16 Haziran 2022 Perşembe, Yeni Akit
Bizim nazarımızda Filistin topraklarındaki siyonist işgalin tamamı gayri meşrudur. Bu toprakların bir kısmına 1948’de yani diğer bölgelere nispetle 19 yıl daha önce el koymuş olması oradaki egemenliğini meşru kılmaz. BM Genel Kurulu’nun Filistin topraklarının paylaştırılmasına dair 29 Kasım 1947 tarihli ve 181 sayılı kararı da siyonist işgale meşruiyet kazandırmaz. Defalarca tekrar ettiğimiz bu hususu konuyla bağlantısından dolayı burada bir kez daha dile getirmiş olalım.
Ancak tabii kendini “uluslararası toplum” olarak nitelendiren birtakım küresel güçler ve onların politikalarına “meşruiyet” temeli oluşturmaya çalışan uluslararası örgütler, BM’nin sözünü ettiğimiz paylaştırma kararını esas alarak, Filistin’in bir bölümü üzerindeki siyonist işgali “tanınmış” olarak görüyor ve burayı “İsrail” diye nitelendiriyorlar.
Ama söz konusu karara göre bile, siyonist işgalcinin örneğin Gazze’nin deniz sahasına karışmaması gerekiyor. Ama işgalci bu bölgeyi 15 yıldan beri abluka altında tuttuğundan, bölge ahalisinin %10’undan fazlasının geçim kaynağını oluşturan balıkçılık mesleğiyle uğraşanların bazen 6 milden fazla denize açılmalarına engel oluyor. Üstelik ateşkes anlaşmalarında bu mesafe 15 mile çıkarıldığı halde.
Bir balıkçı teknesinin 6 mil sınırını geçmesi durumunda işgalcilerin deniz kuvvetlerine ait askeri botlar derhal müdahale ediyor, balıkçılara ateş ederek onları yaralıyor, ya da kendilerini rehin alıyor, teknelerine ve tutmuş oldukları balıklara el koyuyorlar. Bazen 6 mil sınırını da nazarı dikkate almayarak kıyıya çok yakın mesafelerde bile saldırdıkları oluyor.
İşgalci siyonistlerin, Doğu Kudüs olarak isimlendirilen kısımda ve Batı Yaka bölgesindeki hakimiyetinin uluslararası hukuka ve BM kararlarına göre işgal olarak tanımlanmasına rağmen buralardaki gasp, ırkçı tasfiye ve yahudileştirme faaliyetlerini sürdürmelerine kendini “uluslararası toplum” olarak tanımlayan küresel güçlerden fiili bir engelleme söz konusu olmadığı gibi deniz tarafında da uluslararası hukuku ve Filistin halkının haklarını çiğnemelerine de herhangi bir itirazda bulunulmuyor.
İşte bu İsrail şimdi de, Lübnan ile deniz sınırında “tartışmalı” olduğu belirtilen bir alanda doğal gaz arama çalışmaları yürütüyor. Lübnan yönetimi itirazda bulunarak siyonistlerin arama çalışması yaptığı bölgenin kendisine ait olduğunu bildirdi.
Çıkan ihtilaf ve İsrail işgal rejiminin araştırma çalışmalarını durdurması yönünde Lübnan tarafından talimatlar verilmesi üzerine, başta ABD olmak üzere muhtelif küresel güçler hemen güya “çözüm ve ara buluculuk” iddiasıyla devreye girdi. İşgalcinin, uluslararası hukuka göre hiçbir müdahale hakkının bulunmadığı Gazze deniz sahasında balıkçılara 6 mil gibi çok kısa mesafeli bir limit koyması karşısında kılı kıpırdamayan küresel güçler, Lübnan’ın işgalciye yaptığı itirazlar üzerine hemen harekete geçerek kendilerince çözüm arayışı içine girdiler.
ABD Dış İşleri Bakanlığı Enerji Güvenliği Danışmanı Amos Hochstein ve beraberindeki heyet Lübnan’ın başkenti Beyrut’u ziyaret ederek Cumhurbaşkanı Mişel Avn ile görüştü.
Fakat burada dikkat çeken, sözde ara buluculuk iddiasıyla devreye giren ABD’nin İsrail işgal rejiminin görüşünü benimsemesi. Çünkü işgalci siyonist tartışmalı alanın 860 km2 olduğunu söylerken Lübnan 2 bin 290 km2 olduğunu söylüyor. ABD tarafı da işgalci siyonistin iddiasından yola çıkarak kendince bir çözüm formülü öne sürüyor.
İşgalci siyonist söz konusu iddiasından hareketle doğal gaz arama çalışmaları yaptığı alanın tartışmalı bölge olmadığını, buranın tamamen kendisine ait olduğunu iddia ediyor. Dolayısıyla Lübnan’la arasındaki deniz sınırı ihtilafının bu alanda çalışma yapmasına engel teşkil etmediği iddiasında bulunuyor. Yani burada da yine bir siyonist kurnazlığı yapmaya çalışıyor. ABD de onun bu kurnazlığının önünü güya diplomatik yollarla açmaya çalışıyor. İşgalci siyonistin ve ABD’nin bu oyunu karşısında İslam âleminin Lübnan’ı yalnız bırakmaması gerekir.