İşgalci, Direnişi Yıldıramayacak

16 Kasım 2012 Cuma, Yeni Akit

Siyonist işgal devletinin son haftalarda Gazze'ye yönelik saldırılarından kaynaklanan gerginlik 14 Kasım Çarşamba günü ikindi vakitlerinde Hamas'ın askerî kanadı durumundaki İzzettin Kassam Birlikleri'nin Gazze'deki genel komutanının vekili ve fiili komutanı 52 yaşındaki Ahmed Said Halil el-Ca'beri ile 28 yaşındaki yardımcısı Muhammed Hamid Subhi el-Hams'ın şehit edilmesiyle zirveye tırmandı. Biz de bugünkü ve müteakip yazımızda bu saldırılarla tırmanan gerginliği ve işgalci siyonistin yeniden bu saldırıları yoğunlaştırmasının arka planındaki stratejik hesapları tahlil etmeye çalışacağız.

İşgal devleti bu saldırısında önemli bir şahsiyeti hedef alması sebebiyle Filistin direnişinin etkili bir karşılık verebileceğini hesap ettiğinden buna fırsat vermemek ve onu böyle bir şeye kalkışmaktan kaçınmaya zorlamak amacıyla söz konusu cinayetin hemen ardından yoğun bir saldırı temposu başlattığı gibi bir yandan da ateşli bir psikolojik savaş havası oluşturmak amacıyla büyük çaplı tehditlerde bulundu. O yüzden peş peşe gerçekleştirilen saldırılarda, el-Ca'beri ile yardımcısının şehit edilmesinden bizim bu yazıyı yazdığımız vakte kadar geçen süre içinde on üç kişi şehit olurken en az yüz otuz kişinin de yaralandığı bildirilmişti.

Öncelikle işgalcinin saldırgan ve tehditçi tutumunun mücahitleri direnişten vazgeçiremediğini, tam aksine yoğun karşılık verdiklerini ve işgalci tarafında onun açısından basit sayılamayacak kriz yaşandığını burada vurgulamak istiyorum. Her şeyden önce işgalcilerin resmi açıklamalarına göre en az dört kişi hayatını kaybederken 35 kişi de yaralandı. Fakat bu bilgiler sadece siviller arasındaki zayiatı yansıtıyor. Oysa karşıt füze saldırılarında özellikle askerî hedeflerin vurulmasına çalışıldı ve birçoğunun isabet ettiği sanılıyor. Ancak siyonist işgalci kendi saldırılarının psikolojik savaş boyutunu önemsediği ve Filistin direnişine yönelik saldırılarını haklı gerekçelere dayandırma amaçlı malzemeleri öne çıkardığı için askerî kayıplarını gizlerken, sivil kayıplarını medyaya yansıtmaya özen gösteriyor. Bu yüzden gerçek kayıplarının ve bilhassa askerî mekanizmadaki zayiatın kamuoyuna açıklanan kayıplarının epey üstünde olması ihtimali yüksektir.

Ayrıca siyonist işgalci bu kez gerçekleştirdiği saldırılarda önemli bir sürprizle karşılaşmıştır ki o da uluslararası alanda İsrail'in başkenti kabul edilen Tel Aviv'e kadar ulaşan Şafak 5 füzeleridir. Kassam mücahitleri bu füzelerin tamamen yerel imkânlarla, kendileri tarafından imal edildiğini ve 75 km. menzile sahip olduğunu açıkladı. İşgalcilerin Tel Aviv, Filistinlilerin Tellu'r-Rebi' adını verdiği şehir ise Filistin'in Akdeniz sahilinin orta kesiminde yer alır ki Gazze'den buraya ulaşan füze işgal devleti kontrolündeki toprakların yarısına ulaşabilecek niteliktedir.

Kassam füzelerinin ilk kullanılmaya başlandığı tarihlerde Gazze sınırından itibaren 10-15 km. mesafedeki alan risk altında kabul ediliyordu. Dikkat edilirse işgal güçlerinin Komutan Ahmed el-Ca'beri'yi şehit eden saldırısından sonra sınırdan 40 km. kadar içeri giren bölgeler alarm durumuna geçirildi, bu mıntıkada okullar tatil edildi ve bu bölgede oturanların bir çoğu daha uzak mesafelere çekilmek amacıyla yollara döküldü. Tel Aviv'e kadar ulaşan füze sürprizi ise işgalci saldırganın endişesini artırdı.

Bazıları direnişin bu savunma mekanizmasını basite alıyor ve önemsemiyorlar. Oysa işgalcilerin Çarşamba günü yoğunlaştırdıkları saldırılardan sonra yaşadıkları korku, telaş ve hareketlilik söz konusu mekanizmanın sanıldığı gibi basit olmadığını ortaya koymuştur. Daha önce bulundukları bölgelerdeki sığınaklara giren işgalcilerin bu kez füze menzilinden uzak yerlere kaçmayı tercih etmeleri de dikkat çekici bir durumdur. Ayrıca bir tarafta ölümü öldürmüş ve şehadeti ebedi saadete açılan kapı olarak gören kararlı mücahitlerin diğer tarafta ise ölümle yok olacağını düşündüklerinden ondan kurtulmak için ulaşamayacağı bir yerlere kaçmanın yollarını arayan birilerinin bulunmasından kaynaklanan farklılık var.

Şehit edilen Ahmed el-Ca'beri'nin kim olduğu hakkındaki bilgilere ve siyonist işgalcinin neden bilerek mayına bastığı hakkındaki kanaatlerimize de inşallah müteakip yazımızda yer vereceğiz.

Siyonistin Kan Nöbeti

17 Kasım 2012 Cumartesi, Yeni Akit

Uluslararası emperyalizm ve onun başını çeken ABD, işgalci siyonistin Gazze'ye yönelik vahşi saldırılarını geçmişte olduğu gibi "nefsi müdafaa" olarak nitelendirdi. Oysa olaylara vicdan penceresinden bakılırsa, vatanlarının işgal edilmiş olması, bugün hâlâ tapularını ellerinde bulundurdukları evlerinden ve topraklarından çıkarılmış olmaları sebebiyle işgalciye karşı savaş hakkına sahipken sürekli tehdit altında bulunduklarından nefsi müdafaa konumunda olanların da onlar olduğu görülür. Buna rağmen işgalci siyonistlerin geçtiğimiz Ekim ayının ikinci haftasında yoğunlaştırmaya başladıkları saldırılarına karşı sadece cevap niteliğinde saldırılar gerçekleştiren direnişçilerin Mısır'ın ara buluculuğu ile ateşkesi kabul ettikleri, sonrasında bozan tarafın yine siyonist işgal olduğu biliniyor. Ama siyonist işgalcinin sürekli arkasında duran ve onu her yönden destekleyen emperyalizmin olaylara vicdan penceresinden bakmasını beklemek de fazla iyimserlik olur.

Filistin tarafının ateşkese riayet etmesine ve mevcut şartlarda tansiyonu yükseltmenin sadece Filistinliler değil siyonist işgalciler açısından da ağır bir maliyeti olacağının tahmin edilmesine rağmen işgalcinin yine de şiddeti tırmandırmasının ve direnişçiler tarafından önemli bir komutan ile yardımcısını hedef alarak zirveye çıkarmasının sebebi ise onun adeta bir uyuşturucu bağımlısı gibi kan nöbetine girmesidir. Çünkü emperyalizmin İslâm coğrafyasının stratejik bölgesine yerleştirdiği siyonist işgalci sürekli "öldürmezsen ölürsün" anlayışıyla yaşamakta ve bu yüzden belli aralıklarla kan nöbetine girmektedir. Onun bu bağımlılığı ise Filistin topraklarında varlığını sürdürmesinin bölgede istikrar ve güvenin sağlanmasının önünde sürekli engel oluşturacağını gösterir.

Son dönemde yeniden kan nöbetine girmesinin muhtelif sebepleri var. Ancak bunlardan ikisi özellikle zikre değer, belirgin sebeplerdir.

Birincisi erken seçim kararı alınmasıdır ki biz, Netanyahu yönetiminin Ekim ayı başlarında böyle bir karar alması üzerine "İşgalcide Seçim Filistin'de Felaket" başlıklı bir yazı yazarak alınan kararın Filistin halkı bilhassa Gazze açısından oluşturduğu riske dikkat çekmiştik. Zira siyonist işgalcinin seçim kampanyasında kullandığı malzeme Filistinlinin kanıdır. Bu da Filistin toprakları üzerinde oluşturulmuş olan siyonist toplumunun askeriyle siviliyle nasıl bir kimliğe sahip olduğunu ortaya koyması açısından düşündürücüdür.

İkinci önemli sebep Arap dünyasındaki halk devrimleri, bilhassa Mısır'da işgalci siyonistin kapı bekçiliği yapan Hüsnü Mübarek rejiminin devrilmesi sonrasında bu ülkeye hâkim olan anlayışın Gazze'ye uygulanan ambargoyu etkisiz hale getirme amaçlı önemli adımlar atmasından işgalcinin duyduğu rahatsızlıktır. Atılan bu olumlu adımlar neticesinde Katar'ın Gazze'nin yeniden imarı projesini devreye sokması ve gerekli inşaat malzemelerinin bölgeye sokulması konusunda Mısır'la ittifak sağlanması, bilvesile Katar Emirinin ilk kez bir devlet başkanı düzeyinde ambargoyu yararak Gazze'yi ziyaret etmesi ambargonun artık etkisini kaybetmeye başladığı mesajları veriyordu. Bu arada 29 Kasım'da Filistin'in üyeliğinin BM'de tartışılacağı sırada Gazzeliler de Gazze'de uluslararası bir sempozyum düzenlemeyi ve dünyanın değişik ülkelerinden etkin şahsiyetleri bu sempozyum vesilesiyle orada bir araya getirmeyi planlıyorlardı. Ayrıca işgalcilerin dışarıdan yardım gemilerinin sokulmasını engelleme saldırılarına karşı ambargoyu içeriden kırma amacıyla Gazze limanından dışarıya gemi çıkarılması için çalışmalar başlatılmıştı.

Bu yüzden işgalci siyonist, uyguladığı insanlık dışı ambargonun kırmızı çizgisini yeniden çizebilmek için yine insan kanına ihtiyaç duydu. Çünkü bu çizgileri hep insan kanıyla çiziyor. Ondan dolayı tekrar kan nöbetine girdi ve artık gözü hiç bir şeyi görmedi. Yapacağı saldırıların, akıtacağı kanın kendisine de ağır maliyeti olacağını hesaba katmadı. Zira gözünün önünü bir "bulut sütûnu" kapatmıştı ve o sütûnun arkasına takılarak ihtiyaç duyduğu kanı temin etmek amacıyla Gazzelilerin üzerine ateş yağmuru yağdırmaya başladı.

Şehit edilen fedakâr komutan Ahmed el-Ca'beri hakkında ayrıntılı bilgi verebilmek için müstakil bir yazıya ihtiyaç olduğunu düşünüyoruz.

Saldıran ve Direnen Cephe

22 Kasım 2012 Perşembe, Yeni Akit

Emperyalizmin ve uluslararası siyonizmin sözcülüğünü yapan ya da onlarla göbek bağı olan medya organları ve mensupları Gazze'deki savaşın Filistinlilerin gerçekte siyonistlere pek darbe vuramayan füzelerinden kaynaklandığı iddiasından hareketle fitili çeken taraf olarak sürekli Filistin direnişini göstermeye çalışıyorlar. Bundan dolayı işgalci siyonistlerin onca katliamlarına, çoğu zaman hedef gözetmeksizin Filistinlileri kadın çocuk demeden katletmelerine, evlerini, halka hizmet veren binalarını, hastanelerini ve camilerini yıkmalarına bakmadan mağdur edilen tarafı suçlu göstermek istiyorlar. Bunu yapanlar gerçekte saldırganlarla birlikte suça ortaktır.

Bir de bu dezenformasyonun ve antipropaganda faaliyetlerinin etkisinde kalanlar var ki onların durumu da yıllardan beri "Filistinliler topraklarını sattı" yalanının kuyruğuna takılarak nesiller boyunca Filistin halkını mahkûm etmeye kalkışanların durumuna benziyor. Bu yalanın kurbanı olarak zulme mazeret çıkarmaya, mazlumları ise mahkûm etmeye kalkışanlar bizzat İsrail kayıtlarına göre bugün hâla işgalcilerin kontrolü altındaki arazilerin % 93'ünün tapusunun yani özel mülkiyetinin Filistinlilere ait olduğu yani yasal olarak el değiştirmiş olmadığı gerçeğini göremezler. Üstelik kalan % 7'lik kısmın da çoğunun satış yoluyla değil İngiliz işgali döneminde gerçekleştirilen istimlak uygulamalarıyla el değiştirdiği gerçeği üzerinde ise hiç düşünmezler.

Normalde vatanlarının işgal edilmiş ve meşru haklarının gasp edilmiş olması sebebiyle savaşma hakkına sahip olduğu, sürekli işgalci siyonistin tehdidi altında olması sebebiyle nefsi müdafaa konumunda bulunduğu halde, işgalcinin 14 Kasım Çarşamba günü gerçekleştirdiği cinayetle zirveye tırmanan şiddette de fitili çeken taraf yine Filistin direnişi değildir. Yangına odun taşıyan da onun alevlenmesi için çakmağı çakan da sonrasında üzerine benzin döken de siyonist işgalcidir. Ama çıkardığı yangının kendine de ağır maliyetinin olduğunu gördüğünden, bu kez yıldırma ve geri adım atmaya zorlama amaçlı taktiğini uygulayabilmek için güya kendilerini himaye ettiğini iddia ettiği yahudi yerleşimcileri feda ederek saldırıları sürdürüyor.

Siyonist işgalin başbakanı Netanyahu, erken seçim kararını açıkladığı Ekim ayının ikinci haftasından itibaren Gazze'ye yönelik hava saldırılarını artırarak yangına odun taşıma faaliyetini hızlandırdı. Başta özerk yönetim başkanı Mahmud Abbas olmak üzere güya Filistin direnişine akıl vermeye çalışan bazı kişiler direnişçilerin bu saldırılara sessiz kalmalarını, herhangi bir karşıt eyleme başvurmamalarını istedi. Oysa direnişin eli kolu bağlı kalması işgalcileri insafa getirmeyecek tam aksine taktiklerinin sonuç verdiğini, geniş çaplı operasyon ve daha büyük yaralar açma amaçlı saldırılar için önlerinin açık olduğunu düşüneceklerdi.

Filistin direnişinin füze saldırıları sadece işgalcilerin hava saldırılarına cevap niteliğinde oldu ve bu da Filistin halkına yönelik saldırılar karşısında sessiz kalmayacakları, savunma haklarını koruyacakları, bunun için gerektiğinde büyük zorluklara göğüs gerebilecekleri mesajı vermek içindi. Daha sonra Mısır'ın ara buluculuğuyla bir ateşkes sağlandı. Ama ateşkese riayet etmeyen ve yeniden saldırıları başlatan taraf yine siyonist işgal oldu. Çünkü o hesaplarını savaş ve saldırı üzerine kurmuştu, ateşkesin devam etmesinin hesaplarına uygun olmadığını düşünüyordu.

14 Kasım Çarşamba günü Filistin direnişinin ileri gelen komutanı Ahmed el-Ca'beri'yle yardımcısını hedef alan saldırıyı gerçekleştirmek suretiyle de asıl büyük yangını ateşledi. Görüldüğü gibi burada da fitili çeken yine siyonist işgalcidir.

Söz konusu cinayetin ardından Filistinlilerin gözünü korkutmak ve onları karşıt eylemlere başvurma fikrinden vazgeçirmek için yoğun hava saldırısı temposu içine girdiler. Ancak bu taktikleri Filistin direnişini yıldıramadı ve işgalciler çıkardıkları yangının kendilerini de sardığını ve üstlerine geldiğini gördüler. Ne var ki ateşkesin konuşulduğu merhalede de operasyonun amacına ulaştığı ve ateşkesi kendilerinin değil saldırıya uğrayan tarafın istediği mesajı verebilmek için yine yoğun saldırı taktiğinden yararlanmak istediler. Ama bu taktik onların lehine olmayacak.

Direniş Yine Kazandı

23 Kasım 2012 Cuma, Yeni Akit

Siyonist politikacılar dünya kamuoyuna hep zeki ve kurnaz olarak lanse edilir. Özellikle uluslararası siyonizmin dünyadaki ileri gelen politikacıların para ve makama kulluk etmelerinden yararlanarak onları kendilerine köle yapmaları bu iddialara dayanak oluşturuyor. Oysa uzun süredir koma hayatı yaşayan Ariel Şaron'un sadece Hitler gibi gözü kapalı bir ırkçı değil aynı zamanda Kaddafi'den çok daha dengesiz biri olduğu belliydi. Buna rağmen ırkçı söylemleriyle siyonist kalabalığı dolduruşa getirerek bayağı oy toplayıp iktidarı ele geçirmeyi başarmıştı. Oysa ırkçı söylemleri kendisine bir şey kazandırmamış, bütün tehditlerine rağmen 2005'te Gazze'deki tüm yahudi yerleşim merkezlerini boşaltıp aynen Medine yahudilerinin yaptığı gibi lüks köşklerini kendi elleriyle yıkarak kuyruğunu toplayıp çekilmek zorunda kalan o olmuştu.

Ehud Olmert'in Şaron'a göre daha aklı başında biri olduğu sanılıyordu. Ama Şaron'un ırkçı ve saldırgan söylemlerle oy kazanması onu yanılttı ve siyonist toplumun suyuna giderek oy kazanma taktiği uygulamak amacıyla 2008 sonu saldırısını başlattı. Oysa 2005'te Şaron gibi nazi ruhlu birini Gazze'den çıkaran direniş 2008'de daha tecrübeli ve daha hazırlıklıydı. İşgale karşı yılgınlık göstermeme konusunda da kesin kararlıydı. Olmert başlangıçta siyonist ırkçı kalabalığı dolduruşa getirecek büyük hedefler belirledi. Ama geniş çaplı operasyonun sonu onun için tam bir hüsran oldu. Bu olay onun da birkaç tahtasının eksik olduğunu gösterdi. Çünkü aklı başında biri delinin izinden gitmez. Özellikle onun izlediği yolda çamura saplandığını görünce!

Netanyahu'nun tahtalarının Olmert'inkine nispetle daha az olduğu zaten belliydi. Mavi Marmara saldırısı sonrasında başına gelenler, gözü dönmüş bir siyonist ırkçı olmasının yanı sıra biraz da tahtalarının eksik olmasından kaynaklandı. Kafadan zoru olmasaydı Mavi Marmara saldırısından sonra başına gelenlerden ders alır, enine boyuna düşünmeden ateşe atlamak yerine üç kere düşünüp bir kere adım atardı.

Şimdi Netanyahu'nun askerî danışmanını görevden aldığı haber veriliyor. Demek ki onun kendisini yanılttığını, mücahitlerin karşı koyma performansı ve direniş psikolojisi hakkında yanlış bilgilendirdiğini düşünüyor. Oysa kafasını çalıştırsaydı bu konuda kendi askerî danışmanına değil bizzat Filistinli mücahitlere danışırdı. İnanıyorum ki mücahitler onu yanıltmaz, doğru bilgi verirlerdi. Çünkü Gazze'nin belini doğrultması için sükûnetin sağlanmasından, ortamın kızıştırılmamasından, tansiyonun yükseltilmemesinden yana idiler. Netanyahu'nun Ekim'in ikinci haftasında erken seçim kararı almasından hemen sonra Gazze'ye yönelik hava saldırılarını artırmasının ardından yine Mısır'ın ara buluculuğu ile Kurban bayramı günlerinde ateşkesi kabul etmeleri de bu yüzdendi. Yoksa işgalci saldırgan karşısında direniş performanslarına güvenememekten değil. Ama maalesef ateşkesi bozan yine Netanyahu oldu.

Netanyahu'nun Ahmed el-Ca'beri cinayetiyle kendine büyük hedef seçerek şiddeti zirveye çıkarması üzerine yazdığımız ilk yazıda "işgalci direnişi yıldıramayacak" demiştik. Niçin böyle düşündüğümüzü de yazıda anlatmaya çalıştık. Gelişmeler Allah'ın izniyle tahmin ve tespitlerimizi doğru çıkardı.

Siyonist işgalci "Altı Gün Savaşı" olarak da adlandırılan 1967 Haziran Savaşı'nda altı gün gibi kısa sürede, ihanetçilerin yönettiği üç Arap ülkesini bertaraf ederek geniş bir alanı işgal etmişti. Bu onun başarısı değil işbirlikçilerin ikramıydı. Baas diktatörü Hafız Esed'in de Golan tepelerini o savaşta sunduğunu hatırlatalım.

Bugün askerî teknoloji ve malzeme yönünden çok daha geniş imkânlara sahip olmasına, katliam ve yıkımda hiçbir sınır tanımamasına rağmen Kasım 2012'de 8 gün süren operasyonun ardından direnişin şartlarını kabul ederek ateşkese razı olmak zorunda kaldı. Şu noktaya özellikle dikkat edelim. Ateşkes anlaşması kesinlikle işgalcinin şartlarına göre değil direnişin şartlarına göre belirlenmiştir. Düşmanın sınır tanımayan saldırganlığına karşı Filistin halkının korunaklı yerlerinin olmaması sebebiyle kaybı çok olsa da kazanan taraf Filistin direnişi, kaybeden taraf ise siyonist işgalcidir.

Asıl meydan savaşını, seçimin yaklaştığı şu günlerde siyonist politikacılar arasında seyredin.

Medyadaki Lobinin Telaşı

24 Kasım 2012 Cumartesi, Yeni Akit

Son dönemdeki çatışmaların Filistin direnişinin tercihi olmadığını, saldırıyı başlatan tarafın da kızıştıran tarafın da işgal devleti olduğunu daha önce de yazı ve konuşmalarımızda dile getirdik. Ama olaylara fildişi kulelerden bakan, gelişmeleri biraz daha yakın takibe alarak konuşma ihtiyacı duymayan yahut takip etse bile işgalci siyonistlere toz kondurmak istemeyen medya lobisi sürekli Filistin direnişini mahkûm etmeye, şiddetin artmasına onun füzelerinin neden olduğu iddialarını kabul ettirmeye çalışıyorlar.

Oysa Kurban bayramı günlerinde sağlanan ateşkesi ihlal eden işgalciydi. Çünkü Netanyahu'nun savaş ve saldırı üzerine kurulu hesapları vardı. Son sekiz günlük savaşın fitilini çeken tarafın da işgalci siyonist olduğunu göremeyecek kadar basiretsiz olanlar ise davul çalsan dahi bir şey duymadıklarını söyleyeceklerdir.

İşte son ateşkesi kimin ihlal ettiğini de gördük. Daha, ateşkesin başlamasından önceki son dakikalarda adeta yangından mal kaçırırcasına düzenlenen vahşi saldırılarda şehit edilenlerin kanları soğumadan işgalci saldırgan ateşkesi ihlal etti ve yeni saldırılar düzenledi.

Bir yandan da Batı Yaka bölgesinde Filistinlilerden intikam alma kampanyası başlatarak tutuklamalar gerçekleştirdi. Tutuklananların arasında beş milletvekili de var.

Medyada, işgalci siyonistlerin kirlerini temizleme telaşı içine girenlerin dikkat çeken bir yanları güya objektif görünmeye ve her iki tarafa birden eleştiride bulunuyormuş imajı vermeye çalışmalarıdır. Ama bunu yaparken büyük taşları, işgal edilmiş vatanlarını kurtarmak için haklı ve meşru mücadele veren direnişçilerin üzerine savururken işgali sürdürebilmek için hiçbir ahlâkî sınır tanımayan saldırganlara sadece küçük çakıl taşları atmakla yetindikleri de dikkatten kaçmıyor.

Şu çelişkiye bakın: Hamas, Netanyahu'nun saldırısından önce yahudi yerleşim merkezlerinin üzerine yağmur gibi füze yağdırıyormuş. Bunu iddia eden kişi sonra Netanyahu'nun son operasyondaki kazanımları arasında Hamas'ın silah depolarını boşaltmasını da sayıyor. Sekiz günlük savaş süresince Hamas'ın askerî kanadı İzzettin Kassam Birlikleri, işgalcilerin üzerine bin küsûr füze attı. Madem ki bu kadar füzenin atılmasıyla depolar boşaltılmıştı, Kassam Birlikleri çatışmalardan önce fırlattığı "yağmur gibi" füzeleri nereden buluyordu?

İddia gerçeği yansıtmadığı gibi mantıklı da değil. Eğer ki katil siyonist Filistin direnişinin depolarını boşalttığına kanaat etseydi hiç kendisini tam anlamıyla zillete sürükleyen ve yenilgi ilanı anlamı taşıyan ateşkesi kabul eder miydi?

Bir de şu kafaya bakın: Silah depolarının, gasp edilmiş araziler üzerine kurulu yerleşim merkezlerindeki yahudilerin tepesine boşaltılması Netanyahu'nun bir taktiği ve kazanımıymış. Eğer bu iddia doğruysa ve Netanyahu'nun gerçekten böyle bir taktiği var idiyse yahudilerin onu Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'nde tedaviye sokmaları gerekir. Silah depolarını kendi vatandaşlarının tepesine boşaltma gibi bir taktiği olan kişiden başbakan olur mu? Böyle bir yorumda bulunan bu çıkarmayı neye dayandırıyor? Kafadan savurduysa, Allah şifa versin derim!

Bir başkası da direnişin füzelerini teneke kutularına benzetiyor. Yani birinin iddia ettiğine öbürü tekme atıyor ama her ikisinin de maksadı direnişi mahkûm etmek. Madem bu füzeler teneke kutularından ibaretti neden 1967 Haziran savaşında üç Arap ülkesini dize getirebilen işgalci bu füzelerin önünde diz çökmek zorunda kaldı? Biraz bu realite üzerinde kafa yorman gerekmez mi?

Bazıları da sonuçlardan direnişi sorumlu tutabilmek için onun işgalcilerin saldırılarına karşı koymasını hatalı gösteriyorlar. Bunu iddia ederken "karşı koymasaydı ne olurdu?" sorusuna cevap arama ihtiyacı duymuyorlar. Onu da biz söyleyelim. Karşı koymasaydı can kaybı ve maddi hasar belki birkaç katı olacak, üstelik işgalciler başta İsmail Heniyye olmak üzere Filistin davasının önderlerinden birçok kişinin bileklerine kelepçe vurup götürmüş olacaklardı. İşgale karşı direnişin zayıf kaldığı dönemlerle güçlü mücadele verildiği dönemlerde ortaya çıkan sonuçları kıyaslarsanız bunu görürsünüz. Ama bu kıyaslamayı yapabilmek için Filistin gerçeğini, vicdanları da devreye sokarak yakından incelemeniz gerekir.

***

Siz bu yazıyı okumamış mıydınız?: Şehadeti İsteyen Şehit Olmaz mı?