26 Kasım 2020 Perşembe, Yeni Akit
İsrail'in ABD nezdinde casusluk yapması bir kimsenin en samimi, en çok güvenebileceği ve kendisine tam bir güven vermesi gerektiğini düşündüğü dostunun namahremini gözetlemesine benzer. Ama siyonistlerin ikili ilişkilerle ilgili ahlâk felsefeleri ve istihbarat anlayışları buna müsaade etmektedir. Çünkü kendilerine çok yakın duran ve en büyük desteği veren çok samimi dostlarına bile güvenmezler. Kendileri sürekli başkalarına kelek attıklarından, başkalarının da aynı karakterde olabileceklerini ve kelek atabileceklerini düşünürler. Gerçi bu konuda onlarla samimi olan ve en büyük desteği veren güçlerin anlayışı da farklı değildir. Dolayısıyla birbirlerinin sırlarına muttali olmaya çalışmaları da biraz normal sayılabilir.
Jonathan Pollard isimli adam Türkiye medyasında çok fazla gündeme gelmedi. Bu adam ABD'nin yahudi asıllı vatandaşlarından. 1979'da Amerikan Deniz Kuvvetleri'nde istihbarat analisti olmuştur. Yani ABD için toplanan istihbarat bilgilerini değerlendiriyor ve analizini yapıyordu. Fakat 1984'te bu adamın kendisine ulaşan bilgileri ve belgeleri gizlice İsrail işgal rejiminin istihbarat teşkilatı Mossad'a ilettiği tespit edildi.
Aslında normalde ABD ile İsrail işgal rejimi arasında zaten istihbarat işbirliği var. Topladıkları gizli bilgileri birbirlerine veriyorlar. Buna ek olarak siyonistlerin Amerika'da muhtelif lobileri var ve bunlar da istihbarat işi yapıyor. Bunların başında da Dış İlişkiler Komitesi (Council of Foreign Relations -CFR) gelir. Bu örgüt vasıtasıyla Amerika'daki siyonistler ABD siyasetinin bütün derinliklerine muttali olarak bilgi toplayabilmekte ve siyonist işgalcileri bilgilendirmektedir. ABD siyasetinde etkin rol almış birçok siyasetçinin bu örgütle ilişkisi olmuştur.
İşgalci siyonistler bütün bunları yeterli bulmamış ve ifade yerindeyse ABD'nin yatak odasına kadar girmeye, çok gizli kalmasını istedikleri bilgilerine bile ulaşmaya çalışmış, bu yüzden onun askeri istihbaratında görevli elemanlarının aynı zamanda işgal rejiminin istihbarat teşkilatıyla bağlantılı hareket etmesini ve topladığı belgeleri bu örgüte ulaştırmasını istemişlerdir.
Pollard, 1985'te tutuklandığında "gizli kalması gereken belgeleri müttefik bir ülkeye ulaştırma" suçlamasını başlangıçta reddetti. Ama daha sonra suçunu itiraf etti ve Amerikan yargısı tarafından ömür boyu hapis cezasına mahkum edildi. Fakat 30 yıl hapisten sonra 2015'te şartlı olarak tahliye edildi. Bu şartlara göre GPS taşıyan bileklik takması ve bilgisayarlarının takip altında tutulması gerekiyordu.
İsrail işgal rejimi başlangıçta Pollard ile ilişkisini ve ona casusluk yaptırdığı iddiasını reddetti. Ancak 1996'da ona vatandaşlık vererek sahip çıktı ve casusluk yaptığını da kabul etti.
Şimdi, İsrail'in ABD'deki baş casusu niteliği taşıyan Trump, Pollard üzerindeki tüm kısıtlamaları kaldırdı. İsrail, Trump gibi bir casusun ABD'nin başkanlığına geçmesinden sonra hâlâ bu ülkenin askeri istihbaratına casus sokma ihtiyacı duyuyor mudur bilmiyoruz. Ama bugün Pollard üzerindeki kısıtlamaların kaldırılması olayıyla birlikte İsrail'in ABD nezdinde casusluk yaptığı gerçeğinin yeniden gündeme gelmesi anlamlı.
İsrail işgal rejiminin Başbakanı Benyamin Netanyahu, Pollard üzerindeki kısıtlamaların kalkması sebebiyle çok mutlu olduğunu ortaya koymak için "İsrail halkı"nın onu büyük bir sevgiyle kucaklayacağını ve onun İsrail'de mutlu bir şekilde hayatını idame ettirebileceği bir ortam bulabileceğini dile getirdi. Aynı zamanda Pollard'la ve eşiyle telefonla görüştüğünü ve koronavirüse rağmen kapılarının sonuna kadar kendilerine açık olduğunu dile getirdiğini belirtti. Netanyahu'nun bütün bu açıklamaları Pollard'ın ABD nezdinde yaptığı casusluğu kendi açısından büyük bir kahramanlık olarak gördüğünü ortaya koyuyordu ki bu aynı zamanda ABD'nin suratına tükürmek anlamına gelir. Siyonist katillerin hakimiyetlerini sürdürmeleri için en büyük desteği temin eden Amerikalı yüzsüzler bundan sıkılırlar mı bilmiyoruz.