Haziran 2021, Ribat
İşgalci siyonist rejim 10 Mayıs 2021 tarihinde yine Gazze’ye yönelik geniş çaplı saldırı başlatarak büyük bir katliam ve yıkım gerçekleştirdi. İşgal rejiminin bu saldırısına Filistin direnişi tarafından, Kudüs’te Şeyh Cerrah Mahallesi’nde ikamet eden bazı Filistinlilerin evlerine el konması için yapılan baskıya ve Ramazan ayında gerek Kudüs’ün genelinde, gerekse özellikle Mescidi Aksa’da Müslümanlara yönelik şiddetin artmasına tepki gösterilmesi, işgalcilerin saldırılarına ve Mescidi Aksa üzerindeki kuşatmalarına son vermeleri için kendilerine mühlet verilmesi ancak işgalcilerin saldırgan tutumlarını değiştirmemeleri üzerine Gazze’den Hamas’a bağlı İzzettin Kassam Tugayları’nın Kudüs’teki İsrail hedeflerine füze atmaları gösterildi.
İşgalcilerin gerek Kudüs’te icra ettikleri şiddet ve gerekse ardından Gazze’ye yönelik geniş çaplı saldırıları, buna karşılık Filistinlilerin kararlı mücadelesi hakkındaki gelişmelerin ayrıntıları hakkında aylık Vuslat dergisinin Haziran 2021 sayısı için yazdığım dosyada bilgi vermeye çalıştım. Aynı şeyleri burada tekrar etmeye gerek görmüyorum.
İşgal güçlerinin Gazze’ye yönelik son saldırılarını başlatmalarından dört gün sonra yani 14 Mayıs tarihi de Filistin topraklarında “İsrail” adı verilen siyonist işgal rejiminin kuruluşunun ilan edilmesinin 73. yıl dönümüydü. Biz de bu yazımızda siyonist işgalin bu 73 yıllık geçmişinin genel bir tahlilini yapmak istiyoruz.
İsrail'in kuruluşu tabii ki değişik çalışmalar sonucunda gerçekleştirilmiştir. Ancak buna imkan sağlayan dört ana etkeni özellikle zikretmek gerekir:
Birincisi: İslam hilafetinin ortadan kaldırılması suretiyle İslam âleminin küçük parçalara bölünmesi
İkincisi: Başta İngiltere olmak üzere Batı'nın Siyonizme destek vermesi
Üçüncüsü: Siyonist terör
Dördüncüsü: Nazi fırtınası
İsrail'in bir tür terör mekanizması olarak algılanması gerekir. Çünkü teröristler tarafından kurulmuştur, kuruluşundan itibaren sürekli teröristler tarafından yönetilmiştir, hâlen de teröristler tarafından yönetilmektedir. Gerek işgal altında tuttuğu topraklar üzerinde gerekse dünyanın değişik ülkelerinde sürekli terör eylemleri gerçekleştirmektedir.
BM Filistin topraklarının bölünmesine dair karar aldığında Filistin topraklarına yerleştirilmiş olan Yahudilerin eğitim görmüş silahlı yetmiş beş bin militanı bulunuyordu. Bu silahlı militanların mevcut Yahudi terör örgütlerine göre dağılımı şöyleydi: Haganah: 60 bin, Balamah: 5 bin, Irgun: 5 bin, Şatiron: Bin. Diğer dört bin terörist de bunların dışındaki küçük terör örgütlerine mensuptu. İsrail işte bu terörist militanlar tarafından kurulmuş ve yöneticileri de onların arasından çıkmıştır.
Adı geçen terör örgütleri Siyonist İsrail'in kurulmasından önce birbirinden ayrı gruplar halinde hareket etmelerine ve zaman zaman birbirlerine karşı tavır alıyormuş gibi görünmelerine rağmen İsrail'in kuruluşu aşamasında tam bir işbirliği içine girdiler. Kuruluşun gerçekleşmesinden sonra da tamamen birleştiler. Bu durum onların başlangıçtaki ayrılığının bir taktik olduğunu, bazı çevreleri yanıltmak, birinin işlediği eylemden diğerinin sorumlu tutulmasına fırsat vermemek ve benzeri sebepler dolayısıyla böyle hareket ettiklerini ortaya çıkardı.
İsrail'in kuruluşundan sonra bu devletin en üst kademelerinde görev alan yöneticilerin çoğu söz konusu terör örgütlerinde yetişmişti. Bunlardan bazılarının terör örgütlerinde ne gibi görevler üstlendiklerinden özetle söz edelim:
İsrail'in ilk başbakanı Ben Gurion 1945 yılında Yahudi terör örgütleri arasında ortak koordinasyon kurulmasını sağlayan kişidir. Bu ortak koordinasyonun kurulmasından sonra Ben Gurion 1 Ekim 1945'te bütün Yahudi terör örgütlerine hareket emri verdi ve bu emir doğrultusunda çeşitli eylemler gerçekleştirdi. Daha sonra Ben Gurion hakkında İngiliz manda yönetimi tarafından tutuklama kararı çıkarıldı ama o Filistin'den kaçmış olduğundan tutuklanamadı.
Camp David Anlaşması'nın imzalandığı sırada İsrail başbakanı olan ve İsrail tarafından bu anlaşmaya imza koyan Menahem Begin 1943'ten itibaren Irgun terör örgütünün liderliğini yapmıştır. Deir Yasin katliamı ve Kral Davud Oteli'nin havaya uçurulması eylemleri onun militanları tarafından gerçekleştirildi. Irgun terör örgütü bunların dışında da pek çok terör eylemi gerçekleştirmiştir. Aynı Menahem Begin 1978 yılında Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sâdât'la birlikte Nobel barış ödülüne lâyık görüldü.
İsrail'in Menahem Begin'den önceki başbakanı Bayan Golda Meir 16 yaşından itibaren Siyonist terör örgütleri içinde faaliyet göstermiş biridir. Ben Gurion'un terör örgütlerinde faaliyette bulundu.
Beyrut kasabı lakabıyla ünlü olan İsrail'in eski başbakanı Ariel Şaron, Kibya katliamı ile Sabra ve Şatilla katliamının sorumlusudur. O da terör örgütlerinden yetişmiş biridir.
Siyonist devlete bağlı olarak 28 yıl Kudüs belediye başkanlığı yapan Teddy Kollek, İsrail'in kuruluşundan önce pek çok kanlı terör eyleminin sorumlusu olan Haganah örgütünün ileri gelen elemanlarındandı. Kollek aynı zamanda bir silah kaçakçısıydı.
Oslo ve Kahire anlaşmalarından sonra Nobel barış ödülüne lâyık görülen ve bir dindaşı tarafından öldürülmesinden sonra da bütün dünya liderlerinin arkasından ağıt yaktığı eski İsrail başbakanı İzak Rabin, 18 yaşında, Yahudilerin önemli terör örgütlerinden olan Irgun'un askeri kanadı durumundaki Gizli Palmach Ordusu'na katıldı. Aradan çok zaman geçmeden bu örgütün bazı birimlerinin komutanlığını yapmaya başladı.
Bunlar birkaç örnek. Hepsi bu kadar değil elbette. İsrail'in ilk elli yıllık döneminin üst kademe yöneticilerinin büyük çoğunluğunun hatta tamamının terör örgütlerinden yetişme olduklarını söylersek yanlış olmaz.
İsrail şiddet ve terörle kurulduğu gibi aynı zamanda sürekli şiddet ve terörle ayakta durmuştur. Bunun sebebi İsrail'in iğreti bir devlet olmasıdır. Haksızlık ve gasp üzere kurulduğundan, gasp ettiği hakların her an elinden alınabileceği korkusuyla yaşamaktadır. Tıpkı bir araba hırsızının altındaki arabanın sahibinin bir gün kendisine ulaşıp onu elinden alacağını düşündüğünden sürekli korku ve endişe içinde seyahat etmesi gibi. Bundan dolayı hırçın ve saldırgan bir politika izlemektedir. Zaten hırçınlık ve saldırganlık Siyonizm ideolojisinin özünde de vardır.
İsrail'in kuruluşunun ilanından birkaç saat sonra 14 - 15 Mayıs 1948 gecesi birinci Arap - İsrail savaşı başladı. Savaşın üçüncü gününde, 18 Mayıs 1948'de Akka, İsrail kuvvetlerinin eline geçti. Savaşın üçüncü haftasında dış güçlerin sağladıkları askeri destek sayesinde İsrail hava üstünlüğü sağlayarak önemli başarılar gerçekleştirdi. Kaynaklarda İsrail'e hava desteğinin Sovyetler Birliği tarafından sağlandığı ifade edilmektedir. İsrail dış güçlerin temin ettiği uçaklarla Suriye ve Ürdün'deki sivil hedefleri de bombaladı.
İsrail, 1956 Ekim'inde İngiltere ve Fransa'yla anlaşarak Mısır'a saldırdı. Bu iki ülkenin İsrail'i böyle bir saldırıya yöneltmesinin sebebi daha önce istedikleri gibi kullandıkları Süveyş Kanalı'nın Mısır tarafından millileştirilmesiydi. İngiltere ve Fransa'yla ortak hareket eden İsrail bu saldırıda Gazze bölgesiyle Sina yarımadasını işgal etti. Ancak işgal ettiği bu topraklardan 7 Mart 1957'de birtakım diplomatik sebeplerden dolayı çekildi.
Arap - İsrail savaşlarının en geniş çaplısı Altı Gün Savaşı diye de anılan 1967 Haziran Savaşı’dır. Bu savaş İsrail'in 5 Haziran 1967 sabahı Mısır'a saldırmasıyla başladı. İsrail bu savaşta Mısır tarafından Gazze'yi ve Sina Yarımadası'nı, Ürdün tarafından Batı Yaka ve Doğu Kudüs'ü, Suriye'den de Golan Tepeleri'ni işgal etti.
1968 yılında Ürdün Nehri vadisinde ve Doğu Yaka denilen bölgede bulunan ve halkının çoğunluğunu Filistinlilerin oluşturduğu el-Kerame kasabasına İsrail ordusu tarafından büyük bir saldırı düzenlendi. O zaman el-Kerâme'nin yönetimi Ürdün'ün elinde olmasına rağmen Ürdün ordusu bu kasabayı savunmak için hiçbir direniş göstermedi. Ancak Filistinliler kahramanca savunmada bulunarak İsrail askerlerini geri çekilmeye zorladılar. Tarihe Kerame Savaşı diye geçen bu çarpışmada İsrail kuvvetleri önemli kayıplar verdi. Bu savaşta Ürdün ordusunun ve hükümetinin hiçbir etkinliğinin olmamasına rağmen Ürdün yönetimi kazanılan zaferi dünyaya kendi zaferi gibi göstermekten geri kalmadı.
İşgal devletinin bir diğer büyük savaşı 1973 Ekim Savaşı'dır. İşgal devleti bu savaşta başarılı olamamıştır.
İsrail 1982 yılında Lübnan'a yerleşmiş bulunan Filistin direniş güçlerini oradan çıkarmak için kara, hava ve deniz kuvvetleriyle bir saldırı düzenledi. Lübnan'ın başkenti Beyrut'u işgal eden İsrail, Lübnan'daki kuvvetlerini ancak 1985 Şubat'ından itibaren kademeli olarak geriye çekmeye başlamıştır. Daha sonra direnişe yenilerek 2000 yılında Güney Lübnan'ı tamamen terk etmek zorunda kaldı.
Ancak siyonist işgal tüm hırçınlığına ve saldırganlığına rağmen yine de işgal ettiği topraklarda kendini hiçbir zaman güven içinde hissedemedi. Çünkü karşısında vatanından ve haklarından vazgeçmeme konusunda kararlı olan bir halk vardı.
Filistin direnişi önce Batı Yaka bölgesinde yapılandı. Ancak 1967 işgalinden sonra bu bölgeden çıkarıldı. Sonra Ürdün tarafından işgal güçlerine karşı direniş eylemlerine devam etti. Siyonist işgal rejimi, 1968 Kerame Savaşı’nda yenilgiye uğraması üzerine Ürdün’deki Kral Hüsyen’le işbirliği yaparak onun Kara Eylül Harekatı adını verdiği bir tasfiye operasyonu başlatmasını sağladı. Bu operasyon sonrasında Ürdün Krallığı tüm Filistinli direnişçileri silahlarını bırakmaya ve Ürdün topraklarını terk etmeye zorladı.
Ürdün’den sonra Lübnan topraklarına taşınan direniş güçleri oradan eylemlere devam ettiler. Ama işgalci siyonistlerin 1982’de burayı işgal etmesinden sonra oradan da çıkarak, Tunus ve Cezayir’e taşınmak zorunda kaldılar.
Ama aradan fazla zaman geçmeden, 1987’de Birinci İntifada patlak verdi. Bu intifadanın iki önemli farklı yönü vardı. Birinci olarak direniş eylemleri o zamana kadar sürekli İsrail’in kontrol altına aldığı bölgelerin dışından, önce Batı Yaka, sonra Ürdün, sonra Lübnan’dan düzenleniyordu. İşgal rejimi direnişçileri buradan çıkarmakla artık onlardan kurtulduğunu sanmıştı. Ama bu kez işgal edilmiş topraklarda ve işgalci askerleri taşlayan gençler tarafından başlatılmıştı. İkinci olarak o zamana kadar direniş eylemleri genellikle Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) çatısı altında organize olmuş direniş gruplarının silahlı militanları tarafından sürdürülüyordu. Ama bu kez tüm Filistin’i saran bir kitle tarafından geniş çaplı bir eylem olarak başlatılmıştı. Üstelik bu kez eylemin başını çeken de İslami direniş olmuştu. Bu direnişi organize etmek üzere de intifadanın başlamasından birkaç gün sonra Filistin İslami Direniş Hareketi’nin (Hamas) resmen kuruluşu ilan edildi.
İntifada karşısında sıkışan İsrail daha sonra FKÖ ile masaya oturup anlaşmalar imzaladı. Bu anlaşmalara İslami hareket razı değildi. Ama gerek bu anlaşmalara öncülük eden Fetih hareketinin sahadan çekilmesi ve gerekse kitlesel hareketin geniş zamanda toplumsal kırılma yaşaması sebebiyle bu intifada bir yavaşlama sürecine girdi. Ama bu arada Hamas askeri kanadı olarak İzzettin Kassam Birlikleri’ni kurarak direniş faaliyetlerini sürdürdü.
İzzettin Kassam mücahitlerinin direnişi karşısında yenilgiyi kabul etmek zorunda kalan işgalciler 2005’te Gazze’den çekilmek zorunda kaldılar. Bu zafer Hamas’a çok geniş çaplı bir destek sağladı ve 2006’da yapılan parlamento seçimlerinde büyük bir çoğunluğun oyunu alarak parlamentoda hükümeti kurmaya yetecek çoğunluğu elde etti. Ama işgal rejimi ve onun arkasında duran küresel emperyalizm Hamas’ın siyasi iktidarı almasına razı olmadı ve Fetih örgütünü öne sürerek Filistin içinde bölünmeye neden oldu.
Bu bölünmeye rağmen İslami direniş gücünü artırarak çalışmalarına devam etti. İşgal rejimi Gazze’de odaklanan direnişi tasfiye etmek için bu bölgeye 2008, 2012, 2014 ve 2018 tarihlerinde geniş çaplı operasyonlar düzenledi. Ama hepsinde de başarısız oldu.
Son saldırısı da aslında kendisine bir sonuç getiremeyecek bir girişim olmuştur. Direniş bu saldırıya geçmiştekinden çok daha güçlü bir şekilde karşılık vermiştir. İşgalci bu saldırısında öncekilerden çok daha hırçın davranmasına rağmen, direniş karşısında da öncekilerin kat kat fazlası darbe yemiştir. Bu yüzden 2014’te 50 gün saldırıyı sürdüren işgalci bu kez 11 günün sonunda direnişin zaferini zımnen kabul ederek ateşkese razı olmak zorunda kalmıştır.