15 Temmuz 2022 Cuma, Yeni Akit
Biden’ın son Orta Doğu seyahatinin öncelikli amaçlarının İsrail işgal rejiminin çıkarlarıyla ilgili hesaplar olduğunu bundan önceki yazımızda dile getirmiştik. Tabii bu hesapların muhtelif boyutları var. Ama bunlardan ikisi üzerinde biraz ayrıntılı olarak durmak gerektiğini düşünüyorum. Bunlardan birini bugünkü, diğerini de müteakip yazımızda ele alacağız inşallah.
Bilindiği üzere, siyonist işgalin meşrulaştırılması ve bölgenin “onaylanmış” bir parçası haline getirilmesi için “normalleştirme” faaliyeti eski ABD Başkanı Donald Trump döneminde gaz almıştı. Bunun başlama emri de yine Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’da verilmişti.
21 Mayıs 2017 tarihinde düzenlenen ve Amerikan-Arap İslam Zirvesi olarak isimlendirilen uluslararası toplantıda o zamanki ABD Başkanı Trump, Arap ülkelerindeki dikta rejimlerinin liderlerine İsrail işgal rejimiyle ilişkilerini artık perdenin önüne taşımaları talimatı vermişti. Bu talimat aynı zamanda işgal rejimiyle perde arkasında ilişkilerin sürdürüldüğünün de ifşası anlamına geliyordu ve bunu küresel emperyalizmin başını çeken ABD’nin lideri yaptığı için Arap dünyasındaki diktatörlerin itiraz etme imkanları yoktu. Trump’ın yapmak istediği de söz konusu diktatörlerin siyonist rejimle ilişkilerini gayrimeşrudan, kendince “meşruya” dönüştürmek ve böylece siyonist işgalciyi bölgenin “meşru” bir parçası haline getirmekti.
Bu talimatın ardından başta BAE olmak üzere muhtelif Arap ülkeleri, talimatı yerine getirmek için hızla harekete geçti. Suudi Arabistan, bu ülkelerin Trump’ın talimatını yerine getirmelerine destek verdiğini çok açık bir şekilde ortaya koydu. Ancak kendisi, Filistin tarafının da kabul edeceği bir çözüm formülü bulununcaya kadar İsrail işgal rejimiyle ilişkileri başlatmama kararında olduğunu dile getirdi.
Gerçi Suudi Arabistan’ın işgal rejimiyle resmi ilişkileri başlatmama kararı perdenin arkasındaki ilişkilerini sürdürmesine ve onun talimatlarını yerine getirmesine engel teşkil etmiyordu. Başta Hamas’ın Suudi Arabistan temsilcisi Muhammed El-Hudari ile oğlu Hani olmak üzere bu ülkede yaşayan birçok Filistinli ve Ürdünlünün “teröre destek” suçlamasıyla hapse atılması da işgalci siyonist rejimin talimatları gereği yapılıyordu.
Fakat işgal rejiminin ve onun arkasında duran ABD’nin istediği, Suudi Arabistan’ın sadece perdenin arkasında ilişkilerini sürdürmesi değil onun da ilişkilerini normalleştirmesi ve doğrudan diplomatik ilişki içine girmesidir. Çünkü bugünkü Arap dünyasında Suudi Arabistan’ın etki gücünün çok olduğu ve onun tavrının bölgeyle ilgili stratejilerde belirleyici rol oynadığı kabul edilmektedir.
Trump’tan sonra ABD’nin başına geçen Biden görünüşte Filistin meselesinin çözümünde “iki devletli formül”e yani Suudi Arabistan’ın tercihine destek verdiği iddiasında bulunuyor. Ancak bir yandan da bu formül üzerinde bir ittifak sağlanmasının uzun zaman alabileceğine, dolayısıyla işgal rejimiyle ilişkileri normalleştirmek için böyle bir ittifak sağlanmasını beklemenin bölgeyle ilgili projelerin hayata geçirilmesi konusunda zorluklar ortaya çıkmasına neden olacağına Suud yönetimini ikna etmeye çalışıyor.
ABD, özellikle siyonist işgal rejiminin, hem siyasi çalkantılar hem de Filistin direnişinin biraz daha kendinden emin bir şekilde yeni adımlar atması karşısında zor bir dönemden geçtiğini düşünmektedir. O yüzden normalleştirme sürecine Suudi Arabistan’ın da bir an önce dahil edilmesi arzusu içindedir.
Suudi Arabistan’ın bu konuda daha önce sergilediği tavırdan vazgeçerek, ABD ve İsrail’in arzuladığı çizgiye yanaşması söz konusu olabilir mi? Bunun, onun açısından çok da zor olacağını sanmıyoruz. Çünkü Suud yönetimi ilkeli bir siyasete sahip değildir ve Filistin konusunda sergilediği tavır ideolojik değil siyasi hesaplara dayanan bir tavırdır. Dolayısıyla siyasi hesapların değişmesi veya baskılara fazla direnememesi durumunda talimatları yerine getirmesi ve normalleşme kervanına onun da dahil olması mümkündür.