işleyebilmesinin, katliamlar gerçekleştirebilmesinin, savaş suçları işleyebilmesinin sebebi de budur.
ABD ve Batının genel olarak, hadiselere ırkçı ve ayrımcı pencereden baktığı, politik ve diplomatik tavırlarında sürekli çifte standartçı yani ikiyüzlü davrandığı artık iyice aşikardır. Bu konudaki tutumları Müslümanların mağdur edildiği, haksızlığa uğratıldığı yerlerde çok belirgindir. Ama gazeteci Ebu Akile, Beytlaham asıllı olduğu belirtilen ve Kudüs’te yaşayan bir hıristiyan aileye mensuptu. Aynı zamanda ABD vatandaşıydı. Ama ABD ve Batının, Filistin meselesi söz konusu olduğunda mağdur olan kişi hıristiyan hatta yahudi ve kendi ülkelerinin vatandaşı olsa bile hak aramayı değil, özenle besledikleri ve sahip çıktıkları katil işgalciye arka çıkmayı tercih ettikleri görülüyor. Görünüşte birtakım tepkileri olsa bile bu tepkileri fiili bir tavra dönüşmüyor ve suçluyu hesaba çekme girişiminde bulunmaktan kaçınıyor, sürekli yavaştan almayı tercih ediyorlar. Nitekim 16 Mart 2003 tarihinde ABD vatandaşı ve yahudi aileye mensup Rachel Corrie isimli genç kızın işgal rejiminin buldozerleri tarafından vahşice ezilmesi karşısında da aynı tavrı sergilemişlerdi.
Şirin Ebu Akile, siyonist işgalcilerin öldürdükleri ilk gazeteci değil. İnsan haklarıyla ve basın özgürlüğü ile ilgilenen kurumların hazırladığı raporlara göre sadece 2000 yılında Aksa İntifadası’nın başlamasından bugüne kadar geçen 22 yıla yakın bir süre içinde öldürdükleri gazeteci sayısı 50’yi geçti. Bunun yanı sıra onlarca gazeteci yaralandı, onlarcası çok basit gerekçelerle veya hiçbir gerekçe ileri sürülmeden, “idari tutuklu” olarak zindana atıldı. Hâlen de işgal zindanlarında 20’ye yakın gazeteci olduğu söyleniyor.
Bu dönemde öldürdüğü gazetecilerden biri de Gazze’deki Aksa’nın Sesi Radyosu’nda spiker olarak çalışan ve 19 Mayıs 2021 sabahı evine hava saldırısı düzenlenerek öldürülen Yusuf Ebu Hüseyin oldu. İşgalciler önceden uyarı yapmadıkları için gazeteci Ebu Hüseyin de evinin enkazı altında kalarak korkunç bir şekilde hayatını kaybetmişti.
Tabii işgal rejiminin medya ile savaşı 2000 yılında Aksa İntifadası’nın başlamasıyla birlikte değil kurulduğu günden itibaren başladı. Dolayısıyla şimdiye kadar kesintisiz bir şekilde sürdürdüğü bu savaşında mağdur ettiği gazetecilerin sayısı yüzleri buluyor.
Onun böyle bir savaş içinde olmasının sebebi ise özgür basından iyice korkmasıdır. Çünkü özgür basın onun gerçek yüzünü, kimliğini, vahşi savaşını olduğu gibi dünya kamuoyuna yansıtıyor. Özgür basın, olayları yerinde ve olduğu gibi kaydedip kamuoyuna aynen yansıttığı zaman işgalci siyonistlerin, dünya kamuoyunu yanıltmak amacıyla piyasaya sürdüğü haberlerin, iddiaların tamamen yalan olduğu görülüyor ve insanlık siyonist vahşeti aynen olduğu gibi tanıma fırsatı elde ediyor. İşgalci siyonist de özgür basına bu fırsatı vermek istemiyor.
Çünkü kendisi de bir yandan, dünya kamuoyunu yalanlarla, asılsız iddialarla yanıltmak, kendini haklı mağdur edilen Filistin halkını ise haksız göstermek için bir medya savaşı veriyor. Bu savaşta büyük paralar harcıyor. Etkili ama insanlığı kandırmak için mesleki konumunu istismar etmekten çekinmeyecek kadar vicdanlarını pazara çıkarabilmiş olan yazarlara, basın mensuplarına yüklü paralar veriyor. Onların her yerde kendisinin sözcülüğünü ve savunuculuğunu yapmalarını istiyor.
Bundan yaklaşık 15 yıl önce Şam seyahatim esnasında o sıralarda orada ikamet eden Adem Özköse kardeşimizin öncülüğünde, Brezilya'dan gelmiş bir Müslümanı evinde ziyaret ederek uzun sohbet etmiştik.
Bu zat bir zamanlar ülkesinde papazmış ve adı da İsrail Komis Duı Santos imiş. Sonra İslâm'la tanışıyor ve Allah'ın vahiyle bildirdiği gerçek tevhid dininin İslâm olduğuna inanarak Müslüman oluyor, adını da Hacı İsmail diye değiştiriyor.
Bu zat Şam'a gelmeden önce, babasının arkasına sığındığı sırada işgalci siyonist askerler tarafından öldürülen Muhammed Cemal ed-Durre adlı çocuğu yahudi, onu öldürenleri de "Filistinli teröristler" olarak bildiğini söylemişti. Çünkü ülkesinde medyaya siyonistler hükmediyormuş ve Filistin'le ilgili gerçekleri böyle ters yüz ederek kamuoyuna aktarıyorlarmış.
Türkiye toplumunun epey bir kısmı hâlâ Filistinlileri kendi topraklarını satmakla ve Osmanlı’yı arkadan vurmakla suçlamaya devam eder. Oysa Filistin topraklarında Osmanlı’ya karşı hiçbir isyan olmamış, bilakis İngiliz işgali sırasında Filistin halkı Osmanlı askerlerinin yanında durmuştur. Aynı zamanda 1948’de İsrail işgal devletinin kuruluşu ilan edildiğinde yahudilerin eline geçen toprakların miktarı tüm Filistin’in %9’undan daha azdı ve üstelik bunun da 8’de 7’sini yani %88’ini İngiliz işgalciler Filistinlilerden zorla alarak onlara bağışlamış ya da sembolik paralarla satmıştı. Kalan kısmın da çoğunu yahudileştirme örgütleri, Filistin’de yaşamayan ama önceden orada geniş araziler sahibi olmuş ağalardan almışlardı. Orada ikamet eden Filistinliler, siyonist terör örgütlerinin 1948’de çıkardığı savaşta, silah gücüyle göçe zorlandıklarında evlerinin anahtarlarını ve mülklerinin tapularını yanlarında götürmüşlerdi. Bu yüzden Filistinlilerin yurda dönüş mücadelelerinde anahtar bir sembol haline getirilmiştir.
Ayrıca Filistinlileri topraklarını satarak işgal belasını satın almakla suçlayan insanlarımız, kendilerini bu yalanla kandıran siyonistlerin neden Avrupa toplumlarını, “Filistin toprakları boştu. Biz gittik ihya ettik. Böylece vatansız halka halksız vatan bulmuş olduk.” yalanıyla avutma ihtiyacı duydukları üzerinde kafa yormaz. Avrupa toplumlarında yayılan yalana inananlar ise, “Filistin toprakları madem boştu, bu milyonlarca mülteci nereden çıktı?” sorusunu kendi vicdanlarına sorma ihtiyacı duymaz veya böyle bir şey üzerinde kafa yorma zahmetinde bulunmaz. İşgalci siyonistin verdiği hapı hiç sorgulamadan olduğu gibi yutarlar.
Özgür basın, işgalci siyonistlerin gerçek kimliklerini insanlığa olduğu gibi tanıttığı ve onların paranın gücünü kullanarak piyasaya sürdükleri iddiaların gerçekle hiçbir ilgisinin olmadığını gözler önüne serdiği için rahatsız oluyorlar. Bu yüzden silahlarını sadece sapanıyla hakkını savunan Filistinli çocuğa değil onun sergilediği hak mücadelesini aynen tüm insanlığa yansıtmaya çalışan kameramana, muhabire de çevirmekten, çocukları nasıl vahşice katlediyorlarsa, özgür basın elemanlarını da aynı şekilde vahşice katletmekten çekinmiyorlar.