12 Ağustos 2010 Perşembe, Vakit gazetesi
Haksızlıkların ve aşırılıkların üzerine gitmek için adalet yeterlidir. Daha fazlasına ihtiyaç yok. Bundan dolayı Yüce Allah, Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurmuştur: "Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa olan öfkeniz sizi adaletten ayrılmaya yöneltmesin. Adaletli davranın; bu takvaya daha yakındır. Allah'a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah sizin işlediklerinizden haberdardır." (Maide, 5/8)
Fakat bugün insanlık adaletten yoksun kalmanın sıkıntısını çekiyor. Çağın hâkim güçleri görünüşte uluslararası yargı mekanizması oluşturmuş durumdalar. Ama bu mekanizma adaleti uygulamak için değil hâkim güçlerle hesaplaşmaya kalkışanları cezalandırmak için başvurulan uygulamalara “yargı” kılıfı geçiriyor.
Siyonist işgal devleti de, Mavi Marmara katliamını sorgulamak için görünüşte bir soruşturma heyeti oluşturdu. Fakat soruşturmanın işleyiş tarzında üç önemli amaç dikkatimizi çekiyor:
Birincisi işgal devletinin hadiseden dolayı sorgulama yaptığı ve kendince “suçlu”ları ortaya çıkarmak için çalıştığı mesajı vermek. Bu amacın arka planında duran hesap ise hadisenin tüm sorumluluğunu kişilere yüklemek suretiyle devleti temize çıkarmaktır. Bu, 2006'da Güney Lübnan'a yönelik saldırıyla ilgili Winograd Raporu'nun hazırlanmasındaki ana amaca çok benziyor. Bu rapordaki amaç biraz daha içe dönüktü. 2006 saldırısının Hizbullah'ın kararlı direnişi karşısında ciddi bir yenilgiyle sonuçlanması işgal ordusunun imajını, tehdit gücünü kaybetmesine sebep olmuştu. Bu durum karşısında ordunun prestijini kurtarmak için yenilgiyi kişilerin hatalarına yüklemek amacıyla bir sorgulama yapılmasına ihtiyaç duyulmuş ve söz konusu rapor hazırlanmıştı. Mavi Marmara katliamıyla ilgili sorgulama ise daha çok dışa dönüktür. Bu katliamdan dolayı siyonist işgal devleti dünya çapında eleştirilere, tepkilere maruz kalmış ve marjinalleşme sorunu büyümüştür. Dolayısıyla söz konusu katliamdan dolayı bazı kabahatler işlendiğini kabullenmek ve bu kabahatleri belli kişilere yüklemek suretiyle işgal devletinin, otoritenin prestijini kurtarmak istemektedir.
İkinci önemli amacı eleştirilerin ve tepkilerin odağında olan kişileri ifade vermeye çağırmakla aynı zamanda onlara kendilerini savunma ve bu savunmalarını dünya kamuoyuna mesaj olarak iletme imkânı tanımaktır. Çünkü işgal devletinin soruşturma heyeti “suçlu ve hatalı” ayrıştırması yapmak suretiyle dünya kamuoyunu yanıltmak istiyor. Saldırıya uğrayanları suçlu, saldırıyı düzenleyenleri ise hatalı ilan etmek istiyor. Bunu gerçekleştirebilmek için de sorumluluk taşıyan ve bu yüzden eleştirilerin odağında yer alan adamlarına kendilerini savunma imkânı tanımak, bu savunmayı da dünya kamuoyuna mesaj olarak iletmek suretiyle global alanda bir savunma zemini oluşturmak istiyor. İstemediği bir kişiye kasten ve planlı bir şekilde arabasıyla çarpıp ezerek feci şekilde öldüren şoförü temize çıkarmak için öleni hızla gelen arabanın önüne bilerek atlamak suretiyle “suçlu” şoförü de aşırı hız yapmak ve önüne atlayan kişiye reflektör ya da korna ile uyarıda bulunmamaktan dolayı “hatalı” ilan etmek gibi.
İşgalci siyonistlerin bu sorgulamadaki üçüncü önemli amaçları ise kendi içlerinde bir özeleştiri yapmak ve bazı kişileri feda ederek diğerlerinin politik geleceklerini kurtarmaktır. Çünkü siyonist işgal devleti bu katliamda uluslararası platformda ciddi bir yara almıştır ve silkinmeye, yeniden yapılanmaya ihtiyaç duymaktadır. Bu silkinmede çürük meyvelerini dökerek diplomatik alana, eskilerden bazılarını tezkiye etmek, bazılarını da tasfiye edip yerlerine yenilerini yerleştirmek suretiyle çıkmak istiyor. Bu tezkiye – tasfiye işleminde kendi iç yapısında bir pazarlık yaptığı ve bazı şahısları kendilerini fedaya razı ettiği anlaşılıyor. Böyle bir tezkiye – tasfiye ve yenilenme operasyonu aynı zamanda siyonist işgale, yıpranan imajını ve vitrin dizaynını da yenileme, tekrar şekillendirme imkânı tanıyacaktır. Ama bunun için acele etmeyip, muhtemelen sorgulamanın sonuçlarına göre hareket ederek aynı zamanda dünya kamuoyuna “bakın yeri geldiğinde biz hatalarımızı kabul ediyoruz ve hatalılarımızı kenara çekebiliyoruz” mesajı vermek isteyebilir.
Fakat şunu unutmamak gerekir ki işgal devletinin sorgulamasında hâkim de mahkûm da aynı davaya, aynı amaca hizmet etmektedir. Dolayısıyla güven verici olması, adaleti icra etmesi mümkün değildir.
“Mavi Marmara Adaleti”nin bir de BM ile bağlantılı uluslararası boyutu var. Ondan da inşallah müteakip yazımızda söz edeceğiz.
13 Ağustos 2010 Cuma, Vakit gazetesi
Gazze'ye uygulanan ambargo tüm insanlık için büyük bir ayıptır. Bu ambargoda hasta insanların tedavisi için topraklarının dışına çıkmalarının bile engellendiği, yeni doğmuş bebeklerin mamalarının dahi sokulmasına engel olunduğu biliniyor. Böyle bir uygulama tam anlamıyla vahşettir ve bu vahşetin önüne geçmek insan olmanın yüklediği bir sorumluluktur. Böyle bir vahşetin önüne geçmek amacıyla bir şeyler yapmak için Müslüman olmak, Kızılay yahut İHH görevlisi olmak, insan hakları gönüllüsü sıfatıyla faaliyetlerde bulunmak şart değildir.
İşte böyle bir insanî görev ve sorumluluklarını yerine getirdikleri sırada sahilden 75 mil ötede, uluslararası sularda vahşice saldırıya uğrayanların “suçlu “ olmaları ihtimaline işaretle “Suçluyu bulma işini Birleşmiş Milletler'e bırakmak gerekli” mesajı verenlerin, ondan önce böyle bir insanî yardım faaliyetine gerekçe teşkil eden insanlık dışı ambargonun sorgulanması, sona erdirilmesi için BM'nin ne yaptığını sorması gerekirdi. Ama ne yazık ki BM'yi bu sorumluluğunu yerine getirmeye çağırmak yerine ambargoyu kırmaya çalışanları vahşeti icra edenlerden izin almadıkları için suçlamayı tercih ettiler.
Bazı gerçekler insan aklının zorunlu olarak kabul ettiği gerçeklerdir. Hukukta da bazı suçlar, suçlu – mağdur ayrıştırması konusunda tereddüde mahal bırakmayacak kadar açık ve nettir. Bu gibi suçlarda failin kim olduğunun kesinleştirilmesi, suçun hangi şartlarda işlendiğinin belirlenmesi ve gerekli cezanın tespiti için soruşturma yapılır. Kimin suçlu kimin mağdur olduğu hakkında tereddüt olduğundan değil. Örneğin bir kuyunun içinde küçük bir çocuğun parçalanmış cesedi bulunursa “suçlu bu çocuk mudur onu doğrayıp kuyuya atan mı?” sorusuna cevap aramak ve suçlu ile mağdurun kim olduğunu kesinleştirmek için değil failin kim olduğunu tespit için soruşturma yapılır. Failin kimliği kesin bir şekilde tespit edilirse artık ondan sonrası cezalandırma merhalesidir. Adaletin icrası da suçlunun ortaya çıkarılması değil cezalandırılmasıdır.
Mavi Marmara gemisinin yolcuları ve yükleri Antalya'da modern cihazlardan ve sıkı aramadan geçirilip resmi işlemlerle kayıtları tutularak gemiye alındı. Böyle bir arama ve kontrole rağmen geminin yine de silah veya taşınması yasak başka bir yük ya da Interpol'e göre aranan şahıs taşıyabileceği iddiası Türkiye'nin gümrüklerindeki aramaların ve tutanakların güven verici olmadığının, kaçakçılığa ve yolsuzluğa açık olduğunun iddia edilmesi anlamına gelir.
Bu geminin yine de uluslararası gümrük anlaşmalarına ve yasalara aykırı bir yük ya da yolcu taşıdığından şüpheleniliyor olsa bile böyle bir şüphe, herhangi bir ülkenin askerî kontrolünde olmayan uluslararası sularda saldırı düzenlenmesine ve yolcularının vahşice katledilmesine yahut yaralanmasına, gemilerine ve içindeki yolcularla eşyaların rehin alınmasına hak tanımaz. Şüphelenen ülke gemilerin kendi karasularına girmesine izin vermez, girmekte ısrar etmeleri durumunda engel olur. Uluslararası sularda yapılan saldırı, katliam ve rehin alma işlemi tam anlamıyla korsanlıktır, korsanlık ise bütün uluslararası anlaşmalara, hukuk kurallarına göre suçtur. Dolayısıyla Mavi Marmara katliamında suç bellidir, suçlu bellidir. Yapılması gereken suçun hangi şartlarda, ne gibi araçlarla ve ne tür amaçlara binaen işlendiğinin tespiti için bir sorgulama yapılması, sonrasında da cezalandırma safhasına geçilmesidir. BM soruşturma heyetinin yapması gereken de budur.
Fakat bugün BM'nin her şeyden önce güven verici, tarafsız bir soruşturma heyeti oluşturmadığını görüyoruz. Üstelik bir bakıma yukarıda zikrettiğimiz mesajı aldığı ve suçluyu cezalandırmak için değil tespit için sorgulama yapma niyeti taşıdığı anlaşılıyor. Bunun da ötesinde sergilenen tutum suçun saldıran korsanlarla mağdurlar arasında paylaştırılması ihtimalinin olduğu intibaı veriyor.
BM ne yazık ki haksızlıkların üzerine gitme, hukuku icra ve suçluların doğru tespit edilip cezalandırılması konusunda adaletin ilkelerine göre hareket etmemiş, güven verici olamamıştır. Dolayısıyla Mavi Marmara katliamının soruşturulması için oluşturulan heyet konusunda da ister istemez zihnimizde birtakım tereddütler, şüpheler oluşuyor. Adaletten ve haktan yana olanların bu tereddütleri ciddiye alarak BM heyetinin sorgulamasını sıkı bir takibe almaları, kelime oyunları, işgalci siyonistlerin kamuoyunu yanıltma amacıyla uydurduğu yalanları gerçekmiş gibi yansıtma çabalarına karşı dikkatli olmaları gerekir.