"On Yıl Sonra İsrail Olmayacak!"

4 Ekim 2012 Perşembe, Yeni Akit

Zaman kavramı muhtelif bilim dallarının alanına girmiş ve üzerinde değişik tespitlerde bulunulmuştur. Geçmişi iyi teşhis ve geleceği görebilme üzerine çok fikir yürütülmüştür. Özellikle siyaset alanında bugünü değil geleceği görebilmenin önemine vurgu yapılır. Geleceğe dönük projeler üretebilmek ve hedefler belirlemek için buna ihtiyaç olduğu söylenir.

Eskiden geleceği görme konusunda "ebced hesabı"na önem verilirdi. Bilhassa kutsal kitaplarda geçen ifadelerden ebced hesabına göre bir gelecek tayini yapılır ve bayağı ilgi görürdü. Ortodoks yahudilerde yaygın olan bu hastalık zamanla Müslümanlara da bulaştı ve ebced hesabına göre birkaç kez kıyamet tarihi verildi. Hesap tutsaydı biz hiç doğmayacaktık, çünkü kıyamet çoktan kopmuş olacaktı.

Normalde gayb âlemine inanmayanların birçoğunun burçları önemsemesi, aynı tarihlerde doğmuş tüm insanların her gün aynı şeyleri yaşayacağı saçmalığına inanmayı gerektiren anlayışla gazetelerin burçlar köşesini özenle okuyarak şanslarını belirlemeye çalışması ise garip. Ama bu da bir tatmin yolu. Çünkü insan geçmişindeki hataları ve doğruları tahlil ederek yol tayin etmek yerine geleceğini okuyarak bunu yapmak istiyor.

Gelecek bizim için bir gayptır. Onu yıldızlara bakarak veya kutsal kitapların harflerine sayısal değer tayin ederek okumaya çalışmak insanın kendini avutmasından başka bir şey değildir. İslâm itikadında bu tür avunmalara açılan bir kapı bulunmadığı temel dinî kaynakların incelenmesi halinde görülecektir. Fakat bir de bizim "sünnet-i ilahiye" adını verdiğimiz ilahî nizamdan yani Yüce Allah'ın eşyanın tabiatına yüklediği özelliklerden yararlanarak geleceği okuma, belli bir tahminde bulunma metodu var ki bunu herkes kullanıyor ve doğru teşhis yapıldığında çıkarılan sonuçların da çoğu zaman tuttuğu yahut çok yaklaşıldığı görülüyor.

ABD'nin eski Dışişleri Bakanı Henry Kissinger'in geçtiğimiz günlerde "On yıl sonra İsrail olmayacak" dediğine dair bir haber yayınlandı. Daha sonra bu söz değişik ortamlarda tartışıldı ve Kissinger'in sekreteri haberi önce reddetti. Ancak sözü bizzat duyduklarını söyleyen gazeteci ve yazarların ısrarı üzerine Kissinger kanadı da fazla üzerine gitmek yerine bu sözü unutulmaya terk etme yolunu seçti.

Kissinger'in sözüyle ilgili tartışmaların sıcaklığı sürerken, ABD'nin "İsrail sonrasına göre" plan yaptığına dair haberler çıktı. Bu haberler teyit edilinceye kadar bir spekülasyon olarak görülecektir. Fakat "İsrail" var olduğu sürece ABD'nin İsrail sonrasına dair plan yaptığı yönündeki bilgilerin resmî kanallardan teyit edilmesi de zordur.

22 Mart 2004'te şehit edilen Şeyh Ahmed Yasin de İsrail'in 2025 yılından önce tarih sahnesinden silineceğini söylemişti. Şeyh Yasin'in bu sözleri, bazıları nezdinde "acaba gayptan haber mi veriyor?" diye ciddi tereddütlerle karşılanmıştı. Bazılarına göre de temenni ve arzularını teşhis olarak sunuyordu.

Aslında ne Ahmed Yasin istikbalde gerçekleşecek kesin bir olaydan haber veriyordu, ne de Kissinger garantili konuşuyor. Fakat her ikisi de hem tarihi hem de vakıayı okuyarak geleceğe dair bir tespit ve teşhiste bulunmuştur. Birininkini arzu ve temenni diğerininkini ise korku ve endişe olarak okuyabiliriz. Ama arkasındaki duygular ne kadar farklı olsa da tespitler bir noktada birleşiyor ve benzer sebeplere dayanıyor.

Kissinger uluslararası siyonizmin ABD'deki lobi faaliyetlerinin başını çeken en önemli isimlerden biridir. Onun Dışişleri Bakanlığı yaptığı dönem ise siyonist işgalin kendini meşrulaştırma çabalarının en belirgin adımlar attığı dönemdir. Fakat bugün gelinen noktada yaptığı tespitler ciddi endişeler taşıdığını gösteriyor.

Bir cihaz aldığınızda kullandığınız ortama, cihazın dayanma gücüne, kalitesine ve yıpratıcı etkenlere bakarak ona bir ömür biçmeniz doğaldır.

Siyonist işgal hakkında da kimse, "4 Kasım 2023 tarihinde bu işgal buhar olup havaya uçacak" diye bir iddiada bulunamaz. Ama bizzat işgalin arkasında duran en önemli lobicileri bile endişelendiren ciddi etkenler var. Bazılarına bunlar belki hayal gibi gelebilir. Ama bugün yaşananlar da düne göre hayal gibiydi. Siyonist işgal de kesinlikle kalıcı olmayacaktır.

Siyonist katillerin Mavi Marmara gemimizi gasp edip Askalan limanına çekmelerinden sonra bizi gruplar halinde, limanda kurulan sorgulama masalarının önüne götürüyorlardı. Beni de şafağın sökmesine az bir vakit kala götürdüler. Türkçeyi iyi konuşan bir kişi, Türkiye Konsolosluğundan bana yardımcı olmak amacıyla tercümanlık için geldiğini söyledi. İlk sorusu "Bu, İsrail'e ilk ziyaretin mi?" oldu. "Hayır, ben İsrail'i hiç ziyaret etmedim. Şimdi de. Çünkü bu toprakları Filistin olarak kabul ediyorum ve bu gelişim ziyaret yoluyla değil ellerim bağlı, zorla getirilerek oldu" dedim. Bu cevaba sinirlenip kalktı ve sergilediği tavır Türkiye Konsolosluğundan geldiği yalanını açığa çıkardı.

Siyonist işgalin başından beri en önemli problemi "meşruiyet" sorunudur. Onu bitirecek olan da bu sorundur. Bunu tarihi gerçekler de günümüzde yaşanan realite de bize söylüyor. Ondan dolayı bir yandan askerî gücünü korumak için büyük çaba harcarken bir yandan da meşrulaşma mücadelesi veriyor. Meşrulaşma mücadelesinde başarılı olamaması durumunda sadece askerî güçle hakimiyetini korumasının mümkün olamayacağını, çünkü karşısındaki direnişin kararlı bir şekilde ilerlemesi ve onu zorlayacak adımlar atması durumunda işgalin askerî gücünün gerileme merhalesine gireceğini hatta şimdiden girdiğini biliyor.

Üzerinde durulmayan ama siyonist işgalin meşrulaşma politikasının ayak bağı niteliğindeki bir konuya dikkatinizi çekmek istiyorum. Bugün dünyada hâkimiyeti altındaki toprakların % 93'ü devlet tarafından istimlak edilmiş ve özelleştirilmesi uluslararası hukuka aykırı İsrail'den başka bir devlet bulamazsınız. Yabancı ülkelerde mülk edinmeyle ilgili prosedürlere bakarsanız bu bilgi karşınıza çıkabilir.

Bu kadar arazinin istimlaki siyonist işgalin çıkardığı, "Sahipsiz Mülkler Kanunu" diye bilinen kanunla gerçekleştirildi. Oysa buralar sahipsiz değil ve sahipleri bellidir. Hepsinin elinde uluslararası hukuka göre geçerliliğini koruyan tapuları var ve bu belgelerin kazandırdığı mülkiyet hakları siyonist gaspçılara kesinlikle devredilmiş değil.

Siyonist işgal Batı'daki enformasyon faaliyetlerinde buraların sahipsiz olduğu, İslâm dünyasında yürüttüğü faaliyetlerde ise sahipleri tarafından satıldığı iddiasını yaymaya çalıştı. Oysa hukuk uluslararası platformda icra edilse ve her hak sahibine verilse siyonist işgalin "istimlak" uygulaması geçerliliğini kaybedecek araziler zorunlu olarak sahiplerine verilecek. Şimdilik adalet icra edilmediği için gasp sürüyor ama meşru değil ve hukuki dayanaktan yoksun. Hak sahipleri de haklarından vazgeçmeme ve topraklarına dönme konusundaki kararlılıklarından vazgeçmiyor. İşgalin arkasında duranların endişesi hak sahiplerine destek verecek ve meşru haklarını almaları için mücadele edecek siyasi güçlerin İslâm dünyasında iktidarlara gelmesi ki son dönemde halk ayaklanmaları da bu konuda endişelerini artırdı.

Uluslararası prosedürde "İsrail" olarak tanımlanan bölge 1948 Savaşı sonrasında siyonistlerin hâkimiyetine geçen bölgedir. O yüzden bu bölgede yaşayan Filistinliler hakkında "İsrail'deki Arap azınlık" tanımlaması yapılıyor. Ama onlar kendilerini asla böyle tanımlamazlar. Kullandıkları tanım "1948 bölgesi Filistinlileri"dir. Bu da her ne kadar ellerinde İsrail pasaportu ve kimliği taşısalar da onu gayri meşru işgal olarak gördüklerini ve asla meşru tanımayacaklarını ortaya koyuyor. Üstelik bu nüfus sürekli artarken işgalci nüfus tüm teşviklere ve yeni yerleşim merkezleri inşasına rağmen iki yönden azalıyor: Bir doğal nüfus artışının çok düşük olması sebebiyle, bir de tersine göçten dolayı.

Filistin topraklarında yaşamaya devam edenlerin de hemen hemen tamamının çifte vatandaşlığı vardır. Çünkü oturduğu evin inşa edildiği arsanın meşru mülkiyetinin, siyonist işgali kesinlikle reddeden ve vatanına dönme kararlılığından vazgeçmeyen bir Filistinliye ait olduğunu dolayısıyla bir gün gelip kendisinin oradan çıkmasını isteme hakkını kullanabilecek kadar güç kazanacağını biliyor.

Siyonist işgal aynen haçlı işgali gibi iğretidir. Çünkü temelsiz ve gayri meşrudur. Hak sahipleri ise haklarından vazgeçmemekte kararlıdır.

***

Siz bu yazıyı okumamış mıydınız?: Direniş Filistin'in Meşru Hakkıdır